Gönderen Konu: KIZIL ELMADAN TURANA....-II-  (Okunma sayısı 3726 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kök-Börü

  • Ziyaretçi
KIZIL ELMADAN TURANA....-II-
« : 05 Nisan 2007 »
       Eski Türk nesillerinin bir gün mutlaka varılacağından bahsettikleri Kızıl-Elma, Osmanlı çöküşünün başlarında artık unutulmaya başlamasından itibaren çürümeye yüz tutmuştur. Bilhassa azamet devrinde elde edilen Kızılelmaların çöküş devrinde birer birer elden çıkması, milli ideal sınırlarının nihayet devlet hududuyla birleştirmiş ve işte o iki hudut birleştiği anda Kızıl-Elma büsbütün çürüyüp gitmiştir! Artık Osmanlı İmparatorluğu’nun son gününe kadar yegane endişesi mevcudun muhafazasından ibarettir.
       
       İnsanlığın hayvanlıktan en büyük fakrı, ideal ihtiyacında gösterilebilir. İnsanın karnı gibi kafası da açıkır ve bu manevi açlığı ancak bir ideal doyurabilir. Memleketlerinde milli bir ülküden mahrum kalan bir çok insanların tıpkı ithalat eşyası gibi hariçten gelen ecnebi ideallerine sarılmaları işte bu tabiat kanununun en tabii neticesidir. Osmanlı idaresinin çöküş asırlarında ve bilhassa Tanzimat’tan itibaren hiç takdir edemediği gerçek hakikat  budur.
     
       Bazen, Turancılık hareketi olarak da adlandırılan Türkçülük hareketinin gelişmesini tayin etmiş bulunan amilleri şunlardır:
- XIX. Asırdaki çok çeşitli milli hareketlerin ortaya çıkışı (Rum, Alman, İtalyan, Islav, Ermeni, Arap): Bunların birçoğu doğrudan-doğruya Osmanlı İmparatorluğuna yönlendirilmiş bulunmakta idi.
- Osmanlı İmparatorluğunun uğradığı hezimetler ve bunların neticesi olarak Balkanların, Afrika’nın ve nihayet Asya’da Suriye, Arabistan, Irak ve Musul’un kaybolması. İmparatorluğun toprak parçaları birer birer elden çıktıkça, Anadolu’daki Türk unsuru, yalnız nüfus bakımından değil, aynı zamanda devletin emniyet ve selameti bakımından da istinad edilebileceği yegane temel unsur olarak gittikçe ehemmiyet kazanmış oldu.
- Türkoloji'nin ilerlemesi: Türkiyat, Türk milletlerinin listesini verdiği gibi, bu milletlerin dil yakınlığının da ortaya koyup, eski Türklerin tarihini aydınlatmakta idi.
- Rusya’da öncelikle bir Türk-Tatar İslam, münevver sınıfının teşekkülü ile 1905 hadiselerinin Rusya’daki Türk Medyasına verdiği hız. Ali Hüseyin-zade (Bakü), Yusuk Akçura (Kazan), ahmed Ağaoğlu (Karabağ) gibi şahsiyetler bu hareketi kuvvetle canlandırmakla kalmamış, hatta Türkiye’deki Türklerden gelen büyük desteğide yönlendirmişlerdir.
 
         XX. asrın başında Türkiye’de üç siyasi görüş mevcuttu: İslamcılık, Garpcılık ve Türkçülük. Bu görüşlerin serbestçe münakaşası (1902-1903 senelerinde) Kahire’de çıkan Türk adlı gazetede yapılmıştı. Türkçülük görüşü, Yusuf Akçuraoğlu tarafından temsil ediliyordu. Onun “Üç Tarz siyaset” adlı kitabı, bu harekete ait programın gelişmesinde mühim bir rol oynamıştır. Akçura, Osmanlılığı, Türklerin imtiyazlarını kısmak gayretinde bulunduğundan ve İslamların haklarını tanıyan Müslümanlığa karşı hareket ettiğinden dolayı tenkit ediyordu. Diğer taraftan da Pan-islamizm (İslamcılık) gayri müslimleri kızdırıp, bazı Avrupa devletlerinin mukavemetine maruz bırakıyordu. Müellif, en büyük engel olan Rusya’nın, diğer devletlerin yardımıyla bertaraf edilebileceğini düşünerek Pan-Türkizm’i ilan etti.
         Aynı Türk gazetesinde Akçura’nın tezi, Osmanlılık adına liberallerden Ali Kemal tarafından tenkit edildi ve Ahmed Ferid tarafından da hayalle uğraşmakla itham olundu; zira ona göre, İslamcılığın tatbik kabiliyeti yoktu. Pan-Türkizm ise, henüz ortada görünmüyordu.
         Temmuz 1908 ihtilalinin patlak vermezi üzerine önce Osmanlılık (yani, bütün unsurlar için maddi bir Osmanlı vatanı) fikri galebe çaldı; daha senesi dolmadan, İttihat ve Terakki Fırkası, Osmanlı imparatorluğunu teşkil eden unsurların uzlaşmaz temayüllerinin mevcudiyetine kanaat getirdi. Türkçülük hareketi hızla gelişmeye başladı.
         24 Kanun-ı Evvel 1908 tarihinde İstanbul’da bütün Türk kavimlerinin ahval ve efalleri’ni tetkik etmek üzere Türk Derneği kuruldu; ancak bu cemiyetin alakası, hakikatte, Yeni Lisan, Genç Kalemler  vb. mecmualarda münakaşa edilen lisan meselelerine inhisar etti; 1911 tarihinde, ilmi faaliyetin genişletilmesi maksadıyla (Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti) adıyla Turancılık cemiyeti kuruldu ve Kanun-ı Evvel’de Yusuf Akçura tarafından idare edilen Türk Yurdu dergisinin birinci sayısı çıktı. 25 Mayıs 1912 tarihinde ise, Türk kültürü ile uğraşmak üzere Türk Ocakları kuruldu.
Aynı sıralarda, önce Selanik’te (1909) faaliyet gösteren ve 1910’da İttihat ve Terakki Fırkası’nın merkez heyetine aza seçilen Ziya Gökalp, daha sonra çalışmasına İstanbul’da devam etti (1912). Gökalp, Türklüğün kanında yatan hatıraları, bir seri manzum neşriyatı ile uyandırmağa çalıştı. O, esrarengiz Tûran memleketinin manevi varlığını temsil eden Türk idaelini şu yolda terennüm ediyordu: “Oğuz Han’ın oğulları Turan memleketini asla unutmadılar”.
 
       Turan, Attila, Farabî, Uluğ Bey, İbni Sina gibi büyüklerle birleştirildi: “Türklerin vatanı ne Türkiye’dir ne Türkistan, onların memleketi büyük ve ebedî Tûrandır”.
       Ziya Gökalp nazariyesi şu formülde tecelli ediyordu: (kültür Hars bakımından ) Türkleşmek, İslamlaşmak, (medeniyet bakımından) modernleşmek. Onun nazariyelerinin sistematik izahı “Türkçülüğün esasları” adlı kitabında bulunmaktadır. Bu kitap, müellifin ölümünden bir sene önce Ankara’da (1339=1923) basılmıştır. Bu kitapta Turan mefhumu, tatbike de müsait manada değişikliğe tabi tutulmuştur.
       Ziya Gökalp, milleti, müşterek dil, din, ahlak ve estetik müesseseleriyle birbirlerine bağlanan fertlerden mürekkep bir topluluk olarak tarif eder. Turan, Türk, Moğul, Tonguz, Fin ve Macar milletlerini içine alan bir halita değildir. (Ziya Gökalpe göre) Turan tabiri münhasıran Türk kabilelerini içine alan bir kelimedir. Türklerin birleşmeleri ancak merhale merhale gerçekleşecektir. Türkçülüğün ilk hedefi, Oğuz Türklerinin, yani Türkiye Türkleriyle, Azerbaycan’daki, İran ve Harizm’deki Türkmenlerin harsî birliğidir. Bunların siyasî birlikleri şimdilik göz önünde tutulmamaktadır; fakat gelecek hakkında hiçbir şey söylenemez. Diğer taraftan Tatarlar, Özbekler ve Kırgızlar kendi harslarının yaratmak ve ayrı-ayrı teşkil etmek yolunda ilerleyecek olurlarsa, kendi adlarını muhafaza edecekler ve o zaman Turan kavmî bir camia teşkil eden bu saydığımız milletler hesabına birleştirici umumi bir tabir vazifesini görecektir.
       Turan romantizmi, sırf edebî sahada türlü akisler bırakmıştır; bu cümleden olarak Ahmed Hikmet’in Altın Ordu, Halide Edif’in Yeni Turan 1913, Aka Gündüz’ün Muhterem katil, Müfide Ferid’in, Ay demir’i zikredilebilir.
       Birinci Cihan Harbi esnasında Osmanlı imparatorluğunu idare eden İttihat ve Terakki Fırkası hiç olmazsa Müslümanlara ait hususta resmen Osmanlılık siyasetini ilan ile Türkiye’nin Türkleşmesini gerçekleştirdi.
       Türkiye İçinde ve Dışında Türkçülükten Turana Doğru Süleyman Paşa’dan sonra, Necip Asım ve Veled Çelebi, Türkçülük fikrinin öncülerinden oldular. Ahmet Mithat Efendi’nin Beykoz’daki yalısında, Cuma toplantılarında bu fikri geliştiriyorlardı. Yabancı ilim adamlarının, Türkoloji sahasındaki çalışmaları da, Türklüğün gelişmesinde rol oynamıştır.
       Ondokuzuncu Yüzyılın ortalarında, Kırım’ın Bahçesaray’ının Gaspıra Köyünde, ileride Türk dünyasının büyük ideoloğu ve idealisti olacak bir çocuk dünyaya gelmişti. Orta tahsiline Rus askerî mekteplerinde devam eden bu çocuk, Rus milliyetçiliğinin ve Panislavizmin ortasında yarının Türkçülüğünün ilk damlalarını, özüne dolduruyordu.
 
       Girit’de Türkler’in Rumlar tarafından öldürüldüklerini duymuş, bir arkadaşı ile birlikte gizlice Odesa’da vapura binmişti. Pasaportsuz olduğu anlaşılınca yakalanıp ailesine teslim edilmişti. Artık Rus mektebine dönmemiş, bir müddet Türk mekteplerinde Rusça öğretmenliği yapmış, sonra da Paris’e gitmiştir.
       İsmail Beyin, “Tercüman” adlı gazetesi, 1883’de, yarısı Rusça, yarısı Türkçe olarak çıkmağa başlamıştır. Gazetenin şiarı, “Dilde, fikirde, işde birlik”tir. Bütün dünya Türklerinin aynı ağızla konuşmaları, “Boğaziçinin sandalcısından, Kaşgar’ın devecisine kadar” aynı kelimelerle anlaşmaları, ortak bir edebî dilin doğması, fikir birliği doğuracak ve ona dayanan “İş”, “hareket”, “aksiyon”, yani dünya Türklerinin birliği doğacaktır.
Rusya’nın müslüman ve Türk tebaası üzerinde ihtisas sahibi sayılan Misyoner İlminsky ve Profesör Simirnov gibi nüfuzlu müsteşrikler, gazetenin yayımlanmasına izin verilmesinin “siyasî bir hata” olduğunu söylüyorlardı Öte yandan, Rus gizli polisi Okhrana’nın bir raporunda, adı geçen gazetede ve bu yolda yürüyen diğer Türk gazetelerinde görülen İslam propagandasının, Pan-Türkizmi örten bir perde olduğu söyleniyordu.
       Gaspıralı İsmail Bey, karısının ziynet eşyaları, evindeki eşyaları satarak, gazetesini çıkarmağa devam etti. “Tercüman” ın kapatılması için birçok teşebbüsler olduysa da, İsmail Bey’in zekâ, maharet ve enerjisi bütün Türk ve İslâm düşmanlarının entrikalarına mukabele ile yirmi otuz milyonluk Türk kitlesinin kendi dilinde çıkan bu ufacık haftalık yegâne gazetenin yayınının devamını sağlayabilmiştir”
       Türklük ve Müslümanlığa sıkı sıkı sarılarak, Batı’nın ilim ve tekniğini alma şeklindeki sentezi ve diğer fikirleri, Türkiye Türklerinden başka, Kırım, Kazan, Azerbaycan ve Türkistan Türklerine de tesir etmiştir.
        İsmail Bey’i takip eden birçok Türkçü ve Turancı yetişti: Yusuf Akçura, Hüseyinzâde Ali Bey,  Ağaoğlu Ahmet Bey, Sadri Maksudi (Arsal), Zeki Velidi (Togan), Abdullah Battal (Taymas) ve diğer birçok düşünür ve hareket adamı. 1905’de yapılan Rus-Japon harbinden sonra, Rusya bir ideoloji kazanı haline gelmişti. 1917 yılına kadar süren bu çalkantı esnasında Türkler, ne yazık ki bir şey elde edemediler. Duma’daki (Rus meclisindeki), kongrelerdeki çalışmalar neticesiz kaldı. Türk ve İslam topluluklarının, Rusya’nın her yerinden gönderdikleri temsilcilerle yapılan bu kongrelerde alınan kararlar, hayata geçirilemedi. Türk topluluklarının birazda kabileci davranışları Büyük Turanı kurmalarına mani idi. Bilhassa Rus Çarlığının çöküşü sırasında, tutulacak yolda anlaşma sağlanamadı. Kimi muhtariyet, kimi federasyon fikrinde oldu; Akılsızca mahallî millîyetçilik yapıldı.. Gaspıralı İsmail Bey başta olmak üzere, Kırım ve Kazan Türklerinin ve Azerbaycan Türklerinin Turancı görüşle  yaptıkları çalışmalar semeresiz kaldı.
Gökalp, 1918 yılında “Yeni Mecmua”da yazdığı, “Rusya Türkleri Ne Yapmalıdır” başlıklı makalesinde, “kabile şuurları” nın “marazi hadise” olduğunu, onun terk edilerek, yerine “millî şuur” un getirilmesi gerektiğini söylüyordu. Fakat iş işten geçmişti. Orta Asya’da, “Birlik Tuvı”, “Uluğ Türkistan”, “Türk Söz ve El Bayrağı”, “Turan”, “Hürriyet” gazeteleri “Bütün Türklük” ve "Büyük Turan" fikrini işlemeğe başlamışlarsa da Ruslar, Türk ülkelerini bir bir işgal etti, Enver Paşa ve Basmacıları yok edildi. Bu fikirler öldürülememiş, sadece çok sert tedbirlerle, su yüzüne çıkması önlenmiştir. Çolpan’ın şiirleri hâlâ hafızalardadır. Hepsinin ümidi Anadolu Türklüğünün  bir gün Kızılelma ya ulaşacağında ve Büyük Turanı kuracağındadır.

 
1908’lerden itibaren, Türk Derneği, Tür Ocağı ve Türk Yurdu etrafında gittikçe gelişen Türkçülük, Ziya Gökalp tarafından sistemleştirilmiştir. Prof. Zeki Velidi Togan, Ziya Gökalp’ı “Türkçülüğün manevî rehberi olarak kabul etmeliyiz” diyor ve şunları ekliyor: “Yanlışları, eksikleri varsa tamamlamalıyız” Gökalp’ın geliştirdiği Türkçülüğü, kültürel esasları üzerinde yürütmek, siyasetten uzak tutmak faydalı olur. Ancak, Türk dünyasının kurtuluşu ve birliği de, bir ideal olarak gönüllerde yaşamalıdır tıpkı Kızılelma Ülküsü Büyük Turan gerçeği gibi.
         Büyük Turan Devletini, Oğuz Han kurmuştu. Ondan sonrakiler bu yüce devleti değişik hanedan isimleri ile ayakta tutmaya çalıştılar. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler , Kumanlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selcuklulur, Osmanlılar, ve daha onlarca büyük Turani Dünya Devletinde sabit olan değişmeyen tek unsur Millettir yani Türk Milletidir ve tabi  olarak dillerinin Türkçe olmasıdır. Devlet ve hanedan isimleri gelip geçici olmuş değişmiştir zaten bunun bir önemi de yoktur.
         Esas olan Millet ve onu var eden ülküsü dür. Bu sitede yer alan “Genel Türk Tarihi” mahiyetindeki büyük çalışmaya “Türk Turan Tarihi “isimini vermemiz deki maksat şudur:
 
Türk tarihi ve milletinin bir bütün olduğunu, beşbin yıl önceki Oğuz Hanın bir çerisi ile bu günkü bir Türk askerinin yada halktan birinin mahiyet farkının olmadığını, onu farklı kılanın yüreğindeki kızılelmayı yitirmiş olması yada Büyük Turan düşüncesini beyninden atmış olması olabileceğini vurgulamaktı.
         Yüreğimizdeki Kızılelma ülküsü ve beynimizdeki Büyük Turan düşüncesi ile Kuzey Sibiryadan Mançuryaya yada Amarikanın öteki ucunda bulunan Turan Soylu bir Kızılderili şefinden Yemen illerinde kalmış Türkçe konuşmakta inad eden Anadolu Türkü Şeyh efendiye kadar biz büyük ama çok büyük bir milletiz.
         Büyük Turan Devleti denince de zaten bu büyük Milletin bulunduğu mekan ve yüreği anlaşılmalı.