Türkçü Turancı Otağ

TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI => TÜRKÇÜLÜK => Konuyu başlatan: TÜRK-KAN - 20 Kasım 2007

Başlık: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 20 Kasım 2007
Osmanlıcılığın Çöküşü - Yusuf Akçura

(http://www.turkdirlik.com/images/kisi/Turkculuk/YusufAkcura3.jpg)

Acaba Osmanlı unsurları arasında diğerlerim temsil edebilecek kadar medeniyetçe kavi bir unsur var mıdır? Eğer yok ise, Osmanlı'daki farklı unsurlar birleşip bir "yeni millet" meydana getirebilirler mi?

 Türkler, İslam dininin verdiği büyük kuvvet ve iktidardan istifade ederek kudretli oldukları devirlerde bazı unsurları Müslümanlaştırmaya ve bu vasıta ile Türkleştirmeye muvaffak olmuşlardı. Lakin son devirde bu önemli faaliyetleri kesintiye uğradı. Hatta son zamanlarda, evvelce Türkleşmiş olan Anadolulu bazı gayrı Müslim unsurlar, asli kavimlerine yöneldiler. Ortodoks kilisesinin kuvvetli zamanlarında, Rumlar Ortodoks mezhebindeki kavimleri, kilise vasıtasıyla Rumlaştırmışlardı. Fakat "milliyet asrı" denilen miladi XIX. yüzyılda, bu Rumlaşmış Hristiyanlar da eskiden bağlı bulundukları kavimlerini arayıp buldular. Ve hatta bazıları milliyeti kuvvetlendirmek uğrunda dinlerinden ayrılmadan bile çekinmediler. Demek oluyor ki Osmanlı memleketlerinde medeniyetçe en kavi olan Türk-Müslüman ve Rum-Ortodoks unsurları diğer unsurları temsile teşebbüs etmişler ve evvelce bir dereceye kadar başarıyı yakalamışlarsa da teşebbüslerim amaçlanan yere ulaştıramamışlardır. Bu başarısızlığın farklı sebeplerinden birisi, muhafazakarlıkta, temsil siyasetinde menfaatleri Türklerle müşterek olan Rumların da yaygın harekete kapılıp milliyetçilik fikrine fazla önem vererek Türklerin aleyhine isyan etmeleri ve böylece Osmanlı İmparatorluğu'ndaki iki muhafazakar kuvvet arasına nifak ve kavga girmiş olmasıdır. İtiraf olunmalıdır ki Rumların isyanından beri Osmanlı Devleti'nde ne Müslüman-Türkler ve ne de Ortodoks-Rumlar, bir buçuk asır evvelki iktidar mevkilerine bir daha sahip olamamışlardır. Böylece Türk ve Rumların temsil rolünü üzerine alıp onların yerine geçecek kadar kavi olan diğer unsurlar da ortaya çıkmamıştır. Bundan dolayı miladi XIX. yüzyılın ortalarından itibaren "temsil" siyaseti terk edilmiştir. Hatta zannıma göre, söylenen asrın ortalarında mükemmel bir gösterişle ilan edilen padişah fermanları, hakimiyet kuvvetine sahip Türklerin, artık "temsil" iktidarlarının yok olmasını resmen tasdik ve itiraf ederek "temsil" makamına karışabilmek istediklerinin açık delili olan vesikalardan başka birşey değildir.

  Tanzimat devrinde esas maksat, unsurların uyumu ile Osmanlı saltanatının birlik ve bağımsızlığını muhafaza etmekti. Lakin tarih gösteriyor ki Tanzimat, bu uzlaşmayı temin edemedi. Osmanlı saltanatı birbirinden ayrılmaya devam etti. Geçmişte uzlaşmanın meydana gelememesi, bağımsızlığı mahkum edebilir. Geçmişte, farklı unsurlara hürriyet ve eşitliğin tamamını veren bir meşrutiyet idaresi mevcut değildi; unsurların birbiriyle uzlaşmasına hizmet eden eğitim müessesemiz, iktisadi faaliyetlerimiz mükemmelleşmemişti, demek mümkündür. Uzlaşmanın mümkün olmadığına tarihimizden getirilecek delil zayıf görülse bile, Osmanlı memleketlerindeki yerleşik olan mevcut unsurları göz önüne getirip bir lahza olsun ciddi düşünecek ve düşündüğümüzü söylemekten çekinmeyecek olursak, bundan böyle de "uzlaşma"nın mümkün olmadığını itiraf etmeye mecbur oluruz. Osmanlı tebasından olan unsurların tarihi, ananesi, dini, münasebetleri, çalışma ve hayalleri, tefekkür farzını, geçim şeklini, medeniyetteki seviyesi o kadar diğerlerinden farklıdır ki bunların "uzlaşma" suretiyle birleşmesini düşünmek bile gariptir. Kosova ovasında çiftçilik eden bir Hristiyan Sırp ile Vecd çölünde bedevi bir halde yaşayan bir Müslüman Arap'ın ne gibi bir temas noktası olabilir. Bunların ne çeşit bir birliği, uzlaşmayı istediği düşünülmektedir.

 Sorarım: Hiçbir Müslüman, unsurların birliği uğrunda belirli olan dini şahsiyetinden zerre kadar fedakarlıkta bulunabilir mi? Unutulmamalıdır ki İslam dini, sırf bu dine bağlı olanların ahlakını düzeltmek, ahiret saadetini temin etmek için ahlaki vasiyetlerin menzilinden ibaret olmayıp, insanların evinde saadetini sağlamak haysiyetiyle dünyadaki ferdi ve toplumsal işlerini de düzenleyen mükemmel bir dindir: İslam dini tam bir medeniyettir. Keza, Rum ve ya Bulgarların bugün iyi belirmiş milli bir simaları, Hristiyan-Avrupa medeniyetine dahil hususi bir medeniyet şekilleri vardır. Bunlar, o milli simadan, o medeniyet şeklinden hiç ayrılmak isterler mi? Pek geniş olan Osmanlı memleketlerinde, iki medeniyet, hayat ve cihana göre bir diğerinden pek farklı iki hayat felsefesi çarpıyor. Bunların uzlaşması mümkün müdür? Mümkün değilse, hangisi diğerinin üstünlüğüne uygunluk gösterir?

  Tanzimat devrinde "uzlaşma" zannedilen şey, esasen Osmanlı'daki farklı unsurları., Fransız medeniyetiyle temsil ettirmektedir. Bu uyuşmanın en maddi tecellisi "Mekteb-i Sultani" denilen Galatasaray Lisesi'dir. Buraya ve bunun sayısı arttırabilecek emsaline dahil olan gelecek nesiller, Fransız lisanı, Fransız medeniyetiyle yoğrularak unsurların birliğine hizmet eden yeknesak ve düzgün bir terbiye görecek ve Rumluğunu, Bulgarlığını, Araplığını... v.b. unutarak, "Osmanlı vatanına sadık, fakat Fransız medeniyetine tabi Osmanlı vatandaşları" olmak üzere yetiştirilecekti. Lakin görünen neticeleri ne oldu? Bulgar ihtilalinde Bulgaristan'ın bağımsızlığı için en çok çalışanlara Bulgar beyliğinin ileri gelenlerinden bazılarının Mekteb-i Sultaniye'de terbiye edilmiş olduğu görüldü. Elhasıl, acizane zannıma göre, Osmanlı memleketlerinde artık "temsil'in imkanı olmadığı gibi "uzlaşma"nın da meydana gelmesi mümkün değildir.

 Bu metinler "Türklük" konusuna hasredilmiş uzun bir makaleden alınmıştır. Rusya Türklerine verilen önemi ve "usta" Gasprinski'ye duyulan şükran hislerini ifade etmesi açısından kayda değer özellikler taşımaktadır.


ALINTIDIR...
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 20 Kasım 2007
Türklerin İktisadi Uyanışı - Yusuf Akçura

Vakıalardan doğan fikirler, vakıalar haline geçmekte teehhür etmez; yani vakıalar fikirlerin müvellidi olduğu gibi, fikirler de vakıaların müvellididir. İntibah-ı iktisadi fikirlerinin geçen sene fikir halinden fiil haline geçtiğini gördük. İntibah-ı iktisadinin nişaneleri, Osmanlı memleketinin her tarafında, hemen her gaün bir suretle tecelli etti ve etmektedir. Birkaç yıl evvel, sırf müstehlik tanınan, yalnız bütçe yiyip yaşar bir tufeyli sanılan Osmanlı Türkü, geçen sene bakkal, aşçı, manifaturacı, tuhafiyeci, kavaf, marangoz, inşaat müteahhidi, kitabcı, tüccar, komisyoncu, iş beceren, hatta fabrikacı olabileceğim fiili ve mukni misallerle gösterdi. İstanbul, Üsküdar sokaklarını, Büyük Çarşı'yı, hatta Beyoğlu Cadde-i Kebiri'ni dolaşanlar, bir sene zarfinda Türk-Müslüman dükkanlarının göze çarpacak kadar arttığını müşahede ederler.

 İntibah-ı iktisadinin asıl en mühim ciheti, sanat ve ticareti hor gören, bir Osmanlı Türk'üne layık meşgale ancak askerlikle memurluktur diyen hatalı ve zararlı zihniyetin değişmesidir. Osmanlı saltanatında Türk burjuvazisi hemen yok gibiydi. Zavallı Lehistan krallığında olduğu veçhile, Türkiye'de dahi burjuvazi sınıfını mahkum unsurlar teşkil ediyordu. Osmanlı, yalnız sipahi ve memurdu. Halbuki zamanımız devletlerinin temeli burjuvazidir; muasır büyük devletler, sanatkar, tüccar ve bankacı burjuvaziye dayanarak teessüs etmiştir. Türk intibah-ı millisi, Devlet-i Osmaniye'de Türk burjuvazisi tekevvününün mebdei itibar olunabilir ve Türk burjuvazisinin inkişaf-ı tabiisi sekteye uğramayacak olursa, Osmanlı Devleti'nin sağlam taazzuv temin edilmiş olur.

 İntibah-ı iktisadinin husulüne, hiç şüphe yok ki istihlak-ı umumiyi tenkik ve menafi-i milliye-i iktisadiyeyi müdafaa zımnında teşekkül etmiş "İstihlak-ı Milli Cemiyeti"nin de tesir-i fikrisi dokunmuştur; fakat asıl müessir, yukarıda izah edildiği veçhile vekayi ve vekayiden sonra daha canlı ve daha sağlam mehafilin neşr-i fikr etmesi ve faaliyet-i ciddiyede bulunmasıdır.

 Türklerde ve alelumum Müslümanlarda iktisadi faaliyetin artmasına sebep olarak, Türk-Müslüman müstehliklerin mümkün olduğu kadar ecnebi mamulatı satın almamalarını, ecnebi ve hatta Osmanlı fakat gayr-ı müslim ve gayr-ı Türk ticarethanelerle alışveriş etmemelerini gösterenler vardır. Buna, İrlanda'dan gelme bir tabirle "boykotaj" diyorlar. Gayr-ı müslim Osmanlıların en yüksek mehafili tarafından bile, Müslümanların Hıristiyan vatandaşlarına "boykotaj" yaptıkları iddia edilerek hükümet-i Osmaniye'ye istikada bulunulmuştur. Biz bütün bu rivayet ve şikâyetlerde, mevcud ve meşhud bir vakıanın arzuya göre tefsiri, ve esbabının matluba göre tayini nakısasından sakınılmamış olduğuna zahibiz. Bununla beraber, münasebet düşmüş iken, Türk intibah-ı iktisadiyesinin muvaffakiyeti için gayrıların rekabeti meselesine nasıl baktığımı beyan ve ilan etmeksizin geçmek istemem. Bence, bugünkü günde Türkler, ne siyaseten ve ne de iktisaden taarruz hareketinde bulunmamalıdırlar. Türklerin iktisadi faaliyeti, hayat-ı iktisadiyelerini müdafaa etmek tenemmüv ve tekemmül ettirmek cihetine masruf kalmalıdır. Bu tedafüi vaziyet, makul, sebatlı ve devamlı muhafaza olunursa Türklerin esaret-i iktisadiyeden kurtulmasına yol açılmış olur. Hasım ve rakiblerinin Türklere isnad ettikleri taarruzi hareketlerin vücuduna inanıyorum; lakin biz o isnadlara vesile olabilecek efâlden bile müctenib davranmalıyız; çünki hakiki kuvvetlere istinad etmeyerek, sırf his ve heyecan ile yapılan efâl muvaffakiyetsizliğe mahkûmdur... (...)

Yusuf Akçura

"1329 Türk Dünyası", Türk Yurdu, cilt 6, sayı 3, 1330/1914, s. 2098


ALINTIDIR...
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 20 Kasım 2007
Türklerin Ulusal Uyanışı - Yusuf Akçura

(...) "Türklük", daha açık ve bilinen bir tabir ile "Türk Alemi" neresidir? Bu satırları yazan, bir zaman halk karşısında Türklükten bahsederken, Türk alemini şöyle tarif etmişti: "Eski dünya yarım küresini göz önüne getiriniz. Orada üç kıta vardır. Kuzey-batıya tesadüf eden ve yırtık paçavraya benzeyen kısmını koparıp atıverin; güney-batıdaki üç köşeli son ve ağır kıtayı da insanların zayıf kollarıyla kazdıkları kanal çizgisinden büküp koparıverin; sağ tarafın aşağısından sarkan üç dört çıkıntıyı yontun... O vakit eski dünyanın asıl gövdesi kalır. İşte bu gövde tamamen Türk yeri, bizim mirasımızdır."

 Türk yerinde acaba ne kadar Türk yaşıyor? Bu suale kati bir cevap bulmak hayli müşkildir. Türklüğün en çalışkan yazarlarından Agayef Ahmet Bey Türklerin nüfus sayısını yetmiş seksen milyon tahmin eder. Osmanlı Türkleri tarafından yazılmış coğrafya ve istatistik kitap ve levhalarında, Türklerin miktarını gösterir açık ve kati hiç bir bilgiye rastlanmaz. Şemseddin Sami Bey'in "Kamusü'l Akim"ında belirttiği 26 milyon, 23 sene ihtiyarlamış olduktan başka, yazıldığı zamanda bile gerçek miktarından aşağı idi; zira Sami Bey merhum Rusya Türklerini 10 milyon civarında tahmin ettiği halde, Rusların dışındakilerin miktarını daima eksiltmeğe meyilli olan Rus resmi istatistikleri aynı tarihte Rusya Türklerinin miktarını 13 milyondan fazla göstermektedir. Türklerin en çok bulundukları Rusya'da, nüfus sayıları resmi Rus istatistiklerine nazaran 18,5 milyondur. Osmanlı Türkleri 1012 milyon tahmin olunuyor. Azerbaycan'da 3, Afganistan'da 5, Doğu Türkistan'la Çin'in diğer aksamında 67 milyon Türk vardır. Şu hesaba göre, Asya ve Avrupa'daki Müslüman Türklerin miktarı 45 milyon demektir. Bu aded, Türklerin hakiki miktarından aşağı olabilir, fakat asla fazla değildir.

 45-50 milyonluk bu büyük kitle, Osmanlı Türkleri, Azeri (Kafkas) Türkleri, Kırım Türkleri, Kuzey Türkleri ve Doğu Türkleri (Kazakistan asıl Türkistan ve Doğu Türkistan) denilen beş zümrenin terkibinden meydana gelir. Nüfusları hayli çok, oturdukları arazi geniş ve umumiyetle verimli ve zengin olduğu halde Türkler, eğitim, iktisad ve siyaset cihetlerinden, Avrupa kavimleri gibi ilerlemediler. Yakın zamanlara kadar, Türk dünyasına hakim olan efkâr, ortaçağa özgü kaldı. İktisadi faaliyet, Avrupalıların büyük üretim ve büyük ticaret derecelerine yükselemedi. Fikren, ilmen, iktisaden ilerleyememek daha doğrusu beşeriyetin her alandaki ilerlemesinden geri kalmak, daima cezayı gerektirir: Türklük siyasi hakimiyetini kaybetti. Birkaç asır evvel, bütün Şark, Türklerin hakimiyeti altında iken, miladi XX. yüzyılın başında az çok müstakil yalnız bir Osmanlı Türk hakanlığı kalmıştı.

 Siyasi hakimiyetin zayıflaması ve ziyanı diğer bazı sebeplerle birlikte XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren, Türklere bir uyarı darbesi olmuştur. Bunun üzerine Türkler yavaş yavaş kımıldanmağa başladılar. Bu hareketi, bugün Türk zümrelerinin hepsinde görürüz. İlk önce Osmanlılar uyanma eseri göstererek harekete geldiler; sonra sırasıyla Kafkas, Kırım ve Kuzey Türkleri bu harekete iştirak eylediler; en sona kalanlar, Doğu Türkleri oldu. (...)

 Türklerde kavmiyet yeteneklerinin husulü bir taraftan "reformasyon" arzusuyla, diğer taraftan da Ahmet Bey'in pek doğru gördüğü veçhile Garp efkârının ve daha doğru bir tabir ile Avrupa medeniyetinin tesiri neticesidir: iskolastikten kurtulmak ihtiyacı Müslüman mektep ve medreselerini, Müslüman kitablarını Araplıktan Türkleştirdi, Türkçeleştirdi, millileştirdi; hutbelerin, Kur'an'ı Kerim'in Türkçe'ye tercümesini gerektirdi. Aynı zamanda, "milliyet asrı" denilen XIX. yüzyılın, Batı'dan Doğu'ya yürüyen fikri hücumları da doğu kavimlerini ve buna bağlı olarak Türkleri az sarsmadı; onlar da milliyetlerini temsil etmek üzere bulunan kuvvetlerin baskısından kurtarmak, hatta günün birinde Avrupa milletlerinin yaptığı gibi parçalarını toplayıp birleştirmek mukaddes ve ulvi emelinin kalplerinde çırpındığını duymağa başladılar.

  Lakin Türk milletinin kavmi yeteneklerin oluşmasına en ziyade tesir eden sebep fikri olmaktan ziyade maddi, iktisadi olsa gerektir; zaten diğer milletlerin kavmi yetenekleri de fikri sebeplerden ziyade iktisadi sebeplerin tesiri ile sonuçlanmıştır: fenni keşiflerden doğan büyük değişimler iktisadi devri, Avrupa toplumsal heyetlerinin hakimiyeti mevkiine orta sınıfı (burjuvaziyi) getirdi. Orta sınıfın maddi menfaatleri, milliyetlerin yükselme ve farklılaşmasını icab ettirir. Geçen yüzyılda Avrupa kavimleri, kendi milliyetlerine açık ve kati hududlar çizip, aynı milliyetin iktisadi menfaatlerini gümrük duvarları ile sıkıştırarak, kara, su ve demir yollarıyla bağlayıp kuvvetlendirmekte iken, bütün Türk alemi, din ve dil birliğinden gayri hiçbir birlikteliği olmayan küçük küçük beylikler, hanlıklar, şehirler ve nadiren padişahlıklar halinde yaşıyorlardı. Avrupa kavimleri, Türk alemini baştan başa iktisaden ve büyük bir kısmını da siyaseten hüküm ve idareleri altına aldıktan sonra, beylerin, hanların çoğu siyaseten ortadan kalktı. Avrupalı sanatkâr ve tacirler Türk yerine üşüşerek, yerli mamuller makamına fabrika eşyası getirdiler ve evvelden köylere, kasabalara kâfi geldiği halde, fabrikalara karşı vücudunu müdafaa edemeyen el tezgâhları mahvoldu gitti. Avrupa medeniyeti arkasına takarak bin türlü zevk ve eğlence sebeplerini beraber getirmiş ve bunlara sarf olunmak üzere sağlam rehin mukabilinde kolayca akçe borç veren bankaları getirmeyi de unutmamıştı. Taç ve tahtlarını, hüküm ve siyasi etkilerini Avrupa gülle ve kurşunları altında kaybeden hanlar, beyler ve bunların evlad ve ahfadı, mal ve mülklerini de Avrupa hayatını hakkıyla tatmak için, kendi arzularıyla ellerinden çıkardılar; ve böylece iktisaden ve içtimaen de yok olacak dereceye geldiler; mahkûm Türk ellerinde, Türk altın soyak ve aksoyakları (hanzade ve asilzadeleri) toplumsal önemini hiç muhafaza edemedi. Lakin mahkûm Türk memleketlerinde, Türk şehirlerinin küçük esnafı, ustaları ve köylü rençberleri arasında gözü açık ve işgüzar olanlarından, Avrupalıların gelmesiyle elden kaçan küçük sanayi ve imalat ve küçük ticaret yerine, Avrupalılardan gördükleri yeni usul sanayi ve ticareti icraya kalkışanları bulundu; Avrupalıların temin ettikleri düzen ile tesis ettikleri nakliye vasıtaları bu çeşit teşebbüsleri ve teşebbüslerin başarısını kolaylaştırıyordu. İşte bu suretle Türk âleminde yeni bir toplumsal kuvvet, zengin bir burjuvazi (mutavassıt sınıf) ortaya çıktı. Kuzey ve Azerbaycan Türklüğünün en mühim merkezleri olan Kazan, Orenburg ve Bakü şehirlerinin büyük tüccar, fabrikacı ve madenci zengin orta sınıfı, bu dediklerimizin misalleridir. Orta sınıfı milletperverdir; iktisadi faydaları milliyet fikri ve hissinin yayılıp ilerlemesini ister. Kazan, Bakü ve Orenburg burjuvazisi etrafında pek çabuk milletperverlik nazariyatçıları (nasyonalizm ideologları) toplandı. (Osmanlı ve Şark Türklerinin içtimai tekamülünü iyice takib edememiş olduğumdan, onlara dair pek az söylemek mecburiyetindeyim. Eksik bilgime göre, Osmanlı Türkleri arasında yabancıların veya Türk olmayanların iktisadi rekabeti, şimdiye kadar mahkûm Türk memleketlerinde olduğu derecede Türklere tesir gösteremediğinden, Osmanlı Türklerinin milli fikir ve hislerinin daha az uyanık olduğu zannına sahibim. Osmanlı memleketlerinde, dört sene evvel bütün tebaaya bahşolunan siyasi ve içtimai alanında ki kanuni eşitlik, Türk olmayanların iktisadi rekabetini Türklere daha şiddetli hissettirmeğe başlamıştır; günden güne, daha bariz bir surette görmekte olduğumuz milli his cereyanlarının gerçek kaynağı, zannımca, iktisadi rekabetin duyulmasından başka bir şey değildir. (Yusuf Akçura))

 İşte bir taraftan fikri sebeplerin, diğer taraftan maddi sebeplerin tesiri neticesi olarak Türk âleminde, Türklük milli his ve fikir doğmuş, diğer bir söyleyişle Türklerde kavmi yetenekler oluşturmaya başlamıştı. Bu pek tabii, pek maddi bir ihtiyaca tekabül ettiği cihetle, gittikçe artacak ve kuvvetlenecektir. (...)

Yusuf Akçura


ALINTIDIR...
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: Atçeken Beği - 20 Kasım 2007
"Eski dünya yarım küresini göz önüne getiriniz. Orada üç kıta vardır. Kuzey-batıya tesadüf eden ve yırtık paçavraya benzeyen kısmını koparıp atıverin; güney-batıdaki üç köşeli son ve ağır kıtayı da insanların zayıf kollarıyla kazdıkları kanal çizgisinden büküp koparıverin; sağ tarafın aşağısından sarkan üç dört çıkıntıyı yontun... O vakit eski dünyanın asıl gövdesi kalır. İşte bu gövde tamamen Türk yeri, bizim mirasımızdır."

Paylaşım için teşekkürler.Yusuf Akçura Beğ'ide bir kez daha rahmetle anıyorum.
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: tungatonyukuk - 20 Kasım 2007
Bu Değerli paylaşımlarınız için teşekkür ederim..

Yusuf Beğ in Ruhu şad Mekanı Cennet olsun!
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TiginNoyan - 22 Kasım 2007
Paylaşımlar için sağolun anda. Uygun bir zamanda hepsini okuyacağım.
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA BEY'İN MAKALELERİ.
Gönderen: AYBUKE - 22 Kasım 2007
Teşekkür ederim. Makaleler de anlaşılan iktisadi hayata yönelik hatalarımızdan hala ders almayan bir millet olmamız ne üzücü.
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA BEY'İN MAKALELERİ.
Gönderen: TiginNoyan - 26 Kasım 2007
Türkçülüğün kurucusu Yusuf Akçura Bey'in yazılarının devâmını bekliyoruz.
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 27 Kasım 2007
Türkçülüğün İki Kolu - Yusuf Akçura

Bizde Türkçülük cereyanın gitgide iki kola ayrıldığını iddia etmek istiyorum. Bu iki cereyanı şimdi moda olan tabirlerle tarif etmek istersek, birisine "demokratik Türkçülük", diğerine "emperyalist Türkçülük" diyebiliriz. Demokratik Türkçülük, milliyet esasını, her millet için bir hak olarak telakki ediyor ve Türkler için taleb ettiği bu hakkı, diğer milletlere de aynı derecede hak olarak tanıyordu. Mesela Osmanlı İmparatorluğu'nda, Arapların, Arnavutların ve diğer milletlerin bu hakka istinaden haklı olarak istediklerinin verilmesine taraftardı. Türk Yurdu, bu bakış noktasını, Arap meselesinde birkaç defa, beyan ve izah etmiştir. Bunun içindir ki meşhur bir Osmanlı yazarı, Türk Yurdu müdürünü "milliyetperver değil, milelperverdir" diye tavsif etmiştir.(1) Demokratik Türkçülük, ihtimal ki Türklerin ekseriyeti diğer milletlere mahkum mevzuunda bulunduklarına ve hatta hakim sayılanlarının bile iktisaden ve kültürel açıdan yalnız mağlup değil, adeta tabi olduklarına ve binaenaleyh ancak hakka istinaden kurtuluş mümkün olacağına dair kanaatten ortaya çıkmaktaydı... Bundan başka, demokrat Türkçüler, Türk'ün mevcud milli kuvveti, şimdilik kendi kendini yaşatmağa ancak kifayet eder, diye düşünüyorlardı; diğer milletleri temsil etmek şöyle dursun, idareye çalışmayı bile, o kuvveti azaltacağına sebeb olacağından, zararlı sayıyorlardı. Emperyalist Türkçüler ise, ekser Avrupa nasyonalistlerine benziyorlardı: Yalnız hakka değil, sırf kendi kuvvetlerini arttıran milliyetçiliğe taraftar idiler. Vakıa ekser Avrupa nasyonalistlerinin nazarında milli hak, mücerred ve mutlak değildir; bir siyasi vasıtadır. Mesela Rusya, kendi dahil ve haricindeki İslavların milli hakkının iddia ve taleb ve bunun için icap ederse harb bile ederdi: fakat imparatorluk da dahil Finlerin, Gürcülerin, Ermenilerin, Türklerin tabii haklarını bile kabul etmezdi, evvelce aldıklarını reddetmeye çalışırdı. Kuvvetli zannolunan ve yüz milyonluk bir Rus kitlesine dayanan bir siyaset muvaffakiyetle taçlanacak diye beklenirken, yuvarlandı, gitti. Almanların da gerek Almanya'da, gerek Avusturya'da takib etmek istedikleri bu milli siyasetleri, muvaffakivetsizlikle hitam buldu. Daha az maddi ve manevi kuvvete dayalı emperyalist Türkçülük de muvaffak olamazdı...

Demokratik milliyetçilik hakka müstenid ve sırf savunmayla ilgilidir. Gasb edilen hakkı almağa, gasb edilmek istenilen hakkı müdafaaya çalışır; Emperyalist milliyetçilik ise, taarruzidir, diğerlerinin hukukuna tecavüzü bile tecviz ederek kendi milliyetini takviyeye çalışır. Taarruzi milliyetçilik, dünyada henüz bitmiş değildir. Fakat zannediyorum ki bu yeni milliyetçilik, er geç yok olmaya mahkumdur; Rusların, Avusturyalıların, Almanların başına gelen, bir gün olup diğer emperyalistlerin de başına gelecektir...

Efendiler, Türklerin taarruzi emperyalist milliyetçiliği hatadır. Bugün bu sözleri söyleyen, eline kalem aldığı, mektepte, medresede veya böyle serbest bir kürsüde söz söylemeğe başladığı andan beri daima demokratik Türkçülüğü müdafaa etmiştir. Bundan sonra, olayların verdiği derslerden ibret alarak, bu esası daha fazla bir kesinlikle müdafaa edecektir.

Yusuf Akçura

1) Abdullah Cevdet, İçtihad, 105, Haziran 1914, Türk Düşünce Ufukları, Yusuf Akçura, Orhan Çakmak-Atilla Yücel, Alternatif Yayınları


Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 27 Kasım 2007
Osmanlı Devletinin Dağılmasında Başlıca Amiller - Yusuf Akçura
[/b]

Osmanlı İmparatorluğunun dağılma devrini XIX. asır iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır:

1.Garp müverrihlerinin Reformation ve Renaissance dedikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayıldığı zaman, medeniyetçe Hıristiyan Garba mütefevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Osmanlı Müslüman camiasının başka dillerle konuşup başka mezheplere tabi bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması;

2. Garp kavimlerinin geniş denizlere seferler tertip edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini arttırdıkları XVI. asırda, Osmanlıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak edememeleri;

3. Rönesans'ın, Reformasiyon'un, denizaşırı kıt'alara yayılmanın, elhasıl yeni kurunu orta kurundan ayıran belli başlı hareketlerin Avrupa Hıristiyan halkında husule getirdiği fikri ve ilmi intibah ile servet artmasından neş'et eden maddi ve manevi tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, husus ile Osmanlı aleminin muvaffakıyetle karşı koyacak vasıtalardan mahrum kalması;

4. Büyük devletlerin cümlesi gibi muhtelif dinlere mezheplere inanan, muhtelif dillerle konuşan birçok kavimlere hakim Osmanlı İmparatorluğunun tebaasını, maddi, manevi tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeğe muvaffak olamaması

5. İmparatorluğun çok geniş sahaya yayılmış bulunması, merkezi kuvvetin bütün memleketlere kat'i bir kontrol yapmasını, o zamanki muhabere ve muvasala vasıtalarına nazaran imkan haricine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması;

6. Türklerde tabii bir haslet olan istila ve tevessü arzusunu, ihtişam ve azamet emelini tatmin ve gittikçe genişliyen memleketin mu'dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve istilaların bir varidat membaı sayılarak. Sonu gelmiyen harplere girişilmesi;

7. Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini zaafa uğrattıktan başka, sulh devirlerinde idare ve intizamın bozulmasına bir sebep teşkil etmesi;

8. XVII. asır ortalarından sonra, harplerin varidat membaı olmaktan ziyade büyük masrafları mucip olması;

9. XVII. asır sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve sulh inisiyatifi artık Osmanlı Devletinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele etmek için hazırlanmak zarureti hasıl olan orduların, edilmek lazım gelen harplerin hemen hiçbir varidat temin etmeksizin ancak devletin askeri ve iktisadi membalarını çok daraltmağa sebep olması;

10. XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harpler ile, Devletin mühim varidat temin eden ve ahalisinin ekserisi Hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çıkmakla beraber, devletin kudret, nüfuz, şeref ve sultasının da çok rahnedar olması;

11.Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mahmut I. devrinde vazih ve kat'i bir şekil alan Kapitülasyonlar, Osmanlı Devletinin harici ticaretinde Osmanlı tebaasının çok zarar görmelerini bahis olduğu gibi, Şark sularında Fransız sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İngilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar gemilerinin inkişafına engel teşkil etmesi;

12. Kapitülasyonlarla gayri Müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıklarını iddia eden ecnebi devletlerin tesirler ile, muhtelif mezheplere mensup Hıristiyan tebaasının hükümet tarafından idaresinde birtakım müşkülatın yüz göstermesi;

13. Osmanlı Devletinin zayıflamasından fırsat bulan ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla serbest tefsire başlıyarak, {Osmanlı tebaası Hıristiyanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri;

14.Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve ihsan olunan imtiyazları, Rum Patrikhanesinin mütemadiyen tevsie çalışması ve Hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mezhepten olursa olsun, cümlesi üzerine pek geniş olan sultasile de iktifa etmiyerek, adli, idari ve hatta siyasi hususlarda daha geniş iddialara kalkışması;

15.Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, çok defa Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde mühim mevkiler tutaral{bu kudret ve nüfuzlarını bazan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullanmaları;

16. -Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktisaden alettevali zararlara uğrıyan Osmanlı içtimai heyetinde husLıle gelen hoşnutsuzluk ve tezebzübün ve idarei hükümette iktisadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimallerin neticesi olarak, hükümetle ahali arasında imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek dahili sıkıntılar, gerekse harici propagandalar tesirile Osmanlı camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fiili hareketlere bile kalkışmaları;

17. -Osmanlı devletinin siyasi, adli ve idari teşkilatının esaslarından biri olan İslam şeriatinin zaman ve mekana göre terakki ve tekamül ettirilememesinden naşi, devleti ve içinde bulunan kavimleri idareden aciz kalması;

18. -Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna muğayir keyfi hareketlerinin artması ve binnetice zulmün, irtikap ve irtişanın meydan alması;

19. -Şeriat esaslarına göre tanzim olunan mektep ve medreselerin, XVII. asırdan itibaren garpta inkişaf eden serbest ulumu benimsiyemediğinden dolayı, Müslüman Osmanlıların medeni tekamüllerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve marifetçe Osmanlıların Garbe nazaran geri kalmalarına sebep olması;

20. Garpte Rönesanstan sonra, üniversiteler, yani medreseler mütemadi terakki ve inkişaf ettikten ve dini alakalardan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ayrıca ihtisas mektepleri, mesela harbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek imal ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memleketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. asır sonlarına kadar böyle teşebbüslerin hemen hiç vaki olmaması;

21.Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezebzüplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede adaletsizliklerin, hükümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın tabii bir neticesi olmak üzere cehil ve taassubun hakim mevkie geçmesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebilecek bir kuvvete malik olması;

22. XVIII. asırda buhar kuvvetinin ve buharlı makine ler, imalinin garpte keşfolunarak xıx. asır başlarından itibaren Garpte servetin tezayüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkunç bir iktisadi tefevvuk kazanması; nihayet Garpte büyük sanayi sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın küçük sermaye ve sanayi seviyesinden yükselemiyerek, sermaye ve sanayi sahasında, yani siyasi ve içtimai hayatın ruhu demek olan bir sahada, şarkın garpten çok geriye kalması.

Yukarda sayılan amiller, bir devletin inhitat ve inkırazına kafi gelebilecek illetlerdir. Osmanlı Devleti, bütün bu illetlerle malul olmasına rağmen. XVIII. asırdan sonra dahi, mütemadi küçülmek ve zayıflamakla beraber, bir buçuk asır kadar daha yaşıyabilmiş ve inkıraz sıralarında bu devletin esas unsuru olan Türklüğün harikulade hayatiyeti, parçalanarak dağılmış imparatorluğun içinden taze ve kavi bir devletin doğmasına kifayet etmiştir.

 
Yusuf Akçura

Kaynak: Osmanlı Devleti�nin Dağılma Devri (XVII. VE IX asırlarda) TTK Yayınları
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 27 Kasım 2007
Yusuf Akçura, Hayatı, Eserleri ve Etkileri - Cemal Avcı

GİRİŞ

Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyeti'ne geçişte Tanzimatla birlikte başlayan ve günümüze kadar süregelen fikir akımlarının büyük önemi vardır. Bu fikir akımları sonradan ortaya çıkan oluşumların temellerimi atmışlardır.

Türkçülük fikri de bu akımlardan biridir. Türkçülük fikrini bilimsel bir temelde ilk olarak ele alan bilim adamı ise Yusuf Akçura'dır. Bu çalışmada, Yusuf Akçura'nın hayatı, etkilendiği ortamlar ve fikirlerinin gelişimi ele alınacaktır.

1-DOĞDUĞU ORTAM, RUSYA'DA TÜRKLERİN DURUMU VE TATARLAR

Yusuf Akçura, Türk Ocakları tarafından yayınlanan "Türk Yılı 1928" adlı eserin "Türkçülük" bölümünde kendi ailesi hakkında şu bilgileri vermektedir. 1

"Akçura ailesi; Şimal Türklüğünün kadim ailelerindendir. Bütün aristokrat aileler gibi, Akçuraoğulları da baba ve dedelerini dörtyüz yıl evveline kadar bilmem kaç göbek sayar durular. Yusuf un babası, büyücek bir çuha fabrikası sahibi oldukça zengin Hasan Bey adlı bir fabrikatör idi. Anası, Kazan'ın en maruf bir burjuva ailesi olan Yunusoğullarından Bibi Kamer Banu Hanım'dır. Yusuf 1879 senesi Kanun-u Evveli'nin (Aralık) ikinci günü Volga sahilindeki Simbir (elyevm Olyanovski) şehrinde tevellüd etti. Yusuf henüz iki yaşında iken babasını kaybetti ve yedi yaşını ikmal etmeden anasıyla beraber İstanbul'a geldi."

O, ilk Akçura'nın Kırım'dan Kazan'a göç ettiğini büyük amcasından duymuş ancak bunun doğruluğunu tespit edememiştir.2

Akçura'nın mensup olduğu Volga Tatarları, Rus egemenliği altında yaşayan Müslümanlar arasında en iyi durumda olanlardı. Bir yabancı yazar buradaki Tatarların Rusların dinsel engellerle giremedikleri Orta Asya ile Batı arasındaki ticarete aracılık ettiklerini böylece zengin bir tüccar sınıf meydana getirdiklerini belirttikten sonra şöyle yazıyor:'3

Akçura Gaspıralı İle Kırım da "Tatarların bu konumu, Rumların Osmanlı İmparatorluğu'nda oynadığı rolü hatırlatıyordu. Ortodoksların bünyesindeki Rumlar gibi Tatarlar da Rusya Müslümanlarının bünyesinde kültürel ve ekonomik bakımdan seçkin bir kesimi oluşturuyorlardı. Yine onlar gibi, Doğu Batı ticaretindeki rollerinden dolayı, yüksek bir gelişme düzeyi elde etmişlerdi. Rum burjuvazisi papaz ve tüccarlarını Balkanlara nasıl gönderdiyse, tatar din adamları ve tüccarları da Rusya ve Türkistan'daki Müslüman toplulukların arasına öyle yayılmışlardı.

Rusya'da mensup olduğu ailesinin toplumsal düzeyi, yapısı ve mevkii İstanbul'a göç eden Yusuf Akçura'nın tüm düşünsel davranışlarını etkilemiştir. Rusya'da azınlık durumunda fakat zengin bir aileye mensup olan Akçura, Türkiye'de o durumda olan unsurlarla, çoğunluğa mensup fakat fakir ve geri kalınış bir milletin üyesi olarak karşı karşıya gelmiştir. Bu durum onun olaylara, Türkiye'de yetişmiş aydınlardan daha gerçekçi bir yaklaşımı sergilemesine neden olmuştur. Akçura'nın bu özelliği onun bütün Türk dünyasını kucaklayan bir Türkçülük anlayışını geliştirmesinin de en büyük etken id ir.

2-İSTANBUL'A GELİŞİ VE BURADAKİ YAŞAMI

Akçura'nın babası öldükten sonra annesinin de sağlığı bozulmuş, bu arada mali durumları da kötüye gitmiştir. Hem mallarına haciz konulması hem de annesinin sağlığı nedeniyle Rusya içinde birkaç şehir gezmişler sonra da İstanbul'a yerleşmişlerdir. Burada okula başlayan Akçura'nın annesi Dağıstanlı Osman Bey ile evlenmiştir. Osman Bey Akçura'nın tahsiliyle yakından ilgilenmiş ve O'nu askerî okula gitmeye teşvik etmiştir.4

Akçura'nın hatıra defterine göre askerî rüştiyenin üçüncü sınıfında iken annesi ile birlikte baba yurdu Kazan'ı ziyarete gitmiştir. Bu seyahatte İstanbul ile Kazan arasındaki medeniyet ve ümran farkı dikkatini çekmiştir. Rusların İstanbul'u berbat ve çamur deryası diye tahkir etmelerine kızmakla birlikte İstanbul'un bağımsız bir Türk şehri olmasına rağmen Rus yönetiminde bir şehirden geride olmasından üzüntü duymaktan kendisini alama­mıştır.5

Akçura kendisinin biraz şuurlu milliyetçiliğinin Harbiye'de tahsil ya­parken başladığını yazıyor. Yunan Harbi'nin hemen öncesine rastlayan bu dönemde Necip Asım'ın, Veled Çelebi'nin, Bursalı Tahir Bey'in Türkçülüğe ait yazıları yayınlanmakta ve Gaspıralı İsmail Bey'in "Tercüman"ı bir ara İstanbul'da dağıtılmaktaydı. Bu eserler Akçura'nın fıkrî gelişiminin temellerini atmışlardır.6

Akçura'nın Türkçülük fikirleri daha başından beri bütün Türkleri kapsamaktaydı. 1897'de Erkan-ı Harbiye sınıflarına ayrılan Akçura aynı yıl ilk makalesini "Malumat" dergisinde yayınladı. "Şehabettin Hazret" adlı bu makalesinde Kuzey Türklüğünün en ünlü kişilerinden ve Kuzey'de dinî yenilik ve millî uyanış hareketinin ilk liderlerinden Şehabettin Mercani'nin düşünce ve çalışmalarını aynı zamanda da Kuzey Türklüğünün irfan seviyesini, fikri hareketlerini Güneyli Türklere anlatmak istemişti. Amacı Rusya Türkleri ile Osmanlı Türklerini tanıştırabilmekti.7

Akçura, Harbiye'nin ikinci sınıfındayken Genç Türk'lük düşüncesine katılıp hizmet ettiği gerekçesiyle 45 gün mahkum olmuştu. Hapisten çıkıştan sonra bir hareketi daha görülürse okuldan atılacağı söylenmiş ve Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan birkaç ay sonra Taşkışla Divan-ı Harbi'nde yargılanmıştır. Mahkeme hiçbir sebep yokken Akçura ve arkadaşı Hikmet Vefık Bey'i askerlikten uzaklaştırdı. Aynı zamanda Akçura'yı müebbet olarak Fizan'a sürgün etti.

3-TRABLUSGARP'DAN FRANSA'YA KAÇIŞ VE BURADAKİ FAALİYETLERİ

Fizan'a sürgün edilmek için Trablusgarp'a gelenler Akçura ile beraber 84 kişiydiler. Bunların yol masraflarını karşılayacak para bulamadığından Trablusgarp'ta hapsedilmelerine karar verildi. Daha sonra şehir içinde kalmak koşuluyla serbest bırakıldı ve bazı resmi görevler aldı. Buradan arkadaşı Ferit Bey'le birlikte bir kayığa binerek Fransa'ya kaçtı.

1899 yılında Fransa'ya gelen Akçura'nın Türkçülük fikirleri burada olgunlaşmıştır. Paris'te ilk görüştüğü Türk mültecilerinden eski bir Jön Türk olan Dr. Şerafettin Mağmumi kendisine Osmanlıcılık fikrinin çöktüğünü, çeşitli unsurların anlaşmasını sağlamanın olanaksız olduğunu, Türk milliyetçiliğinden başka çıkar yol bulunmadığını izah eder. Mağmumi, Batılıların Doğu ve Türk düşmanlığından, dillerinde doladıkları adalet ve insaniyet sözlerine inanmanın tam bir ahmaklık olacağından ve bütün bu hakikatleri Paris'teki hayat ve gözlemlerinin ona telkin ettiğinden bahseder. Akçura bu telkinlerin kendisinde büyük izler ve tesirler bıraktığını söyler.8

Paris'te Ahmet Rıza'nın Osmanlıcılığını, Mizancı Murat'ın İslâmcılığını ve Prens Sebahattin'in Adem-i Merkeziyetçiliğini Mağmumi'nin telkinleri doğrultusunda incelemek fırsatı bulmuştur.

Niyazi Berkes, Yusuf Akçura'nın fikirlerindeki gelişmeyi şöyle dile getiriyor: "Bu üç hizip arasında, çocukluğunda Rusya'dan gelmiş olan bir subaylık öğrencisi iken sürüldüğü Tripoli (Trablus)'dan Fransa'ya geçen, üçlerin en genci Sebahattin'den bir yaş büyük olan Akçuraoğlu Yusuf adlı bir genç vardı. İlhamını Augııste Comte'den, Le Play'den değil, Science Politique okulunda devamı ettiği Albert Sorel, Emile Boutmy ve Frıunck Brentano gibi tarih ekonomi ve milliyetler sorunu konularıyla ilgilenen profesörlerden alıyordu. Murat gibi Kafkasya'dan değil, Çarlık İmparatorluğu'ndaki milliyetlerin ayrılma ya da özgürleşme davasını oranın devrimci akımlarıyla beraberleştiren bir gelenekten geliyordu."9

Gerçekten de Akçura Paris'te üç yıl süreyle devam ettiği Science Politique (Siyasal Bilgiler) okulunda ulus öğesinin tarihteki önemini anladı. Prusya bozgununun hemen ertesinde ve bu bozgunun öcünü alacak kadrolar yetiştirmek üzere tam milliyetçi bir şekilde donatılan bu okuldaki derslerde Albert Sorel ulus öğesinin önemi üzerinde ısrarla duruyordu.10

Akçura bu okulu bitirirken yaptığı tezinde "Osmanlı devletinin bu şekliyle korunmasının artık mümkün olmadığına karar vererek, milliyet fikirleri bu derece geliştikten sonra çeşitli unsurları bir araya toplayarak millet meydana getirmek mümkün değildir" diyordu.

Bu arada Ahınet Rıza'nın Şura-yı Ümmet ve Meşveret adlı gazetelerinde de yazıları çıkan Akçura, buralarda düşüncelerini tam olarak açıklayamamıştır.

4-FRANSA'DAN RUSYA'YA GİDİŞ VE RUSYA'DAKİ FAALİYETLERİ

1903 yılında Siyasal Bilgileri bitiren Akçura, Türkiye'ye dönmesi ya­sak olduğundan Rusya'ya doğduğu yere döndü ve amcasının evine yerleşti. Çok büyük tartışmalar yaratan ve üzerine kitaplar yazılan, Türkçülüğün ilk kez bilimsel izahının yapıldığı "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesini burada kaleme aldı.

Üç Tarz-ı Siyaset

Y. Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık Üç Tarz-t Siyaset adlı ma­kalesini Mısır'da yayınlanan Türk Gazetesi'nin 23-34'üncü sayılarında Nisan-Mayıs 1904'te yayınladı. Türk Gazetesi bu makalenin yayınlanmasından birkaç ay evvel gazeteci Ali Kemal'in etrafında toplanan bir grup liberal tarafından Kahire'de yayınlanmaya başlamıştı.

Bu makalede üzerinde durulan ve uygulanabilirlikleri tartışılan ana ko­nular şunlardır:

1 .Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek,

2. İslâmcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak,

3. Iraka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek.

Her biri Osmanlı Devleti'ni kurtarma yolu olarak görülen bu konuları şöyle irdeliyor.11

Osmanlıcılık: Bu fikrin amacı yeni bir Osmanlı milleti oluşturmaktır.

Osmanlı devleti'nin devamı için bu iş başarılabilirse elbette çok yararlı olur. Bunun için cins, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı halkları haklar ve ödevler açısından eşit hale getirilecek, böylece ortak vatan  kavramı etrafında Amerikan ulusu gibi bir Osmanlı ulusu oluşturulacaktır. Tek amacı sınırları korumak ve İmparatorluğu yaşatmaktır

I.Tarih Kongresinde Akçura Atatürk ile Akçura, Osmanlılık fikrini hem sakıncalı hem de imkansız görmektir. O, sınırların korunmasını devlet için yeterli bir amaç görmemektedir İmparatorluk halkları örgütlenip bir halk haline geldiğinde devletin kurucusu ve yöneticisi Türkler eriyip gidecek, egemenlik Arap çoğunluğa geçecektir. Ayrıca, Osmanlı topluluklarının birbirleriyle kaynaşmak istemeyeceklerini de öne süren Akçura, dinsel, siyasal ve mezhepsel nedenlerle bütün Avrupa'nın buna engel olmak için çalışacağını söyleyerek Osmanlı milleti meydana getirmeye uğraşmanın boşa yorulmak olduğuna kanaat getirecektir.

İslamcılık: Osmanlı milliyeti siyasetinin başarısızlığı üzerine İslamiyet politikası meydan aldı diyen Akçura, İslamcılık siyasetinin Dünyadaki Müslümanlardan bir İslam birliği meydana getirmek amacı ve eylemi olduğunu söylüyor. Avrupalı yazarların Panislamizm dediği bu fikir Osmanlılık fikrinin zayıflamasıyla Abdülaziz zamanında başlamış olup,Abdülhamit zamanında fikirden eyleme geçmiştir. Bu dönemde Müslüman memleketlerinde geniş bir Panislamist  propagandaya girilmiştir.

Akçura, bu politikanın güçlüklerini anlatırken şunları göz önüne alır: Önce Tanzimat'ın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Hatta Türkler arasında bile mezhepsel, dinsel çatışmalar çoğalabilecektir. Müslüman ülkelerin çoğunun idaresini ellerinde tutan batılı devletler de bu tasarının gerçekleşmesine izin vermeyeceklerdir. Ancak bu politikanın olumlu yanları da vardır. Onlar da, Osmanlı memleketlerinde din esasına dayalı güçlü bir  Müslüman birliği kurulacağı, Dünyadaki Müslümanların Halife'nin etrafında toplanmaları için sağlam bir zemin hazırlanacağı idi. Bu arada İslam'da din ile devletin bir bütün olarak kabul edilmiş olmasını, Kur'na'ın anayasa niteliği taşımasını, halifenin Müslümanlarca imam kabul edilmekte olmasını, İslamcılığı kolaylaştırıcı etkenler olarak görmektedir. Ancak dış engelleri çok kuvvetli gören Akçura bu siyasete, İslam tebaya sahip büyük devletlerin, İslam ülkeleri üzerindeki etkilerini kullanarak engel olacaklarını söylüyor.

Türkçülük: Bu siyasetin uygulaması, önce Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal cicdandasn yoksun olanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Asıl fayda Asya ile Doğu Avrupa2da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesi sonucu meydana gelecek azametli bir siyasal milliyetin elde edilmesiyle sağlanacaktır. Türkçülük fikrinin uygulanmasında Osmanlı Devleti japonya'nın sarı ırk için oynadığı rolü oynayacak ve liderlik edecektir.               

Bu siyasetin engelleri ise şunlardır: Önce Osmanlı Devleti'nde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesine imkan olmayan topluluklar Osmanlı Devleti'nden ayrılmak isteyeceklerdir. Büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusya'nın da bu siyasete engel olmak isteyeceği kesindir. Ancak Türkçülüğün harici engelleri İslamcılığa göre daha azdır.

Sonuç olarak Akçura, Osmanlıcılığı uygulanması imkansız bir siyaset olarak gösteriyor. İslamcılık ve Türkçülüğü ise, eşit denebilecek yarar ve zararlara sahip olarak niteliyor. Makalesini şöyle bitiriyor:

''Hülasa öteden beri zihnimi işgal edip de kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinsen hangisi Osmanlı Devleti için daha yaralı ve kabil-i tatbiktir.''12

Yusuf Akçura bu makalesiyle yüzyılın ilk yarılarında İstanbul'da Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri arasında etkili olmaya başlaysan Türkçülüğü sistematik olarak ilk kez ortaya koydu. 13 Bu nedenle ''Üç Tarz-ı Siyaset'' Türkçülüğün manifestosu kabul edilmektedir .

Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 27 Kasım 2007
Rusya'daki Siyasî Faaliyetleri

Y. Akçura'nın Rusya'da bulunduğu yıllar Türkçülük fikrinin buralarda yayılmasına müsait bir ortama sahipti. Rus-Japon Savaşı ve onu takip eden 1905 ihtilâli ve Rus meşrutiyetinin ilanı sırasında Akçura Rusya'da idi. Burada uygun zemin bulmuş olan Türkçülüğü yaymak amacıyla Kazan'da tarih, coğrafya ve Osmanlı-Türk edebiyatı öğretmenliği yaptı. "Kazan Muhbiri" adlı bir gazete çıkarmaya başladı. Gaspıralı İsmail Bey, Ali Merdan Bey, Abdürreşit Kadı ibrahimof gibi Türkçülerle birlikte 1905'te "Rusya Müslümanları İttifakı" adında büyük bir parti kurdu. Bu partinin merkez idare heyeti üyeliğine ve umumî katipliğine seçildi.

Bu parti ile vicdan hürriyeti, hukuk eşitliği ve kültürel gelişmeye müsait bir ortam için mücadele eden Akçura birinci seçimlerde Rus meclisi Duma'ya Kuzey Türklerinin girmelerini sağladı. Bu arada tutuklanarak seçimler bitene kadar hapiste tutuldu. Akçura Türkiye'ye geldiği 1908 yılına kadar siyaset ve kültür çalışmalarına devam etti.

1906'da toplanan İttifak'ın üçüncü kongresinde, genel sekreter olarak görev yaptı ve Türkçülüğün gelişmesi için aynı zamanda Rusya'da bulunan Türkler arasındaki ayrılıkların giderilmesi için önemli kararlar almasını sağladı.

1907'de Rusya'da katı yönetim tekrar başlayıp meclis dağıtılıp, kanun­lar Rus olmayanlar aleyhine değiştirilince buna karşı yayın yapan Akçura takibata uğradı. Kendisi tevkif edilmek için arandığı sırada Osmanlı Devletinde II. Meşrutiyetin ilan edildiğini öğrenince işlerini tasfiye ederek Ekim 1908'de İstanbul�a geldi.14

5-TÜRKİYE'YE DÖNÜŞ VE TÜRKİYE'DEKİ FAALİYETLERİ

Y. Akçura İstanbul'a döner dönmez, Türkçü çalışmalarına aynı hızla devam etti. Aralarında Ahmet Mithat, Emrullah Efendi, Necip Asım, Bursalı Fuat Raif, Feylesof Rıza Teyfik ve Ahmet Ferit (Tek) gibi şahısların bulunduğu kişilerle 25 Aralık 1908'de Türk Derneği'ni kurdular.15

1909-1910 sıralarında Sırat-ı Müstakim adlı bir dergide yazılarını ya­yınlamaya başladı. Ömrü kısa olan Türk Derneği'nin yerine 18 Ağustos 1911'de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali, Doktor Akil Muhtar ile birlikte "Türk Yurdu" adlı bir dernek kurdu. Bu derneğin yayın organı olarak da "Türk Yurdu Dergisi"ni çıkarmaya başladı. Bu dergi Akçura'nın idaresinde tam 17 yıl yayın hayatında kalacaktır. Akçura, 1912'de açılan Türk Ocağı'nın kuruluşuna da aktif olarak katıldı.

1916 yılında "Rusya Mahkumu Müslüman Türk-Tatarların Hukukunu Müdafaa Cemiyeti" adlı büyük bir siyasi örgüt kurdu. Bu örgüt Avrupa'nın çeşitli kentlerinde konferanslar verip yöneticilerle temasa geçerek Rusya'daki Türklerin haklarını dile getiriyordu. Akçura'nın buradaki konferansları bir muhtıra şeklinde Fransızca ve Almanca olarak yayınlandı. İsveç, Danimarka, Norveç, İsviçre ve ABD gibi o tarihlerde tarafsız olan ülkelere de Rusya'daki Türklerin durumunu anlatan ve yardım isteyen muhtıralar yolladı.16

191 8 yılında Hilal-i Ahmer temsilcisi olarak Rusya'daki Türk esirlerini kurtarmak için görüşmelerde bulunmak üzere Rusya'ya gitti ve bir yıl kadar burada kaldı. 1919'da yenilmiş ve işgale uğramış Türkiye'ye dönen Akçura, Ekim 1919'da Ahmet Ferit'in kurduğu "Milli Türk Fırkası"na katıldı. 1919 sonunda İngilizler tarafından hapsedildi. 1920'de hapisten çıkınca Selma Hanım ile evlenerek karıkoca Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçtiler. Burada Dışişleri Bakanlığında Genel Müdür olarak görev yaptı. 1923'te İstanbul milletvekili seçildi. Osmanlı Dönemi'nde İttihat ve Terakki ile organik bağları olmasını istemeyen ve Cemiyete üye olmayan Akçura, Cumhuriyet döneminde Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan milletvekili olmayı kabul etmiştir.

1925'te açılan Ankara Hukuk Mektebi'nde siyasî tarih hocalığına baş­lamış, 1931'de Atatürk tarafından Türk Tarih Kurumu'nu kurmakla görevli bilim adamları arasında yer almış ve 1932'de buranın başına getirilmiştir. 1933 Üniversite Reformundan sonra İstanbul Üniversitesi'nde Siyasi Tarih profesörlüğü de yaptı.

1934'te sağlığı bozulan Akçura 11 Mart 1935'te Kars Milletvekili iken kalp krizi geçirerek öldü.

SONUÇ

Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmıştır. Sosya­list fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalıştı. Akçura'nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin'e kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise Türk Dünyası'nın ancak bir parçasıdır.

Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi'nde sunduğu tebliğde "Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir" demiştir.17

Akçura ölümünden sonra neredeyse unutulmuştur. Onun Türk tarihçile­ri tarafından dışlanmasını Ercümend Kuran şöyle yorumluyor:

"Bu durumu izah etmek kolaydır: Akçura Moğol İmparatorluğu'nu yüceltmiş ve Cengiz Han'ı Türk saymıştır. Ayrıca Türk tarihinin gelişmesin­de İslamiyet'e tali derecede yer vermiştir. Son olarak o sosyalizme yatkındı. Türk tarihçilerinin çoğunun 1940'lardan sonra Moğolları Türk kabul etmemeleri, Türk-İslâm sentezine yönelmeleri ve sosyalizme cephe almaları milliyetçi çevrelerin Akçura'yı ihmal etmelerine sebep olmuştur. Üstelik Akçura'nııı Ziya Gökalp'in muasırı olması onun için bir talihsizlik teşkil etmiştir. Çünkü o Gökalp'teıı bilgili olduğu halde, Gökalp'in terkip kabiliyetine sahip bulunmuyordu. Gökalp'in ülkücülüğü Türk aydınlarının psikolojisine daha uygun düşüyor adeta büyülüyordu."18

Y. Akçura'nın Türkçülük, Türk tarihi ve Türk fikir hareketine katkılarını şu ana başlıklar altında gruplandırabiliriz.

- Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesiyle Türkçülüğü ilk defa bir siyaset şekli olarak ortaya koyması,

- Türkçülüğü bir bütün olarak görmesi ve bunu sürekli savunması,

- Türk milliyetçiliğinin teşkilatlanmasında kurduğu dernek ve yazılar­la oynadığı rol,

- Rusya'daki Türklerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi konusunda ö­nemli rol oynaması,

- Türk Yurdu Dergisiyle Türkçülük konusunda yaptığı çalışmalar,

- Türkçülüğün tarihini yazan ilk araştırmacı olması (Türk Yılı 1928 adlı eseri bu konuda tektir),

- Nihayet Türk Tarih Kurumu ve buradaki hizmetleri.

Yusuf Akçura'nın "Bütüncü Türkçü" görüşlerinin Rus egemenliğinde yaşayan Türk devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncel hale geldiği kanısındayız.
 

DİPNOTLAR

* Atatürk Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Uzmanı. Ankara-TÜRKİYE.

1 Yusuf Akçura, �Türkçülük�, Türk Yılı 1928, Türk Ocakları Merkez Heyeti Yayını, İstanbııl 192R. s.396.

2 Muharreın Fevzi Togay, Yusuf Akçura Hayatı ve Eseri, Hüsnütabiat Basımevi, İstanbul 1944. s.19.

3 François Georgeon, Türk Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri-Yusuf Akçura (1876-l935 Çev: Alev Er, Yurt Yayınları: 13. Ankara 1986, s.13.

4 Togay, y.a.g.e.. s.25.

5 A.g.e., s. 27-28.

6 Akçura,y,.a.g.e.. s. 396.

7 A.g.e., s.396-398. Georgeon,y.a.g.e.. s. 25.

8 Akçura, y.a.g e.. s. 399.

9 Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul 1978. s. 392.

11 Georgeon, y.a.g.e., s 34.

12  A.g.e..s.36.

13  Georgeon y.a.g.e..s.43-44

14 Akçura, "Türkçülük",  y.a.g.e.. s. 408-412.

15 Nadir Devleti "Yıısııf Akçura'nın Hayatı 1876-1935". Ölümünün Ellinci Yılında Yusuf Akçura Sempozyumu Tebliğleri Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 19A7, s 27.

16 A.g.e., s. 30; Türk Yurdu. IX. Sayı: 9, 1331. s. 2884 vd.

17 Ercüınend Kuran, "Yusuf Akçura�nın Tarihçiliği", Ölümünün Ellinci Yılında... y.a.g.e.. s. 48; Y. Akçura, "Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usullerine Dair'', Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar, Münakaşalar, Maarif Vekaleti Yayını. İstanbul 1932, s. 605.

18 Kuran, y.a.g.e.. s.48-49.

Kaynak:http://www.akmb.gov.tr/turkce/books/turkkong4-3/tk4_3_39-avci.htm
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: nogaykazantatar - 11 Mayıs 2008
Yusuf Akçura Türkçü Düşüncenin temel fikir adamlarından birisidir. Ruhu Şad Olsun. Bu arada ben otağa yeni katıldım Esen Olsun Turan Soylulara...
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: ilteris6 - 11 Mayıs 2008
nogaykazantatar soydaş,Otağımıza hoş geldin.
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: nogaykazantatar - 11 Mayıs 2008
Esen olsun hoş bulduk soydaş.
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: hun_333 - 11 Mayıs 2008
Esenlikler andalar.Yusuf Akçura Beğ ile ilgili geniş bilgi istiyorsanız,size bugünlerde çıkmış bir kitabı öneririm;

Türkçülüğün Manifestosu  Üç Tarz-ı Siyaset(Osmanlıcılık,İslamcılık,Türkçülük)

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=132622&sa=39787227
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: Türkçü - 17 Mart 2011
Esenlikler andalar.Yusuf Akçura Beğ ile ilgili geniş bilgi istiyorsanız,size bugünlerde çıkmış bir kitabı öneririm;

Türkçülüğün Manifestosu  Üç Tarz-ı Siyaset(Osmanlıcılık,İslamcılık,Türkçülük)

http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=132622&sa=39787227


Yusuf Akçura'nın Üç Tarzı Siyaset isimli eseri dönemin aydınlarını düşünmeye sevk etmek amaçlıydı ki, Ali Kemâl gibi karanlıklar bile bu makaleye köşesinden yanıtlar yazmıştır.
Akçura'nın üç siyaset şekline nesnel yaklaşıp, içlerinden en uygun olanının Türkçülük olduğunu bu eserde kimilerine göre net bir şekilde ifade etmiyor ama diğer makalelerde Türkçülükten başka çıkar yol olmadığını açıkca vurguluyor. Üç tarz-ı siyaset eserinin son bölümünde "... Müslümanlık (islamcılık), Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı devleti için daha yararlı ve kabil-i tatbiktir?" diyerek soru işareti ile bitiriyor.

Akçura'nın fikirlerinin keskinleşmesine ve Türkçülük hakkında bir çok konuya vesile olan Şerafettin Mağmumi'dir.
Mağmumi'nin, Akçura'ya söylediği söz bugün dahi geçerliliğini koruyor; "Osmanlılık fikri çürüktür. Çeşitli toplulukların uzlaştırılması olanığı kalmamıştır. Türk ulusseverliği dışında kurtarıcı hiç bir fikir yoktur"...
İkinci cümle tarihimize ve günümüze çok uygun. Benzer sıkıntıları hâlâ çekmekteyiz.

Ali Kemal gibi satılık hainler şiddetle bu makaleyi kınadı fakat ne Osmanlılık ne de başka bir çözüme hiç kulak asmadan sömürge olmayı süsleyip püsleyerek utanmadan yazdı.
(Bakınız: "Cevabımız" Ali Kemal)

Bugün benzer tahliller yapmamız fikrimizin, ülkülemimizin kârınadır. Sanırım "Türkçüyüm" isimli konuda bir andamız yazmıştı, Türkçü ekonomi, Türkçü siyaset vs. gibi fikir ve düşüncelere dalalım diyordu. Kesinlikle katılıyorum. Bugün hepimizin Yusuf Akçura olması gerektiği, Türk büyüklerimiz kadar çalışkan olmamız bir dönem.
Günümüz ne yazık ki, Osmanlı'nın çöküşüne benzer hatta çağımıza uygun halidir. Bu nedenle andamızın dediği gibi, çeşitli çözüm önerileri bulup, memleketimizin bekaasına dair çalışmak gereklidir.

Okuyalım, araştıralım, soralım, öğretelim...
Türk'e, Türkçüye yakışan budur...
Esenlikler...
Başlık: Ynt: YUSUF AKÇURA'NIN MAKALELERİ.
Gönderen: TÜRK-KAN - 11 Mart 2014
(https://fbcdn-sphotos-e-a.akamaihd.net/hphotos-ak-ash3/t1/10013862_496123580493411_1903752745_n.png)