Türkçü Turancı Otağ
TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI => TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ => Konuyu başlatan: AĞASAR - 28 Mart 2011
-
Benim Hey Tarih Boyu Öz Irkımda Ses Benim
İlhan Egemen Darendelioğlu anısına
Benim hey gün aşanda kan döşeyen dağlara
Gök kurdun beklediği katar katar sis benim!
Bir mermi çekirdeği şavk verende çağlara
El yakan ayak tutan gövde basan his benim!
Benim hey tarih boyu öz ırkımda ses benim...
Kim büyür Tanrı bilir göze vakti görmeden
Meşkine yedi düvel alın ayaz sürmeden
Yalavaç huy edende gözyaşımda sürmeden
Yüreğe mum titreği iz bırakan is benim!
Benim hey tarih boyu öz ırkımda ses benim...
Odumdur balbalarda adım sanım derende
Ar boğar anlatmaya yer betiğler yerende
Harsımdan arta kalan sagum sözü serende
Çarkında baht eğirten kör feleğe küs benim!
Benim hey tarih boyu öz ırkımda ses benim...
Yangını yiğit dağlar gür sesimi duy benim
Beylerim bilgelerim öz varımdan huy benim
Bahtiyar uçmağ tamu şölen benim toy benim
On bin yıl ötelerden kopuz benim kös benim!
Benim hey tarih boyu öz ırkımda ses benim...
Tek Tanrım Gökçe Tanrım kor yüreğim sendedir.
Kurt özüm Bala tahtım söz ereğim sendedir.
Dik başım dik kalmaya tek gereğim sendedir.
Neslime öz atamdan gün düşleyen us benim!
Benim hey tarih boyu öz ırkımda ses benim...
27 Temmuz 2006 // T A R S U S
Hakan İlhan KURT
-
Her gelişin Züleyha'dır Ben'ki Yusuf değilim ...
Bana güldüm sana öldüm süründüğüm dün gece
Yıldız söndü mehtap döndü gece hükmü hal nice
Sevdiğimdin sevdiğimsin bende bensin sevgili
Süleyman'dan bir sır mıdır bu acaip bilmece
Bana güldüm sana öldüm süründüğüm dün gece
Aşk indinde heves oldum ak toprakla ovuldum
Kalû Bela andım oldu bin melekle övüldüm
Hesabına aklım ermez bulandığım yasağın
İblis tutsun matemini cennetinden kovuldum
Aşk indinde heves oldum ak toprakla ovuldum
Gitmelerden gelmelerden bahaneler darası
Yolum oldun çizgim oldun arş-ı âlâ arası
Sen ki benim aklım oldun Hâkk doldurdun içimi
Ben ki senin bedeninde onmaz Eyyub yarası
Gitmelerden gelmelerden bahaneler darası
Tül perdede kalbim iken volkan etti yakışın
Sonra ruhum serinliği yağmur gibi akışın
Ben yazımı uğurlarken şefkat dolu bağrına
Haran oğlu Lut'ta kaldım Sedum oldu bakışın
Tül perdede kalbim iken volkan etti yakışın
Narin eller kement attı değdirmedim desteme
Ağlamaklı nağmelerden söz katmadım besteme
Baş eğmedim eğilmedim ta ki aşkın tahtında
Lalelerim kan çağladı Zal'ın oğlu Rüstem'e
Narin eller kement attı değdirmedim desteme
İnce ince nazdan öte dağ eritir inadım
Lutfet ey yâr hasretinde yıllar yılı kanadım
Tutuşursun dokunamam uzatamam elimi
Ba'lebek'te Elyas kahrım ateştendir kanadım
İnce ince nazdan öte dağ eritir inadım
İki elim şakağımda sözler ağdı masaya
Odam sessiz ruhum sessiz bas yıldıza bas aya
Geniş göğsüm Yahuda'da riya oldu Kudûs'e
Ha ben sana ağlamışım ha Celile İsa'ya
İki elim şakağımda sözler ağdı masaya
Mısralarda anlam arar kah Sekendiz kah Zühal
Saçlarına dokunmaya değmez miydi bin nihal
Yalan mıyım gerçek miyim beni kimde unuttun
Şah Cihan'da ilham oldu kalbimdeki Taç Mahal
Mısralarda anlam arar kah Sekendiz kah Zühal
Çınar dibi boğum boğum söndürürken güneşi
Gölgesinde maşuk besler bulunmazdı bir eşi
Kutuplara uğrak verdi han bildiğim seyirler
Hicap duyar yetmiş körük Ergenekon Ateşi
Çınar dibi boğum boğum söndürürken güneşi
Aşk bağında Türkülerim şarkılarım her telden
Yalnız sana döner yüzüm nezaketim temelden
Aklım mı ne fikrim mi ne yetişmez mi Paris'e
Alem beni seyreylesin tırmanıp da Eyfel'den
Aşk bağında Türkülerim şarkılarım her telden
Gülen yüzler gülen gözler sarmaş dolaş anında
Suya yandı nice gönül kan kırmızı tanında
Anlamsız mı kaldı ruhun bir arkadaş kıymeti
Çatık kaşlı Yahya mıyım ey sevgili yanında
Gülen yüzler gülen gözler sarmaş dolaş anında
Kuytularda sızılardan bir akkora karıldım
Gam kasavet itin olsun bin kılıçla yarıldım
Kanım aktı canım aktı bir serkeşttim Babil'de
Harut idim Marut idim günahıma sarıldım
Kuytularda sızılardan bir akkora karıldım
Fuzuli'nin hecesinde aruz oldu bir bela
Pak bulağa ateş düştü güzellerde kör bela
Anlatmaya çölde kumdur susuzluğum çağ kadar
Bin Yezid'e bir başım var sensizliğim Kerbela
Fuzuli'nin hecesinde aruz oldu bir bela
Güzelliğin azatlığı kalbe sinmiş gözlerin
Dalga dalga aşıp gitti kucağımdan sözlerin
Kurban verdim kurban oldum Tanrı'nın o nuruna
Sibirya'ya merhem oldu bana zindan közlerin
Güzelliğin azatlığı kalbe sinmiş gözlerin
Kime kalsın ne eyleyim bu dünyanın nesini
Yere vurdum aşk külünü göğe çaldım isini
Kıyametim senin idi gövde yaktım uğrunda
Pence pençe koparmışım İsrafil'in sesini
Kime kalsın ne eyleyim bu dünyanın nesini
Ne bir öfke ne bir haset ne bir gayzdır meyilim
Huzurunda sere serpe uzanmışım çiğilim
Nil Nehri'nden taştı yaşım şahit olsun tüm Mısır
Her gelişin Züleyha'dır ben ki Yusuf değilim
Ne bir öfke ne bir haset ne bir gayzdır meyilim
Koşuklarım okunurken gül goncası yüzüne
Benden sana senden bana çağladığım gözüne
Kollarında yorgan döşek mayıştığım zamanlar
Titremekten hasım oldum Bilge Kağan sözüne
Koşuklarım okunurken gül goncası yüzüne
Serilsin de sarmaşıklar salkım saçak serilsin
Sarmaş dolaş bağbanlara şen bahçeler verilsin
Her Firavun Musası'nı sarayında büyütmüş
Vur ey aşkım parça parça Kızıldeniz gerilsin
Serilsin de sarmaşıklar salkım saçak serilsin
Ateş düşmüş alaz almış kime ne ki zahmeti
Zay olmuşum hiç olmuşum kim bilir ki rahmeti
Ben ki sende sen olmuşum kırk kapıdan vazgeçtim
Bir gülüşün unutturur Yesi nuru Ahmet'i
Ateş düşmüş alaz almış kime ne ki zahmeti
Hangi gövde hangi yürek kurt soluğu solurmuş
Hangi cehil yaratılış bilgeliği bulurmuş
Bez Kalesi kuşanmışım başım gökle uğraşta
Kalksın Babek görsün beni isyan nasıl olurmuş
Hangi gövde hangi yürek kurt soluğu solurmuş
Çekme mihrim ışığını üzerimden el çekme
Kırk bismillah günde ahım gecelerde birikme
Timurlenk'te asab oldu Firdevsi'nin mezarı
Zül sevdamın hoyratında savurduğum her tekme
Çekme mihrim ışığını üzerimden el çekme
Coğrafyası yasa vurmuş eyvah kimin ne haddi
Arzu halim atlas atlas gözyaşımda tüm ceddi
İlmin Çin'i alev alev aşkım akın tarihe
Hanedanlar bilse beni dikilmezdi Çin Seddi
Coğrafyası yasa vurmuş eyvah kimin ne haddi
Kime kalmış kimde kalmış hangi mert ki dengimdir
Bilemem ki bilemezsin hangi hazan rengimdir
Ezel ebed ruhun olmuş yosun tutmaz kaynağım
Kafkasya'yı yasa boğan aman vermez cengimdir
Kime kalmış kimde kalmış hangi mert ki dengimdir
Merhametin sırdaşımdı toz pembeler düşünde
Kırılmışım mahvolmuşum zağlı çarkın dişinde
Sende saklı her busemde tuzlar bastım yarama
Bin Hızır'ı yolcu ettim yalnız senin peşinde
Merhametin sırdaşımdı toz pembeler düşünde
Kim derdi ki kor ağıdım okyanuslar taşırsın
Kim derdi ki ılgıt ılgıt rüzgarları aşırsın
Yedi iklim med cezirdi suskunluğum hapsinde
Güzel dilim çağlasın da Tur-û Harun şaşırsın
Kim derdi ki kor ağıdım okyanuslar taşırsın
Süzülüşün salınışın benzer gölde kuğuya
Dağdan dağa taştan taşa can koyduğum ahuya
Neden niçin düşüneyim nerededir her seher
Maturidi akıl yorsun senden gelen buğuya
Süzülüşün salınışın benzer gölde kuğuya
Sıcağında kor tenimde çürümeyen ten oldun
Sırdaş oldun haldaş oldun her dem bende ben oldun
Yaban eller savdı garkım Kürt zulmünde Kerkük'üm
Ey sevgili hicran dolu Telafer'im sen oldun
Sıcağında kor tenimde çürümeyen ten oldun
Efkar sattım tesbihimde adımladım voltayı
Gezdim durdum viran oldum taşa vurdum baltayı
Uzandığım dizlerini Tanrıdağı kıskansın
Nice idim nice oldum sende buldum Altay'ı
Efkar sattım tesbihimde adımladım voltayı
Bozulur mu tüm tılsımlar yazım olmuş yazıla
Aşkın sarmış ak çehremi şafağıma kazıla
Sabahlarım hançer ağzı bayram meşki Moskof'tan
Kıyılmışım şimdi dönsün Kızıl Meydan kızıla
Bozulur mu tüm tılsımlar yazım olmuş yazıla
Uykularım bölük bölük meydan bulur kaçılır
Gözlerim ki yalnız sende humar humar açılır
Geçip giden dakikalar sensizliğin hışmında
Baba-oğul uğraşında ne Bedirler saçılır
Uykularım bölük bölük meydan bulur kaçılır
Merhalesi aşılmış da ödülü can pazarda
Beden beden satılmışım ruhum kalmış mezarda
Sulak yeşil toprağındım ordu saldın Asya'dan
Sen de ağla bulutlaşıp kabarmışım Hazar'da
Merhalesi aşılmış da ödülü can pazarda
Tavafında felek hasım çarkı durdu bahtından
Tövbe basmam sırra kadem levh-i mahfuz ahtından
Secdegahım Tanrım bilir gülzar ilmi gülünde
Ben dünyamı sana kurdum Amine'nin tahtından
Tavafında felek hasım çarkı durdu bahtından
Dağılmışım körpe fidan sorularda yanıtı
Heder olmuş söz cümbüşü kaderimdir kanıtı
Kızıl deyip öldürdüler yanmış derim suç oldu
Nefesim ki ayağında bir Özgürlük Anıtı
Dağılmışım körpe fidan sorularda yanıtı
Yalnız sende biter oldu artık bütün lisanlar
Sende yalnız varlığını Kaf Dağı'na asanlar
Mart zemheri tipisinde buza kesti tüm mevsim
Baharını doğurmaya seni arar Nisan'lar
Yalnız sende biter oldu artık bütün lisanlar
Cümle varlık bütün alem yalnız senin methinde
Bilirim ki karıncayım kainatın sathında
Dönülmez bir seferdeyim Doksandokuz Ad ile
Kurtbala'yım tek başıma yüreğinin fethinde
Cümle varlık bütün alem yalnız senin methinde
Hakan İlhan KURT
-
BİR MECZUB'UN İĞRETİ GÜLÜŞÜYDÜ GÖRÜNEN ..
Yıldırımdı pençesi miskin mahal sarınca
Gürz göğsünü gülistan elmas olup yarınca
Yerden göğe yükselen itidalde sürurlu
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Bir o kadar onurlu bir o kadar gururlu
Dik sırtında vaktiyle yücelttiği dirayet
Sinesinde asuman kında kılıç bir ayet
“Asra yemin olsun ki insan hüsran içinde”
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Serinliği umarsız geçmiş zaman göçünde
Gün yanığı alnında eriyordu ziyası
Eriyordu bembeyaz gül damlası rüyası
Velveleydi dillerde akıl almaz işleri
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Çam çırası iklimde sarımtırak dişleri
Kör feleğin çarkında siyah-beyaz cevrinde
Titretirken sıtması dar berduşluk devrinde
Arandığı adresler zağlı hançer burgusu
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Yüreğinde parmaklık neden niçin sorgusu
Giz yumağı hasrete ter içinde dolanıp
Dolanıp da ömrünce bulutlarla sulanıp
Dağlıyordu durmadan ağır aksak cefası
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Bir bardak su bir kelam yakasında sefası
Silueti sevimsiz çatık kaşlar gömülü
Nakış tutan hırsında nice taşlar gömülü
İnce eller emeği sabrı dehre eşitti
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Sakalları toprağın aşkı ile reşitti
Dulda mekân seyrinde bakir huylar zifafı
Coğrafyası adımlık iki hece tavafı
Nice cevad imandır nice cevval dokusu
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Göğü ağan tütsüde kır gölgeli kokusu
Meşalesi heyecan doksandokuz isimden
Her çizgide metanet kanatlanmış resimden
Çerçevesi çivisiz derme çatma yamalı
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Sığındığı makamda kâinatın hamalı
Bir yalnızlık nehriydi damarda kan boğumu
Çiçeklerin en narin olanıydı doğumu
Umulmadık anlarda süzülüp de gelişi
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Dokunuşu ansızın ve bağırlar delişi
Durulmayan bir şahin oynaşıydı şakağı
Ve bir çığlık yağmuru kaplıyordu sokağı
Kuşluk vakti telaştı ayaklardan bulduğu
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Kimdi kime kısmetti sararıp da solduğu
Ayıklanan pirincin yosunlaşmış taşının
İzahında mahrumdu nefes sağan yaşının
Gün sayımı güneşsiz aydan yıldan kaygılı
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Dert ettiği dertlerin busesinde saygılı
Dalgın aklın yükünü taşıyordu boynunda
Pabuçları kırmızı aslan payı koynunda
Bütün yüzler sefildi besmelesiz ve kirli
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Tekil şahıs artığı cümlelerde zamirli
Ben olmuştum ilhamın yalgın bir mey badesi
Ben olmuştum evhamın uyku hasmı vadesi
Avucunda yüzondört çağın ferah yolluğu
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Gülüşünde çağlayan bereketin bolluğu
Bir atımlık yumruktu suru tunçtan kaleler
Ak hırkası yırtılmış yeşillerde laleler
Tedirgindi bahardan çeperleri kalkandı
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Ve samimi bakışı ruh inleten volkandı
Belki de en duygusal hayallerin özünü
Belki de en hüzünlü emanetin közünü
Doluyordu beline çetin yollar öncesi
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Yutkunduğu yalnızca bıraktığı güncesi
Bir meczubun iğreti gülüşüydü görünen
Çetin yollar öncesi…
4 Nisan 2007 // T A R S U S
Hakan İlhan KURT
-
destân-ı gülizâr
“simsiyah sayfada bembeyaz bir yazıyla;
şiir, gülizâr ile başlar…
… ve
destan-ı gülizâr ile biter.
şairlik sizin olsun...”
gülizâr gözün aydın günün aydın şen ola
duman duman geldiler bir köşede üç muştu
sonra yağdılar tek tek ağdılar sağa sola
alnımı tuttular da geride tadı kaldı
ey gülizâr atalet ellerimde buruştu
kerem’i ve mecnun’u dahi ferhat’ı kaldı
en güzel şiirimi ben sana yazacaktım
dağıt endamını bak segah ‘sürgün ülkemde’
ne resimler silindi neleri kaldı yarım
ey gülizâr sevin ki ruhum kanadı kaldı
fetvalar yırttı gönül en keskininden hem de
ne temaşası kaldı ne de biadı kaldı
haydi çarmıha gerin uğraşıyla bekir’i
mem bir sana mı kaldı yanıp yanıp tutuşmak
ey benim çakır hücrem ey sevdalar bakiri
geride açık mezar kürt’ün zılgıdı kaldı
gülizâr serim bağım avurtlarımda zambak
saçım sakalım ağdı zin’e ırgatı kaldı
nakşibendi tövbem dur etmedim farzet yemin
beynime dalan nurdan kaldırın o ricâli
doksandokuz zikirden ağlaşıyor tüm zemin
artık hiçbir cevvalin ne izahatı kaldı
ne de bir tamlaması dökülürken mecâli
yine allah demişim hayy tesbihatı kaldı
kaçak nebi ay nebi dövüştürelim gel de
âsapları bir hayk’ta ezip dağa kaçalım
aşkın neşriyatından uzunca bir tünelde
külleri göğü ağan volkan afatı kaldı
gülizâr sığınağım gözlerimde kıvılcım
vurgun yedi nefesim kalem anıtı kaldı
daha ağlama sakın her hücrende bir irfan
sana rüzgarda sergin upuzun saçlar gerek
bilirim biliyorum seyrek kelâmım zindan
namık kemal yüzünden dik kıraatı kaldı
ben değilim sultana kafa tutan efelek
ey gülizâr nurunun zor istibdâdı kaldı
postallar palet palet ezerken kerbelâ’yı
sana yandım gülizâr sensin zeynel’e ferah
dünyâ zalim bir saray savmadan kör belâyı
dizim çözüldü birden dehre hayratı kaldı
ey barut nazlım benim intiharım ki günah
ne basrası kerkükü ne de bağdatı kaldı
kılıç şakırtısında dindi ebû müslim’in
ruhların göçü sıra ruhundaki murakıp
bu yer kimin enkazı şu zerr-i semâ kimin
göğsünde gençliğimin saf cevherâtı kaldı
ey benim aşk iksirim gitme beni bırakıp
ruh-ı mecruhumun tek hûş belâgatı kaldı
şems’e doğmuşum ey yâr girmediğim gün mü var
yanına huzuruna o mahfuz dergahına
ravza-î hayâlinden sıtrederken sükutlar
âh o masum iklimin kır hissiyatı kaldı
yığınağım gülizâr medet aşkın şahına
pervânesi olmuşum gör saltanatı kaldı
dandanakan amadem gazneli’nin sırtına
selçuklu’dur serverim ne devletler kurarım
ne devletler yıkarım benzim cenkte fırtına
cenk kurudu gülizâr hâle sebâtı kaldı
salladı meyvesini bûseler çakım çakım
aşk meydan uğraşında bana isnadı kaldı
durulma hazzın ile zamanı dört köşeden
ardım sıra dostlara paye paye taht eyle
sakınmak elbet hata gizlice kör neşeden
o zeytin gözlerinin artık naatı kaldı
ey gülizâr durulma sabaha kadar böyle
satır satır destanın berk itaati kaldı
yedi nevruz eskittim yedi geliş ve gidiş
yedi nevruz yüzümü tanır kaldığın şehir
ey kuytumda tebessüm ey nabzımda direniş
sabrın ne meş’âlesi ne barikatı kaldı
ey gülizâr gül destem tutuştu cümle nehir
rahmetin ne diclesi ne de fıratı kaldı
maturidi’m hele gel yolunda sakla beni
aklımı yitirmişim darmaduman matemdir
eşari’den uzak tut mihrinle akla beni
turaç oldum kanadım gözüm karadı kaldı
saf tutmuşum safımdır hesaba münker-nekir
senin senden başkaca yâr tembihatı kaldı
şahidim ol gülizâr göğe baskın maviler
kapkara kesilmişim toprağa sığamadım
can havli haykırışım örtündüğüm her seher
dağları ağlattım da çehreme yâdı kaldı
gülizâr şahidim ol örslediğim her adım
bir şahin gagasında telaşa yadı kaldı
dadaloğlu otur da seyran edelim ardan
kimin nefsi yamandır saçılsın birer birer
göğercin nazeninden zeytinyağında nardan
kimin kimde yetimlik edebiyâtı kaldı
ey gülizâr ağlama çat o kaşlarını ger
sevdamdan parsel parsel bâki anlatı kaldı
çağırın o bâbek’i gelsin nirânda ruhum
isyan edelim göğe o yalçın yurdumuzla
içelim zemzemini içelim yudum yudum
âh o keyf-û seherin şimdi irâdı kaldı
o kızılca kıyamet yıldırım ordumuzla
bulutları sağarken hırsın miladı kaldı
hani gelip yanıma beni izleyecektin
hani uyanmadan ben gidecektin sessizce
ey gülizâr bilmezsin bu âlem öyle çetin
cümle hayalîn artık ıssız feryadı kaldı
diril yeniden diril çağımın ki hissizce
çalakalem yontulmuş bedi sanatı kaldı
dile gel karac’oğlan dile gel de muhabbet
elif alfabem oldu darağacında tahtım
dile gel kâlemimden çağlayan bu emanet
kırıldı bölük pörçük dik hurufâtı kaldı
ey huzur-u mahşere demirlediğim ahtım
yetmedi yedi nevruz tek arasat’ı kaldı
‘binbirinci gece’den kalan bütün masallar
fars’ın cengâmesinde dolunaylarda ateş
ey benim ibadetim ey gerdanlığı bahar
anam bacım kıymetim ilâhi şâdı kaldı
bitti artık masallar şehriyâr doğdu güneş
ne cennetten sarayı ne şehrazat’ı kaldı
boğazlandı yazımlar cevher taşıdı köşkün
‘isim ateş arası’ yaralandı baykuşlar
âh hasretin membaı âh o özleme sürgün
kulağımda salahın beş nasihati kaldı
eğildi gövde gövde kıblegâhım bahtiyar
ne kâlû belâ andı ne müşkülatı kaldı
vardığımda şehrine vaktiyle apak giyit
yedi nevruz toz toprak sancısı dirhem dirhem
kurul köşene titre titre ey şehr-î seyit
kasavet tutsağında hay’a vuslatı kaldı
ey gülizâr sevdiğim nergis çağımda ilkem
yalavaç kokusundan al salâvatı kaldı
işkilleri killenen ben mi kaldım yalnızca
en hırçın hüzünleri devşiriyor zemheri
söyleyin hatayî’ye coğrafyam ki arsızca
buz heykeller dikiyor nurdan abadı kaldı
delişmendi vadiler sıradağlar serseri
o müthiş kasırganın dingin ifşadı kaldı
kaldır başını kaldır gözyaşına kıyamam
kurbanı olduğum ki o vakur duruşundur
değil bin kez ölmüşüm çürümüşüm bu ahkâm
okyanus söndüremez dehrin sıratı kaldı
ey gülizâr şahidim şu ezan dil-i hûndur
dik tut başını kaldır azmim ıradı kaldı
afşın hey kara bahtım mutâssım’a ne oldu
Türk’ü Türk’e vurduran ilm-i hâlef mi neden
bâbek’e nasıl kıydın nice lalezâr soldu
nicesinden bugüne azgın fesadı kaldı
ey gülizâr kirpiğin inci çiçeği temren
her bağır delişinden ay serâzadı kaldı
yunus neyi buldun ki neyi bulup yerledin
yeryüzü baştan başa meyhaneler sokağı
hangi eri kızladın hangi kızı erledin
yalnız taptuk gönlünde salgın dilşadı kaldı
çayır çimen dilinde kuru buğday başağı
bir de anadolu’da kızgın efradı kaldı
doymadı mı dört kapı duymadı mı hiçliği
bu kadar zor mu idi kırk makamın kırkında
felek savurdu inan fermanında güçlüğü
soldu amenna solsun solgun suratı kaldı
hâce ahmet yesevi dergâhı’nın çarkında
pişmenin ne hadisi ne tefsirâtı kaldı
ey emir temur davran tarih Türk’le başlasın
vurdurduğun başlar az gayzım sarstı sivas’ı
haydi kalk ayağa da baskın yemişim baskın
kara dinli mahallin kında zekâtı kaldı
alnımdaki yazının ey ukbâ-i ferdası
zırhın ne sağlamlığı ne şatafatı kaldı
gelme istemem gayrı boylum boylum derine
batıp da çıkıyorum yağlı urgan hapsinden
kim çalsa penceremi sûretinin yerine
secdeler üşüşüyor dosttan saladı kaldı
o müthiş merhemiyle yaraların hepsinden
geriye şafakların bak hatıratı kaldı
atam ilteriş doğrul esâretim okunur
kurt yeleli tuğlarla hürriyeti tutalım
tutalım yakasından ahlata inerken nur
doğrul ilteriş artık çarkın hasadı kaldı
ey gülizâr onyedi civanımdandır yalım
koca koca dağlarda gür harabatı kaldı
sokak sokak savruldu derme çatma köselem
sabahın soğuğunda açılmadı perdeler
ey benim ahiretim çözülmeyen meselem
şehrin ne parkı barkı ne de sabadı kaldı
benim dediğim şehir birden yarıldı yer yer
en matrak matemiyle beyaz mabudu kaldı
haydi aç kuyuları devrilsin tüm kafalar
zerre aman dilersem utançtır gençliğimle
aksın şahdamarımdan oluk oluk kanım var
korksun kuyucu murat celâli bâdı kaldı
ne mutlu ey gülizâr hançer yemiş çiğimle
cinnettin püfür püfür yalgın imbatı kaldı
şeyh bedrettin duydun mu torlak’tan börklüce’den
obalar köyler yanmış benim adım verilmiş
göğermiş bu başım ki billâh buyruk yüceden
dinin ne tebligatı ne de cihadı kaldı
ey gülizâr gözlerle görülmez bu tükeniş
imanımın kurtlanmış gök cerahatı kaldı
kuşat beni gülizâr sevdânı kuşanmışım
yeni yetme erlerin velvelesinden miras
tüm kılcal damarlarım virânesiyle hışım
bir vakt-i selâmetin yılmış sedadı kaldı
delindi gözlerimde ceylan derisinden nas
şefkâtin merhametin yırtık kağıdı kaldı
setterhan ey setterhan silkin toprağımda hin
dudağımda bin yıllık kanlı bir istilâ var
ey yanağı memleket özgürlüğüme perçin
yılmışım bileğimin ne bir takati kaldı
ne bir direnmişliğim ne de uluğ iftihar
kor göğsümde imtina yârin tokadı kaldı
hızır paşa hayırdır nefsi emmâre niyet
pir’im sultan sazında tarihe mi döküldü
etmedim farzet seni sevgiliye şikayet
ey gülizâr ayn’ında şirkin necâtı kaldı
değersin ey değersin can sokakta söküldü
mezar mezar bozkırda yâr sadakati kaldı
albız alsın canını atsız atam bu ne hâl
sayfa sayfa taşardı yüklediğin itibar
şimdi cansız bir yığın diktiğin koca balbal
ne bir kurt başlı tuğu ne de pusatı kaldı
atam el çek üstümden ölsün artık bozkurtlar
ne akil ‘ruh adam’ı ne de kürşad’ı kaldı
sorun nesimi’ye de derlesin buram buram
aklın onmaz kahrına yürüdü buğz taunu
tutun meydanı tutun dağlansın gökçe yaram
bugüne dilden dile tunçtan imadı kaldı
vâveylâ ey gülizâr bent eyleme zebunu
dost hasmına varınca hallac’a kadı kaldı
topla gözyaşlarımı dudaklarınla avut
o eşsiz ihtişamın heyecanı biter mi
güne erişmez miydi kaf’a tutunmuş sübut
ey gülizâr anka’nın kırık kanadı kaldı
alnımın ortasında çağıldarken bir mermi
kıskanç öykülerimin yorgun kıratı kaldı
ey gülizâr aşkınla işledin petek petek
bağbanı bir tek sensin sinemdeki bahçemin
geç kalmış yığılmışım serildim yorgan döşek
korku sardı gülizâr hâl sekeratı kaldı
molozlara yaslandı çayır çimen lehçemin
ne bir nakkaşı kaldı ne bir hattatı kaldı
tarihim ki irabım hitabım mı düzelsin
sözün şarlatanını alnından çivilerim
bilmez misin kabımı taştığında bir esin
tohumlanır rengârenk şimdi iladı kaldı
anla beni gülizâr çatladı serim serim
afşarım demir kıran oğuz inadı kaldı
kopartın zincirini tebriz’in şehriyâr’da
sırılsıklam zulmeti alazlanır zındığın
vurun başını tezden ateşperest diyarda
yüzyıllardır haykıran imanın odu kaldı
seyreyle ey gülizâr haysiyetsiz sandığın
bu delirmiş peykanda senden miradı kaldı
ihtirâm eyledim ki görmedi gözüm mehli
hafız’ın divânı’ndan cemâlini aradım
beyitlerde kaybolan mecnûni kelam ehli
gömdü maziye derdi mevtin azadı kaldı
ey gülizâr duyma sen çığlıklar salkım salkım
koçak Türkülerime ömrün ağıdı kaldı
haydi sarıl geceye gizlediğin o camla
sarıl bütün gizemler sadece sende dursun
başka başka âlemden gezlediğin selâmla
zan tutuştu gülizâr aşkın beratı kaldı
yalnız sana susadı bozulan bütün efsun
mülemma huzurumun pür itiladı kaldı
atam dedim sarıldım mahtumkulu bu nedir
hani kapılar vardı allı yeşilli aklı
bana mı gücü yetti sarındığım medcezir
ya tut göğsümden beni namın cellâdı kaldı
ya da tamamen devir yolum keskin sapaklı
iblisler çepeçevre bahtın sıfatı kaldı
okşamadım zülfünü ne gam dilimde düğüm
ben uzattım saçımı gayrı sürsün vâyeyi
ey gülizâr korkun mu darmadağınık ölüm
hazana bir oyuncak ins’in irşadı kaldı
açılsın kara toprak alsın bu hikâyeyi
müstafi bir ikrârın gök sefahatı kaldı
dindir çehreni dindir firakın da şerefi
bir izzeti var elbet çehrende güller açsın
cümle güller adaktır isme vuku selefi
fuzuli’ye andolsun bülbülün adı kaldı
kaç buğuyu tutar ki bu kitabelik yazın
mısra mısra şiirin eyvah imdadı kaldı
bilensin kuzey güney doğu batı perdesiz
devranın pusulası yalnız seni gösterir
tutulunca semahı yüreğin gibi temiz
ne seyri sabaha dek ne semahatı kaldı
şaşkınlığında kumlar sahiller boyu cebir
ey gülizâr ne camı ne de saati kaldı
her gelişim umuttu her gidişim bir ölüm
gülizâr sere serpe aktığımda o şehre
ne sen beni gördün yâr ne de ben seni gördüm
o şehirde aşkımın ulvî maksadı kaldı
şimdi o âh û vâhlar basarken çepeçevre
bahçede çay deminin acı hoyratı kaldı
ben ettim sen eyleme âb-ı nisanın sihri
zây oldu dem arakı çiçek çiçek portakal
buğulandı aniden nâr-ı beyzalar cehri
gözyaşına karıştı vakte firkâti kaldı
anemon düşüm benim dillerimde infial
sarkıt pencerelerde âb-ı balâdı kaldı
ey gülizâr kokunda değil karanfil iklim
misk û amber deseler ciğerlerim ki lisan
ben değilim elbette daim cemre müdavim
sana çocukluğumun son serenadı kaldı
vakit geç değil daha düş takvimi ey nisan
mahşere dek mühürlü aşkın üstadı kaldı
yirmiaralıkikibinsekiz-tarsus
Hakan İlhan KURT
-
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr
ne hâyâlar kuşandım çoluk çocuk düşünde
turaç misâli sersem sülün misâli humar
o ahlât cephelerde göğsüne düşen korum
ve bir izli mermiyim karanlığın döşünde
tek atımlık bûsemi alnına saklıyorum
tut yakamı gülizâr gözlerin bir saltanat
kelâm tahtı durulmaz vurduğunda başıma
en gözde malihulya uçarken kanat kanat
gem azıda sürdüğüm damarlarımdır koçak
ve bir yılkı atıyım kem yürümez aşıma
volkandır yelelerim rüzgârda salkım saçak
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr
cemâlinle avundum can havli pâre pâre
tunç kaleler devrilip ayağa düşerken ar
bir süvari nabzında kabarıp duran morum
ve bir kılıç kınıyım kuşağında avare
hoyrat şahlanışımı sinene saklıyorum
tut yakamı gülizâr bağları sis bürümüş
devrin çok gerisinde bir kuş kesmiş yolumu
ihsan bukağı altın ilham gagası gümüş
duvağın mahreminde telekleri bembeyaz
ben Türkmen çocuğuyum ellerim gün dolumu
taptaze bir çınardır enseme çarpan ayaz
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr
şefkâtine bulandım annemin ak sütünde
gök ceylanlar vurulup örselenirken bahar
dizlerine tutundu yüzümden sarkan nurum
ve bir efsûn nefesim sarı safran tütünde
en derin çekimimi kokuna saklıyorum
tut yakamı gülizâr yoksa gençliğim mübâh
bir değirmen sırtında akar durur oluğu
gün misâli doğarken sûretime her sabah
lügâtimde en yalın anlamlar bulur zaman
ben bir şiir dilliyim meşk toplarken soluğu
bir gök kurt edâsıyla bahtıma ulur zaman
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr
bahr-ı muhit dağladım arz bağrında visâle
kâmiller alev alev yüz dönerken hüzünkâr
mercan kesiklerimde sorgusuz akıl zorum
ve bir sırlı nağmeyim ibret-i nâr misâle
yalgın mısralarımı kalbine saklıyorum
tut yakamı gülizâr vakit çok da geç değil
çok da efkâr sayılmaz ardında ardım sıra
seherim misk û amber eserken efil efil
bin yıldır bilendiğim umutlarım bahtiyar
ve bir yusuf yüzlüyüm aşk bıraktım mısır’a
ben nefsimi yaktım da sana geldim gülizâr
ikiocakikibindokuz-tarsus
Hakan İlhan KURT
-
Hey anda anlamadın hiç anlamadın beni!
‘Hayâ îmandan bir şûbedir. Hayâsı olmayan kimsenin îmanı da yoktur.’
- Ben, gözlerimdeki hüznü perdeleyemedim!
hey anda anlamadın hiç anlamadın beni
en ücra köşelerde tutulurken gözlerim
tuhfe salkımlarında elif hakkı gülşeni
soluksuz sevinçlere taşıdım infazımı
ardı karlı isyanlar namlusunda sözlerim
gümâna süngüledi bıçkın alınyazımı
vurulurdu laçinler şehrin orta yerinde
arpa buğday incisi güvercinler ağlarken
bedir vaktine yakın al akma hançerinde
umarsız damlalardı kirleten elbisemi
ve yağmurun kuşları dizlerimi bağlarken
buzul dağlar okşadı sessizce gül bûsemi
anlamadın hey anda hiç anlamadın beni
ensemden yakalarken azat ettiğim tarsus
boğulan şehzâdeler özgürlüğünde yeni
yepyeni zindanlara bölündüm lime lime
dem üstü dillerime iliştiğinde kabûs
yastıkaltı düşlerim dokundu sûretime
hayâller budanırdı hâlsiz kör bir bıçakla
mûsikî menzillerde bilenirken mürekkep
hece efkâra ilhâk göz görümü merâkla
ham semaverler sağdı gök ekinler genzimde
ve kırışık vakti mi beklerdi depremler hep
his figâna sinerken nergis nergis benzimde
hey anda anlamadın hiç anlamadın beni
kadife rengim aşka ağarken şafak şafak
en duru emanetler tutusunda evreni
ruha çeşni eyledim mavi su çamçağında
bin yıllık özlemleri yıkarken kara toprak
üşüyen aynalara direndim gam çağında
zamansız seslenişler pençeledi tuğumu
hırçın saçaklarımda alazlanırken rüzgâr
âyinlerle kutsanan sancılı bir doğumu
dile düşürdüm dilsiz ilmeğinde nusreti
ve alnım siperinde dudağımda çığlıklar
hâki renkli göğsümde bâki nisan hasreti
seher vâkti nâşâdım düğümledi mahşeri
sormadın nedir diye gözlerindeki niyâz
beni hiç anlamadın kuşatırken zemheri
dinlemedin kalbimin mücrim zırh-ı cevşeni
kısalmış saçlarıma şerh düşülürken beyaz
anlamadın hey anda hiç anlamadın beni
yirmibirşubatikibindokuz-tarsus
Hakan İlhan Kurt
-
Türkmenem
‘O, şiirle konuşan bir düşünürdür.’ Cengiz Aytmatov
bir kemâlat çizgisi tarih boyu varlığım
doksandokuz ad ile tan yerinde derk menem.
yalvaç huyu hakkına pak alnımda arlığım
tünde günde acunu aydınlatan görk menem;
Mahtumgulu selinden koşuk deren Türkmenem!
‘Dut şeherim bol oğıl!
Daş neherim bol oğıl!
Yâdla meni vagtıñda,
Goş säherim bol oğıl!’
aksakallar ad verir gürbüz erler dizinde
kara çadır aklayan gökçe kızlar tizinde
yol bilenip durmadan atam ötem izinde
boz topraklar hatrına öz yurdundan terk menem;
Mahtumgulu ilinden koşuk deren Türkmenem!
‘Gadrını bil od özüñ
Gül-pürçükli nur yüzüñ
Yagşı sözüñ hoş sözüñ
Gök güherim bol oğıl!’
her konardan fışkırır her baharda nevleşip
soluk verir yarına kilim kilim evleşip
beş vakitte iki bağ dede torun devleşip
Tanrı bilir gördüğüm uğraşlarda erk menem;
Mahtumgulu elinden koşuk deren Türkmenem!
‘Gice keçti batıştı
Seret şapak yatıştı
Canıñ cana gatıştı
Bar miherim bol oğıl!’
doru taylar tozundan kanatlanan canımla
harsım üzre çağlayan bilge başlar şanımla
asilliğim hikmeti damla damla kanımla
meydan hakkı çağlara bilek çatan berk menem;
Mahtumgulu telinden koşuk deren Türkmenem!
‘Manı çeyne gapdırıp
Yüreğimi dopdurıp
Türk vaspını çapdırıp
Pek deherim bol oğıl!’
Kurtbala der “kim demiş yazlak kışlak yorulur,
geçmişini zûl edip kor özünden vurulur? ”
nice hasret yangını kim demiş ki durulur,
ezel ebed tarihe takvim düşen Türk menem;
Mahtumgulu dilinden koşuk deren Türkmenem!
‘Boyçeçaglar tagtına
Yüpek asman bagtına
Ganıñ gızıp agtına
Dil möherim bol oğıl!..’
30 Haziran 2005 // T A R S U S
Hakan İlhan Kurt
-
Türkmen Ağam
“Arkadaşlar!.. Gidip, Toroslar’a bakınız!.. Eğer orada bir tek Türkmen(Yörük) çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” M. Kemal ATATÜRK
Türkmen Ağam yürek yakan selamın
Dağ yücesi kanat açsın kuş olsun...
Bilge deyiş demir pençe kelamın
Bilek çatak güreş tutak hış olsun;
Hele gel de bağır basak hoş olsun!..
Nice civan uşak oldu sündüzde
Nice gezgin yolun şaştı gündüzde
Türkmen Ağam kara kırda ön düzde
Süzme yoğurt döğme pilav tad olsun;
Gel de bunlu soframızda şad olsun!..
Ak pınarlar hasret oldu bulanık
Delik çarık ayaklarda dolanık
Türkmen Ağam yer buluta ulanık
Gel divanın gök desenden çul olsun;
Gam kasavet çay deminde pul olsun!..
Kopuzlarım Korkut’ta gürz vuruşu
Peş dolusu muska hakkı kuruşu
Türkmen Ağam deli bir kurt duruşu
Bas geceye düğün dernek tan olsun;
Ardın sıra bıraktığın şan olsun!..
Ayrık tuttu burçak yoldu pazımız
Zülfün telde maral boğdu nazımız
Türkmen Ağam ne yamandır yazımız
Hele bir gel fasıl olsun dem olsun;
Muhabbetin yaramıza em olsun!..
Al yeleden esrik yiğit naralı
Omuz tutan ak şahanlar yaralı
Türkmen Ağam bu ne talih karalı
Aş dağlardan piştiğimiz tav olsun;
Haset gönül kem ağızlar av olsun! ..
Yay kirişsiz oksuz kaldı sadaklar
Kan hakkına doyamadı adaklar
Türkmen Ağam seni ağlar dudaklar
Gel de dire vuslatımız sur olsun;
Gölgelere zûl hüznümüz nur olsun!..
Aygır boğa manda döşlü bendini
Şahbazlarım yıktı kendi kendini
Türkmen Ağam nedir söyle fendini
Maya tutsun ak sütümüz pek olsun;
Heybetimiz şol acunda tek olsun!..
Yedi iklim törem harsım cihanım
Başı gökte yazıt dilli nihanım
Türkmen Ağam öz dilimden sühanım
Gönüllerden gönüllere laf olsun;
Gel dirilsin muştu vakte saf olsun!..
Türkmen Ağam gün ışığın saçınca
Kös tokmağın saz mızrabın açınca
Hele bir de akıl baştan kaçınca
Kaytan buram Kurtbala’da bağ olsun;
Zürriyetim erim kızım sağ olsun!..
3 Haziran 2005 // T A R S U S
Hakan İlhan Kurt
-
-diyar içinde-
anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
humar bakışlarımda bir kasırga dillenir
her sûret ağyâr olur salınır sersem sersem
düşerim düştüm demem sâhi diyar içinde
gülizâr yanan benim yandığım ile seyir
ûmidim nûr içinde dâhi diyar içinde
tarla kuşları döner başımda kanat kanat
en yılgın gülüşlerim akşam çaylarımda nûn
gelip giden aklımın dar köşesine inat
soyunur sürgünlüğü mavi diyar içinde
gülizâr baygın düşüm iffetim çölde mecnûn
senden çok uzaklarda kâvi diyar içinde
anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
ve çorak topraklarda bûselerim millenir
bahtiyar alfabemin ilk nefesinde erdem
hasretin kalır şevkle vâsi diyar içinde
gülizâr aşkım benim damarlarımda devir
adressiz kalan benim asi diyar içinde
lâleler göğe baskın seyranım bağrı yanık
ninniler büyütürüm al şalında simsiyâh
kolum kanadım kopar nârım darmadağınık
bulağından bir damla kâfi diyar içinde
gülizâr gülüm benim uğradığım her sabah
secdeler çarpar beni sâfi diyar içinde
anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
incir ağaçlarında akıbetim çillenir
yalın yola koyulur imanım perçem perçem
rengim hâkiye döner hâki diyar içinde
gülizâr serim bağım karanlığımda bedir
aşkınla savrulurum tâ ki diyar içinde
gece çiçeği yürür kırlara beril beril
eflâtun yaralarım efkârında ibâdet
yüzüm döner yönüne kıblegâhım yemyeşil
avuttuğum gönlümün pây-i diyar içinde
gülizâr fecrim benim ihtişama şehâdet
nâr-ı hicrân içinde zâyi diyar içinde
anla beni gülizâr dudaklarımda deprem
benzim uçsuz bucaksız vâdilerde killenir
cehennem kuşanırım âh û feryâda merhem
kıskançlık alev alev hâli diyar içinde
gülizâr tahtım benim bulandığım göksafir
sesini aranırım lâl-i diyar içinde
kalbî bir zikir başlar huşû salında miraç
şahlanır lisân-ı gayb levh-i mahfuz’da görkem
bîhoş intihâr hükmü saflığım kadar kıraç
dizlerimden tutunur mâzi diyar içinde
gülizâr anla beni dudaklarımda deprem
ve hep ölüm ağlarım gâzi diyar içinde
birmayısikibindokuz-gaziantep
Hakan İlhan Kurt
-
bırakma ellerimi gül yanaklı gülizâr
“simsiyâh sayfada bembeyaz bir yazıyla,
...ellerimi bırakma! bir yanardağ yarılacak birazdan...
bırakma ellerimi! birazdan ortadan ikiye ayrılacağım;
bir yarım yollara düşecek, diğer yarım önüne...”
bırakma ellerimi gül yanaklı gülizâr
bir ikindi uyanır nazım duruşuyla lâl
dört buçuğa ayarlı uygun adım intihar
ıslanır gözyaşımla ecel yunaklarında
ve bağıl hüzünleri sağan nevrimle ahvâl
nâr-ı hicrâna durur şehrin sunaklarında
dokunaklı sezinler tutsağında dal-budak
od sırmalı kan olur avuçlarımda akit
sıvasız duvar gibi durağanlaşmış dudak
uykusuzluğu saklar firâkın ensesinde
ve hoyrat giyitlerle bezenen şehr-i seyit
kıyâmete doğrulur sabrımın nefesinde
bırakma ellerimi gül yanaklı gülizâr
burma yeşimlerini kıskandırır gidişim
güneşin batışına güdümlü keskin efkâr
bir yay misâli gerer yalgın dalaçlarımı
ve titreyen düşleri kucaklarken gelişim
kartal bezenişlerim yontar kulaçlarımı
infilâk düzeneği ve buruşuk bir niyaz
sonrası velveleler kuşanır dilimde his
sımsıkı demetiyle asûde ve bembeyaz
tembihler perde perde asılır inadıma
ve üşürken yıllara ağan sis ile nefis
kar bulutları çarpar kırılgan kanadıma
bırakma ellerimi gül yanaklı gülizâr
kızılcık baskınları ayak diretir saf saf
serabın kül rengine çöken kurşunî diyar
ırgalar vakte dâir kısa saçlı cismimi
ve yontma taş döşeli kaldırımlarda insâf
kıtlama çay deminde biriktirir ismimi
zembereği tutulu ve boğazı yutkun gam
şaşkın pusulalarla yön arar bitkin bitkin
defne yapraklarına sinen efsunî ahkâm
zılgıt savurur zımnen şubat sağdıçlarına
ve bir salık yağarken suvat kelâma yetkin
ürkek kurlar üşürür ev kırlangıçlarına
bırakma ellerimi gül yanaklı gülizâr
mâtem ayini olur akşam kahrı simsiyâh
yırtık gölgeleriyle alnımı tutan yollar
süreğen bir seyirle parçalar dizlerimi
ve kıyam sürgünlüğü güle meyilli günâh
sûretlere dağıtır en mahrem gizlerimi
bir kelepçe misâli kıvrak ve sürgülü mil
askılı kapılarda tutuklu kalır perçem
ökseli dimağımda yediveren karanfil
bakışlarınla yakma isyan kandillerimi
ey benim şiirlerle sarmaladığım serçem
gülizâr gül yanaklım bırakma ellerimi
onaltışubatikibindokuz-tarsus
Hakan İlhan Kurt
-
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
simsiyâh sayfada bembeyaz bir yazıyla;
’havalar o kadar bozdu ki çok üşüyorum
her zaman her yerde ülkümle örtüşüyorum
ben senin yusufun olmuşum aşkla bilece
her yazıtta seni okuyorum hece hece
ey yiğit yüreğimin en mukâddes cevşeni
yılanlı kuyulardan artık çek çıkar beni!’......B. Karakoç
...vâveyla gülizâr!
duy ki şehr-i şeydânın sakladığı emanet
ve gönderilmişlerin göz kamaştıran şevki
iflâhımın kaynağı nurun değilse şâyet
yazdığım her şiire mısra mısra yağan kim
kimdendir necâtımın toprağı sarsan zevki
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
kuşluk vaktinde gelir en sâhih en makbûl düş
bana gelen hep sensin sabahın kanadında
bilsen ki bu düşünüş bu doğuş bu görünüş
gökkuşağı tarayan aşk harmanı bir resim
gülüşün ki rengârenk umut saklar yarında
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
kalemim nâif şimdi sükût demi anafor
bulandığım tufanlar ardı sıra hûş sesli
cemâlinden alnıma süzülürken o akkor
kutsanmış mâbedinde kıyâma durur iklim
coğrafyalar doğrulur çağlaşır hisli hisli
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
gür başaklar diriltir gün çatlatan bu mahâl
öğle lafzına inat yanağım güz durusu
yaprağına tutunur suyu çekilmiş her dal
dirilmişsin sinemde kalmam ki artık yetim
siner de sayfa sayfa tüter üç gül kurusu
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
börtü-böcek uyanır gözleri kırpık kırpık
tavafında merhamet çayır çimen güncesi
yakama yapışanlar hüzün değildir artık
en çocuksu haliyle sefâhat vakte hâkim
yüreğim avucunda nevbahar eğlencesi
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
ikindi haytalığı kuşanır dört bir taraf
göz hâkkı devr-i cihân endâmı sere serpe
od sarınmış buz gibi bakınır tuhaf tuhaf
beynime mıhladığın yerden semâya çekim
ayağımda zerredir çiy dudağımda körpe
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
dökülür perçemin de temâşaya doyulmaz
tomur tomur saadet alnının o ziyneti
şaha kalksa aniden deli dolu bir poyraz
şûledarım şefkâtin kelâmın akl-ı selim
dizlerimden bağırır kasavetin hicreti
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
akşam karanlığını aydınlatır her muhip
sensin kandilim benim gecemin iftihârı
koçak dilli gönlüme billûr şamdanlar serip
yine sensin başımı bağrına basan erim
susuşum suskunluğum imanımın ikrârı
vâveyla ey gülizâr böyle dingin değildim
yirmidokuzaralıkibinsekiz-tarsus
Hakan İlhan Kurt
-
hey anda tut dilimi
"Ey iman edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki başarıya erişesiniz." Sûre-î Enfâl, 45’inci Ayet
hey anda tut dilimi darmadağın bir umut
gezlediğim bahçenin yalnız feryâdı kaldı
kıskıvrak çatal dilli rüzgâr önünde bulut
bölük bölük savruldu mavi göğün nâmına
tut dilimi hey anda sevdâmın adı kaldı
bir çingene dansından hüznün ihtişâmına
çakıldığım duvarlar yıkıldı birer birer
birer birer devrildi kutsadığım hissiyât
gözlerim ufku tarar ayaklarımda mermer
parçalanır hırsından sızım yürür ziynete
andam devrân utansın utansın bu saltanat
koşar adım sefâlet yüklediği heybete
anda hey tut dilimi örtüsü kalktı artık
kartal bakışlarımın katran sokaklarımın
gün misâli aşikar sarıldığım yalnızlık
gecenin peşi sıra delişmen firârımda
hey anda tut dilimi çöpçüler dahi şaşkın
çürüdü semaverler ateş dudaklarımda
her dengede ıradı dengesizliğim her dem
menzilimde duruyor bıraktığın son bakış
şakağımda nazarlık diş bilediğim erdem
öğüttüğüm Türküler görsen nefes nefese
bahar işledim andam seninle nakış nakış
şimdi geceler boyu salıncağım vesvese
andam sende solardı en derin hıçkırıklar
en sessiz zamanlarım sende çığlık olurdu
ne oldu neler oldu buza mı kesti hisar
bozkır kokan ekmeğim sırılsıklam temâşa
tut dilimi hey anda mekânım ağyar yurdu
yorgun lokmam ırgatlar boğazında kargaşa
gazete kağıdında bereketlenen sofram
ve bir damlacık suyun taşırdığı muhabbet
parkamda ısınırdı parkın sırtında tafram
sevgili oyuncağı huzursuzluğum perde
hayâller tutuşurdu hey andam demet demet
tutuşurdu yıldızlar o muzip gecelerde
tut dilimi geç olur telâfisi sonradan
kabarır zandan zana fışkıran mesafeler
mızrak boyu dilimde dildiğim her şey ziyan
her şey suça dayanır kıskançlığım günâha
andam bıktı kalemim baskın yiyorum yer yer
düşersem doğrulamam doğrulamam bir daha
yaktı ışıklarını hey tut dilimi andam
kılıçlar kadar hırçın bu şehrin zincirleri
birazdan ayaklanır gölgeleriyle ecram
gün karışır birazdan sabahın ensesine
tut andam yıldı yine karanlığın çeperi
sevgiliden gam kaldı sevgilinin sesine
biraralıkikibinsekiz-tarsus
Hakan İlhan Kurt
-
bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
“simsiyah sayfada bembeyaz bir yazıyla;
-sevgilinin muhabbeti
nisan yağmurlarınca bereketli
ormanlarca gür olmalı
başında duman eksik olmayan bir dağ
ya da tufanı çağrıştıran seller misali
hür olmalı- Bahaettin Karakoç
...bil gülizâr!..”
bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
kıpkırmızı tütsüler serperim bozkırlara
yamaçları seyrelmiş ve tepeleri basık
gürz yükseltiler tanır özgürlüğümü benim
ve coğrâfyam usulca gömülürken sırlara
aynalarla çevrilir şu günahkâr bedenim
kaldır beni yerimden sere serpe bir vebâl
üzerime çullanır acımaz mertliğime
bakşı soluklarında adressiz kalır mahâl
ve depreşir sızılar on bin yıl ötesinden
kaldır beni yerimden yüreğim lime lime
yüzüm ki katmerleşir sımsıcak nefesinden
bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
ateş dilim kanatır masmavi gökyüzünü
kadife gecelere gizlenirken karanlık
güz hüznün sarısıdır ay ûmidinde bedir
ve damarlarım titrer uğurlarken yüzünü
antik mısralarımda bâkir düşler gezinir
kaldır beni yerimden sarıldığım bu sanat
sindirir hoyratların o sarsılmaz bendini
bir sinsin havasıdır yoz gidişlere inat
cam duvarlarda kalan o çetrefil bekleyiş
kaldır beni yerimden kaldır kendi kendini
ateşlere salmadan dinsin bu çığ sesleniş
bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
efsûnlaşmış emlerim yırtar gür çimenleri
sarmaşık bir günlüğü tutan ağaçları sık
ormanlar kadar ıssız değildir göğsümde haz
ve avlağımda coşkun ayindir her zemheri
şahlanan renklerime temrenlerin dayanmaz
kaldır beni yerimden dolanır durur bin âh
şakayık lehçelerim bir yalıyar sürgünü
günbatımında mızrak kadar bağnaz bir günâh
kurumuş dudağıma bakınır tuhaf tuhaf
kaldır beni yerimden hayâllerin her günü
tekmil hesâba çeker akkor keser her taraf
bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
asra takvim düşerim balbal gövdelerinde
atlasıma kök salan kopuzların o çalık
tınılarında saklar haykırışımı akıl
ve çağlar tarih boyu ediplerin ferinde
simsiyâh sayfaları işgâl eden bu fasıl
kaldır beni yerimden haydi elimden tutup
kavgadan yeni çıkmış savaşçı edâsıyla
yedi iklim dört mevsim dört yön ve iki kutup
muştu sarhoşluğunda sırılsıklam her salık
kaldır beni yerimden nevbahar sedâsıyla
bir Türkmen sagusu’yum gülizâr çığlık çığlık
üçocakikibindokuz-tarsus
Hakan İlhan Kurt
-
böyle ağlarsan eğer çıldırırım gülizâr
“simsiyah sayfada bembeyaz bir yazıyla;
...zehir zemberek ilerliyor yaşım
um ki yudum yudum uğramamışım
um ki umuduna dokunmamışım...
...gülizâr
çocuksu ibâdetlerimde
adamlılığımı dağlıyor başım...”
böyle ağlarsan eğer çıldırırım gülizâr
yırtarım vakte dâir bıraktığın verdeyi
efil efil yüreğim ve kabarmış bir damar
zikrimle de ayılmaz cehl-i mecnûn sersefil
ey aklıma ziyanım kaldır şûha perdeyi
ve döşe sabaha dek geceme sabr-ı cemil
zühre bakışın titrer avâre kalır mahrem
sonu darağacında bir isyandır yoluğu
kör-kütük gerilmeler salıncağında çehrem
hangi yöne savrulsam sûretim parçalanır
ey çiçeğim sar beni ensemde kurt soluğu
kıvranır durur densiz genzimde patlar kahır
eğer böyle ağlarsan çıldırırım gülizâr
dağıtırım beyhûde salındığım medarı
velâdete ermeden kurur gönlümde bahar
ayağıma dolanır çiy sarınmış nezâket
ey benim kalemimin san’atımın mimarı
yalnızca gülüşündür cehennemime cennet
delile sayılmaz mı hâl sayfalarca memduh
ve kurşun gibi midir gam inmesi aynaya
gül yanaklar nedâmet kor dudaklar ki meşduh
sükûta mı döner hep yüzünü raks-ı şehnaz
ey benim yarı baygın uykumdaki loş rûya
tut o gözyaşlarını bahtım olsun mihr-i naz
ağlarsan böyle eğer çıldırırım gülizâr
gözlerim kömürleşir kül ağar ellerine
çöreklenir başıma fırsat düşkünü bir mar
ifrit eğlencesinde şahlanır bîhuş sühaf
ey kavî zırhım benim göğsüme dokun yine
vebâli bende kalsın bakınma tuhaf tuhaf
kıyâmet sonrasına sürülür fer-i dilbâz
ve firâra meyleder râyihanın faili
imbata boğuk sancı yitirilmiş bir infaz
dillendirir boynumu fetvaların ki farzdan
ey hırçın varlığımın en uysal şemaili
dindir damlalarını buz kesmiş vech-ûl arzdan
eğer ağlarsan böyle çıldırırım gülizâr
sızlatırım koynuma gerdirdiğin boşluğu
kanatları kırılmış bir bedîr olur efkâr
ve mahşere demirler ağ alnımdan tenâkus
ey secdemin âbâdı vur nefsinle kuşluğu
pespembe kıyâmımı bulandırırken kabûs
sakınır telaşımda dehri âlem-i esbab
hiddetimde sakınır cümle bay û gedâsı
ne hasım muhabbeti kalır ne de bir ahbab
pençeleri yüklenir içimdeki korkular
dinle beni duy beni aşkın ıtrî sedası
ağlayacaksan eğer çıldırırım gülizâr
otuzbirocakikibindokuz-tarsus
Hakan İlhan Kurt
-
bu bir Celâlî bağrıdır, kraliçem!
‘özgürlüğün düştüğü her yeri ben kaplarım;
sen dağıl coğrâfyama, ben yüzümü toplarım.’
güz, gizemli bir öykü; bir gülüş gül yarası.
en keskin sabahını, bana saklar karakış.
her bahar yumağında yerle göğün arası,
bu istilâcı evham, bu deryadil haykırış;
yalınkat beyânlarda bir Celâlî bağrıdır!
ey benim mısralardan sakındığım öz lehçem,
/k-ra-li-çem.
sırlanır gün renginde sadağının mahremi,
bir bana mı gerilir, aşkın süreğinde yay?
ipek sağımlı yollar, bâca tutar çehremi;
çayır çimen yağmuru, ala bulutlu buğday.
sürdüğün, üryanlarda bir Celâlî bağrıdır!
ey benim kuşluk vakti çelikleşen kelepçem,
/k-ra-li-çem.
ak soluk vadilere yaslanır da uzunca
kıskanır o kokunu menekşe, sümbül, nergis.
parıl parıl toynaklar yeminini bozunca
en sâdık rüzgârlarla tepinip duran bu his,
sersefil meyanlarda bir Celâlî bağrıdır!
ey benim buğul yunak tövbelendiğim akçem
/k-ra-li-çem.
bakışların tuğrakeş â’rafın ensesinde,
bir lâhza mülk ayini, bir dal ferman-ı berât.
nefsime sızar gövdem nefesinin sesinde,
sancılı duruşların gölgesinde bu mirat,
kıpkızıl isyanlarda bir Celâlî bağrıdır!
ey benim alaturka alınyazımda perçem,
/k-ra-li-çem.
en has şimşekler kişner, yele yıkar tülünü.
peçelenen başımda, parmak uçların tespih.
gerdanın dağ maralı, göğsün macar sülünü
masmavi rüyalarda sakladığın her tembih,
dinmez cereyanlarda bir Celâlî bağrıdır!
ey benim aşk soframda bağdaş kuran dilekçem,
/k-ra-li-çem.
gök kılıç darbesiyle söner mi yürek koru,
dehşetinden siner mi gün tohumu ay çiçek?
ellerim sarı çiğdem, dizlerim zambak moru
cümle ordunu sevk et, bütün bentlerini çek
yağan, tunç tuğyanlarda bir Celâlî bağrıdır!
ey benim haziremde ezber ettiğim bahçem,
/k-ra-li-çem.
8 aralık 2010 / gaziantep
hakan ilhan kurt
-
Kalırdım
Sana geldim aksisedâ nârımla
Bir kez bilsen murâdımı alırdım
Nisyana dek düşe kalka zârımla
“Bu ne evham kal” deseydin kalırdım
Geldim hızla ırmak gibi akarak
Siyahlaşmış bulutları yakarak
Bir ihtimal gözlerime bakarak
Sırılsıklam “kal” deseydin kalırdım
Ruha ayan ruh yarımın kaderi
Koy omzumda çıkın ettim kederi:
“Yâr içinse sol elinin ederi
Birkaç tutam kal” deseydin kalırdım
Yol yordama kaba taşlar katışmış
Ayaklarım gökyüzüyle çatışmış
“Geldin gördün fırtınalar yatışmış
An muntazam kal” deseydin kalırdım
Sana geldim gecenin bir köründe
Gençliğimin en günahkâr yerinde
Ama öyle ama böyle birinde
“Hâsıl tamam kal” deseydin kalırdım
Dudağımda yedeminlik bir nefis
Zevkiselim süreğinde nev-meclis:
“Menekşe gül zambak sümbül ve nergis
Buram buram kal” deseydin kalırdım.
“Nefesimin gün gündelik faslında
Yer demirden gök bakırdan aslında
Ki doyumun haddi olmaz vaslında
Gel bu akşam kal” deseydin kalırdım
18 Şubat 2010 / Gaziantep
Hakan İlhan Kurt
-
Bu güzel şiirler Türk Kültürü bölümünde üstte durmalı ki , yeni nesil Türkçülerin maharetleri okunup bilinmeli. Şiirlerin devamını da eklerseniz çok sevinirim. Konuyu sabitliyorum.
KURTBALA Beğ , sizde Hakan İlhan Kurt Beğ'in önceden bir hikayesini yayınlamışsınız. O hikayede ki şiirler çok güzel. Bu başlık altında tekrar yayınlayın isterseniz..
-
Hakan İlhan KURT kardeşimizin kendisini tanımasak da, öteden beri, Uluğ Bilge Atsız Beğ ve N. Y. Gençosmanoğlu tadında yazdığı şiirlerini severek ve beğenerek okuyor ve hatta ezberliyoruz.
Hakan İlhan KURT kardeşimizin kalemine ve yüreğine sağlık!
KURTBALA adlı kullanıcı, Hakan İlhan KURT kardeşimizin kendisiyse eğer, kendisini Otağımızda görmekten büyük bir mutluluk ve onur duyduğumuzu belirtmek isterim.
TTK.
-
'Ağasar', 'Atsız Gök-Börü' ve 'Üçoklu Börü Kam' karındaşlarımı selâmlarım; kocamışlarımızın yakarıları üzerinize olsun...
Yazışmalığın ilk kurulduğu zamanlarda 'Kurtbala' kullanıcı adını almıştım.(2007) KURTBALA, Hakan İlhan Kurt'un hem şiirlerinde kullandığı mâhlası, hem de ata-babalarından kalan mirâsıdır.
Kurtbala, Türk Kültürcülüğü'nün aslî unsuru olan Türk Edebiyâtı uğraşında, yazışmalıkta bulunmaktan ve yeni seslenişlerini özkarındaşlıklarıyla paylaşmaktan mutlâk sûretle memnûniyet duyacaktır.
Tanrı, Türk'e yârdır; O'nu zamanın bütün kötülüklerinden koruyacaktır!
-
İslâmoğlu Osman Batur
- bütün ölümsüz Türkistan Savaşçıları’na...
sesimin ulaştığı tüm cephede hür sözüm
ve bıçkın göğüslerde uzun karlı akşamlar
kayda geçirilirken Altay yanığı yüzüm
semâyı omuzlayan her yaramdan gül damlar
yürürüm şu sipersiz coğrafyam dar içimde
ey Türkistan, yürürüm; bir seyir var içimde
yağar burkutlarımın çelik temren pençesi
sabır tasında obam ünler Rus’a Çinli’ye
ve kuşluk vaktine dek bütün kuşların sesi
bir ağız Tanrı birler solgun kara dinliye
yurdumda zürriyetim köşe bucak ay Hüdây
ne kaçak eyle beni ne de yüke say Hüdây
elbette ki bağ boğum ırkıma dolanda toy
şahlanır sayatlarım saylarda misil misil
orta kuşak yuğlarda alazlanır cümle huy
gözyaşlarımla büyür ala yunak bir nesil
andolsun yedi göbek yedi düğüm o güne
Böke Batur öğüdü öğüttüğüm o güne
harsımla secdelerim anamın ak sütünü
gürlerim Köktogay’da ümitler gülüştükçe
asrı ekmekler cengim; kara örtüsü tünü
kara saçımdan çekip toprakla bölüştükçe
nice tohum çatlatır kıra yatık kaşlarım
nice düşman eceli kara çatık kaşlarım
pusularım puslanır avuç içim bembeyaz
ölümler beğenirim bin yıllık betiklerden
takvimsiz renklerimi şakırdatır da ayaz
tutunurum sabrıma sabırsız tetiklerden
düşen benim kalkan ben delik deşik gövdemle
dağları kürür gölgem bala-beşik gövdemle
ey Türkistan, yürürüm; damar damar nârına
kanımla imzaladım ben kayıtsız kinleri
yarına sere serpe bir tomurcuk kârına
adak verdim adadım, kadın erkek binleri
hürriyetim imânım, düşse sızım kaldırır
imânım; düşsem bir gün, oğlum kızım kaldırır
Gez Kurt’ta ekimlerim tutanaksız ve koçak
evime evdeşime çekik gözlerim pusat
göç yollarımı tutar kır soluyan her saçak
ve kıpkırmızı tuğum baskınlarımdan hasat
zeytin zeytin yeşerir meş’âleler yağıya
rüzgâr yalayan atlar al yeleler yağıya
avuçlarım uzanır aksungur tüneğine
yaslanır çiçeklere koynumun sapakları
yer yatağı düşlerden her taşın beneğine
bir ok gibi saplanır yorgun dizkapakları
bin yadıma bir adım yurdumu alır adım
ey Türkistan, yurdumda isyancı kalır adım
kurt ulumalarında başım esrik ve aylak
günbatımını bekler ayağı yalın yamaç
sallar ufku kökünden gözlerime basarak
çifte büklüm yapraklar yeşil dallar gür ağaç
kanat açarım vakte han-saraylar ardımda
çoğul söylencesinde dolunaylar ardımda
ala sayvan avlakta nimetim süreğime
yıldırım gibi inip diz çöktürdüğüm belâ
devrânı yazıt yazıt işlerken ereğime
kolumu kulağımı doğrar sarı istilâ
cihâna açan benim bende açan Kamambal
boyun verdiğim hâlde benden kaçan Kamambal
odlanır yüreğimde akar da billûr billûr
tarih boyu eziyet bitmek bilmeyen kıyım
bilmem hangi atlasın ortasına düşen nûr
bilmem hangi böceğin taptazecik rızkıyım?
Urumçi sokakları kokumdan tanır beni,
ölmedim ben ölmedim öldü mü sanır beni?
2 Eylül 2010 / Gaziantep
Hakan İlhan Kurt
-
Malazgirt’e Söz Gerek
Zaman;
Bed yüzleri seğirten ve kem ağızları böğürten muratların terlediği,
Ad adlanmış, adaklanmış ve sadaklanmış yiğitlerin gem azıda doludizgin gürlediği,
Elleri nasırlı, dizleri hasırlı ve alınları sırlı anaların tomur kızlarını erlediği,
Dede, torun, emmi, dayı, çağa-çocuk bir ağızdan Tanrı’yı birlediği zamandır!
1071 yılının sıcak bir Ağustos gecesinde, Büyük Selçuklu Hakanı Sultan Alparslan otağında çetin bir cengin ön hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Söz ehli ve kavga fenli kumandanları, beyleri ile dönemin en güçlü ordusuna sahip olan Bizans İmparatorluğu’nun zayıf yönlerini irdeliyorlardı.
Sultan Alparslan ve beyleri, birden dışarıdan gelen sese kulak verdiler;
Nazlıca hey kara toprak kucak açmış nazlıca
Can almaya can vermeye nice deli ser gelir
Yurt bağrından Rûm eline bir ok gibi hızlıca
Kalkan geren mızrak salan kılıç tutan er gelir
At sırtında doludizgin “Allah Allah” der gelir
Gök yıldırım yer velvele bir inilti derinden
Öbek öbek kaba taşlar doğrulunca yerinden
Delişmenler od üstünde aşın bin bir türünden
Geyik boynu manda döşü deve budu yer gelir
“Hamd sanadır şükür sana Sübhânellah” der gelir
Başı duman koca dağlar duyduğunda çağrını
Buz bulağlı vadilerin ter basınca bağrını
Demir süslü Rûm erinin sızlayınca yağrını
Türk ilinden dindirmeye pençe pençe şîr gelir
“Rahim Allah Hâkim Allah Ya Bismillah” der gelir
Çayır çimen baştanbaşa çiy börkleri çektirip
Sık ormanlar dal budaktan tuğlarını diktirip
Koç yiğitler boz atları şahlandırıp sektirip
Vardığında yılgınların gözlerine fer gelir
“Zürriyetim oğlum kızım ırkım billâh” der gelir
Buğra beyler oluk oluk nefesleri sezince
Rûm’a doğru ok çekip de temrenleri ezince
Gürbüzleri kefenleyip tan vaktine dizince
Kurt yürümüş em tutmayan yaralara pîr gelir
“Yüz bin kılıç boynum vursa dönmem vallah” der gelir
Otağdakiler, az önce okunan şiiri sessizce dinlemişlerdi. Şiir biter bitmez oturduğu yerden ayağa kalkan Sultan Alparslan;
- İşte! Bizans ne kadar güçlü olursa olsun, bu ruh ve kemâlat; bizleri, onların karşısında dimdik ayakta tutacaktır! İşte! Bu ruh ve kemâlat…
Dedikten sonra sözlerini tamamlayamadı. Otağın girişinde duran nöbetçilerden biri hızla içeriye girdi. Sağ elini sol göğsüne koyup, yere diz vurdu. Başını öne doğru eğdi:
- Hakanım! Bizans Ordusu hakkında bilgi almak için Anadolu’ya gönderdiğiniz şahbazlarımız geldiler. Önem arz eden haberleri var!
Sultan Alparslan, nöbetçiye baktı. Nöbetçiye buyruk vereceği sırada, az önce dinledikleri şiiri okuyan ozanın sesi, yeniden otağın içlerine doğru süzüldü:
Han duruşu yiğidim hey buğz körleten emirle
Konar göçer Rûm sırtına nefes vurur ses vurur
On bin yıllık pınarlardan su katılmış demirle
Salkım saçak koşumuna perçem perçem süs vurur
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur
Kocamışlar Aksakallar Hâkka niyâz eyleyip
Sehere dek divan divan gökyüzünü meyleyip
Er tükenmez Oğuzlar’ın dirliğini söyleyip
Şahbazlara destur verir yürek oynar his vurur
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur
Bozca kırdan toynaklara çalı çırpı ağınca
Od mızraklar kırbaç oklar yağmur gibi yağınca
Gerilerde cağ direğim yeni yetme çağınca
Yanar durur döner durur duman duman is vurur
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur
Dolun bulur ay gecede ışık ışık kurdundan
Erenlerin ermişlerin kutsadığı yurdundan
“Tanrı yolu! ” deyip cenge gidenlerin ardından
Sanmayasın şol tarihe kara yüzlü yas vurur
Doru taylar kişneyende kopuz titrer kös vurur
Sultan Alparslan, dışarıdan otağa ağan sesi dikkatle dinledikten sonra nöbetçiye seslendi:
- Daha ne durursunuz, otağa alın!
Nöbetçi, başı öne eğik bir şekilde diz çöktüğü yerden doğruldu ve geri adımlarla otağdan dışarıya çıktı. Ardından Anadolu’dan haber getiren şahbazlar kan-ter içerisinde otağa girdiler. Sultan Alparslan’ı Türk töresince yere diz vurup, selamladılar.
İki Türk çerisindeki endişe, otağda bulunan Sultan Alparslan dışındaki herkese aniden sirayet etti.
Sultan Alparslan’ın kumandanları, beyleri merakla Anadolu’dan gelen haberi bekliyordu.
Sultan Alparslan:
- Nedir bu hâl, yiğitlerim! Az soluklanın! Getirdiğiniz önemli haber nedir?
Haber getiren iki çerinin en kıdemlisi Salukbay söz aldı. Ciğerlerine derin bir nefes çektikten sonra konuştu:
- Hakanım! 260 bin kişilik Bizans Ordusu bize doğru hızla yaklaşıyor!
Salukbay’ın bu sözlerinin ardından; dışarıdaki sımsıcak Ağustos gecesine inat, Sultan Alparslan’ın otağı buz kesmişti. Zira Bizans Ordusu ile Malazgirt Ovası’nda karşılaşacak olan Büyük Selçuklu Ordusu yaklaşık 60 bin kadardı.
Dışarıdaki ozan haykırışı, yeniden otağı bürüdü:
Hey Salukbay sana derim iyi belle sözünü
Azgın dinli kara kâfir saldıranda öz gerek
Rûm yağısı heybetiyle sararttıysa yüzünü
Zağlı kılıç yarasından gün yanığı yüz gerek
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek
Koç yiğit ki akın edip ırmak gibi akacak
Koç yiğit ki volkan olup şol meydanı yakacak
Nal çatlatıp gem azıda yıldırımlar çakacak
Yağı üzre atılmaya yürek gerek köz gerek
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek
Rûm elinin barındıkça cayır cayır yandığı
Şahididir ol toprağın alca kana kandığı
Oğuzlar’ın destan yazıp şölenlerle andığı
Çetin olan kavgalara sakınmayan göz gerek
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek
Salukbay hey sana derim usun nice dar mıdır?
Yağı görüp benzi solup soluk almak ar mıdır?
Issı Tanrı şol acunda bâki kalan var mıdır?
Bir ağızdan Tanrı’ya ant Malazgirt’e söz gerek
Kından çıkan her kılıca Rûm erinden yüz gerek
Ozan susunca Salukbay, haddini aştığını anladı. Hududunu yeniden belirleyeceği düşüncelere daldı.
Salukbay’ın getirdiği haberi duyan ve ardından sessizce ozanı dinleyen Sultan Alparslan, otağın içerisinde şöyle bir göz gezdirdi.
Sonra gülümseyerek;
- Biz de onlara, Salukbay! Biz de onlara yaklaşıyoruz!
Uluyanda gök yeleli kurşun belli kurtlarım
Benim rüzgâr gibi esip eşkin atlar çatlatan
Gök tutanda bulutlaşıp konup göçen yurtlarım
Benim yetme adımlara dolgun eşik atlatan
Gür neslime volkan benim adım Sultan Alparslan
Buğra beyler koç yiğitler ata baba yükünce
Omuz verip kargı salıp yağı üzre çökünce
Pirinç uçlu telek saçlı oklarını dökünce
Benim çelik alınlarda parıldayan kızıl tan
Gövdelere kalkan benim adım Sultan Alparslan
Kılıç çekip kın sarkıtıp yeşil boğum kemerden
Işıl ışıl pürce billur indiğinde kamerden
Sağ tarafım Ali’dendir sol tarafım Ömer’den
Benim görklü Muhammet’e han ırkımdan adak han
Gürül gürül al kan benim adım Sultan Alparslan
29 Eylül 2008 // T A R S U S
Hakan İlhan Kurt
-
yeter de artar bile
’Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.’ Bakara Sûresi, 46. Ayet
namerde ferih fahur
er kişiye er çile
otuz güne bir sahur
yeter de artar bile
yanış yöneliş yakış
el pençe nakış nakış
güzele üryan bakış
yeter de artar bile
kâselense nûr kandil
bilcümle sürûr kandil
siyâha billûr kandil
yeter de artar bile
kâle bulunca sübut
durur mu ateş barut
aklıselime sükut
yeter de artar bile
kurtbala bala görküm
dürülür büklüm büklüm
ölüme bir tebessüm
yeter de artar bile
yirmidörtnisanikibinon
/gaziantep
hakan ilhan kurt
-
Solgun bozkır havasına dökülen rüzgâr atlılar, beylerine varıp beyledi…
Bir Hun çerisinin inleyişi,
Beylerinin O’nu dinleyişidir;
Hâk urganmış Tunguz yine ne ister?
Darasına yağız çerim yetme mi?
Ol karganmış Tunguz yine ne ister?
Pala kılıç önüm gerim yetme mi?
Barkı varlık ocağı gün tüteye
Bodun tutmuş otağ kurmuş Mete’ye
Yalın uğraş uçmağ içre öteye
Hun göğüsler serim serim yetme mi?
Dağdan dağa bulut tutan toz muyum?
Kaya mıyım demir miyim buz muyum?
Vuruşlarda toy muyum ben uz muyum?
Ol Tunguz’a yaka kirim yetme mi?
Eğri kılınç üçüm beşim ne güne
Çadırımda balam eşim ne güne
Erli kızlı öz kardeşim ne güne
Gökçe kızım yalgın erim yetme mi?
Yerden göğe yükselirken boz Tunguz
Ol mertliğin göğsü üzre söz Tunguz
Bozkırımda kırılmaya yüz Tunguz
Yüzüne de ölüm dirim yetme mi?
Hakan İlhan Kurt
(At Evdeş Toprak Üçlemesi'nden bir bölüm)
-
Türk edebiyatına sunduğun şaheser niteliğinde ki eserlerin ile tenkitsiz itimat ettiğim değerli KURTBALA; Varlığın bizlere güç ve şevk vermiştir...
Okuyucuların tarafından yapılan binlerce yorumda edindiğim bir intibâ var ki; Tanrısal bir ilhâmın gökten yeryüzüne ağdığı, bu eşsiz ilhâmın Asya'dan Anadolu'ya iştirak eden Ocak meşalesi olduğudur... Türkiye'de bu meşale Şahsına emanettir ve Şahsının ellerinde emanet edeceğin eller doğana kadar sönmeden alevlenecektir... Bu sözlerimin bir Kandaşlık ve Arkadaşlıktan doğan yorumlar ihtivâ etmediğini, hak edene hak ettiği kıymeti vermek olduğunu da izah edeyim...
Tanrı kalemine zevâl vermesin...
Hoşgeldin...
-
Hoşgeldin, Kurtbala Anda ! Esen olsun ! Bizi olağanüstü koşuklarından bir an bile mahrum bırakmamanı dilerim.
TTK
-
Bir Hun beyinin çerilerine sabrı sözleyişi, bileklerinin kılınç tutacağı günü özleyişi ve kaşlarını çatıp kıpkızıl ufku gözleyişidir:
Karaca huy Hun erleri dinleyin
Er kişide hınç meydana gizlenir.
Ok sesine yay göğsünde günleyin
Kaba taşlar bir çakınla düzlenir.
Uluğ buyruk göğün yedi oluğu
Şol yeryüzü Hun erlerin soluğu
Ol alnında kızıl kımız doluğu
Cümle sızı gök yarada közlenir.
Çayır çimen ağaç sarmış topraklar
Gem boğduran al yeleli kısraklar
Yerden göğe dokuz boğum mızraklar
Elbet bir gün Tunguz üzre gezlenir.
Han- Mete’den nice vâktin birinde
Kurt pençeler saldırmaya yerinde
Bozkır saçlı kadınında erinde
Tunguz döşü ok ucuyla yüzlenir.
Uzar gider ak akça gün upuzun
An kısalır toprağında kunduzun
Vurulmaya sarı başı Tunguz’un
Han-Mete’nin buyruğuna sözlenir.
Hakan İlhan Kurt
(At Evdeş Toprak Üçlemesi'nden bir bölüm)
-
Bozkır kendine geldi…
Sırtlan suratlı Tunguz Elçisi, Han-Mete’nin sözlerini duyar duymaz atına binerek ardına bile bakmadan obadan uzaklaştı… Uzadı…
Han-Mete’nin buyruğu üzre
Kocamışlar peyledi,
Beyleri han, erleri bey eyledi,
Kurt-kuş seyre durdu,
Dinleyin, er kişi ne söyledi;
At al kında evdeş bunda uğrusu
Bilgeliğin görülmeyen yüzüdür!
Bağdaş üzre eğri dilin doğrusu
Bodun hakkı çorak toprak düzüdür!
-Pusatlanın Han-Mete’nin sözüdür!-
Omuz verdik bilek çattık çağında
Aş gezine oba tuttuk dağında
Bahar nârı yaprak yaprak bağında
Sararan yır ozanların güzüdür!
- Pusatlanın Han-Mete’nin sözüdür!-
Pekleşin hey er dağlasın karalar
Soluklarda emlensin tüm yaralar
Uğraş vâkti yankılanan nârâlar
At üstünde bekleyenler tözüdür!
- Pusatlanın Han-Mete’nin sözüdür!-
Gök inmesi gözyaşıdır yunağı
Pusa keser yere çöker konağı
Zağlı gözü ar yangını yanağı
Tarih boyu ırkımızın özüdür!
- Pusatlanın Han-Mete’nin sözüdür!-
Alın tuttuk sıvazladık varışın
Damla damla pak toprağa karışın
Yakarımız uçmağ içre yarışın
Yuğlarımız doğmamışlar közüdür!
- Pusatlanın Han-Mete’nin sözüdür!-
Hakan İlhan Kurt
(At Evdeş Toprak Üçlemesi'nden bir bölüm)
-
Hakan İlhan KURT'un şiirlerine daha önceden de çeşitli yerlerde rastlamıştım.
Kendisinin HunTürk otağına bizzat yazması beni ayrıca sevindirdi.
Sayın Hakan İlhan KURT'un şiirleri ve şiir aralarına serpiştirdiği açıklama yazıları insanı adeta bin yıl ötesine götürüyor.
Kendisini beğenerek okuduğumu ve okurken de betimlenen olayın içinde bizzat yaşıyormuşcasına bir ruh haline girdiğimi belirtmek isterim.
Tanrı kalemine ve gönlüne güç versin.
TTKvY
-
Almıla, teşekkür ederim.
-
Hele Bir Bakın Hele Türkmâni Ne Söyledi
“Şâir Bahaeddin KARAKOÇ’un ‘Kısa Sordum Kısa Oldu Cevabı’ adlı şiiri ile söyleşidir.”
- Siz bir şiirle hiç konuştunuz mu? -
Alladı Samanyolu al yazma destesini,
Çapında şems û kamer, zamanı pul eyledi.
Dönence dergâhında bir Itrî Bestesi’ni
Her mevsim kapısında beliren kul eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Adres sordum, bir de aşkın çapını;
‘Şems û kamer’ dedi, koydu noktayı.
‘Açma’ dedim her çalana kapını,
‘Bu bir kumar’ dedi, koydu noktayı.”
Kâküller lüle lüle, aldattı nurdan yüzü
Kanadı kırık kuşlar, dağladı nice düzü.
Gönüller mihrâbından heceye serip sözü,
Kavlince darmadağın sırrını çul eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Kâkül halka halka yüze döküldü
Sandım ki tüm kuşlar düze döküldü
Kalpteki gizliler söze döküldü
‘Can tarûmar’ dedi, koydu noktayı.”
Bilendi kuytularda, mesâfe dağdan yüce
Kırılgan sorularda cevaplar boydan cüce.
Aslana mekânını dar edip boğan güce
Lâl olup, muhataba sükutu hâl eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Karıştırdım sayısalla sözeli
Külçe altın sandım yaprak gazeli
Muhatabım güldü, ‘Sözün güzeli
Altın kemer’ dedi, koydu noktayı.”
Hakkınca incelikler çağlayan gözelerden
Kor közler avuçladı, alevden dizelerden.
Rahvanî serpintide ruhani mezelerden
Bir atım kalemini uğrunda zûl eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Ulaştığım her menzilde sen varsın
Dilediğin bahtı açar kaparsın
Dedim: ‘Sevdiğine nice bakarsın? ’
'Humar humar’ dedi, koydu noktayı.
Kimsesiz umutlardan peydir pey ağıt yakar;
Câhiller telâşında, ârifler ruhta vakar...
Her seher misk û amber tahtına gamdır şikâr,
Uykusuz vediâlar koynunu dul eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Bütün aşklar câhillerde velvele,
Âriflerde bir mânevî zelzele...
Dedim: ‘Senden esen nedir, de hele? ’
‘Misk û amber’ dedi, koydu noktayı.”
Bilsen ki ne cevherler yalanmış özde araz,
Çekilen perdelerde niyetler huyda garaz.
Bin fersâh ötedeki dostlarda onmaz maraz
Selâmet fasılası haberin yol eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Bir bulut sıyırıp geçti üstümden
Kağıt uçtu, kalem düştü destimden
Haber sordum dağca kavi dostumdan
‘O da bimar’ dedi, koydu noktayı.”
Buzullar üstü vâdem yangına kana kana
Bezginlik ne kelime, çökelti dursun yana.
Hayâller kefesinde içtiğim nâğme câna
Nâzını beklemekten mizânı sal eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Buz üstünde titreyerek gezdin mi?
Bekle... Bekle... en sonunda bezdin mi?
Dedim: ‘Bir kez olsun mektup yazdın mı? ’
‘Tomar tomar’ dedi, koydu noktayı.”
Râviler mermerlerdi, ayağım altı mezat
Yüzyıllar boyu yağan varlığım vâkte tezat.
Dedi ki, ‘Noktalara sığmayan aşkı çöz at! ’
Kurtbala Anzer tadı adını bal eyledi.
Hele bir bakın hele Türkmâni ne söyledi;
“Râviye bırakıp aşkın yâdını
Dedim: ‘Bala verdin kendi adını
Mermerlere nice yazdın adımı? ’
‘Damar damar’ dedi, koydu noktayı.”
12 Haziran 2005 // T A R S U S
'TÜRKMÂNİ, üstâd Bahaeddin Karakoç'un mahlasıdır.'
Hakan İlhan Kurt
-
Hakan İlhan KURT (KURTBALA) Bey'in affına sığınarak, kendisine ait, çok beğendiğim ve her okuduğumda da gözyaşı döktüğüm aşağıda ki eserini paylaşmak istedim.
Ne Mutlu Türk doğup, Türk gibi yaşayana...
Saygılarımla.
Çağrıbey
Yüz Min Gılınc Boynum Vursa Ölmek Nedir Bilmerem
Su seni
Su göğertmiş, süseni
Geçme nâmert köprüsünden
Koy aparsın, su seni
-Altınköprü Türkmen Katliamı-
28 Mart günü iftar öncesi, Altunköprü'de oturan ve panik sırasında Kerkük'ten, Tavuk ve Tuzhurmatu'dan kaçarak kente sığınan Türkmenlerden, çocuk, genç ve yaşlı demeden topladıkları tam 102 kişiyi alıp götürdüler. Kutsal ay sadist insanlar tarafından karartılmış; ağlayışlarıyla yürekleri dağlayan analar oruçlarını gözlerinden damlayıp ağızlarına tuzlu sular gibi akan gözyaşlarıyla açmışlardı!
Oruçlu günler bitip, bayram gelmişti ama bu bayram gerçekten bayram olacak mıydı? Olmadı... Sevinç içinde yaşanması gereken Ramazan Bayramı acılarla, kederlerle geçti. Ve bayramdan 15 gün sonra
Dibis Kasabası yakınlarında Kayabaşı diye anılan bir yer vardı ve oradaki bir çukurluktan kokular yükseliyordu. Bunu duyan Altunköprülü Türkmenler merak ve endişe içinde Kayabaşına ulaşınca o korkunç manzarayla karşılaştılar: Kurşuna dizilerek şehit edilen tam 102 cansız beden üst üste yığılmış halde orada duruyordu!
Altunköprülü Türkmenler, şehitlerini alarak beldelerine götürdüler ve Selahi Semtinde bulunan şehre hâkim bir tepeye defnettiler. Altunköprü Şehitliğinde o günden beri her seher tam 102 gül açıyor ve 102 bülbül ilahiler söylüyor.
Hayy dolanda barkım içre tünü boydan yaranda
Güller ağar yagtı yagtı bölmek nedir bilmerem
Yağız erler sülün gızlar meşk oduna varanda
Goca goca daş bağlaram gülmek nedir bilmerem
Yüz min gılınc boynum vursa ölmek nedir bilmerem
Kan döşümde alov saldım meydan meydan serildim
Yüğrük atlar gem gıranda bir yay kimin gerildim
Gader dedim bunlu başla takvimlere verildim
Kör feleğin pek usunu çelmek nedir bilmerem
Yüz min gılınc boynum vursa ölmek nedir bilmerem
Göğçek Tanrım kudret verdi pusatıma zağ verdi
Kor göğsüme gönül verdi her dem yanar dağ verdi
Uğrak verdi uğraş verdi parıl parıl çağ verdi
Men giderem menden gayrı gelmek nedir bilmerem
Yüz min gılınc boynum vursa ölmek nedir bilmerem
Hars ocağım gırk bismillah eşiğimde tuğumdur
Gün ötesi atalardan vakur cengim yuğumdur
Şakağım ki cahil akla yumruk yumruk boğumdur
Hoyrat huyum alın yazım silmek nedir bilmerem
Yüz min gılınc boynum vursa ölmek nedir bilmerem
Kurt özümde nara saldım Bala tahtım eyleye
Harda Türk'ün yüreğidir kavi dosta peyleye
Secde vakti diz çökende el dizinde söyleye
Doksan dokuz ad zikrinde bilmek nedir bilmerem
Yüz min gılınc boynum vursa ölmek nedir bilmerem
4 Aralık 2006 // T A R S U S
Hakan İlhan Kurt
-
İl-Teriş Kutlug’un ve İl-Bilge Katun’un yoluklandığı
Er kişi Köl Tigin’in Göktanrı izniyle soluklandığıdır:
Göktanrı buyruğu soluk bulunca
Gözleri od sarar bakır alası
Güneşten söz yürür çeliğe tunca
Kalkar göğe Türk’ün eğri palası
Günlenir çakallar boğan balası
Er doğar erince Bilge Katun’dan
Aşina toyundan kara bodundan
Tanrının izniyle Kutlug Tudun’dan
Al kanına aldan alev kalası
Dağca gövdeleri yığan balası
At sürüp bozkıra çayır çimene
Vuruş meydanında uluğ kömene
Alaca yeminli dokuz tümene
Büyüyüp de gürce nârâ salası
Gökten gün yerden ün sağan balası
Delişmen çağında kılıncı oynak
Issı gök avlakta pençesi caynak
Şahlananda birden bir çifte toynak
Ak göğsü yelede rüzgâr dolası
Akşahan atmaca doğan balası
Yedi gökte gönü gökle yunuğa
Ölüm karasında yüzü donuğa
Tanrı yolu bilip gelen konuğa
Abakan huyları bolca olası
Al Albız üstüne çağan balası
Er kişide hayat başa vurulur
Köklü ağaç gibi yaşa vurulur
Betikçi tutulur taşa vurulur
Ey felek döşüne kara çalası
Acunu yurt tutan kağan balası
Hakan İlhan Kurt
(Not: 'Köl Tigin Ünlemesi' adlı destan çalışmasından bir bölümdür.)
-
Bu şiirleri kıskanmamak elde mi. Varolasın Sayın İlhan Kurt Kandaşım.
-
KÖL TİGİN ÜNLEMESİ adlı destan çalışmasından bir bölümdür. (Destan, Köl Tigin'in hayatını konu edinir.)
Gök Ordu’nun, On-Tutuk başlı, beş tümenlik Çin Ordusu’nu görmeleri,
Beş tümenlik Çin Ordusuyla Iduk Baş göğsünde savaşa girmeleridir:
Öncüler öncüledi, doludizgin Ordos’u;
Yol üstünde öncülük, üç beş yağı gördüler.
Baktılar; ileride, beş tümen Çin Ordusu,
Salık vermek üzere gerice at sürdüler.
Tezce soluk soluğa Ayguçı’ya vardılar.
Dediler: ‘Ey Ayguçı! Öncüsü, gerisi var;
Kın sarkıtan beş tümen, sapsarı çerisi var.
Başlarında başlıca gem tutan birisi var.
Öncüler ki bizleri, görür görmez durdular;
Kaçmak için atların sağrısına vurdular.’
‘Onu tanırım’ dedi, Ayguçı söz bitirdi.
Duyduğu salıkları kağanına yetirdi:
‘On-Tutuk derler ona; ordusunu getirdi!
Yolumuzun üstüne kara kazan kurdular;
Kıl tutmayan döşleri, karşımıza serdiler!’
Kağan dedi: ‘Dikelsin, tuğlarım saçak saçak;
Bir elden ala-paça, giyilsin baçman baçak!’
Gök kılıçlı al toklu delişmen, yiğit, koçak
Alaçıktan yükselen sese kulak verdiler;
Ardından kanat açıp, bir hizaya girdiler.
Çinli nice eyler ki, solucan hödük başta;
Külek yele tutar mı, küllenmiş bedük başta?
Ordular karşılaştı, gövermiş Iduk Baş’ta
Zağlı kargı diktiler, kırılmaz yay gerdiler;
Kılıç kalkan sesiyle çayır çimen yardılar.
Kapgan Kağan ünledi: ‘Kargılayın, oklayın!
On-Tutuk başlısının yüreğini yoklayın!
Baş eğmeyen başlının başlısını haklayın!
Bilesiniz atamız nice zaman hürdüler;
Bunlar ki, yurdumuzu atlaslayıp dürdüler!’
Buyruk yağdıran kağan, bitirince sözünü
Bulut bulut ok ağdı, masmavi gökyüzünü.
Al kana boyayınca, meydanın en düzünü
Gök Ordu’nun erleri, kalanları sardılar.
Vuruşanı övdüler, kaçanları yerdiler.
Bilge Ayguçı dedi: ‘Taş betikler, sır tutmaz;
İl emziren toprağı, kıraç tutmaz, kır tutmaz.
Zaman demir eritir, bir şölenlik yır tutmaz.
Taşa vurun, işleyin: - On-Tutuk’u yordular,
Iduk Baş’ın göğsünde, Çinlileri kırdılar.’
Hakan İlhan Kurt
-
Bu enfes şiirlere tesadüfen rastlayarak foruma üye oldum.Ben de bana ait olmayan beğendiğim şiirleri paylaşacağım.İlgi alanlarım edebiyat ve tarih