Gönderen Konu: GERÇEK ÜLKÜ DEVİ ATSIZ ATA  (Okunma sayısı 4238 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı atsizcerisi

  • Türkçü-Turancı
  • ****
  • İleti: 216
GERÇEK ÜLKÜ DEVİ ATSIZ ATA
« : 02 Şubat 2006 »

 
BASTIRDIĞI kartvizitlerin birinde, adının altına ?her devrin menkubu? sözünü yazdırdığını hatırlıyorum: ?Her dönemin düşkünlüğe uğratılmışı!? Gerçekten de 70 yıllık ömrünün en az elli yılı haksızlığa, maddî ve mânevî işkencelere, zulümlere göğüs germekle geçti.
İlk darbeyi liseyi bitirdikten sonra girdiği Askerî Tıbbiye?de yedi. Okulun 3. sınıfında iken arap asıllı bir subaya selâm vermediği bahane edilerek hem hapsedildi hem de okuldan atıldı. Bu yüzden öğrenimine kısa bir süre ara vermek zorunda kaldı; bir gemide kâtiplik yaptı.
Başarılı bir öğrenimin ardından bitirdiği İstanbul Dârülfünunu Edebiyat Fakültesi?nde, M. Fuat Köprülü?nün yanında başladığı asistanlıktan, I. Türk Tarih Kongresi?nin başkanına, kabul edilen tarih tezine karşı çıkan Prof. Dr. Zeki Velidî Beği destekleyen bir telgraf çektiği için, 1933?te çıkarıldı. 18. sayısını çıkardığı dergi de bu yüzden kapanmak zorunda kaldı. Ardından önce Malatya Ortaokulu?na sürüldü, daha sonra Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine atandı.
Edirne?de öğretmenlik görevini yerine getirirken bir yandan da yeni bir Türkçü dergi çıkarma çabasına girdi. O dergide liseler için çıkarılan tarih kitaplarındaki yanlışları göstererek fincancı katırlarını ürküttüğü için dergisi kapatıldı, kendisi de ?vekâlet emri?ne alındı. Daha sonra bir ?gedikli hazırlama okulu?nun Türkçe öğretmenliğine sürgün edildi. Kısa süre sonra oradan da uzaklaştırıldı. Bunun üzerine özel liselerde görev almak zorunda kaldı.
Özel Boğaziçi Lisesi?nde çalışırken Edirne?de çıkarmaya başladığı dergiyi, İstanbul?da yeniden yayınlamaya girişti. O dergide zamanın başbakanına hitaben yayınladığı, devlet kurumlarına komünist sızmasını dile getiren ?açık mektup?lar yüzünden başı yine derde girdi. Bir komünistin hakkında açtığı dâvânın Ankara?daki duruşması sırasında yapılan gençlik gösterisi bahane edilerek başlatılan soruşturmanın yönü değiştirildi ve ?ırkçılık-turancılık? suçlamasına dayandırıldı. Hem kendisi hem de birçok ülküdeşi göz altına alındı. Ankara?da geçen bu olayın soruşturmaları ve dâvâsı Sıkı Yönetim altındaki İstanbul?a taşındı. Onunla ve dergisi ile ile ilgili görülenler ve Türkiye?nin değişik yerlerinden toplanıp Ankara?ya getirilenler, apar topar İstanbul?a götürüldü. İstanbul Emniyetinde ağır işkenceli soruşturmalar geçirenlerin 24?ü Sıkı Yönetim Mahkemesi?nde yargılandı. Onlar ve ?elebaşı?ları sayılan O, 17 ay süren zindan çilesinden sonra, aklanarak serbest bırakıldılar.
Fakat oklarından biri ?milliyetçilik? olan CHP iktidarının Türkçülere, özellikle de ona yönelik hıncı bitmiyordu. Bu yüzden görevine iade hakkı yıllarca tanınmadı. 1949?da, bir lisenin öğretmenlik kadrosuna atanmasına rağmen, ancak bir kütüphanede ?uzman? sıfatıyla fakat göz altında bir ?memur? olarak çalışmasına izin verildi.
1950?de yapılan seçimlerle iktidar değişince onun şansı da değişecek gibi oldu. 1950-51 öğretim yılı başında İstanbul Haydarpaşa Lisesi?nin Edebiyat öğretmenliğine atandı. Fakat bu görevde de uzun süre tutulmadı. 4 Mayıs 1952 günü Ankara?da verdiği bir konferansın ?devrimbaz? basında kopardığı fırtınadan yılan DP, ikinci öğretim yılını tamamlamasına bile beklemeden, öğretmenlik görevinden alıp Onu yine eski ?sürgün yeri?ne gönderdi. Mesleğe iade serüveni de, böylece sona erdirilmiş oldu.
Bundan sonraki iş hayatı, öğrencilerle temastan uzak tutulması için uygun görülen ?kütüphane memurluğu?nda geçti. Mesleğinden uzak olarak sürdürdüğü bu zoraki görevde tam on yedi yıl ömür tükettikten sonra, 1969 yılında emekli edildi. O çile yıllarındaki her iş gününün sabahında önce bir saate yakın tren, yarım saate yakın vapur yolculuğuna ve ardından dik ve uzun bir yokuşu yaya tırmanmaya katlanmak; akşamında da aynı işkenceyi ters yönde tekrarlamak zorunda idi. Çünkü evi Anadolu yakasındaki Kartal Maltepesi?nde, çalışma yeri ise Paşaeli (Trakya) yakasındaki Süleymaniye Külliyesi?nde idi. Bu zaman ve ömür yiyici, yıpratıcı hayata katlanmak kolay değildi.
Rahat ve huzuru emeklilik döneminde de bulamadı. Çıkardığı dergide 1960?larda yayınlanan ve yaklaşmakta olan kürtçülük ve bölücülük tehlikesine yıllarca önceden dikkat çeken ?erken uyarı? yazılarında ?bölücülük yaptığı? gerekçesi ile açılan dâvâda 15 ay hapse mahkûm edildi. 68 yaşında iken, 14 Kasım 1973?te girdiği ceza evinden, iki ay 8 gün yattıktan sonra, Cumhurbaşkanının özel affı ile çıkabildi.
Aile hayatı ise uzun yıllar yalnız yaşaması ile sonuçlanan üzücü bir seyir takip etmişti. Oğullarının öğrenim için bulunduğu Almanya?ya, resmî bir görevle 1950?lerin sonunda giden evdeşi, görev süresi bittikten sonra bir üniversitede okutmanlık görevi alarak orada kalmış, Türkiye?ye dönmemişti. Oğulları da öğrenimlerini bitirdikten sonra Avrupa?da kalmışlardı. Bundan dolayı o, ömrünün ilgiye en çok ihtiyaç duyuran son on beş yılını aile ortamından ve mutluluğundan uzak, ?yalnız? geçirmek zorunda kalmıştı. Bu yalnız hayat ta, kuşkusuz, katlanılması zor bir süreçti.
Bunlar bir kimsenin kendisini ?her devrin menkûbu? sayması için yeter sebeplerdi, sanırım.
Bu yazdıklarımla kimden söz ettiğimi okuyucularım sezmiş olmalıdır. Sunduğum bilgiler ile Türkçülük hareketinin Ziya Gökalp?tan sonraki en büyük önderi Atsız Beği değişik bir cepheden ele almayı denedim. Böylece onun, Türkçülük ülküsü savaşını hangi güç şartlar altında sürdürdüğünü belirtmeye çalıştım. İki öğretim yılını bile tamamlama fırsatını bulamadığı Haydarpaşa Lisesi?nde Altan Deliorman, Erk Yurtsever gibi onlarca gencin gönlünde Türkçülük ateşini tutuşturan bu dev ülkücünün, mesleğini sürdürme fırsatı verilse idi, ülkeye nice yurt ve millet sever kazandırmış olabileceğine dikkat çekmek istedim. Ama o, gençlerle yüz yüze getirilmediği o dönemlerde, büyük maddî ve manevî sıkıntılar pahasına çıkardığı dergilerle, onlarda yazdığı yazılarla, mektuplarına vermeyi ihmal etmediği cevaplarla, yazıp yayınladığı roman ve şiirler ile ülkücü gençlerin, hattâ kuşakların yetiştirilmesine öncülük etmiş, önemli katkılarda bulunmuştu.
???
1952 yılı 3 Mayıs etkinliklerine katılmak için Ankara?ya geldiğinde, askerlik görevim dolayısıyla Samsun?da bulunduğum için, Atsız Beğ ile yüz yüze tanışmak şansını bulamamıştım. Kendisi, güzel anılarının bulunmadığı bu şehre pek seyrek geldiği için, Onu yakından tanımam yine 1950?li yıllar içinde, fakat oldukça geç oldu. Bu gelişlerinde kendisini Ankara Garında karşılamak mutluluğunu birkaç kez tattım. 1965?ten sonra, hizmet içi kütüphanecilik eğitim kursları dolayısıyla veya başka sebeplerle oldukça sık gittiğim İstanbul?da, kendisini ya Kartal Maltepesi?ndeki evinde, ya da Süleymaniye Kütüphanesi?ndeki birçok kişi ile paylaştığı çalışma odasında ziyaret etmeyi ihmal etmezdim. Son ziyaretimi ise 1973?te, kızımla birlikte, Bostancı?daki bir apartmanın, öteki ülküdeşleri ile komşu olduğu dairesinde yaptım. Yeni taşındığı bu evde her şey ?ayakta? idi. Kaloriferler henüz yanmadığı için yine soba ile ısınmağa çalışıyordu. Kitapları, odalara gelişigüzel dizilmiş dolapların raflarına öbek öbek ve üst üste konulmuş durumda, yerlerine konulmayı bekliyordu. Fakat o; yalnız, hasta, yorgun ve oldukça bitkindi. Evlâtlığı Kâniye Hanımdan başka yardım edeni yoktu. O da o büyük kütüphanenin düzenlenmesine katkısı olabilecek bilgi ve yetenekten yoksundu; ancak ev hizmetlerinde yararlı olabiliyordu. Yaramaz ve sevimli oğlu ise ?Atsız Dede?sinin başlıca dostu ve eğlence kaynağı idi. O gün kızım ve ben, o yalnız dev adamın evinden büyük bir üzüntü ile ayrıldık. Bir daha da görüşmek nasip olmadı.
O son ziyaretimizde bir şey daha öğrendik. Atsız Beğ, Avrupa yakasına yaptığı bütün yolculuklarını banliyö treni ve vapurla yapmış, Boğaziçi Köprüsünden hiç geçmemişti. Bunu, Mecidiyeköy?den Bostancı?ya, köprüden geçerek tek araçla geldiğimizi öğrenince, biraz da hayıflanarak söylemişti.
12 Ocak 1905?te İstanbul?da doğmuş olan Atsız Beğ, dirliğinin son bir ayını yatakta geçirdikten sonra, ricası üzerine Refet Körüklü?nün okuduğu ?Yasin?i dinleyerek, 11 Aralık 1975?te yine İstanbul?da uçmağa varmıştı. Dinî bayramlardan birinin arefesine rastlayan o günde, Ankara?dan İstanbul?a giden hiçbir toplu ulaşım aracında yer bulamadığım için. son görevimi yapabilmem mümkün olmadı. Yalnızca evine telefon ederek cenaze töreni için Türkiye?ye gelmiş olan küçük oğluna ?baş sağlığı? dileklerimi iletmekle yetinmek zorunda kaldım.
???
Atsız Beğ, bir Türkçü olarak inancını yaşayan biri idi. Görüş ve düşüncelerinden, Türkçülük ilkelerinden ve ahlâkından feragat etmeyi bir an bile düşünmezdi. Onlardan küçücük bir sapma göstermektense her türlü ezaya, cefaya razı idi. Hayatı bunun sayısız örnekleri ile dolu idi. Çektiği sıkıntılar da inancından kıl payı ayrılmadığı için başına gelmişti. O, bir dürüstlük ve karakter anıtı idi.
İnsanları Türkçülüğe olan bakış ve tavırlarına göre değerlendirirdi. Önceleri Türkçü olarak bildiği, bu yüzden sevgi ve saygı gösterdiği kişilerde en ufak bir değişiklik veya sapma sezerse onlara karşı olan tepkisini söz ve yazıları ile ortaya koymaktan geri durmazdı. Bunun birçok örnekleri, Yücel Hacaloğlu?nun yayınladığı Atsız?ın mektupları (İstanbul: Orkun Yayınları, 2001)?nda bulunabilir. Birine de ben tanık olmuştum: Süleymaniye Kütüphanesindeki ziyaretlerimden birinde yanımıza gelen bir genç, milliyetçi olarak tanınan ünlü bir tarihçinin öldüğünü, cenaze namazının o gün Beyazıt Camisinde kılınacağını haber verdi. Belli ki Atsız Beğin Camiye geleceği umudunda idi. Fakat o, gence sözünü ettiği kişinin Türkçülüğe aykırı davranışları bulunduğunu, öyle birinin cenaze törenine katılamayacağını söyledi. Gencin, yanımızdan büyük bir şaşkınlık içinde ayrıldığını hatırlıyorum.
Bu vesile ile kendisine karşı mahcupluk duyguları yaşamama sebep olan bir olayı da açıklamak isterim. Yine bir ziyaretimde benden Türk Tarih Kurumu?nca yayınlanan Belleten?in bazı sayılarını satın alıp kendisine göndermemi istedi, o sayıların yazılı olduğu bir pusula ile dergilerin bedeli olan parayı verdi; ben de onları, cüzdanıma koydum. Ankara?ya döndükten sonra, nasılsa, siparişi unuttum. O sıralarda cüzdanım daima boş olduğu için, onu açarak pusula ve parayı görmek de söz konusu olmuyordu. Aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum. Bir gün karşılaştığım Kâzım Kopraman, Atsız Beğ?in kendisinden, istediklerini hâlâ göndermediğimi bana hatırlatmasını istediğini söyledi. Bunu duyar duymaz elim ceketimin iç cebindeki boş cüzdanıma gitti. Açıp baktığımda ?emanet?lerin orada durduğunu gördüm. Ne hâllere girdiğimi anlatamam. Hemen Kurum?a koşup istenilenleri aldım, paketleyip postaya verdim. Kendisine bir özür mektubu veya notu gönderip göndermediğimi hatırlamıyorum. Sonraki ziyaretlerimde Atsız Beğ o olaydan hiç söz etmedi. Fakat yüreğime yerleşen mahcupluk duygusundan uzun süre kurtulamadım.
Çok kimse katı, yüzü gülmez sansa da o, dostlarına karşı sevecen, şakacı ve nükteli bir insandı. Mizahçı yanı da güçlü idi. Bazı yazılarında ve şiirlerinde bu özelliğini sezmek, çoğu mektuplarında bunun örneklerini görmek mümkündü. İyi de bir ?yergi? yazarıydı; Dalkavuklar gecesi ve ?Z vitamini? adlı eserleri bunun tipik örnekleri idi.
Atsız Beğ, yaşamak zorunda bırakıldığı olumsuz şartlar içinde ne araştırma yapmaktan, ne yazı yazmaktan, ne kendisine gelen mektupları cevaplamaktan, ne de vakitli vakitsiz ziyaretine gelenleri ağırlamaktan uzak kaldı. Bunların hepsini vaktinin ve sağlığının elverdiği ölçüde yapmağa çalıştı. Bu arada kalıcı, değerli araştımalar, romanlar, hikâyeler, şiirler yazıp yayınladı. Huzurlu bir hayat sürebilseydi, zamanının önemli bir bölümü yollarda geçmeseydi, herhâlde daha pek çok değerli esere imza atacaktı. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı, son ziyaretimde de bitirmek üzere olduğunu söylediği Türk tarihi bunlardan biriydi. Refet Körüklü?nün belirttiğine göre, uçmağa vardığı sırada o eserin müsvettelerini taşıyan dosyalar yatağının yanında duruyormuş. Sonra ortadan kalkmış. Akıbetini, uçmak olayı üzerine Türkiye?ye gelen küçük oğlu Buğra Atsız biliyor olmalıdır ve Onun büyük önem vererek sık sık üzerinde durduğu, uzun yıllarını verdiği o değerli eser, bir an önce gün ışığına çıkarılmalıdır. Bir mektubunda Ruh adam ve Bozkurtlar?ın devamları olarak yazacağını belirttiği romanları yazma fırsatını da, ne yazık ki, bulamamıştır.
O yazı, hikâye ve şiirlerinin büyük bölümünü kendi yayınladığı Atsız mecmua (1931-32), Orhun (1933-34), Orkun (1950-52) ve Ötüken (1964-75) dergilerinde yayınladı. Ayrıca Çınaraltı (1941-44), Ergenekon (1938-39), Kızıl Elma (1947-48), Kopuz (1939-40, 1943-44), Kür Şad (1947-48), Millî yol (1962), Ocak (1956-58), Orkun (1962-64), Özleyiş (1946-47), Tanrıdağ (1942), Türkiyat mecmuası (1926-....) ve Türk yurdu (1959- ....)?nun aralarında bulunduğu 31 dergide de yazıları çıkmıştır. Sayısı 400?ü aşan bu yazıların bir dizini, Atsız?ın mektupları (Hazırlayan Yücel Hacaloğlu. Ankara, 2001) adlı eserin 24-51. sayfalarında görülebilir. Onlar ayrıca Makaleler (1992) adı ile 4 cilt halinde yayınlanmıştır. Kitap ve kitapçık olarak yayınlanan öteki eserleri şunlardır: Romanlar: Dalkavuklar gecesi (1941), Bozkurtların ölümü (1946, 10. bs. 2000), Bozkurtlar diriliyor (1949), Deli kurt (1958), Ruh adam (1972). Şiir: Yolların sonu (1946, ....). Bilimsel eserler: Divan-ı Türkî-i basit : Gramer ve Lûgatı (Yayınlanmamış mezunluk tezi, 1930), Çanakkale?ye yürüyüş (1933), XVI. asır şairlerinden Edirne?li Nazmî?nin eseri ve bu eserin... ehemmiyeti (1934), Türk tarihi üzerinde toplamalar (1935), Komünist Don Kişot?u proleter burjuva Nâzım Hikmetof yoldaşa (1935), XV. asır tarihçisi Şükrullah (1939), Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi: Hayatı ve eserleri (1940), 900?üncü yıl dönümü: 1040-1940 (1940), İçimizdeki şeytanlar (1940), Türk edebiyatı tarihi: En eski çağlardan başlayarak Büyük Selçüklülerin sonuna kadar (1940, 1943), En sinsi tehlike (1943), Hesap böyle verilir (H.S. Özbek ile, 1943), Osmanlı tarihleri, I (1949), 900?üncü yıldönümü; Devletimizin kuruluşu (1955), Türk ülküsü (1956, 1973), Osman (Bayburtlu), Tevarih-i cedîd-i mir?ât-ı cihan (1961), Osmanlı tarihine ait takvimler, I (1961), Ordinaryüs?ün fahiş yanlışları (1961), Türk tarihinde meseleler (1966), Birgili Mehmed Efendi bibliyografyası (1967), Âlî bibliyografyası (1968), Âşıkpaşaoğlu tarihi (1970), Evliya Çelebi seyahatnâmesi?nden seçmeler (1971, 1972), Oruç Beğ tarihi (1973). Türk (İnönü) Ansiklopedisi?ne 4?ü imzasız 40 madde yazdı. Dergilerde beş de hikâyesi yayınlandı.
Atsız Beğ?le ilgili ne yazılsa eksik kalır. Onun için, Tanrıdağ üstünde gezindiği, Kür Şad ile buluştuğu kesin olan ruhunu daha fazla meşgul etmeden, kendisini Tanrı?nın yarlıgamasını dilemekle yetinelim.
 Prof.Dr. Necmeddin Sefercioğlu


 
ATSIZIN ÇERİSİ