Türkçü Turancı Otağ

TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI => TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ => Konuyu başlatan: Çağrıbey - 15 Mart 2012

Başlık: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
SALUR KAZANIN EVİNİN YAĞMALANMASI :

Bir gün Ulaş oğlu, yırtıcı kuşun yavrusu, yoksulların kimsesizlerin umudu, Amit Suyunun aslanı, Karacuğun kaplanı, konur atın sahibi, Han Uruz’un babası, Bayındır Hânın güveyisi, güçlü Oğuzun devleti, elden ayaktan düşmüş yiğitlerin koruyucusu Salur Kazan yerinden kalkmıştı. Doksan yerde alaca hah, ipek döşemişti. Seksen yerde koca koca kazanlar kurulmuştu.  Altın kadehler, sürahiler dizilmişti. Dokuz kar a gözlü, güzel yüzlü, saçı ardına örülü, göğsü kızıl düğmeli, elleri bileğinden kınalı, parmaklan süslü, dilber kâfir kızları güçlü Oğuz beylerine içki sunup, içiyorlardı. İçip içip Ulaş oğlu Salur Kazan iyice sarhoş olunca diz üstü çöktü: «Ünümü anlayın beyler,  sözümü dinleyin beyler, yata yata yanımız  ağrıdı,  dura dura belimiz  kurudu, yürüyelim  a beyler,  av  avlayalım kuş kuşlayalım,  yaban  geyiği yıkalım dönelim otağımıza  inelim, yiyelim içelim hoş geçelim» dedi. Kıyan Selçuk oğlu Deli  Dündar : «Evet Han  Kazan  uygundur»  dedi.  Kar a Göne oğlu Kara Budak : «Ağam Kazan uygundur» dedi. Onlar öyle deyince at ağızlı Aruz Koca iki dizinin üstün e çöktü  de: «Ağam kaza n dini bozuk Gürcistan ağzında  oturuyorsun,  yurdunun  üstüne  kimi  bırakıyorsun?» diye sordu. Kazan: «Üç yüz yiğit ile oğlum Uruz benim evimi korusun»  diye buyurdu.
Konur atını çevirdi,  sıçrayıp bindi. Alnı akıtmalı aygırına Dündar bindi.  Yüğrük demir kır tutturdu,  Kazan Beyin kardeşi Kara Göne bindi. Beyaz küheylânını çektirdi, Bayındır Hanın düşmanını yenen Şir Şemseddin bindi. Parasan Bayburt Hisarından fırlayıp uçan Beyrek boz aygırına bindi. Saymağa kalksam tükenmez en güçlü Oğuz Beyleri bindi, Ala Dağa av alayı ava çıktı.
Kâfirin casusu casusladı, vardı kâfirlerin azgını Şökli Melike haber verdi.  Yedi bin kaftanının ardı yırtmaçlı, yarısından kara saçlı,  dini bozuk,  din düşmanı alaca atlı kâfir bindi, dört nala saldırdı, gece yarısında Kazan Beyin yurduna geldi. Altın otağlarını kâfirler yıktılar. Kaza benzer kızı gelini ağlatıp sızlattılar. Tavla tavla şahbaz atlarına bindiler. Katar katar kızıl develerini yedekte çektiler Zengin hazinesini, bol akçesini yağmaladılar. Kırk ince belli kız ile boyu uzun Burla Hatun esir gitti. Kazan Beyin kocalmış anası kara deve boynunda asılı gitti. Han  Kazanın oğlu Uruz Bey üç yüz yiğiti ile eli bağlı, boynu bağlı gitti. Eylik Koca Oğlu Sa n Kulmaş, Kazan beyin evi üzerine şehit oldu.  Kazanın bu işlerden  haberi yok.
Kâfir: «Beyler, Kazanın tavla tavla koç atlarına binmişiz,  altın akçasını  yağmalamışız,  kırk yiğit ile  oğlu Uruzu esir etmişiz, katar katar develerini yedekte çekmişiz, kırk ince belli kız ile Kazanın  sevgili kansını tutmuşuz, bu acılan biz Kazana vermişiz»  dedi. Kâfirin biri der: «Kazan Beye  daha yapacağımız var.» Şökli Melik:  «Bre asilzade  ne kaldı?» diye «ordu. Kâfir: «Kazanın Kapulu Derbendinde  onbin koyunu vardır, şu koyunları da getirsek  Kazana büyük bir acı  daha vermiş olurduk» dedi. Şökli Melik: «Altı yüz kişi varsın, koyunu getirsin»  dedi.
Altı yüz kâfir atlandı,  koyunun üzerine dört nala gitti.
Gece  yatarken  Karacuk  Çoban  kara kaygılı  düş  gördü. Düşünde sıçradı  ayağa  kalktı. Kıyan  Gücün,  Demir  Gücü adında iki kardeşi var idi, onları yanına aldı.  Ağılın kapısını berketti. Üç yerde tepe gibi taş yığdı. Alaca kollu sapanını eline aldı.
Ansızın  Karacuk  Çobanın  üzerine  altı  yüz kâfir yüklendi. Kâfir der:
Karanlık akşam olunca kaygılı çoban
Kar ile yağmur yağınca çakmaklı çoban
Sütü, peyniri bol  kaymaklı  çoban
Kazan Beyin  penceresi altın otağlarını  biz yıkmışız, tavla tavla koç  atlarına biz binmişiz, katar katar kızıl  devesini biz yedekte  çekmişiz, kocalmış  anasını biz getirmişiz, zengin hazinesini, bol akçasını  biz yağmalamışız, kaza benzer kızı gelini biz esir etmişiz, kırk yiğidi ile Kazanın  oğlunu biz getirmişiz, kırk ince belli kız ile Kazanın karısını biz getirmişiz, bre çoban uzağından yakınından beri gel, baş indirip bağır bas, bize selâm ver, öldürmeyelim, Şökli Melike seni itelim,  sana Beylik  alı verelim.»
Çoban :
«Boş yere konuşma bre itim kâfir
İtim ile bir yalakta bulaşığımı içen azgın kâfir
Altındaki alaca atını ne öğersin
Alaca başlı keçi m kadar gelmez bana
Başındaki tulganı ne öğersin köpek kâfir
Basımdaki börküm kadar gelmez  bana
Altmış tutam gönderini n e öğersin lanetlenmiş kâfir
Kızılcık değneğim kadar gelmez bana
Kılıcını ne öğersin bre kâfir
Eğri başlı çomağım kadar gelmez bana
Sadağında doksan okunu ne öğersin  bre kâfir
Ala kollu sapanım kadar  gelmez bana
Uzağından yakınında beri gel
Yiğitlerin darbesini gör öyle geç»
O  ânda  kâfirler   at  teptiler, ok  serptiler.
Yiğitler  yiğidi Karacuk  Çoban sapanının ayasına  taş koydu  attı .  Birin i atınc a ikisini  üçünü yıktı, ikisini  atınca  üçünü dördünü yıktı.  Kâfirlerin gözüne  korku düştü.  Karacuk Çoban, kâfirin  üç yüzünü sapan taşı ile yere serdi. İki kardeşi okla vuruldu, şehit oldu.  Çobanın  taşı tükendi, koyun  demez  keçi  demez, sapanının ayasına koyar atar, kâfiri  yıkar.  Kâfirin gözü korktu . Dünya âlem kâfirin başına karanlık oldu; erişip yetişmesin bu çoban bizim hepimizi öldürür mü öldürür dediler, durmayıp  kaçtılar .
Çoban şehit olan  kardeşlerini Hakka teslim  etti,  kâfirlerin  leşinden bir büyük tepe yığdı; çakmak çakıp ateş yaktı ve kepeneğinden  kül yapıp yarasına bastı, yolun  kenarına geçip oturdu, ağladı sızladı.
Der: «Salur Kazan, Bey Kazan, ölü müsün  diri misin, bu  işlerden haberin yok mudur?»
Meğer Hânım o gece güçlü Oğuzun devleti, Bayındır Hânın güveyisi, Ulaş oğlu Salur Kazan kara kaygılı düş gördü. Sıçradı ayağa kalktı: «Bilirmisin kardeşim Kara Göne, düşümde  ne göründü?  Kara  kaygılı  bir düş işte… gördüm, yumruğumda çırpınan benim  şahin kuşumu ölüyor gördüm; ak otağımın  üzerine gökten yıldırım  çakıyor gördüm,  kuduz kurtlar evimi  dişleyip yırtıyor gördüm, kargı gibi kara saçımı uzuyor gördüm,  uzanara k gözümü  örtüyor  gördüm,  bileğimden on parmağımı kanda gördüm,  ne vakit ki bu düşü gördüm , ondan  beri aklımı fikrimi toplayamıyorum, Hân kardaş benim bu düşümü yor bana»  dedi.  Kara Göne:  «Kara  bulut dediğin senin  devletindir,  kar ile yağmur dediğin senin askerindir,  saç kaygıdır, kan kötülüktür, geri kalanını yoramam , Allah yorsun»  dedi.  Böyle  söyleyince  Kazan : «Benim avımı bozma, askerimi dağıtma, ben bugün konur atı  tepiklerim, üç günlük yolu bir günde alırım, öğle olmadan yurdumun üstüne varırım, eğer sağdır esendir, akşam olmadan gene ben sana gelirim, yurdum eğer sağ değilse başınızın çâresine bakın, ben artık gittim»  dedi.
Konur atını kamçıladı. Kazan Bey yola düştü. Gele gele yurdunun üzerine geldi. Gördü ki uçanlardan  kuzgun  kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış. Kazan Bey burada yurt ile haberleşmiş, görelim Hânım  ne haberleşmiş:
Evim  obam, benim ortak yurdum
Yaban  eşeği ile yaban geyiğine komşu yurdum
Alaca atlı  kâfir görmemiş  yurdum
Seni  düşman nereden dalamış güzel yurdum
Ak otağların dikildiği toprak yalnız
Kocamış anamın oturduğu yer ıssız
Oğlum Uruzun ok attığı tahta hüzünlü
Oğuz Beylerinin at sürdüğü meydan bomboş
Kara  mutfaktan arta  kalan ocak öksüz
Bu durumu böylece  gördüğünde  Kazanın kara çekik gözleri kan yaş doldu, kan damarları kaynadı, kara bağrı sarsıldı. Konur atını  tepikledi, kâfirin geçtiği yola düştü  gitti.
Kazanın önüne bir su geldi. Kazan: «Su Hak yüzünü görmüştür, ben bu su ile haberleşeyim» diye düşündü. Görelim Hânım nice haberleşti:
Çağnam çağnam kayalardan çıkan su
Kocaman gemileri oynatan su
Hasan ile Hüseyinin özlediği su
Bağı bostanı süsleyen su
Âyişe ile Fâtımanm bakışı  su
Şahbaz atların gelip  içtiği su
Ak koyunların gelip  çevresinde yattığı su
Yurdumun  haberini  bilir misin  söyle bana Kara  başım  kurban  olsun  suyum  sana Susarsan kötü söylerim sana
Su nasıl haber versin? Lâf işte, geçti gitti; bu sefer bir kurda rastladı. «Kurt yüzü kutsaldır, kurt ile bir haberleşeyim» diye düşündü. Görelim Hânım nasıl haberleşti:
Karanlık akşam  olunca günü doğan
Kar ile yağmur yağınca er gibi duran
Kara koç  atlar  gördüğünde kişneştiren
Kızıl deve  gördüğünde kükreştiren
Akça  koyun  gördüğünde kuyruk çarpıp kamçılayan
Yağlıca  tekeyi görünce kapıp kaçırıveren
Arkasını  vurup berk  ağılın  ardım  söken
Karma  toklunun semizini alıp  yutan
Kanlı  kuyruğunca yüzüp  çap  çap  yutan
Uluması korkunç köpeklere kavga  salan
Çakmaklıca çobanları geceleyin koşturan
Yurdumun haberini bilir misin  söyle  bana
Kara başım kurban olsun kurdum sana
Susarsan lanet ederim sana
Kurt nasıl haber versin? Kurttan da geçti. Karacuk Çobanın kara köpeği Kazanın karşısına geldi. Kazan kara köpek ile haberleşti, görelim Hânım ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca vaf vaf üren
Acı ayran dökülünce çap çap içen
Gece gelen hırsızları korkutan
Korkutarak şama taşıyla ürküten
Yurdumun haberini bilir misin söyle bana
Kara başımın sağlığında iyilikler edeyim köpek sana
Köpek nasıl haber versin? Köpek Kazanın atının ayağına çap çap düşer, sin sin sinler. Kazan bir sopa ile köpeği vurdu, köpek çekildi geldiği yola gitti. Kazan köpeği  izleyerek Karacuk Çobanın bulunduğu yere geldi. Çobanı gördüğünde haberleşti, görelim Hânım ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca kaygılı çoban
Kar ile yağmur yağınca çakmaklı çoban
Ünümü anla sözümü dinle
Alaca atlı kara kâfir konduğu yeri yağmalamış
Ak otağım surdan geçmiş gördün mü söyle bana
Kara başım kurban olsun çoban sana
Çoban
Bre aklı azmış devleti düşmüş
Kara kaygılar başına  üşüşmüş
Ölmüş  müydün yitmiş miydin a  Kazan
Nerde geziyordun neredeydin a Kazan
Alaca atlı kara kâfir konağını yağmalamış, neyin  var neyin yok ise tutsak  etmiş;  dün, yok önceki  gün,  evin  burdan geçti. Kocamış  anan kara deve boynunda asılı geçti. Kırk ince  belli kızı ile karıcığın  boyu uzun Burla  Hatun  kâfirlerin önünde ağlayarak surdan geçti. Kırk yiğit ile oğlun Uruz başı açık yalın ayak kâfirlerin yanınca esir gitti. Tavla tavla koç atlarına  kâfir binmiş.  Katar katar  develerini  kâfir yedekte çekmiş. Altın akçe, bol hazineni kâfir almış.» diyince Kazan âh etti, aklı başından gitti, dünya âlem gözüne karanlık oldu.
«Ağzın kurusun çoban, dilin çürüsün çoban, Hak Taâlâ senin alnına kara yazsın  çoban»  dedi. Kazan bey böyle söyleyince Çoban  dedi ki:
«Ne kızıyorsun bana  ağam Kazan
Yoksa göğsünde yok mudur iman
Altı yüz kâfir de benim üzerime geldi, iki kardeşim  şehit oldu, üç yüz kâfir öldürdüm gazi  oldum, ne semiz koyun ne zayıf toklu, senin  kapından  kâfirlere  tek bir koyun  vermedim, üç yerden yaralandım, kara başım bunaldı, yalnız kaldım,  suçum bu mudur?» Çoban yine der:
Konur atını ver bana
Altmış tutam mızrağını ver bana
Apalaca kalkanını ver bana
Kara polat öz kılıcını ver bana
Sadağında seksen okunu ver bana
Ak kirişli sert yayını ver bana
Kâfire ben vurayım
Yeniden doğanını öldüreyim
Yemin ile alnımın kanını ben sileyim
Ölürsem senin uğruna ben  öleyim
Allah Taâlâ kor ise evini ben kurtarayım.
Çobanın bu sözleri Kazan’ın ağırına gitti, tuttu yürüyüverdi. Çoban da Kazanın  ardından yetişti. Kazan döndü baktı: «Oğul çoban nereye gidiyorsun?» dedi. Çoban: «Ağam Kazan sen evini almağa gidiyorsun, ben de kardeşimin kanını almağa gidiyorum» dedi. Böyle söyleyince, Kazan: «Oğul çoban karnım açtır, bir şeyin var mıdır yemeğe» dedi. Çoban:
«Evet ağam Kazan, geceden bir kuzu pişirmişimdir, gel bu ağaç dibinde inelim yiyelim» dedi. İndiler, çoban dağarcığı  çıkardı,  yediler.
Kazan düşündü: «Eğer çoban ile varacak olursam güçlü Oğuz Beyleri benim başıma kakınç olurlar, çoban yanında olmasa Kazan kâfiri yenemezdi derler.» dedi.
Kazan gayret geldi. Çobanı bir ağaca sara sara sıkıca bağladı, kalktı yürüyüverdi.   Çobana «Bre Çoban karnın acıkmamışken, gözün kararmamışken  bu ağacı  koparmağa bak, yoksa seni burda kurtlar kuşlar yer»  dedi.
Karaca Çoban zorladı, koca  ağacı  köküyle kökeniyle kopardı, arkasına aldı. Kazanın ardına  düştü . Kazan baktı gördü çoban ağacı arkasına almış geliyor. Kazan der: «Bre çoban bu ağaç ne ağaçtır?» Çoban: «Ağam Kazan bu ağaç o ağaçtır ki sen kâfiri  tepelersin, karnın acıkır, ben sana bu ağaç ile yemek pişiririm» dedi. Kazana bu söz hoş geldi. Atından  indi, Çobanın ellerini çözdü, alnından bir  öptü. «Allah benim evimi  kurtaracak olursa seni tavlacı başı eyleyeyim» dedi. İkisi birlikte yola düştüler .
Beri yandan Şökli Melik kâfirlerle şen şakrak yeyip içip oturuyordu. «Beyler biliyor  musunuz Kazana nasıl acı çektirmek gerek, boyu uzun Burla Hatununu getirip  içki  sundurmak gerek» dedi.
Yakınlarında bir yerde Burla Hatun yanında kız ve oğlu Uruz ile kapatılmıştı. Boyu uzun  Burla Hatun Şökli Melik’in sözlerini işitti, yüreği yandı, canına ateşler düştü. Kırk ince belli kızın içine girdi, öğüt verdi. «Hanginize yapışırlar, Kazanın Hatunu hanginizdir diye sorarlarsa kırk yerden ses veresiniz» dedi.
Şökli Melikten adam geldi: «Kazan Beyin  hatunu hanginizdir» dedi. Kırk yerden ses geldi, hangisidir bilmediler.
Kâfirlere haber verdiler:
«Birine yapıştık, kırk yerden ses geldi, bilmedik hangisidir?» dediler.
Kâfir: Bre Kazanın oğlu Uruzu çekin çengele asın, kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma pişirin kırk Bey kızına iletin, kim ki yedi o değil, kim ki yemedi odur, alın gelin bize şakilik etsin» dedi. Boyu uzun Burla Hatun bu sözü de duydu; oğlunun yamacına  geldi,  çağırıp oğluna söyler, görelim Hânım ne söyler.
Oğul oğul ay oğul
Beğim oğul gözüm oğul
Bilir misin neler oldu
Söyleştiler fısıl fısıl
Kâfirin niyetini duydum
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
Oğul oğul ay oğlu
Dokuz ay dar karnımda taşıdığım oğul
On ay diyince dünyaya getirdiğim oğul
Dolaması altın beşikte beklediğim oğul
Beşiklere beleyip ak südümü emzirdiğim oğul
Kâfirler bu sefer çok kötü düşündüler!
Kazan oğlu Uruzu hapisten çıkarın, boğazından urgan ile asın, iki küreğinden çengele takın, kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk Bey kızma iletin, kim ki yedi o değil, kim ki yemedi o Kazanın Hatunudur, çekin döşeğimize getirelim içki sunduralım demişler. Senin etinden oğul yiyeyim mi, yoksa dini bozuk kâfirin döşeğine gireyim mi, baban Kazanın namusuna kara süreyim mi; nicedeyim oğul hey?»  dedi.
Uruz:
«Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana, ana hakkı Tanrı hakkı olmamış  olsaydı kalkarak yerimden doğrulaydım, yakan ile boğazından tutaydım, ayağımın altına alaydım, ak yüzünü kara yere tepeydim, ağzın ile burnundan kan fışkırtaydım, can tatlılığını sana göstereydim, bu nasıl sözdür? Sakın kadın ana benim üzerime gelmeyesin, benim  için  ağlamayasın  bırak beni kadın ana çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler kara kavurma etsinler  kırk Bey kızının önüne iletsinler, onlar bir yediğinde sen iki ye, seni kâfirler bilmesinler duymasınlar, ta ki dini bozuk kâfirin döşeğine varmayasın, içkisini sunmayasın, babam Kazanın namusuna kara sürmeyesin, sakın» dedi. Oğlu böyle deyince gözünün yaşı boncuk boncuk döküldü. Boyu uzun, beli ince Burla Hatun boynu ile kulağını tuttu düştü, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı  gibi kara  saçını yoldu.
«Oğul! Oğul!» diyerek inim inim inledi, ağladı: Uruz:
«Kadın ana karşıma geçip ne böğürüyorsun
Ne bağırırsın ne ağlarsın
Bağrım ile yüreğimi ne dağlarsın
Geçmiş benim günümü  ne hatırlarsın
Hey ana arap atlar olan yerde
Bir tayı olmaz  mı olur
Kızıl develer olan yerde
Bir  deve yavrusu olmaz  mı olur
Akça  koyunlar olan yerde
Bir kuzucağızı olmaz mı olur
Sen sağ  ol kadın ana babam sa ğ olsun
Bir benim gibi oğul  bulunmaz mı?»
dedi.  Böyle  deyince  anasının kararı kalmadı, yürüyü verdi, kırk ince belli kızın içine girdi.
Kâfirler Uruzu alıp kesim çengelinin dibine getirdiler. Uruz:
Bre kâfir aman
Tanrının  birliğine yoktur güman
«Bırakın beni, bu ağaç ile söyleşeyim» dedi. Çağırıp ağaca söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç
Mekke ile Medinenin kapısı ağaç
Musa Kelimin asası ağaç
Büyük büyük surların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi  ağaç
Erlerin şahı Alinin Düldülünün eyeri ağaç
Zülfikârın kını ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyinin beşiği ağaç
Erin de avradın da korkusu ağaç
Başına doğru bakar olsam başsız ağaç
Dibine doğru baksam dibsiz ağaç
Beni sana asacaklar, taşıyamaz ol…
Taşırsan, dalın  kopmazsa yiğitliğimin âhı seni tuk sun  ağaç
Bizim elde olmalıydın ağaç
Kara Hindu kullarıma buyuraydım
Seni parça parça doğruyalardı ağaç
Sustu;  bir daha söyledi:
Tavla tavla bağlanırken atıma yazık
Kardeş  diye beslerken yoldaşıma yazık
Yumruğumda  çırpmırken şahin kuşuma yazık
Koştuğu anda tutan tazıma yazık
Beyliğe doymayan kendime yazık
Yiğitlikten usanmayan canıma yazık.
Deyip  yüzünü  Hakka   döndürdü  Yüce Peygamberden yardım diledi; ağladı. Yumru yumru göz yaşı döküp ağladı, yanık ciğerciğini dağladı.
Bu sırada sultanım, Salur Kazan ile Karacuk Çoban dört nala yetişti. Çobanın sapanının ayası, üç yaşında dana derisinden yapılma idi; sapanın kolları üç keçinin kıllarından örülmüş idi; çatlayıcısı bir keçinin kılından örülmüştü..
Her atışta  on iki batman (Bir batman 8 kg.dır.) taş atardı. Attığı taş yere düşmezdi, yere  dahi düşse  toz  gibi  savrulurdu,  ocak  gibi oyulurdu. Taşın düştüğü yerin otu üç yıl bitmezdi. Semiz  koyun zayıf toklu bayırda kalsa,  kurt gelip  yemezdi  sapanının  korkusundan. Öyle olunca  sultanım, Karacuk Çoban  sapan  çatlattı, dünya  âlem kâfirin gözüne  karanlık  oldu. Kazan  «Karacuk Çoban  anamı kâfirden dileyeyim,  at ayağı altında kalmasın» dedi. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazan kâfire çağırıp söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Bre Şökli Melik
Penceresi altın otağlarımı getirmişsin
Sana gölge olsun
Ağır hâzinemi bol akçemi getirmişsin
Sana harçlık olsun
Kırk ince belli kız ile Burla Hatunu getirmişsin
Sana esir olsun
Kırk yiğit ile oğlum
Uruzu getirmişsin
Kulun olsun
Tavla tavla koç atlarımı getirmişsin
Sana binek olsun
Katar katar develerimi getirmişsin
Sana kervan olsun
Kocamış anamı  getirmişsin
Bre kâfir ak sütünü  içtiğim örme saçlı anamı ver bana
Savaşmadan vuruşmadan çekileyim
Geri döneyim gideyim bunu böyle bil
Kâfirler cevap verdiler:
«Bre Kazan
Penceresi altın otağını getirmişsiz
Bizimdir
Kırk ince belli kız ile
Boyu uzun Burla Hatunu getirmişiz
Bizimdir
Tavla tavla koç atlarını
Katar katar develerini getirmişiz
Bizimdir
Kocamış ananı getirmişiz
Bizimdir
Sana vermeyiz,
Yayhat Keşiş oğluna veririz,
Yayhat Keşiş oğlundan oğlu doğar, biz onu sana hasım koruz» dediler. Çoban hiddetlendi,  dudakları kabardı:
Bre itim  kâfir
Bre dini yok akılsız kâfir
Aklı yok derneksiz kâfir
Karşı yatan karlı  kara  dağlar yaşlanmıştır otu bitmez
Kanlı  kanlı  ırmakları kocamıştır suyu  gelmez
Şahbaz şahbaz atların beli  bükülmüştür tay  vermez
Kızım kızıl develer çökmüştür yavru vermez
Bre kâfir
Kazan Beyin anası iki  büklümdür oğul vermez dölünü almaktan sefan var ise Şökli Melik, kara gözlü kızın var ise, getir Kazana ver, bre kâfir senin kızından oğlu doğsun, siz onu Kazan Beğe hasım kovasınız»  dedi.
Bu sırada  güçlü Oğuz Beyleri yetişti. Hânım görelim kimler yetişti:  Kara Dere  ağzında doğmuş, kara deve derisinden beşiğinin  örtüsü olan öfkesi tutunca kara taşı kül eyleyen, bıyığını ensesinde yedi yerden düğümleyen, yiğitler ejderhası, Kazan Beyin kardeşi Kara Göne dört nala yetişti.
«Çal kılıcını kardaş Kazan yettim!»  dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Demir Kapı Derbendindeki demir kapıyı tepip alan,  altmış tutam alaca gönderinin ucunda er böğürten, Kazan gibi bir yenilmez yiğidi üç kere attan düşüren Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar dörtnala yetişti: «Çal kılıcını ağam Kazan yettim!»  dedi.
Bunun ardınca Hânım görelim kimler yetişti:  Hemid ile Merdin kalesini tepip yıkan, demir yaylı Kapçak Melike kan kusturan, gelerek Kazanın kızını erlik ile alan, Oğuzun  ak sakallı ihtiyarlarının görünce o yiğidi baş tacı ettiği, al ipekten şalvarlı,  atı yanar döner püsküllü Kara Göne oğlu Kara Budak dört nala yetişti. «Çal kıkcını ağam Kazan yettim» dedi.
Bunun ardınca görelim Hânım kimler yetişti: Aklına esince Bayındır Hanın düşmanını bastıran, altmış bin kâfire kan kusturan, ak boz atının yelesi üstünde kar durduran, Gaflet Koca oğlu Şîr Şemseddin dört nala yetişti, «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim!»  dedi.
Bunun ardına Hânım görelim kimler yetişti:  Yaban horozu gibi çalımlı, kartal hünerli,  sıvama gümüşten kırma kumaş, kulağı altın küpeli, yenilmez Oğuz Beylerini bir bir atından yıkıcı, Kazdık Koca  oğlu Bey Yigenek dört nala yetişti: «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim!»  dedi.
Bunun ardınca görelim Hânım kimler yetişti:  Parasarın  Bayburt Hisarından  fırladığı anda uçan,  apalaca gerdeğine karşı gelen, yedi kızın umudu, güçlü Oğuz  Beylerinin  imrencesi, Kazan Beyin sağ kolu, boz aygırlı Beyrek dört nala yetişti: «Çal kılıcını, Ağam Kazan yetiştim.»  dedi.
Bunun  ardınca  görelim  Hânım  kimler yetişti:  Altmış toklu derisinden, kürk eylese  topuklarım örtmeyen, altı toklu derisinden külah etse  kulaklarını  örtmeyen, kolu budu irice, uzun baldırları ince, Kazan  Beyin  dayısı, at ağızlı  Aruz Koca dört nala yetişti: «Çal kılıcını beyim Kazan, yettim.»  dedi.
Bunun  ardınca  görelim  kimler yetişti:  Mekke’ye  gidip Peygamberin  yüzünü gören  döndüğünde  Oğuzun  Sahabesi  olan,  öfkelenince  bıyıklarından kan çıkan, bıyığı  kanlı  Bügdüz Emen  dört nala yetişti. «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim»  dedi.
Bunun  ardınca  kimler yetişti:  «Kâfirleri it ardına  bırakıp horlayan, yurttan çıkıp Aygır Gözler  suyunda  at yüzdüren,  elli yedi  kalenin  kilidini alan,  Ak Melik  Çeşme  kızını nikahlayan, Sofu  Sandal  Melike  kan  kusturan,  kırk cübbe bürünüp otuz  yedi kale beyinin  dilber kızlarını  çalıp bir bir boynunu okşayan, yüzünden  dudağından öpen,  Eylik Kocaoğlu Alp Eren,  dört nala yetişti:  «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim.»  dedi.
Sayılmakla  Oğuz Beylerinin sonu gelmez, hep yetiştiler. An sudan abdest aldılar,  ak ahnlannı yere kodular, iki rekât namaz  kıldılar.  Adı güzel  Muhammede salâvat  getirdiler, düşünmeden  kâfire at saldılar, kılıç çaldılar. Gümbür gümbür davullar dövüldü,  burması  altın tunç borular çalındı. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün alçaklar sapa yer gözetti. O gün bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Başlar kesildi top gibi. Şahbaz  şahbaz atlar koştu, nalı düştü. Alaca alaca gönderler saplandı. Kara çelik öz kılıçlar çalındı, ağzı düştü. Üç kanatlı kayın oklar atıldı, temreni düştü. Kıyametin bir günü o gün oldu. Bey nökerinden, nöker beyinden  aynldı.
Dış Oğuz beyleri ile Deh Dündar sağdan vurdu. Cilasun yiğitlerle Kara Göne oğlu Deli Budak soldan vurdu. İç Oğuz beyleri ile Kazan doğrudan yüklendi, Şökli Melikin üstüne at sürdü, Şökli Meliki böğürderek attan yere düşürdü, derhal karabaşını tutup kesti, parçalayarak alca kanını yeryüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tüken Melike Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar karşı geldi, sağ yanını kılıçladı, yere düşürdü. Sol tarafta Buğacık Melike Kara Göne oğlu Deli Budak karşı geldi, altı dilimli gürz ile tepesine yıldırım gibi vurdu dünya âlem gözüne karanlık oldu, at boynunu kucakladı, yere düştü. Kazan Beyin kardeşi kâfirin tuğu ile sancağını kılıçladı yere düşürdü. Derelerde tepelerde kâfire kırgın girdi leşine kuzgun üşüştü. On iki bin kâfir kılıçtan geçti. Beş yüz Oğuz yiğitleri şehit oldu. Kaçanını Kazan Bey kovalamadı, aman diyenini öldürmedi. Yenilmez Oğuz Beyleri ganimet aldı.
Kazan Bey ordusunu çoluğunu çocuğunu, hazinesini aldı geri döndü. Altın tahtında yine evini dikti. Karacuk Çobanı tavlacı başı eyledi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk baş kul ile odalıklardan olma kırk cariye çocuğuna Uruz’un basma hürriyetini verdi. Koç yiğitlere çok ülke verdi; şalvar, cübbe, çuha verdi. Dedem Korkut gelerek destan söyledi, deyiş dedi, bu Oğuz nameyi düzdü koştu, böyle dedi:
Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Ölümlü dünya kime kaldı
Gelindi gidimli dünya
En son ucu ölümlü dünya
Dua edeyim Hanım: Karlı dağların yıkılmasın. Gölgeli ulu ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kadir Tanrı seni kötülere el açtırmasın.  Koşar iken ak boz atın tökezlenmesin; Vuruşunca kara Çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca gönderin ufanmasın. Aksakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Son nefeste imandan ayırmasın. Âmin diyenler Tanrının yüzünü görsün. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun.  Allahın verdiği umudu kesilmesin. Derlesin toplasın günahımızı adı güzel Muhammed  Mustafa yüzü suyuna bağışlasın  Hânım hey!…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
KAM PÜRENİN OĞLU BAMSI BEYREK :

Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üstüne ak otağını  diktirmişti. Ala sayvanı gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek seccade döşenmişti. îç Oğuz, Dış Oğuz beyleri Bayındır Hanın  sohbetine toplanmıştı. Pay Püre Bey de Bayındır Hanın sohbetine gelmişti.
Bayındır Hanın karşısında Kara Göne oğlu Kara Budak yayına  dayanıp  durmuştu.  Sağ  yanında  Kazan  oğlu  Uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Pay Püre Bey bunları gördüğünds âh eyledi, başından aklı gitti, mendilini eline aldı, böğüre böğüre  ağladı.
Böyle  edince,  yenilmez  Oğuzun koruyucusu,  Bayındır Hanın güveyisi Salur Kazan kaba dizinin üzerine çöktü, gözünü dikerek Pay Püre Beyin yüzüne baktı: «Pay Püre Bey ne ağlayıp döğünürsün?»  dedi. Pay Püre  Bey  de: «Han  Kazan nasıl  ağlamayayım, nasıl  döğünmiyeyim,  oğulda  nasibim yok, kardaşda kaderim yok, Allah Taâlâ bana kara yazmış; Beyler, tacım tahtım için ağlarım, bir gün gelecek  düşeceğim  öleceğim; yerimde yurdumda kimse kalmayacak»  dedi. Kazan der: «Bütün arzun bu mudur?» Pay Püre Bey der:
«Evet budur, benim de oğlum olsa, Han Bayındırın karşısma geçse dursa, hizmet eylese, ben de baksam sevinsem, kıvansam, güvensem.
Böyle  deyince yenilmez Oğuz Beyleri yüzlerini göğe tuttular,  el kaldırıp duâ eylediler,  «Allah Taâlâ  sana  bir oğul versin» dediler. O zamanda beylerin iyi de dileseler  kötü de dileseler  duaları  kabul  olunurdu.
Pay Piçen  Bey de yerinden kalktı, der: «Beyler  benim de hakkıma bir dua eyleyin. Allah Taâlâ bana da bir kız versin» dedi. Kudretli Oğuz  beyleri  el kaldırdılar dua eylediler:  «Allah Taâlâ  sana  da bir kız versin»  dediler.  Pay  Piçen  Bey:
«Beyler,  Allah Taâlâ bana bir kız verecek  olursa,  siz  tanık olun, benim kızım Pay  Püre  Beyin  oğluna beşik kertme yavuklu olsun»  dedi.
Bunun üzerine bir kaç zaman geçti. Allah Taâlâ Pay Püre Beye bir oğul, Pay Piçen  Beye bir kız verdi. Kudretli Oğuz Beyleri  bunu işittiler  şâd olup sevindiler.  Pay  Püre Bey bezirganlarını  yanma  çağırdı,  buyruk  etti:  «Bre  bezirganlar, Allah Taâlâ bana bir oğul verdi,  varın Rum eline  benim oğlum için güzel armağanlar getirin, benim oğlum büyüyünceye kadar…»  dedi.
Bezirganlar  gece  gündüz yol gittiler. İstanbul’a geldiler. Birbirinden  güzel,  eşi  bulunmaz  armağanlar  aldılar.  Pay Pürenin oğlu için bir deniz tayı ( Efsaneye göre denizden yüzüp gelen  bir aygır ile çayırda otlayan bir kısraktan  olma soylu  at; bu soydan  doğma  taylar.
)  boz aygır aldılar, bir ak kirişli  sert yay aldılar, bir de altın dilimli  gürz aldılar. Yol hazırlığını  yaptılar.
Pay Pürenin oğlu beş yaşına girdi, beş yaşından  on yaşına girdi, on yaşından  onbeş yaşına  girdi. Yaban  horozu gibi çalımlı,  kartal hünerli bir güzel  alımlı yiğit  oldu.
O zamanda bir oğlan baş kesmese kan dökmese  ad koymazlardı. Pay Püre Beyin  oğlu atlandı, ava çıktı. Av avlarken babasının tavlasının üzerine geldi. Tavlacı  başı karşıladı, indirdi misafir etti. Yiyip içip oturuyorlardı. Beri yandan da bezirganlar  gelerek Kara Derbent ağzına konmuşlardı. Yetişmesin  töremesin Evnük Kalesinin kâfirleri bunları casusladı.
Bezirganlar yatarken  ansızın  beş yüz kâfir saldırdılar, vurdular, yağmaladılar. Bezirganın  büyüğü tutuldu, küçüğü kaçarak  Oğuza geldi.
Baktı  gördü Oğuzun  sınırında bir ala  sayvan  dikilmiş, bir Bey oğlu güzel yiğit kırk yiğitle, oturuyorlar.  «Oğuzun bir güzel yiğidi ancak, yürüyeyim, yardım isteyeyim» dedi.
Bezirgan:  «Yiğit yiğit bey yiğit,  sen benim ünümü anla sözümü dinle, on altı yıl önce  Oğuz içinden gitmiştik. Birbirinden güzel kâfir malını Oğuz Beylerine getiriyorduk. Pasi- nin Kara Derbend  ağzına  göğüs vermiş idik; Evnük Kalesinin beş yüz kâfiri üzerimize saldırdı, kardeşim esir oldu, malımızı rızkımızı yağmaladılar  geri  döndüler, kara başımı kaldırdım sana geldim, kara başının  sadakası  yiğit yardım et» dedi.
Bu defa oğlan şarap içerken içmez oldu, altın kadehi elinden yere  çaldı: «Ne  diyorsam  yetiştirin, giyimim ile benim koç atımı getirin hey, beni seven yiğitler binsinler» dedi. Bezirgan önlerine  düştü, kılavuz oldu.
Kâfir de inerek bir yerde akçe bölüşmekteydi. Bu sırada yiğitler meydanının  arslam, pehlivanların kaplanı boz oğlan yetişti. Bir iki demedi,  kâfirlere  kılıç  vurdu,  baş  kaldıran kâfirleri öldürdü,  gazâ  eyledi,  bezirganların malını kurtardı.
Bezirganlar: «Bey yiğit bize sen  erlik işledin, gel şimdi beğendiğin  maldan  al» dediler. Yiğidin gözü  bir  deniz yayı boz aygın tuttu, bir de altı dilimli gürzü bir de ak kirişli yayı tuttu. Bu üçünü beğendi. «Bre bezirganlar bü aygın ve sonra bu yayı  ve  bu gürzü  bana  verin»  dedi.  Böyle   deyince  bezirganlar bozuldu. Yiğit: «Bre bezirganlar  çok mu istedim?»  dedi. Bezirganlar:
«Niye çok olsun, amma bizim Beyimizin bir oğlu vardır,  bu üç şeyi  ona  armağan  götürmemiz  gerek idi» dediler. Oğlan der: «Bre Beyinizin  oğlu kimdi?» «Pey Pürenin oğlu vardır,  adına Bamsı  derler»  dediler.  Pay  Pürenin oğlu  olduğunu  bilemediler.  Yiğit  parmağını  ısırdı.  «Burda minnetle  almaktansa,  orda babamın yanında minnetsiz  almak,daba  iyidir»  diye  düşündü.  Atını kamçıladı  yola  çıktı. Bezirganlar  ardından baka kaldılar; «Vallab güzel  yiğit,  erdemli yiğit»  dediler.
Boz  oğlan babasının evine geldi. Babasına  haber verildi Bezirganlar  geldi diye. Babası  sevindi, çadır, otağ, ala sayvan diktirdi, ipek seccadeler serdi, geçti  oturdu.  Oğlunu sağ yanma aldı. Oğlan  Bezirganlar  ile ilgili hiç bir söz  söylemedi, kâfirleri  öldürdüğünden  sözetmedi.
O  sırada  Bezirganlar  geldiler. Baş  indirip selâm  verdiler. Gördüler ki Yiğit o Yiğit; baş kesmiştir, kan  dökmüştür, Pay  Püre  Beyin  sağında  oturuyor.  Bezirganlar yürüdüler Yiğidin elini öptüler. Bunlar böyle edince  Pay Püre  Beyin  hiddeti tuttu, Bezirganlara:  «Bre densizler edepsizler!  Baba dururken oğul eli mi öperler?» diye çıkıştı. «Hânım, bu yiğit senin   oğlun   mudur?»   «Evet   benim   oğlumdur»   dedi.  Bezirganlar: «Şimdi incinme Hânım  önce onun elini öptüğümüze, eğer  senin  oğlun  olmasaydı  bizim malımız Gürcistanda gitmişti,  hepimiz esir olmuştuk»  dediler.  Pay  Püre  Bey  de:
«Bre,  benim oğlum baş mı kesti  kan mı döktü?»  diye  şaştı.
«Evet baş kesti, kan döktü,  adam devirdi» dediler.
«Bre, bu oğlana ad koyacak  kadar var mıdır» dedi.
«Evet  sultanım, fazladır»  dediler.
Pay Püre  Bey kudretli Oğuz beylerini çağırdı misafir etti. Dedem  Korkut geldi,  oğlana ad koydu.
Ünümü anla sözümü dinle
Pay Püre Bey
Allah Taâlâ sana bir oğul vermiş uzun yaşatsın
Ak sancak kaldırınca
Müslümanlar arkası olsun
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa
Allah  Taâlâ senin oğluna güç versin
Kanlı kanlı sulardan geçer olsa geçit versin
Kalabalık kâfire girince
Allah Taâlâ senin oğluna fırsat versin
Sen oğlunu Bamsam, diye okşarsm
Bunun adı boz  aygırlı Bamsı Beyrek olsun
Adını ben verdim yaşını Allah versin
dedi. Kudretli Oğuz  beyleri  el kaldırdılar dua  eylediler;
«Bu  ad bu Yiğitde  kutlu  olsun»  dediler. Beyler hep  ava gitti. Boz  aygırını  çektirdi. Beyrek bindi. Ala Dağa ava çıktı.
Birdenbire Oğuzun üzerine bir sürü  geyik  geldi.  Bamsı Beyrek birini kovalayıp gitti. Kovalaya kovalaya bir yere  geldi, ne gördü?  Sultanım gördüğü şu: Yemyeşil çayırın üzerine bir kırmızı  otağ  dikilmiş.  «Yârap  bu otağ  kimin  ola?» dedi. Haberi yok ki alacağı elâ gözlü kızın otağı  olsa  gerek. Bu otağın üzerine varmak  istemedi. «Ne olursa olsun, hele  ben avımı alayım» dedi. Otağın önünde yetiştiği geyiği  vurdu. Baktı gördü bu  otağ  Banu Çiçek otağı imiş  ki  Beyreğin beşik kertme nişanlısı, adaklısı idi.
Banu Çiçek otağdan bakıyordu: «Bre dadılar, bu babadan densiz, görgüsüz Adam bize erlik mi gösteriyor?» dedi; «Varın bundan pay isteyin, görün ne der.»
Kısırca Yenge derler bir hatun var idi, ileri vardı pay diledi: «Hey hey yiğit, bize de bu geyikten  pay ver» dedi. Beyrek:
«Bre dadı, ben av a değilim, Bey oğlu Beyim, hepsi size» dedi;
«Amma sormak ayıp olmasın  bu otağ kimindir» Kısırca Yenge der: «Bey yiğidim, bu otağ Pay Piçen  Bey kızı Banu Çiçeğindir» dedi, Bunun üzerine Hânım, Beyreğin kanı kaynadı, edeple  usul usul geri  döndü.
Kızlar geyiği alıp güzeller şâhı Banu Çiçeğin  önüne getirdiler. Baktı gördü ki bir sultan  semiz yaban geyiğidi, Banu Çiçek: «Bre kızlar, bu Yiğit ne yiğittir» diye sordu.  Kızlar da:
«Vallah sultanım, bu Yiğit yüzü örtülü güzel yiğittir, Bey oğlu Bey imiş» dediler. Banu Çiçek:  «Hey  hey dadılar, babam bana ben seni yüzü örtülü Beyreğe vermişim  derdi,  olmaya ki bu ola,  bre çağırın haberleşeyim»  dedi.
Çağırdılar. Beyrek  geldi. Banu Çiçek yaşmaklandı, haber sordu: «Yiğit, gelişin  nerden?»  Beyrek:  «îç Oğuzdan»  dedi,  «İç  Oğuzda kimin nesisin?»  «Pay Püre Bey oğlu Bamsı Beyrek  dedikleri benim»
Kız: «Peki ya ne yapmaya geldin yiğit?» dedi.
Beyrek  de: «Pay Piçen Beyin bir kızı varmış, onu görmeğe  geldim» dedi.
Kız: «O öyle insan değildir ki sana görünsün, amma ben Banu Çiçeğin  dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle  ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle  güreşelim, beni yenersen  onu da yener- sin» dedi.  Beyrek  kabul etti!  «Pekâlâ, hemen atına bin.»
İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler, Beyreğin  atı kızın atını geçti. Ok attılar, Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız: «Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği  yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok,  şimdi gel seninle  güreş tutalım»  dedi.
Beyrek  hemen  attan  indi.  Kavuştular,  iki pehlivan olup birbirine  sarmaştılar.  Beyrek  kaldırır kızı yere  vurmak ister, kız kaldırır Beyreği  yere  vurmak ister.  Beyrek  bunaldı.
«Bu kıza yenilecek  olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme tokuç ( Anadolu’da,  çamaşır yıkamak için yapılan ağaçtan yontma bir âlet; tokaç) ederler» diye düşündü. Canını dişine taktı geldi, kavradı kızı sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kızı koçundu. Bu sefer  Beyrek  kızın ince beline girdi, çengele aldı, arkası üzerine yere yıktı. Kız o zaman: «Yiğit, Pay Piçe- nin kızı Banu Çiçek benim» dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi,
«Düğün kutlu olsun Han  Kızı» diye parmağından  altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi. «Aramızda bu  nişan  olsun Hân  Kızı» dedi. Kız der: «Madem ki öyle  oldu, bundan sonra  uzak  durmamız  gerek  Bey  oğlu»  dedi. Beyrek de «Ne olacak Hânım, baş üzerine» dedi.
Beyrek, Kızdan  ayrılıp  evlerine geldi. Âksakallı  babası karşıladı: «Oğul  bugün  Oğuzda her zamankinden değişik ne gördün?» diye sordu. Beyrek, cevap  verdi: «Ne göreyim, oğlu olan  evlendirmiş, kızı olan  kocaya vermiş.» «Oğul  yoksa seni evlendirmek mi gerek? «Evet ya, ak sakallı aziz  baba, evlendirmek gerek.» «Oğuzda kimin kızını  alıvereyim?» «Baba bana bir kız alıver  ki ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç  atıma  binmeden o binmeli, ben hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle  kız alıver  baba bana»  «Oğul  sen kız  istemiyorsun,  kendine  denk  bir yoldaş istiyormuşsun, oğul galiba senin  istediğin kız Pay  Piçen Bey kızı Banu  Çiçektir»  «Evet ya,  evet  ak  sakallı,  aziz  baba benim  de istediğim odur.»  «Ay  oğul  Banu  Çiçeğin bir deli  kardeşi vardır, adına Deli  Karçar derler, kız isteyeni  öldürür.» «Peki ya nidelim?»
«Oğul  kudretli  Oğuz  Beylerini evimize çağıralım,  nasıl  uygun görürlerse ona  göre  iş  edelim.»
Kudretli  Oğuz  Beylerinin hepsini çağırdılar, evlerine getirdiler. Yedirdiler içirdiler,  saygıda  kusur etmediler.  Kudretli Oğuz Beyleri  dediler: «Bu kızı istemeğe kim varabilir?» Uygun gördüler ki «Dede  Korkut varsm» dediler. Dede  Korkut kabul etti: «Dostlar, made m ki beni gönderiyorsunuz, biliyorsunuz ki Deli  Karçar kız kardeşini isteyeni  öldürür, bâri Bayındır Hanın  tavlasından  yüğrük iki cins at getirtin. Bir keçi başlı kırçıl aygın, bir toklu başlı doru aygın, işin sonunda kaçma kovalama olursa birisine bineyim, birisini yedekte çekeyim»  dedi. Dede  Korkut’un sözü haklı görüldü. Vardılar Bayındır Hanın  tavlasından  o iki atı getirdiler. Dede  Korkut birine bindi, birini yedekte çekti:  «Dostlar sizi  Hakka ısmarladım» dedi gitti.
Meğer  sultanım, Deli Karçar ak çadınnı, ak otağını kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşlan  dikmişler uzağa bir tahtayı, ok atıp duruyorlar, eğleniyorlardı.  Dedem  Korkut öteden beriye  geldi. Baş  indirdi, bağır basü, ağız  dilden güzel selâm verdi.  Deli   Kaçar   ağzını   köpüklendirdi.  Dede Korkutu n yüzüne  baktı:  «Aleykesselâm ey işi gücü  azıtmış, kendi şaşkına dönmüş  kişi, Yüce  Allah  ak  alnına  belâ  yazmış! Ayaklıların buraya  geldiği yok,  ağızların bu suyumdan içtiği yok, sana  noldu, yolun yordamını mı şaştı, ecelin mi gefcli, buralarda neylersin?» dedi. Dede Korkut:
«Karşı yatan kara dağını aşmağa gelmişim
Akıntılı güzel suyunu geçmeğe gelmişim
Geniş eteğine dar koltuğuna sığınmağa gelmişim
Tanrının buyruğu ile Peygamberin kavli ile aydan arı, güneşten güzel kız kardeşin Banu  Çiçeği Bamsı Beyreğe istemeğe   gelmişim» dedi.
Dede  Korkut  böyle  söyleyince Deli  Karçah: «Bre  ne diyorsam yetiştirin, kara aygın  eğerleyip kılıcımla topuzumu  getirin» diye  haykırdı.
Kara  aygırı  eğerlediler, istediklerini getirdiler. Deli Kar- ça n bindirdiler.  Dede Korkut  atını  dehlediği gibi  durmadan kaçtı. Deli  Karçar ardına düştü.
Toklu başlı doru aygır yoruldu.  Dede  Korkut keçi  başlı
kırçıl  aygıra  sıçradı  bindi.  Dedeyi  kovalaya  kovalaya  Deli Karçar on tepe aşırdı. Dede  Korkudun ardından Deli Karçar erişti. Dedenin  feleği  şaştı. Tanrıya  sığında,  Ism-i  Aza m Duasını  okudu. Deli  Karçar kılıcını eline aldı, öfke ile kaldırıp vurmak istedi. Deli  Beyin  niyeti  Dedeyi  başından  aşağı ikiye biçmek idi. Dede  Korkut:  «Vurursan elin kurusun» dedi. Hak Taâlânm emri ile Deli Karçarın eli yukarıda asılı kaldı. Çünkü Dede Korkut Evliya gücüne  sahip idi, dileği kabul olundu.
Deli  Karçar yalvardı:
«Medet amen el aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Sen  benim elimi iyileştirirsen
Tanrının buyruğu ile Peygamberin yoluncu ile kız kardeşimi  Beyreğe vereyim»  dedi. Üç kerre söyletti  bu sözü, günâhına tövbe etti. Dede  Korkut dua eyledi. Delinin eli Hak emri ile sapa sağlam oldu. Döndü:
«Dede, kız kardeşimin yoluna ben ne istersem  verir misin?» diye sordu. Dede  de: «Verelim» dedi, «Görelim  ne istersin.»
Deli  Karçar: «Bin erkek deve getirin dişi deve görmemiş  olsun, bin de aygır getirin ki hiç kısrağa aşmamış  olsun, bin de koyun görmemiş  koç getirin, bin  de kuyruksuz kulaksız köpek getirin, bin de pire getirin bana» dedi. «Eğer bu dediğim şeyleri getirirseniz  pekâlâ verdim, amma getirmeyecek olur-, san bu sefer öldürmedim,  o vakit öldürürüm.»
Dede  döndü Pay  Püre Beyin  evine geldi. Pay Püre Bey sordu:
«Dede, kurt musun,kuzu musun?» Dede: «Kurdum» dedi.
«Peki ya nasıl kurtuldun Deli Karçarın  elinden?»
«Allahm büyük yardımı, erenlerin  himmeti oldu, kızı aldım.»
Beyreğe  ve anasına ve kız kardeşlerine  müjdeci geldi, sevindiler, şenlendiler.. Pay Püre Bey: «Deli ne kadar mal istedi?» diye sordu.
«Yetişip töremesin, Deli Karçar öyle mal istedi ki hiç bitmez.»
«Hele ne istedi?»
«Bin aygır istemiştir  ki hiç kısrağa aşmamış  olsun, bin de erkek deve istedi ki dişi deve görmemiş  olsun, bin de koç istemiştir koyun görmemiş  olsun, bin de kuyruksuz kulaksız köpek istedi, bin de ufacık karacık pireler istedi. Bu şeyleri getirecek  olursanız kız kardeşimi  veririm, getirmeyecek olursan gözüme  görünmeyesin, yoksa  seni  öldürürüm.»
«Dede  ben üçünü bulursam ikisini  sen  bulur musun?»
«Evet Hânım bulayım.»
Pay Püre Bey: «Şimdi Dede, köpek ile pireyi sen bul» dedi.
Sonra, kendisi tavla tavla atlarına vardı; bin aygır seçti, develerine  vardı bin erkek deve  seçti, koyunlarına vardı bin koç  seçti. Dede Korkut da bin kuyruksuz kulaksız köpek ile bin de pire buldu. Alıp bunları Deli Karçara  gitti.
Deli  Karçar işitti karşı geldi, göreyim dediğimi getirdiler mi decb\ Aygırları görünce  beğendi, develeri  gördüğünde beğendi,  koçları  beğendi, köpekleri görünce kah kah güldü, Sordu: «Dede ya hani benim pirelerim?» Dede Korkut: Pireleri bir ağıla salıvermiş, kapısını penceresini sıkıca kapatmıştı: «Hay oğul Karçar insan için tıpkı böğelek gibi tehlikelidir, o bir azgın canavardır, hep bir yerde toplamışımdır, gel gidelim, semizini al zayıfını bırak» dedi.
Aldı Deli Karçan ağıla pireli yere getirdi. Deli Karçarı çini çıplak eyledi, ağıla soktu. Pireler Deli Karçara üşüştüler. Gördü başa çıkamıyor, «Medet Dede, kerem eyle Allah aşkına kapıyı aç çıkayım» diye çırpındı. Dede Korkut: «Oğul Karçar ne gürültü patırtı  ediyorsun, getirdim, bu ısmarladığın şeydi, noldun böyle bunaldm,  semizini  al zayıfını bırak» dedi. Deli Karçar: «Hey Dede Sultan,Tanrı bunun semizini de alsın zayıfını da alsın,  derhal beni kapıdan dışan çıkar, medet» dedi.
Dede kapıyı açtı, Deli Karçar çıktı. Dede gördü ki Delinin canına  geçmiş, başının derdine düşmüş gövdesi pireden görünmez, yüzü gözü belirmez. Dedenin  ayağına kapandı. Allah aşkına beni kurtar dedi. Dede Korkut: «Var oğul kendini suya at» dedi. Deli Karçar koşarak vardı suya atladı. Pireler, suya aktı gitti. Geldi elbisesini  giydi, evine gitti. Ağır düğün hazırlığını  yaptı.
Oğuz zamanında bir yiğit ki evlense  ok atardı, oku nereye düşse orada gelin odası dikerdi. Beyrek  Han da okunu attı, dibine gelin  odasını  dikti.
Adaklısından  gelin  hediyesi   olarak  bir kırmızı  kaftan geldi. Beyrek giydi. Arkadaşlanna bu iş hoş gelmedi, üzüldüler. Beyrek:
«Niye  üzüldünüz»  dedi.
«Nasıl  üzülmeyelim,  sen kızıl kaftan giyiyorsun, biz ak kaftan  giyiyoruz»  dediler.
«Bu kadar şeyden  ötürü niye üzülüyorsunuz, bugün ben giydim, yarın sağdıcım  giysin,  kırk güne kadar sıra ile giyiniz, ondan sonra bir dervişe verelim.»
Kırk yiğit ile yiyip içip oturuyorlardı. Gözü çıkası, eli ko- pası kâfirin casusu bunları casusladı, varıp Bayburd Hisarının Beyine  haber verdi. «Ne  oturuyorsun sultanım, Pay Pi- çen o sana vereceği  kızı Beyreğe verdi, bu gece gelin odasına giriyor.» dedi. Soyu sopu kuruyaşı o melun da, yedi yüz kâfir ile dört nala yola çıktı.
Beyrek gelin odası içinde yiyip içip habersiz oturuyordu. Gece  uykusunda kâfir otağa saldırdı. Sağdıcı kılıcını sıyırdı eline aldı: «Benim başım Beyreğin  başına kurban olsun» dedi. Sağdıç  paralandı, şehit oldu. Derin olsa batırır, kalabalık korkutur; at işler er övünür, yayan  erin umudu olmaz. Otuz dokuz yiğit ile Beyrek  esir gitti.
Tan  ağardı,  güneş  doğdu. Beyreğin  babası  anası baktı gördü ki gerdek görünmez  olmuş. Ah ettiler, akılları başlarından gitti. Gördüler ki uçanlardan kuzgun kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış, gelin odası paralanmış, sağdıç şehit olmuş. Beyreğin  babası kaba sangını kaldırıp yere çaldı; çekti yakasını yırttı, “oğul! oğul!” diyerek böğürdü acı acı haykırdı. Ak bürçekli anası boncuk boncuk ağladı,-gözünün yaşım döktü, acı tırnaklan ak yüzünü yırttı, al yanağım yırttı, kargı gibi kara saçını  yoldu, ağlayarak  sızlayarak  evine geldi. Pay Püre Beyin penceresi altın otağına kara ağıt, kara yas figan girdi. Kızı gelini gülmez oldu, kızıl kına ak eline yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar karalar  giydiler;  «Vay beyim kardeş,  muradına maksuduna ermeyen  yalnız kardeş!» deyip ağlaştılar inileştiler. Beyreğin yavuklusu, Banu Çiçek, karalar giydi ak kaftanını çıkardı, güz elması  gibi al yanağıni çekti yırttı.
Vây  al  duvağımın sahibi
Vây  alnımın başımın umudu
Vây  şah  yiğidim vây  şahbaz yiğidim
Doyuncaya  kadar yüzüne bakmadığım hanım yiğit
Nereye gittin beni  yalnız koyup canım yiğit
Göz açıp gördüğüm
Gönül ile sevdiğim
Bir  yastıkta baş koyduğum
Yolunda öldüğüm kurban olduğum
Vây  Kazan Beyin güveni
Vây  kudretli Oğuzun imrenileni
Han Beyrek
diyip zâ n zarı ağladı.
Bunu işitip Kıyan Selçuk  oğlu Deli Dündar ak çıkardı kara giydi. Beyreğin  yar ve yoldaşları  akı çıkarıp karalar giydiler. Kudretli  Oğuz  Beyleri  Beyrek  için  büyük yas  tuttular; umutlarını  kestiler.
Bunun üzerinden on altı yıl geçti,  Beyrek  ölü mü diri mi bilmediler.
Bir gün kızın kardeşi Deli  Karçar Bayındır Hanın divanına geldi,  dizini çöktü;  «Devletli Hânın  ömrü uzun olsun, Beyrek  sağ olsa on altı yıldan beri gelirdi, bir yiğit olsa, dirisi haberini getirse,  sırmalı  kaftan,  altın  akçe  verirdim, ölüsü haberini getirene  kız kardeşimi  verirdim» dedi. Böyle  deyince kolu kanadı kırılası Yalancı oğlu Yaltacuk: «Sultanım  ben varayım, ölü diri haberini getireyim»  dedi.
Meğer  Beyrek  buna bir gömlek bağışlamıştı,  giymezdi, saklardı. Vardı, gömleği kana mana batırdı,  Bayındır Hanın önüne getirip bıraktı. Bayındır Han: «Bre bu ne gömlektir?» diye sordu. Yalancı oğlu Yaltacuk: «Beyreği  Kara Derbentte öldürmüşler, işte  nişanı  sultanım»  dedi.
Gömleği  görünce  Beyler hüngür hüngür ağlaştılar, çığırıştılar. Bayındır Han: «Bre niye ağlıyorsunuz, biz bunu tanımayız,  adaklısına  götürün  görsün,  o iyi bilir,  Çünkü o dikmiştir, yine o tanır» dedi.
Vardılar gömleği  Banu Çiçeğe ilettiler. Gördü;  tanıdı,
«odur» dedi, çekti  yakasını  yırttı, acı “tırnakları ak yüzünü parçaladı,  güz elması  gibi al yanağını  kan içinde bıraktı.
«Vây  göz  açıp  gördüğüm Gönül verip  sevdiğim Vây al  duvağımın sahibi
Vây  alnımın başımın umudu
Han  Beyrek”
diye ağladı. Babasına  anasına haber oldu, allı yeşilli yurduna yas  doldu; ak çıkardılar kara giydiler.  Kudretli  Oğuz Beyleri  Beyrekten umut kestiler.
Yalana  oğlu Yaltacuk küçük düğününü yapü,  büyük düğününe  gün belirledi.
Beyreğin  babası Pay Püre Bey de bezirganlarını çağırdı yanına getirdi;  «Bre  bezirganlar  vann,  iklim  iklim  arayın. Beyreğin  ölü diri haberini getirirsiniz belki»  dedi.
Bezirganlar  hazırlık gördüler. Gece  gündüz demeyip yürüdüler. Sonunda  Parasann  Bayburt Hisarına geldiler. Meğer o gün kâfirlerin kutsal günleri imiş. Her biri yemekte  içmekte  idi. Beyreği  de getirip kopuz çaldırıyorlardı. Beyrek yüce çardaktan  baktı bezirgânlan gördü. Bunları gördüğünde haberleşti  görelim Hânım ne haberleşti:
Düz engin havası hoş yerden gelen kervancı Be y babamın kadın anamın hediyesi  kervancı Ayağı uzun  küheylan ata  binen  kervancı Ünümü anla  sözümü dinle kervancı
Ulaş  oğlu  Salur Kazam sorar olsam sağ mı kervancı
Kudretli Oğuz  içinde
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dûndar sorar olsam sağ mı kervancı
Kara Göne oğlu Kara Budağı sorar olsam sağ mı kervancı
Ak sakallı babamı
Ak pürçekli anamı sorar olsam sağ mı kervancı
Göz açıp da gördüğün
Gönül ile sevdiğim
Pay Piçen kızı Banu Çiçek evde mi kervancı
Yoksa kimseye vardı mı kervancı
Söyle bana
Kara başım kurban olsun kervancı sana
dedi. Bezirganlar da:
Sağ mısın esen misin canım Bamsı
On altı yılın özlemlisi Beyim Bamsı
Kudretli Oğuz  içinde
Kazan Beyi sorar olsan sağdır Bamsı
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dûndar sorar olsan sağdır Bamsı
Kara Göne oğlu Budağı sorar olsan sağdır Bamsı
O Beyler ak çıkardı kara giydi senin için Bamsı
Ak  sakallı  babanı
Ak bürçekli ananı sorar olsan sağdır Bamsı
Ak çıkarıp kara giydiler senin için Bamsı
Yedi kız kardeşini yedi yol aynmmda ağlar gördüm Bamsı
Güz elması  gibi al yanaklarını yırtar gördüm Bamsı
Vardı gelmez  kardeş diye feryad eder gördüm Bamsı
Göz açıp da gördüğün
Gönül verip sevdiğin
Pay  Piçen kızı Banu Çiçek
Küçük düğününü yaptı büyük düğününe gün sayıyor
Yalancı oğlu Yaltacuğa varır gördüm
Han Beyrek
Parasarın Bayburt Hisarından uçmağa bak
Allı pullu gerdeğine gelmeğe bak
Gelmez  olsan
Pay Piçen kızı Banu Çiçeği aldırdın bunu böyle bil.»
diye cevap verdiler. Beyrek  kalktı, ağlaya ağlaya kırk yiğidinin yanma geldi. Kaba sarığı kaldırdı yere çaldı. «Hey  benim kırk arkadaşım, biliyor musunuz neler oldu? Yalancı oğlu Yaltacuk  benim  ölüm  haberimi  iletmiş,  penceresi altın otağına  babamın karayası  dolmuş, kaza benzer kızı gelini ak çıkarmış kara giymiş göz açıp da gördüğüm, gönül verip sevdiğim Banu  Çiçek Yalancı oğlu Yaltacuğa  varır olmuş»  dedi: Böyle  deyince  kırk  yiğidi kaba sarıklarını  kaldırdılar yere çaldılar, böğüre böğüre  ağlaştılar,  haykırıştılar,  dövündüler.
Meğer kafir Beyinin bir bekâr kızı var idi. Her gün Beyre- ği görmeğe  gelirdi. O gün yine görmeğe  geldi.  Baktı  gördü Beyrek  çok üzülmüş. Kız: «Niçin üzgünsün Hânım yiğit? Geldikçe seni şen görürdüm, gülerdin oynardın, şimdi noldun?» dedi. Beyrek  «Nasıl  üzülmeyim? On altı yıldır babanın esiriyim. Babaya  anaya, akrabaya, kardeşe hasretim  ve hem bir kara gözlü yavuklum  var idi,  Yalancı  oğlu Yaltacuk  derler bir kişi var idi, varmış yalan söylemiş, beni öldü demiş, ona varır olmuş» dedi. Böyle  söyleyince kız -Beyreğe âşık olmuştu-: «Eğer seni hisardan aşağı urgan ile sallandıracak olursam,  babana anana  sağlık ile varacak  olursan  beni burada gelip helâllığa  alır mısın?»  dedi.
Beyrek  and içti:  «Kılıcıma doğranayım, okuma saplanayım, yer gibi kertileyim,  toprak gibi savrulayım sağlık ile varacak olursam Oğuza, gelip seni helâllığa  almazsam»  dedi.
Kız da urgan getirip  Beyreği  hisardan aşağı  sallandırdı. Beyrek  aşağı  baktı kendisini yer yüzünde gördü. Allaha şük- reyledi, yola düştü. Giderek kâfirin at sürüsüne geldi. «Bir at bulursam tutayım bineyim» dedi.  Baktı  gördü kendisinin  deniz tayı boz aygırı burada otlayıp  duruyor.  Boz  aygır da Beyreği görüp tanıdı, iki ayağının  üzerine kalktı kişnedi. Beyrek de bunu övmüş görelim  Hanım  nasıl  övmüş:
Açık açık meydana benzer senin  alıncığın
İki şebçerağ a (1)  benzer senin  gözceğizin
İbrişime benzer senin  yeleceğin
İkiz kardeşe benzer senin  kulakçığın
Eri amacına ulaştırır senin  o güzel sırtın
At  demem  sana  kardeş  derim  kardeşimden daha iyi
Başıma iş  geldi arkadaş derim arkadaşımdan daha iyi
((1)  Şebçerağa: Gece  vakti, parlak ışıklar saçan  bir cevher. Söylentiye göre  su sığırı, bazı geceler karaya otlamak  için çıktığında  ağzında şebçerağla birlikte çıkarmış  ve bu cevheri  otlayacağı yere bırakıp onun  aydınlığıyla  otlarmış. Durr-i  şebgûn  dà denir. Şebçerağ: Hipopotöm (su  aygırı)ın gece  taşıdığı bir tür masal taşı)
At başını kaldırdı, bir kulağını  dikip Beyreğe karşı  geldi. Beyrek  atın göğsünü kucakladı, iki gözünü öptü.  Sıçradı bindi, hisarın kapısına geldi. Otuz dokuz arkadaşını gözetmesini istedi, görelim Hânım nasıl istedi:
Beyrek der:
Bre aykırı dinli kâfir
Benim ağzıma söğüp duruyordun dayanamadım
Kara domuz etinden yahni yedirdin dayanamadım
Tanrı bana yol verdi gider oldum bre kâfir
Otuz dokuz yiğidimi iyi sakla bre  kâfir
Birini eksik bulsam yerine on öldüreyim
Onunu eksik bulsam yerine yüzünü öldüreyim bre kâfir
Otuz dokuz yiğidimi iyi sakla bre kâfir
dedi,  sonra  yürüdü gitti. Kırk kâfir atlandılar,  ardına düştüler. Kovalayıp gittiler, yetişemediler döndüler.
Beyrek  Oğuza  geldi. Baktı gördü bir ozan gidiyor.
«Bre ozan nereye  gidiyorsun?»  diye sordu.
«Bey yiğit düğüne gidiyorum.»
«Düğün  kimin?»
«Yalancı  oğlu Yaltacuğun.»
«Bre kimin nesini  alıyor?»
«Han  Beyreğin adaklısını.»
«Bre ozan kopuzunu bana ver atımı sana vereyim. Sakla, geleyim  değerini getireyim  alayım.»
«Avazım kısılmadan,  sesim  kalınlaşmadan  bir attır elime geçti, götüreyim  saklayayım»  diyerek Ozan kopuzu Bey- reğe  verdi.
Beyrek  kopuzu  aldı,  babasının  yurduna  yakın  geldi. Baktı gördü ki birkaç çoban yolun kenarına oturmuş ağlıyorlar, hem durmayıp taş yığıyorlar.
«Bre çobanlar, bir kişi yolda taş bulsa yabana atar, siz bu yolda bu taşı  niçin yığıyorsunuz?»
«Bre  sen  seni bilirsin, bizim hâlimizden  haberin yok.»
«Bre  ne hâliniz vardır?»
«Beyimizin  bir oğlu var idi, on altı yıldır ölü diri haberini kimse bilmez; Yalancı oğlu Yaltacuk derler, ölü haberini getirdi, adaklısını ona verir oldular, gelir buradan geçer, vura-. lım onu, ona varmasın eşine dengine varsın» dediler.
Beyrek
«Bre yüzünüz ak olsun, ağanızın ekmeği size helâl olsun» dedi.
Oradan babasının yurduna geldi. Meğer evlerinin önünde bir büyük ağaç var idi. Dibinde bir güzel pınar var idi. Beyrek baktı gördü kim küçük kız kardeşi pınardan su almağa geliyor, «Kardeş Beyrek!» diye ağlıyor inliyor; «Toyun düğünün kara oldu» diye döğünüyor. Beyreğe dayanılmaz ayrılık acısı  çöktü,  dayanamadı,  buldur buldur gözünün yaşı akıp gitti. Çağırarak burada söyler, görelim Hânım ne söyler:
Bre kız ne ağlıyorsun ne bağırıyorsun ağam diye
Yandı  bağrım yakıldı  içim
Yoksa  ağan gitmiş gelmemiş midir?
Yüreğine kaynar yağlar mı dökülmüştür
Kara bağrın mı sarsılmıştır
Ağam diye ne ağlarsın inilersin
Yandı bağrım  yakıldı  içim
Karşı yatan kara dağı sorar olsam kimin yaylağı
Soğuk  soğuk sularını sorar olsam kimin içmesi
Tavla tavla koç atları sorar olsam kimin bineği
Katar katar develeri  sorar olsam kimin katarı
Ağıllarda akça  koyunu sorar olsam kimin sürüsü
Karalı mavili otağı sorar olsam kimin gölgesi
Ağız dilden kız kişi haber bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
Kız der:
Çalma ozan söyleme  ozan
Benim gibi yaslı kızın nesine gerek ozan
Karşı yatan kara dağı sorar olsan
Ağam Beyreğin  yaylası idi
Ağam Beyrek gideli yaylayamm yok
Soğuk soğuk  sularını sorar  olsan
Ağam Beyreğin içmesi idi
Ağam Beyrek gideli içenim yok
Tavla tavla  koç  atları sorar olsan
Ağam Beyreğin bineği idi
Ağam Beyrek gideli  binenim yok
Katar katar develeri sorar olsan
Ağam Beyreğin katarı idi
Ağam Beyrek gideli yükleyenim yok
Ağıllarda  akça  koyunu sorar olsan
Ağam Beyreğin sürüsü idi
Ağam Beyrek gideli şölenim yok
Karalı mavili  otağı sorar  olsan
Ağam Beyreğindir
Ağam Beyrek gideli göçenim yok
Yine kız der:
Bre ozan
Karşı yatan kara dağdan geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide raslamadın  mı
Taşkın suları aşıp geldiğinde  geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğit görmedin  mi?
Ağır adlı şehirlerden  geldiğinde  geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın  mı
Bre ozan gördün ise söyle bana
Kara başım kurban olsun  ozan  sana
Kız yine der:
Karşı yatan kara dağım yıkılmıştır
Ozan  senin haberin yok
Gölgelice ulu ağacım kesilmiştir
Ozan senin haberin yok
Dünyalıkta bir kardeşim alınmıştır
Ozan senin haberin yok
Çalma ozan söyleme ozan
Benim gibi yaslı kızın nesine gerek ozan
Az ötende düğün var düğüne varıp  öt
Beyrek bundan geçti, büyük kız kardeşlerinin yanma geldi. Baktı  gördü kız kardeşleri  karalı mavili  oturuyorlar. Çağırıp Beyrek  söyler, görelim Hânım ne söyler:
Sabah gün doğanda yerinden kalkan kızlar
Ak otağı bırakıp  kara  otağa giren kızlar
Ak çıkarıp, kara  giyen kızlar
Yürek gibi katılaşan yoğurttan ne var
Kara  saç  altında bazlamaçtan ne var
Dağarcığımızda ekmekten ne var
Üç gündür,  yoldan geldim doyurun beni
Üç güne  varmasın Allah sevindirsin sizi
Kızlar  vardılar yemek  getirdiler.  Beyreğin  karnını  doyurdular.  Beyrek:  «Ağanızın başı ve gözü sadakası eski kaftanınız var ise giyeyim  düğüne varayım,  düğünde elime kaftan verirler, tekrar kaftanınızı  geri  vereyim»  dedi. Vardılar, Beyreğin  kaftanı  var imiş, buna verdiler. Aldı giydi, boyu boyuna, beli beline, kolu koluna yakıştı. Büyük kız kardeşi bunu Beyreğe benzetti, kara çekme gözleri kan yaş doldu. Söylemiş, görelim Hanım ne söylemiş:
Bre Ozan!
Kara  çekik gözlerin keskince bakabilseydi
Ağam Beyrek diyeydim ozan  sana
Yüzünü kara saç örtme şeydi
Ağam Beyrek diyeydim ozan sana
Sağlam sağlam bileklerin solmasaydı
Ağam Beyrek diyeydim ozan sana
Salına  salına  yürüyüşünden
Aslan gibi duruşundan
Kasıla kasıla bakışından
Ağam Beyreğe benzetirim ozan seni
Sevindirdin yerindirme ozan beni
Kız bir daha söylemiş:
Çalma ozan  söyleme ozan
Ağam Beyrek gideli bize ozan geldiği yok
Üstümüzden kaftanımızı aldığı yok
Boynuzu burma koçlarımızı aldığı yok
Beyrek:  «Gördün mü, kızlar bu kaftan ile beni tanıdılar, kudretli Oğuz  Beyleri de tanıyabilirler.  Göreyim  Oğuzdan benim dostum  düşmanım  kimdir?»  diye düşünüp kaftanı  sıyırdı, kaldırdı kızların üstüne atıverdi. «Bana ne sizden, bana ne Beyrekten; bir eski kaftan verdiniz, benim başımı beynimi aldınız»  deyip yürüdü, bir eski  deve çuvalı buldu, deldi boynuna geçirdi, kendisini deliliğe verdi. Sürdü düğüne geldi.
Baktı ki düğünde güveyi ok atıyor. Kara Göne  oğlu Budak, Kazan Bey oğlu Uruz, beyler başı Yigenek Gaflet Koça oğlu Şîr Şemseddin kızın kardeşi Deli Karçar beraber ok atıyorlardı. Ne  zaman ki Budak atsa  Beyrek «Elin var olsun!» diyordu. Uruz atsa  «Elin var olsun!» diyordu, Yigenek atsa
«Elin var olsun!» diyordu. Şîr Şemseddin atsa  «Elin var olsun!» diyordu, güveyi atsa «Elin kurusun, parmakların çürüsün, hay domuz oğlu domuz!»  diyordu; «Güveyilere kurban ol!»  diyordu.  Yalancı  oğlu  Yaltacuğun  öfkeleneceği tuttu:
«Bre babasından yeminli sümsük! sana düşer mi bana bu gibi söz söylemek? Gel bre densiz, benim yayımı çek, yoksa şimdi boynunu vuranım!» dedi. Böyle  deyince  Beyrek  yayı  aldı çekti, kabzasından  yay iki parça oldu. Kaldırdı önüne bıraktı, «Çıplak yerde çayır kuşu vurmak için iyi» dedi. Yalancı oğlu Yaltacuk yay ufandığına çok kızdı: «Bre Beyreğin  yayı vardır, getirin!»  dedi. Vardılar getirdiler,  Beyrek  yayı  gördüğünde yoldaşlarını  andı ağladı,  der:
Duldalarda  gerdiğim
Gön kesimini temiz tuttuğum
Aygırların  kuyruk  kılından
Düşman elinde örülmüş  tirkeşlim
Aygır verip değiştiğim ok kirişli sert yayım
Boğa verip aldığım boğmalı kirişim
Sıkıntılı yerde koydum geldim
Otuz  dokuz arkadaşım iki kervancım
Sonra  Beyrek: «Beyler  sizin aşkınıza çekeyim yayı, atayım oku» dedi. Meğer güveyinin yüzüğüne  nişan  alıyorlardı. Beyrek  ok ile yüzüğü vurdu paraladı. Oğuz beyleri bunu görünce el ele çaldılar gülüştüler.
Kazan  Bey bakıp seyrediyordu. Adam gönderdi  Beyreği çağırdı. Deli  ozan geldi, baş indirdi, ağır bastı,  selâm  verdi.
Gün doğanda sapa yerde dikilince ak  otağlı
Atlas ile yapılınca gök  sayvanlı
Tavla tavla çekilince şahbaz atlı
Çağırıp yardım isteyince  bol  yiğitli
Çalkalandığında yağ  dökülen bol  bereketli
Darda kalmış yiğidin koruyanı
Yoksulun miskinin umudu Bayındır Hanın güveyisi
Yırtıcı kuşun yavrusu
Türkistanın direği Amit suyunun  aslanı
Karacuğun kaplanı
Konur atın sahibi Hânım Uruzun sahibi
Ünümü anla sözümü dinle
Sabah ezanı kalkmışsın
Ak ormana gitmişsin
Ak kavağın budağından sallayarak  geçmişsin
Can yaycığını eğmişsin
Otağını kurmuşsun
Okcağını  kurmuşsun
Adını gelin odası koymuşsun
Sağda oturan sağ Beyler
Eşikteki inançlılar
Dipte oturan has Beyler
Kutlu olsun devletiniz
dedi. Böyle  söyleyince Kazan Bey: «Bre deli ozan benden ne dilersin,  çadırlı otağ mı dilersin, kul hizmetçi mi dilersin, altın akçe mi dilersin, vereyim» dedi. Beyrek: «Sultanım  beni bıraksan da şölen  yemeğinin  yanına varsam, karnım açtır, doyursam» dedi. Kazan: «Deli ozan devletini tepti, Beyler bugünkü Beyliğim  bunun olsun, bırakın nereye  giderse  gitsin, neylerse  eylesin»  dedi.
Beyrek  şölen  yemeğinin  yanına  geldi.  Karnını  doyurduktan sonra kazanları  tepti,  döktü devirdi.  Yahninin kimini sağına, kimini soluna atar. Sağdan gideni sağ alır, soldan gideni  sol  alır. Haklıya  hakkı değsin, haksıza yüzü karalığı değsin.
Kazan Beye  haber oldu: «Sultanım  deli ozan hep yemeği döktü»  dediler;  «Şimdi  kadınların  yanına  varmak  istiyor» Kazan: «Bre  bırakın kadınların yanma  da varsın»  dedi.
Beyrek  kalktı, kadınların yanına vardı.  Zurnacıları kovdu,  davulcuları  kovdu,  kimini  dövdü,  kiminin  başını yardı. Kadınların oturduğu otağa geldi, eşiğin ortasına  oturdu. Bunu gören Kazan Beyin hatunu  boyu  uzun  Burla  kızdı:  «Bre atası densizlikte birinci  kendi  edepsiz,  sana  düşer mi izinsiz  benim yanıma gelesin» dedi. Beyrek: «Hânım, Kazan Beyden bana  buyruk oldu,  bana  kimse  karışamaz» dedi. Burla  Hatun: «Bre madem ki Kazan Beyden buyruk olmuştur, bırakın otursun» dedi. Yine  döndü  Beyreğe der:
«Bre deli  ozan  peki maksadın nedir?» Beyrek: «Hânım maksadım odur ki kocaya varan  kız   kalksın oynasın,  ben kopuz  çalayım» dedi.
Kısırca Yenge  derler  bir hatun  var idi, ona  dediler.  «Bre Kısırca Yenge  kalk sen  oyna, ne bilir deli  ozan» dediler. Kısırca Yenge  kalktı:  «Bre deli ozan  kocaya varan kız benim»  dedi, oynamağa başladı.   Beyrek  kopuz   çaldı   söyledi,  görelim Hânım ne söyledi:
And içmişim kısır kısrağa bindiğim  yok
Binip gazâ, meydanına vardığım yok
Öküz ardında çobanlar sana  bakar
Buldur buldur gözlerinin  yaşı  akar
Sen onların yanına var
Muradını onlar verir iyi  bil
Seninle benim işim  yok
Kocaya varan kız kalksın
Kol sallayıp oynasın
Ben kopuz çalayım
Kısırca Yenge, «Vây bana bir haller gelecek,  deli  beni görmüş gibi söylüyor»  dedi, vardı yerinde oturdu.
Bu sefer Boğazca (Boğaz=gebe) Fatma derler bir hatun var idi, «kalk sen oyna»  dediler. Kızın kaftanını  giydi, «Çal  bre deli ozan, kocaya  varan kız benim oynayayım»  dedi. Deli  ozan:
And  içeyim bu  sefer boğaz kısrağa bindiğim  yok
Binip  gazâ  meydanına vardığım  yok
Evinizin  ardı  derecik değil  miydi
Köpeğinizin adıBarak değil  miydi
Senin adın kırk oynaşlı Boğazca Fatma değil  miydi
Daha ayıbını açarım  iyi bil dedi.
Ekledi:
Seninle benim  oyunum  yok
Var yerine otur
Kocaya varan  yerinden  kalksın
Var yerine  otur
Kocaya varan yerinden  kalksın
Ben kopuz  çalayım
Kol sallayıp oynasın
dedi. Böylece Boğazca Fatma:
Boy boy boğmalar çıkar deli ozan
Gelip tatlıca söyleşmelerimizi bozan
Olanca  ayıbımızı başımıza  kakan
Ellerin içinde yüz suyumuz döküp ırzımıza söyleyen
deyip yerine oturdu; Banu Çiçek’e:
Bak kız senin yüzünden bize neler dendi
Kalk oynarsan oyna oynamazsan  cehenneme  kayna
Beyrekten sonra başına bunlar geleceği belliydi. Deyince Gelinin Kaynanası Burla Hatun: «Kız kalk oyna, elinden ne gelir?» deyip izin verdi.
Banu Çiçek: «Acep bana ne diyecek?» düşüncesinde kırmızı kaftanını giydi, ellerini yenine çekti gözükmesin diye, oyuna girdi; «Bre deli ozan çal, kocaya varan kız benim, oynayayım» dedi.
Beyrek der:
Han  kızı sensin, evet, belli
Ben bu yerden gideli olmuşsun deli
Nice karlar yağmış dize çıkmış
Han  kızının  evinde kul halayık  tükenmiş
Maşrapa almış  suya varmış  kar soğoğunda
Bileğinden on parmağını soğuk  vurmuş
Kızıl altın getirin
Han kızma parmak yontun
Ak gümüş  getirin
Han  kızına  tırnak yontun
Ayıplıca Han kızı Kocaya varmak  ayı p olur
Bunu işitince Banu Çiçek kızdı: «Bre deli ozan ben ayıplı mıyım ki, bana ayıp koşuyorsun» dedi; gümüş gibi ak bileğini açtı, elini çıkardı. Beyreğin geçirdiği yüzük göründü. Beyrek yüzüğü tanıdı. Burada söylemiş,  görelim Hânım ne söylemiş:
Beyrek gideli yüksek tepenin başına çıktın mı kız
Kıvranıp dört yanına baktın mı kız
Kargı gibi kara saçını  yoldun  mu kız
Kara gözden acı yaşı m döktün mü kız
Güz elması  gibi al yanağını yırttın mı kız
Gelenden geçenden
Beyreğin  haberini sordunmu kız
Sevdiğim Bamsı Beyrek diye ağladın mı kız
Sen kocaya varıyorsun altın yüzük benimdir ver bana kız
Kız der:
Beyrek  gideli yüksek  tepenin  başına  çıktığım çok
Kargı gibi saçımı yolduğum çok
Güz elması gibi al yanağımı yırttığım çok
Vardı gelmez bey yiğidim
Han yiğidim Beyrek diye ağladığım çok
Seviştiğim Bamsı Beyrek sen değilsin
Altın  yüzük senin değildir
Altın yüzükte çok  nişan  vardır
Altın yüzüğü istiyorsan nişanını söyle
Beyrek der:
Gün doğanda Han Kızı yerinden kalkmadın mı
Boz  aygırın beline binmedin mi
Senin evinin önünde yaban geyiği yıkmadım mı
Sen beni yanına  çağırmadın mı
Seninle meydanda at koşturmadık mı
Senin  atını benim atım geçmedi  mi
Ok  atınca ben senin okunu  geride bırakmadım mı
Güreşte ben seni yenmedim mi
Üç öpüp bir ısırıp
Altın yüzüğü paramağına  geçirmedim  mi
Seviştiğin Bamsı Beyrek ben değil miyim
Böyle diyince, kız tanıdı bildi ki Beyrektir, cübbesi ile çuhası ile Beyreğin ayağına kapandı. Beyreğe dadılar kaftan giydirip donattılar. Hemen kız sıçradı ata bindi,  Beyreğin babasına anasına müjdeye koşturup gitti. Kız der:
Kıvrım kıvrım kara dağın yıkılmıştı yüceldi sonunda
Kanlı kanlı suların çekilmişti çağladı sonunda
Kaba ağacın kurumuştu yeşerdi sonunda
Şahbaz atın  kocamıştı tay verdi sonunda
Kızıl develerin iki büklümdü  yavru verdi sonunda
Ak koyunun kocamıştı  kuzu verdisonunda
On altı  yıllık hasretin oğlun  Beyrek geldi  sonunda
Kayın baba kaynana  muştuma ne verirsiniz
Beyreğin babası anası der:
Dilin için öleyim gelinciğim
Yoluna kurban olayım gelinciğim
Yalan ise bu sözlerin gerçek olsun gelinciğim
Sağ esen çıkıp gelse
Karşı yatan  kara  dağlar  sana  yatak  olsun
Soğuk soğuk  suları  sana  içme  olsun
Kulum  halayığım sana  câriye   olsun
Şahbaz atlarım  sana  binek  olsun
Katar katar  develerim sana  kervan  olsun
Ağıllarda akça  koyunum sana  şölen  olsun
Altın akçem  sana harçlık olsun
Penceresi altın otağım sana gölge olsun
Kara başım kurban olsun  sana  gelinciğim
Bu arada beyler Beyreği getirdiler. Kazan Bey: «Müjde Pay Püre Bey oğlun geldi» dedi. Pay Püre Bey: «Oğlum olduğun u  şundan bileyim,   serçe  parmağını kanatsın,  kanını mendile silsin, gözüme süreyim, açılacak olursa oğlum Bey- rektir» dedi. Çünkü ağlamaktan gözleri görmez olmuştu. Mendili gözüne sürünce Allah Taâlâ kudreti ile gözü açıldı. Babası anası sevinç haykırışlarında yeri göğü çınlattılar, Beyreğin ayağına kapandılar:
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
Görür gözümün aydını oğul
Tutar belimin kuvveti oğul
Kudretli Oğuzun imrendiği canım oğul
diyerek  çok  ağladı, Allahına şükürler eylediler.
Yalancı  oğlu Yaltacuk  bunu işitti. Beyreğin  korkusundan kaçtı kendisini Dana Sazına  attı. Beyrek ardına düştü, kovalaya kovalaya saza düşürdü. Beyrek der: «Bre ateş getirin!» Getirdiler,  sazı ateşe  verdiler.  Yaltacuk gördü ki yanıyor, sazdan çıktı. Beyreğin ayağına kapandı. Kılıcı altından geçti. Beyrek de suçundan geçti. Kazan Bey der: «Gel muradına eriş.»  Beyrek:  «Arkadaşlarımı  çıkarmayınca, hisarı almayınca murada erişmem»  dedi.
Kazan Bey, Oğuzuna, «Beni  seven  atına binsin!» dedi.
Kudretli Oğuz beyleri an sudan abdest aldılar, ak alınlarını yere  kodular, iki rekât  namaz  kıldılar. Adı  güzel  Muhammedi  yâd  ettiler.  Gümbür  gümbür  davullar  dövüldü. Burmas altın, tunç borular öttü. Bir kıymet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Şökli  Meliki böğürderek Kazan Bey attan yere düşürdü.  Kara Tekürü  Deli  Dündar  kılıçladı  yere  düşürdü. Kara Arslan Meliki Kara Budak yere düşürdü.  Derelerde kâfire kırgın girdi, Yedi kâfir Beyi  kılıçtan geçti. Beyrek, Yigenek, Kazan Bey, Kara Budak, Deli  Dündar, Kazan oğlu Uruz Bey bunlar kaleye yürüyüş ettiler. Beyrek otuz dokuz yiğidinin yanma geldi, onları  sağ ve esen gördü. Allaha şükreyledi. Kâfirin kilisesini yıktılar, yerine mescit yaptılar. Keşişlerini  öldürdüler.  Ezan  okuttular. Yüceler yücesi  Ulu Tanrı adına hutbe okuttular. Kuşun  alaca  kanını kumaşın temizini, kızın güzelini, dokuz sıra işlenmiş  altın sırmalı çuhanın en iyisini Hanlar Hanı Bayındırın  payına  ayırdılar. Pay Püre Beyin oğulcuğu Beyrek Melikin  Kızını aldı, ak evine ak otağına  geri döndü.  Banu Çiçek  ile Beyrekin  düğünü başladı.
Bu kırk yiğidin  bir kaçına  Han  Kazan, bir kaçına Bayındır Han  kızlar verdiler. Beyrek de yedi  kız  kardeşini  yedi  yiğide verdi.  Kırk yerde  otağ  dikti. Otuz  dokuz  kız talihli  talihine birer  ok  attı. Otuz  dokuz yiğit okunun  ardınca  gitti,  Kırk gün kırk gece toy düğün  eylediler. Beyrek yiğitleri ile  murat verdi,  murat aldı. Dedem Korkut  geldi, neşeli havalar  çaldı, destan  söyledi deyiş  dedi, gazi  erenler başına  ne  geldiğini söyledi, bu Oğuznâme Beyreğin olsun  dedi.
Dua  edeyim  Hânım:
Yerli kara dağların  yıkılmasın.
Gölgeli  ulu ağacın kesilmesin.
Ak sakallı  babanın yeri cennet olsun.
Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun.
Oğul ile kardeşten ayırmasın.
Son  nefesindeyken  can  arı  imandan  ayırmasın.
Amin âmin diyenler Tanrının yüzünü görsün.
Derlesin  toplasın  günâhınızı  adı güzel  Muhammed  Mustafanın yüzü suyuna bağışlasın  Hânım  hey!…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
KAZAN  BEY OĞLU URUZ BEYİN ESİR DÜŞMESİ :

Bir gün Ulaş  oğlu Kazan Bey yerinden kalkmıştı.  Kara yerin üzerine otağlarını  diktirmişti. Bin yerde ipek seccadesi döşenmişti. Ala sayvan  gök yüzüne yükselmişti. Altın kadehler, sürahiler dizilmişti. Dokuz kara gözlü, örnie saçlı, elleri bileğinden  kınalı, parmaklan  süslü, boyunları birer karış kâfir kızları al şarabı altın kadeh ile kudretli Oğuz Beylerine gezdiriyorlardı. Her birinden Ulaş oğlu Salur Kazan içmişti. Altın sırmalı çadır, otağ bağışlıyordu; katar katar develer bağışlıyordu. Oğlu Uruz karşısında  yayına  dayanmış duruyordu. Sağ yanında kardeşi Kara Göne oturmuştu. Sol yanında  dayısı  Aruz oturmuştu.
Kazan sağına baktı kah kah güldü. Soluna baktı çok sevindi. Karşısına baktı oğulcuğu, Uruzu gördü, elini eline çaldı ağladı. Oğlu Uruza bu iş hoş gelmedi. İleri geldi, diz çöktü, babasına çağırıp söyledi, görelim Hânım ne söyler:
Ünümü anla  benim sözümü dinle ağam Kazan
Sağına baktın kah  kah  güldün
Soluna baktın çok  sevindin
Karşına baktın  beni gördün ağladın
Sebep nedir söyle bana
Kara  başım  kurban  olsun babam sana dedi,
Söylemez olursan
Kalkarak yerimden ben  doğrulurum
Kara gözlü yiğitlerimi yanıma ben alırım
Kan Abkaza iline ben giderim
Altın haça  elimi  ben basarım
Papaz cübbesi giyen keşişin elini ben öperim.
Kara gözlü  kâfir kızını ben alırım
Artık seni n yüzüne ben gelmem
Ağladığına sebep ne söyle bana
Kara  başım  kurban olsun ağam sana
Kazan Bey kızardı, oğlunun yüzüne baktı, çağırıp söyler, görelim Hânım ne söyler:
Kazan der:
«Beri  gel tayım oğul
Sağıma  doğru baktığımda kardeşim Kara Göneyi gördüm
Baş  kesmiştir  kan dökmüştür ganimet  doyumluk ad kazanmıştır
Soluma  doğru baktığımda  dayım Aruzu gördüm Baş kesmiştir  kan dökmüştür doyumluk almıştır ad kazanmıştır
Karşıma doğru  baktığımda seni gördüm
Ön altı yaşına geldin
Bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın
Yay çekmedin  ok atmadın baş kesmedin kan dökmedin
Soylu Oğuz  içinde  doyumluk almadın yarınki gün zaman dönüp ben  ölüp  sen  kalınca tacımı tahtımı sana vermezler diye sonumu andım ağladım oğul» dedi.
Uruz burada söylemiş, görelim Hânım  ne söylemiş:
« A bey baba
Deve kadar  büyümüşsün  yavrusu  kadar  aklın yok
Tepe kadar büyümüşsün darı kadar beynin yok hüneri oğul babadan mı görür öğrenir yoksa babalar oğuldan mı öğrenir, ne zaman sen beni alıp kâfir sınırı boyunca çıkardın, kılıç çalıp baş kestin, ben senden ne gördüm ne öğreneyim?» dedi. Kazan Bey elini eline çaldı kah kah güldü:
«A Beyler Uruz güzel söyledi, şeker yedi, Beyler siz yiyiniz içiniz, sohbetinizi dağıtmayınız, ben bu yiğidi alayım ava gideyim, yedi günlük azık ile çıkayım, ok attığım yerleri, kılıç çalıp baş kestiğim yerleri göstereyim, kâfir sınır boyuna, Cızığlara  Ağlağana,  Gökçe  Dağa  alıp çıkayım,  bir gün gelir lâzım olur a Beyler» dedi.
Konur atını çektirdi, sıçradı bindi. Sırmalı geyim giymiş üç yüz yiğit çağırttı, beraberine  aldı. Kırk ala gözlü yiğidini Uruz beraberine aldı. Kazan oğlunu alıp kara dağlar üzerine ava çıktı. Av avladı kuş kuşladı, yaban geyiği yıktı. Yeşil düzlüğe, güzel çimene  çadır dikti. Bir kaç gün Beyler  ile yedi içti:
Meğer  Tatyan  Kalesinden,  Aksaka Kalesinden  kâfirin casusu  var idi. Bunları görüp Tekfura geldi:  «Hay né oturuyorsun, köpeğini  havlatmayan, kedini miyavlatmayan  alp- ler başı Kazan oğulcuğu ile sarhoş olup yatıyorlar»  dedi. On altı bin kara elbiseli kâfir ata bindi, Kazanın üzerine dört nala yetişti.
Baktılar gördüler altı bölük toz indi. Kimi der: «Geyik tozudur» kimi der: «Düşman tozudur.»  Kazan  der:  «Geyik olsa bir iki bölük olurdu, bu gelen  bilmiş  olun  düşmandır»  dedi.
Toz yarıldı, güneş  gibi ışıldadı, deniz gibi çalkandı,  orman gibi karardı,  on altı bin ip üzengili, keçe  börklü, azgın dinli, kızgın dilli kâfir çıka geldi. Kazan  konur atını  çektirdi, sıçrayıp bindi. Oğlu Uruzun  gemini çektirdi, küheylan  atını oynattı, karşı geldi, der:
Beri gel  ağam Kazan
Deniz gibi kararıp gelen nedir
Ateş gibi ışıldayıp yıldız gibi  parlayıp gelen nedir
Ağız  dilden beş kelime haber bana
Kara başım kurban olsun babam sana
Kazan  der:
Beri gel  arslanım oğul
Kara deniz gibi  çalkanıp gelen
Kâfirin askeridir
Güneş gibi  ışıldayıp gelen
Kâfirin başındaki başlıktır.
Yıldız  gibi  parlayıp gelen
Kâfirin  gönderidir
Azgın dinli düşman kâfirdir oğul
Oğlu: «Düşman  diye neye derler?» diye sordu. Kazan der:
«Oğul onun için düşman derler ki biz onlara yetişsek öldürürüz, onlar bize yetişse öldürür.» Uruz  der:  «Baba içlerinde Bey yiğitleri öldürseler kan sorarlar mı,  dâvalarlar mı?» Kazan der: «Oğul  bin kâfir öldürsen  kimse senden  kan dâvala- maz,  amma azgın  dinli kâfirler,  güzel yerde rast geldi, fakat bana sen kötü ayak bağı oldun oğul…» Uruz burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Beri gel ağam Kazan
Kalktığım an da yerimden
Yüğrük  atımı saklardım bugün  için
Günü  geldi
Ak meydanda koşturayım seni n için
Ala  ejder sivri kargım  saklardım bugün  için
Günü  geldi
Kaba karın geniş  göğüste oynatayım senin  için
Kara  polat  öz kılıcımı saklardım bugün  için
Günü  geldi
Dini bozuk kâfir başın  kestireyim senin  için
Sırtı  sağlam demir zırhımı saklardım bugün için
Günü  geldi
Yen yakalar diktireyim senin  için
Başımda sağlam başlıklar saklardım bugün  için
Günü  geldi
Kaba  topuk altında deldireyim senin  için
Kırk yiğidimi sakladım bugün  için
Günü geldi
Kâfir başım kestireyim  seni n için
Aslan adımı saklardım bugün için
Günü geldi
Yaka tutup kâfir ile uğraşayım  senin  için
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun ağam sana
Kazan burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Benim  ünümü anla sözümü  dinle
O kâfirin üçünü atsa birini şaşırmaz okçusu olur
Hay  demeden başlar kesen celldı olur
Adam etini yahni kılan aşçısı  olur
Senin varacağın kâfir değil
Kalkıp yerimden ben doğrulayım
Konur atın beline  ben  bineyim
Gelen kâfir benimdir  ben  varayım
Kara polat öz kılıcımı  çalayım
Azgın dinli kâfirdir  başlarını keseyim
Döne döne savaşayım döne döne çekişeyim
Kılıç çalıp baş kestiğimi gör de öğren
Kara başına düşünce lâzım  olur.
Uruz burada söylemiş, görelim
Hanım ne söylemiş:
A bey baba  işittim
Amma Araf atta  erkek kuzu kurban  için
Oğul da kılı ç kuşanır baba gayreti için
Benim de başım kurban olsun  seni n için
Kazan burada söylemiş, görelim Hanım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Düşmana  girip baş kesmedin
Adam öldürüp kan  dökmedin
Ala  gözlü kırk yiğidi yanma  al
Göğsü  güzel koca  dağlar başına çık
Beni m savaştığımı  benim dövüştüğümü
Beni m çekiştiğimi  benim kılıçlaştığımı
Gör de öğren, bizim için pusuya yat oğul
Uruz babasının sözünü kırmadı çekilip geri döndü. Yerden yüce dağlar başına arkadaşlarını alıp çıktı. O zamanda oğul baba sözünü iki eylemezdi. İki eylese o oğulu kabul eylemezlerdi. Uruz yamaca gönderini sapladı durdu.
Kazan Bey gördü ki kâfir çok yaklaştı. Atından indi, ansudan abdest aldı, ak alnını yere koydu, iki rekât namaz kıldı. Adı güzel Muhammed’i yâda getirdi, kara dinli kâfire göz kararttı, haykırdı, at sürdü karşı vardı, kılıç vurdu.  Gümbür gümbür davullar çaldı,  burması altın  tunç borular öttü. O Kün cilasun bey erenler dönedöne savaştı. O gün kara polat öz kılıçlar sakırdadı. O gün kargı dilli kayın oklara atıldı, alaca ejder sivri kargılar batınldı. O gün alçaklar, dönekler  sapa yer gözetti. O gün baka baka Kazan  oğlu Uruz aşka geldi:
«Beri  gelin kırk arkadaşım
Size  kurban olsun benim başım
Görüyor musunuz babam Kazan  baş kesti, kan döktü. Oğlan çocuk yalnız yemek yemeğe  gelmez»  dedi. «Babam bu kâfirleri esirgemiş  gibi. Beni  seven yiğitlerim ne duruyorsunuz kâfirin bir ucuna  at tepelim»  dedi.
Kara koç atını oynattı: Uruz kâfirin sağına tepti. Sağlı sollu kâfiri bir güzel dağıttı. Sanki  dar yolda dolu düştü veya kara kaz sürüsünün  içine  şahin  daldı.  Kâfirin sağ  yanına bastı dağıttı. Azgın dinli kâfir bunaldı.  Kovalananlar  oklandı.
Oğlanın soylu yüğrük atını okladılar. At yıkıldı. Kâfirler Uruzun  üzerine  üşüştü. Uruzun  kırk yiğidi  attan indi, ala kalkan bağını  kısarak  sıralandılar, kılıç sıyırdılar, Uruzu korumak için çok savaştılar. Kalabalık korkutur, derin olsa batırır. Yayanın umudu olmaz. Sağını  solunu Uruzun çevirdiler. Kırk yiğidini şehit ettiler. Oğlanın üzerine atılıp tuttular kollarını,  ak ellerini  bağladılar. Kıl urganı  ak boynuna taktılar. Yüzü üzerine  atarak  sürüklediler. Ak etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler. «Baba!» diye ağlattılar, «ana!» diye bağırttılar. Eli bağlı boynu bağlı, yüzü üzerine atıp yürüyü  verdiler.
Uruz  esir oldu. Kazanın haberi yok. Öyle  sandı ki düşman yenildi. Atın gemini çevirdi geri döndü. Geldi, oğlunu bıraktığı  yerde  bulamadı. «A Beyler oğlum nereye gitmiş olabilir?» dedi. Beyler: «O yaştakiler kuş yürekli olur, kaçıp  anasına gitmiştir» dediler. Kazan utancından döndü: «Beyler Tanrı bize bir hayırsız oğul  vermiş, varayım onu anasının yanından  alayım, kılıç  ile paralayayım, altı bölük edeyim altı yolun  ayrımında bırakayım, bir daha kimse yaban  yerde  arkadaş koyup kaçmasın» dedi,  konur  atını  ökçeledi yola girdi.
Evine  geldi. Han  kızı  boyu  uzun  Burla Hatun Kazanın geldiğini  işitti,  attan   aygır,  deveden buğra  koyundan koç kestirdi. «Oğlancığımın ilk avıdır, ünlü Oğuz  beylerine ziyafet vereyim» dedi. Han  Kızı gördü ki Kazan  geliyor, toparlanıp  yerinden kalktı.  Samur  kürkünü  üzerine aldı,  Kazana karşı  geldi.  Göz  kapağını kaldırdı Kazanın yüzüne doğru baktı, sağma soluna göz  gezdirdi, oğulcuğunu, Uruzu  göremedi. Kara  bağrı sarsıldı, bütün yüreği  oynadı, kara  çekme gözleri kart ya ş doldu.  Kazana söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Beri gel Salur Beyi Salur heybeti
Başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın  güveyisi
Kadın anamın  sevgisi
Babamın anamın  verdiği
Göz açtığımda gördüğüm
Gönül verip  sevdiğim
Bey yiğidim Kazan
Kalkıp yerinden doğruldun
Oğlun ile yelesi kara soyla atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağlarda ava  çıktın
Boynu uzun  çatal boynuz geyiği tutup yıktın
Semiz etini yüklettin geri  döndün
İki  vardın bir  gelirsin  yavrum hani
Karanlık gecede  bulduğum oğlum hani
Benim yavrum görünmez bağrım yanar
Uçurumlaşmış  kayalardan
Kazan oğlan uçurdun mu
Tali  Sazın aslanına yedirdin mi
Yoksa  kara  dinli  kâfire uğrattın  mı
Ak ellerini  kollarını  bağlattın mı Kâfirin  önünce yürüttün mü
Dili  damağı  kuruyup  dört yanm a baktırdın  mı
Kara  gözden  acı  yaşını  döktürdün  mü
Kadın  ana bey baba  diye  inlettin mi,
Yine söylemiş:
Oğul  oğul  ay oğul
Evimin  direği  oğul
Karşı  yatan  kara  dağımın  yükseği oğul
Karamı ş gözlerimin aydını  oğul
Sam  yelleri  esmeden Kazan, kulağım, çınlıyor
Sarımsak otunu  yemeden
Kazan, içim yanıyor
Sarı  yılan sokmadan akça  tenim  kalkıp şişiyor
Kurumuşça  göğsümde  sütüm oynuyor
Yalnızca oğul haberini Kazan, de gel bana
Demez  olursan yana yakıla beddua ederim Kazan sana
Anası bir deyiş  daha söyledi:
Kargı  gönder oynatanlar  vardı geldi
Altın mızrak oynatana
Yârap noldu
Kara koç ata binenler vardı geldi
Soylu  yüğrük atlı bir oğula
Yârap noldu
Uşak  geldi ulak geldi
Yalnız bir oğula
Yârap noldu
Yalnız oğul haberini Kazan, de gel bana
Demez olursan  yana  yana  beddua  ederim  Kazan
Bir daha söylemiş:
Kuru kuru çaylara su getirdim
Kara  elbiseli dervişlere adak  verdim
Yanıma  doğru baktığımda komşumu görüp  gözettim
Umanıma bekleyenime yemek  yedirdim
Aç  görsem doyurdum çıplak  görsem donattım
Dilek ile bir o gulu zor buldum
Yalnız  oğul haberini a Kazan, de gel bana
Demez olursan yana yakıla beddua ederim  Kazan sana
Bir daha söylemiş:
Karşı  yatan  kara  dağdan
Bir oğul  uçurdunsa söyle bana
Kazma  ile  yıktırayım
Taşkın  akan,  deli  sudan
Bir oğul uçurdunsa söyle  bana
Gözelerini tıkatayım
Azgın  dinli kâfirlere
Bir oğul tutturdunsa söyle  bana
Han babamın yanına ben varayım
Sayısız aske r bol hazine alayım Paralanıp soylu atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer yüzüne düşmeyince
Yalnız oğul haberini almayınca
Kâfir yollarından  dönmeyeyim
Yine  dedi:
Yoksa o Kazan ayağımdan  çizmeyi  atayım mı
Kara  tırnak  ak yüzüme  çalayım mı
Güz elması gibi  al yanaklarımı yırtayım mı
Çemberime alca  kanımı  dökeyim mi
Can  dayanmaz acıları senin  yurduna  salayım mı
Oğul oğul  diyerek  bağırayım mı
Develerden kızıl deve  burdan  geçti
Yavruları  ardınca geçti çığırışıp geçti
Ben  de yavrucuğumu aldırmışım inleyeyim mi?
Kara  koç  atlardan soylu  at burdan geçti
Taycığı acıyla kişnedi  geçti
Taycığımı yitirmişim ben  de  kişneyeyi m mi  öyle?
Ağıllardan akça  koyun  burdan  geçti
Kuzucağı meleşip beraber  geçti
Kuzucağımı aldırmışım meleyeyim mi
Oğul oğul diye bağırayım mı
Bir daha  söylemiş:
Kalkıp yerimden doğrulayım diyordum
Yelesi kara soylu atıma bineyim diyordum
Kudretli Oğuz içine gireyim diyordum
Ala gözlü gelin alayım diyordum
Kara yerde ak otağlar dikeyim diyordum
Alıp oğlumu kutsal gelin odasına geçireyim diyordum
Murat  ile maksuda erdireyim diyordum
Murada  erdirmedin beni
Kara başımın bedduası tutsun Kazan  seni
Bir benim yavrum görünmüyor bağrım yanıyor
Neyledin, de gel bana
Demez  olursan yana yakıla beddua ederim Kazan sana
Oğlunun  anası böyle deyince  Kazanın aklı başından gitti, kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, karanlık gözleri. kan ya ş  doldu: «Güzelim,  oğul  gelse senden  mi  sorardım, korkma kaygılanma,  avdadır,  avda kalan oğul için kaygılanma, yedi gün ben Kazana mühlet ver, yerde ise oğulu çıkarayım,  gökte  ise  indireyim,  bulursam  buldum,  bulmaz  isem Tanrı verdi Tanrı aldı neyleyeyim,  gelip kafa yasını  seninle beraber tutayım» dedi. Han  kızı: «Kazan, oğlanın  avda olduğunu  şundan  bileyim ki  yorgun  atınla  körelmiş  gönderinle ardına düşesin»  dedi.
Kazan geri döndü, geldiği yolu izleyip koşturdu, geceyi gündüze kattı. Anası duymadan el altından buyurdu: «Doksan  tümen genç  Oğuz  ardımca gelsin,  oğlan  esirdir Beyler bilsin»  dedi.
Düşmanın  yenildiği  yere  geldi.  Gördü  ki oğlunun  ala gözlü  kırk yiğidi  öldürülmüş, yüğrük  atı  oklanmış  yatıyor. Ceset  arasında  oğulcuğunun  cesedini  bulamadı,  altın kakmalı kamçısını  buldu. İyice  bildi ki oğlu kâfire  esirdir. Ağladı:
Kara  dağımın yükseği  oğul
Kanlı  suyumun taşkını  oğul
Kocalığıma  gelip aldırdığım yalnız oğul
dedi.  Kâfirin izini izledi.
Kanlı Kara Derbentte kâfir de konmuştu. Oğlana kara çoban keçesi  giydirmişlerdi, kapı eşiği  üzerinde çaprazlama  bırakmışlardı.  Giren  basıyor,  çıkan  basıyordu. «Eski  düşman tatar oğlu elimize girmişken eziyet çektire çektire  öldürelim»  diyerek  kapı eşiği  üzerinde  çaprazlama  koymuşlardı.
Bu sırada Han Kazan yetişti. Konur atını şaha kaldırdı. Kâfir, Kazanın  geldiğini gördü, ürktü. Kimi atına biniyor, kimi zırh giyiyor. Esir yiğit başını kaldırdı, der:  «Bre kâfir ne haldir?» Kâfir der: «Baban geldi,  tutalım diyoruz.»
Aman bre kâfir aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Deyince, kâfirler oğluna aman verdiler, elini çözdüler, gözünü açtılar. Babasına karşı gönderdiler. Söyler, görelim Hânım ne söylemiş:
Beri  gel  a bey baba
Nereden bildin benim esir olduğumu
Ak ellerimin ardıma  bağlandığını
Kıl sicimin ak boynuma takıldığını
Kara gözlü yiğitlerimin öldürüldüğünü
Sen gelmeden baba kâfirler konuştular
Konur atlı Kazanı tutun
Kollarını, ak ellerini bağlayın
Pusu kurup güzel  başını  kesin
Alca kanını yer yüzüne dökün
Oğlu ile ikisini bir yerde öldürün
Ocağını söndürün diye söyleştiler
Hânım baba korkarım
Koştururken konur atını kaydırasm
Savaştığın vakit kendini tutturasım
Pusuya düşüp güzel başını kestiresin
Ak bürçekli anamı oğul derken
Başımın bahtı Kazan diye ağlatasın
Gelme  baba geri dön
Altın otağına sürüp var
Kocamış olmuş anama umut ol
Kara gözlü kız kardeşimi ağlatma
Kocamış  olmuş anamı sızlatma
Oğul için bana ölmek ayıp olur
Yaradan hakkı için baba
Geriye dön eve var
Kocamış ana m karşılayıp da
Beni sana sorsa
Baba  doğru  haber ver
Gördüm senin oğlun esir, de;
Kollarından ak elleri bağlı, de;
Kara kıldan sicim boynuna  takılı, de;
Kara domuz damında yatıyor, de;
Kıl kepenek boynunu acıtıyor, de;
Sert bukağı  topuğunu vuruyor de;
Yanmış arpa ekmeği ile acı soğan övünü, de;
Benim ana m benim  için kaygılanmasın
Bir a y baksın
Bir ayda varmazsam iki ay baksın
İki ayda varmazsam üç ay baksın
Üç  ayda varmazsam öldüğümü o vakit bilsin
Aygır atımı boğazlayıp aşımı versin
El  kızı nişanlıma izin versin
Bana sakladığı gelin  odasına başkası girsin
Anam benim  için  mavi  giyip  kara  sarınsın
Kudretli Oğuz ilinde  yasımı  tutsun
Benim başım seni n yoluna kurban olsun
Geri dön baba
Oğlu bir daha söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Karşı yatan karadağlar esen olsa el yaylar
Kanlı kanlı sular esen  olsa coşup taşar
Kara koç atlar esen olsa tay doğurur
Katarlarda kızıl deve esen olsa yavru verir
Ağıllarda akça koyun  esen olsa kuzular
Bey erenler esen olsa oğlu doğar
Sen esen o l anam esen olsun
Benden daha iyi Mevlâ  size oğul versin
Aksütünü anam bana helâl eylesin
Savaşma çekilip dön baba geri
demiş:
Han Kazan burada söylemiş, görelim  Hânım  ne söyle­
Oğul oğul ay oğul, Beyim oğul
Karşı yatan kara dağımın yükseği oğul
Güçlü  belimin  kuvveti canım oğul
Yorgun  gözlerimin ışığı oğul
Şafaklarda uyanışım senin  için
Konur atımı  yormuşum senin  için
Ak giyimime kir eklendi senin için
Benim  başım kurban olsun canım oğul seni n için
Sen gideli ağıtlarım gökte iken yere indi
Gümbür gümbür davullar dövülmedi
Ağır ulu divanım toplanmadı
Seni bilen bey oğulları ak çıkardı  kara  giydi
Kaza benzer kızım gelinim ak çıkardı kara giydi
Kocamış anan kan yaşı  döktü
Ak sakallı baban dertli  oldu
Dönüp buradan oğul eve varsam
Akça yüzlü anan karşılayıp oğul? dese
Ne deyim?
Ak elleri bağlı diyeyim mi
Ak boynunda kıl urgan takılı  diyeyim mi
Kâfir yanınca  yayan  yürüyor diyeyim mi
Kıl çoban  keçesi  boyuncuğunu  sürtüyor diyeyim mi
Ağır bukağı topukçuğunu  vuruyor diyeyim  mi
Arpa ekmeği  acı soğan övüncüğü  diyeyim mi
Benim namusum nerede varır oğul
Dedikten  sonra duramadı, yine konuştu, dedi ki:
Karşı yatan kara dağlar kocayınca
Otu  bitmez el yaylamaz
Akıntılı güzel sular kocasa coşup taşmaz
Develer kocasa yavru  vermez
Kara koç atlar kocasa tay vermez
Er yiğitler kocasa oğlu doğmaz
Baban koca anan koca oğul
Mevlâ senden daha  iyi bize evlât vermez
Verse dahi  senin yerini  tutmaz
Yedi  kat  gökte kara  bulut  olup
Kâfirin üzerine  gürleyeyim
Ak  yıldırım  olup  şimşekleneyim
Kâfiri  kamış gibi  ateş olup  yandırayım
Dokuzunu bir yerine saydırayım
Vuruşmayla dövüşmeyle yeri göğü doldurayım
Yaradan Allahtan medet
Konur atından yere indi. Akıp giden  an sudan  abdest aldı. Ak alnını yere kodu, namaz kıldı. Ağladı, Ulu Tanrıdan dilek diledi, yüzünü yere  sürdü.
Adı güzel  Muhammede selavât  getirdi, deve gibi böğür dü, arslan gibi kükredi, nara atıp haykırdı, tek başına kâfire at tepti, kılıç vurdu. Döne  döne bir zaman güzel savaş eyledi. Kâfiri bastırayım  dedi, bastıramadı. Bir saatte  kâfire üç kerre at tepti. Birden göz kapağına kılıç dokundu.  Kara kanı şı- rıldadı gözüne  indi. Kendisini sarp yerlere  attı. Görelim  şimdi Yaradan neyler?
Meğer Hânım  boyu uzun Burla Hatun  oğulcuğunu andı, kararı kalmadı. Kırk ince belli kız ile kara aygırını  çektirdi, sıçrayıp bindi, kara kılıcını kuşandı. Başımın  tacı Kazan gelmedi diye izini izledi  gitti.
Gele gele Kazana yakın geldi. Kazan karısını tanımadı. Han  Kızının üzerine  geldi:
Kara  aygırın gemini bana  çek yiğit
Dikkat edip  yüzüme bak yiğit
Altındaki  kara  aygırı  bana  ver yiğit
Elindeki sivri gönderini
Yanındaki kılıcını bana ver yiğit
Bu gönlümde umut ol bana
Kale ülke vereyim  sana dedi. Hatun der:
Karşıma geçip yiğit neler  diyorsun
Geçmiş günlerimi ne hatırlatıyorsun
Kalkıp yerinden doğrulan Kazan
Kara gözlü  atın  beline  binen Kazan
Hücum edip  kara  dağımı  yıkan  Kazan
Gölgeli koca  ağacımı kesen Kazan
Bıçak alıp  kanatlarımı kıran Kazan
Yalnız koyup oğlum Uruza kıyan
Kazan At üstünde beklemeyip koşturan Kazan
Senin aklın başından  gitmiş
Üzengiyi toplamayan dizin ölmüş
Han  Kızı sevdiceğini tanımayan gözün  ölmüş
Bunalmışsın sana nolmuş
Çal kılıcını yettim Kazan
Bu sırada Oğuz yiğitleri bir bir yetişti. Görelim Hânım kimler yetişti:
Kara dere ağzında Mevlâ veren, kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, öfkesi tutunca kara taşı kül eyleyen, kara bıyığını yedi yerde ensesinde düğümleyen, Kazanın kardeşi Kara Gün dört nala yetişti. «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim»  dedi.
Onun ardınca görelim Hânım kimler yetişti: Demirkapı Derbendindeki  demir kapıyı kapıp alan,  altmış tutam ala gönderinin ucunda er böğürten, Kazan gibi bir yiğidi bir savaşta üç kere atından yıkan Kıyan Selçuk Oğlu Deli Dündar geldi yetişti:  “Çal kılıcına Ağam Kazan yettim!»  dedi.
Onun ardınca görelim kimler yetişti:  Varıp aklına esince Bayındır  Hanın  düşmanını bastıran,  altmış  bin  kâfire kan kusturan,  Gaflet Koca oğlu Şîr Şemseddin dört nala yetişti.
«Çal kılıcını ağam Kazan, yettim!» dedi. Ardınca hânım görelim kimler yetişti:
Hemit  ile Merdin kalesini tepip alan, demir yaylı  Kapçak Melike  kan kusturan, Oğuzun aksakal kocamışlarının  alkışladığı Kara Güneoğlu Kara Budak koşarak geldi: “Çal kılıcını Beyim  Kazan, yetiştim”  dedi.
Onun ardınca görelim kimler yetişti:  Parasann Bayburt Hisarından  fırlayıp uçan, allı pullu gelin odasına karşı gelen, Kudretli Oğuzun  imrenileni, Kazan Beyin  sağ kolu, boz ay- gırlı Beyrek dört nala yetişti. «Çal kılıcını Hânım Kazan, yettim!» dedi.
Onun  ardınca görelim  kimler yetişti:  Yaban horozu gibi çalımlı, kartal hünerli,  sıvama gümüşten  kırma kuşaklı,  kulağı altın küpeli,  kudretli Oğuz  Beylerini  bir bir attan  yıkan Kazılık Koca  oğlu Bey Yigenek dört nala yetişti. «Çal kılıcını Hânım  Kazan, yettim!»  dedi.
Onun  ardından  kimler  geldi:  Altmış  teke   derisinden kürk yapıp giyinse  topukları açıkta  kalan,  altı  teke  derisini kürk  eylese   kulaklarını  örtmeyen,  kollan  uzun  bacakları uzun, Kazan Beğin Dayısı  Aruz Koca dört nala geldi yetişti:
«Çal kılıcını Hânım  Kazan, yettim!»  dedi.
Onun  ardınca  görelim  kimler yetişti:  Yirmi dört  boyun güveni Deli  Dündar yetişti. Onun  ardınca bin kavim başları Düğer yetişti. Onun ardınca en yoksul Oğuzdan  bin Bügdüz başla n Emen yetti; Aruz yetti.   Saymakla  Oğuz  beyleri tükense olmaz, Kazanın Beyleri hep yetişti, başına toplandı.
An  sudan  abdest  aldılar,  iki rekât  namaz  kıldılar.  Adı güzel Muhammede  salvat getirdiler. Dalkılıç  kâfire  at sürdüler, kılıç vurdular. O gün ciğerinde  olan er yiğitler   belirdi. O gün alçaklar kaçacak yer aradılar. Bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Kıyametin bir günü oldu. Bey uşaktan, uşak Beyden ayrıldı. Dış Oğuz beyleri ile Dündar sağa at tepti. Gözünü budaktan sakınmayan yiğitleri ile Kara Budak sola at tepti. Kazan Bey Beyleriyle doğruca vurdu, at tepti, Tekür ile Şökli  Melike yüklendi böğürterek attan yere yıktı, alca kanını yer yüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tekfur  Melike  Dündar karşı geldi, kılıçladı yere  yıktı.  Sol  tarafa  Buğacık  Melike Kara Budak karşı geldi, gönderini saplayıp yere yıktı , kıpırdatmada n  başını kesti. Boyu uzun  Burla Hatun kâfirin kara tuğunu kılıçladı yere düşürdü. Tekür yenildi. Kâfir  kaçtı. Derelerde kâfire kırgın girdi. On beş bin kâfir kimisi öldürüldü, kimisi tutuldu .
Kazan oğlunun üzerine geldi, indi, elini  çözdü. Kucaklaşıp baba ile oğul görüştü. Üç yüz yiğit  Oğuzdan şehit oldu. Kazan oğulcuğunu kurtardı, geri döndü. Gazâ mübarek oldu. Oğuz beyleri doyumluk aldı.
Akça Kale, Sürmeliye gelip Kazan kırk otağ diktirdi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk evli kul ile kırk cariyeyi oğlunun başına tâc eyledi. Cilsun yiğitlere kale ülke verdi, işlemeli kaftanlar verdi. Dedem Korkut gelerek neşeli havalar çaldı, bu Oğuznâmeyi düzdü koştu, böyle dedi.
Şimdi hani nerde o dediğim Bey erenler
Dünya  benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Ölümlü  dünya kime kaldı
Gelimli  gidimli  dünya
En son  ucu ölümlü dünya
Dua edeyim Hânım: Yerli kara dağın yıkılmasın,
Gölgeli kaba ağacın kesilmesin.
Taşkın akan güzel suyun kurumasın.
Kanatlarının ucu kırılmasın.
Mevlâ seni alçaklara el açtırmasın .
Koşarken ak boz  atım  sendelemesin .
Vuruşunca kara polat öz kılıcın çentilmesin.
Ak sakallı babanın yeri cennet olsun;  ak saçlı  anan  ondan  ayrılmasın. Allahın  verdiği umudun kesilmesin. Son  nefesinde  arı imandan ayırmasın. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun.  Derlesin  toplasın günahınızı adı güzel Muhammede bağışlasın Hânım hey!… Bu duaya âmin  diyenler  Mahşer günü aradığını tez bulsun Hânım…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
KANGLI KOCA OĞLU KAN TURALI :

Oğuz  zamanında  Kangh  Koca  derlerdi bir gürbüz er var idi. Yetişmiş  bir yiğit oğlu var idi, adına Kan Turalı derlerdi.
Kangh Koca: “Ya erenler, babam öldü ben kaldım, yerini yurdunu tuttum, yarınki gün ben öleceğim oğlum kalacak, bundan daha iyisi yoktur ki gözüm görürken oğul gel seni evlendireyim” dedi. Oğlu: “Baba madem ki evlendireyim  diyorsun, bana lâyık kız nasıl olur?” Ben yerimden kalkmadan  o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kâfir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı” dedi. Kangh Koca der: “Oğul sen kız istemezmişsin, bir yiğit bahadır istermişsin, o yorulup didinsin  sen yiyesin içesin gün geçiresin.”
“Evet canım baba öyle isterim, ya varıp bir cici bici Türkmen Kızı alırsan; ne yaparım?  Ellesem  eli kırılıverir, söylesem sözü yok, dillesem dili…”
Kangh Koca: “Oğul kız görmek senden, mal rızık vermek benden” dedi.
Böyle  deyince yiğitler yiğidi Kan Turalı yerinden kalktı.
Kırk yiğidini  yanına  aldı. İç Oğuzu gördü, kız bulamadı. Çekildi geri döndü, evlerine geldi. Babası der:  “Oğul kız buldun mu?” Kan Turalı  der: “Yıkılsın Oğuz  elleri, bana yarar kız bulamadım baba.” Babası der: “Hey oğul  kız dileyip  varan böyle varmaz.”  “Ya nasıl vanr baba?”  “Oğul sabah varıp öğlen gelmek  olmaz,  öğlen  varıp  akşam gelmek olmaz,  oğul  sen  eve ocağa dört elle  sarıl,   ben  sana  kız aramağa gideyim.”
Kanglı Koca sevine kıvana  kalktı. Ak sakallı çok yaşlı ihtiyarları  yanına  aldı. îç Oğuza girdi, kız  bulamadı.  Dolandı Dış Oğuza girdi bulamadı. Dolandı Tırabuzana geldi.
Meğer  Tırabuzan tekfurunun güzeller güzeli bir dilber kızı var idi. Sağına soluna iki çift yay  çekerdi. Attığı  ok yere düşmezdi. O kızın üç canavar çeyizi ve yüz görümlüğü var idi. Kızın Babası: “Kim o canavarı bastıra yense öldürse kızımı ona  veririm” diye söz vermişti. Bastırmasa başını keserdi. Böylelikle otuz iki kâfir beyinin  oğlunun  başı  burç bedeninde kesilip asılmıştı. O üç canavann biri kükremiş aslan  idi, biri kara  boğa  idi,  biri  de  kara  buğra  idi. Bunların her birisi bir ayrı ejderha idi. Bu otuz iki baş ki, burçta asılmıştı, kükremiş aslan ile kara buğranın yüzünü görmemişlerdi, ancak boğa boynuzunda helak  olmuşlardı.
Kangh Koca bu başları ve bu canavarları  gördü, ürpererek kayıp titredi. “Varayım oğluma doğru haber vereyim, hüneri var ise gelsin  alsın, yoksa evdeki kıza razı olsun” dedi.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kanglı Koca varıp geldi. Oğuza çıktı. Kan Turahya haber oldu, baban geldi dediler. Kırk yiğit ile babasına karşı vardı. Elini  öptü, sordu: “Canım baba bana yarar kız buldun mu?”
“Buldum oğul hünerin var ise.”
“Altın akçe  mi ister, katır deve mi ister?” “Oğul hüner gerek hüner!”
“Baba yelesi kara soylu atıma eyer vurayım, kanlı kâfir eline akın edeyim, baş keseyim, kan dökeyim,  kâfire kan kusturayım, kul hizmetçi getireyim, hüner göstereyim.” “Hay canım oğlu hüner dediğim o değil. O kız için üç canavar beslemişler. Kim ki o üç canavarı bastırır, o kızı ona verirler.  Bastırıp  öldürmese  onun başını keserler  burca asarlar.”
“Baba bu sözü sen bana dememeliydin, made m ki dedin, elbette  varmalıyım, başına kakınç yüzüme tokuç olmasın, kadın ana bey baba esen kalın!” dedi.
Kangh Koca: “Gördün mü ben bana nettim, oğlana korkunç haberler vereyim, belki gitmez döner diye düşünmüş idim” demesiyle burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğul senin varacağın yerin
Dolamaç dolamaç yolları olur
Atlı batıp çıkamaz onun  balçığı olur
Ala yılan sökemez onun ormanı olur
Gök ile boy ölçüşen onun  kalesi olur
Göz kamaştırıp gönül alan onun güzeli olur
Hay demeden baş getiren cellâdı olur
Sırtında  kalkan oynar yayası  olur
Yaman yerlere  yeltendin  geri dön
Ak sakallı babanı kocamış ananı ağlatma
Kan Turalı kızdı:
Ne söylersin ne dersin canım baba
Bu kadar işten  korkan yiğit mi olur
Alp ere korku vermek ayıp olur
Dolamaç dolamaç yollarını
Mevlâm kor ise geceleyin at sürüp geçeyim
Atlı batıp çıkamaz onun balçığına kumlar döşeyeyim
Ala yılan sökemez ormanını
Çakmak  çakıp  ateşe vereyim
Gök ile boy ölçüşen kalelerini
Mevlfim kor ise yapayım  yıkayım
Göz kamaştıran gönül akın güzelinin boynun öpeyim
Sırtında kalkan oynar yayasının
Mevlâm kor ise başını keseyim
Ya varayım ya varmayayım
Ya geleyim ya gelmeyeyim
Ya kara buğranın göğsü altında kalayım
Ya boğanın boynuzuna ilişeyim
Ya kükremiş aslanın pençesinde didileyim
Ya varayım ya gelmeyeyim
Yine görünceye kadar bey baba hatun ana esen kalın
dedi. Gördüler ki namus için durmuyor, “Oğul uğurun açık olsun, sağ esen varıp gelesin” dediler. Babasının anasının ellerini öptü.
Kırk yiğidini yanma aldı. Yedi gün yedi gece  at koştur dular. Kâfirin sınır boyuna eriştiler, çadır diktiler. Yüğrük atını koşturup Kan Turalı gürzünü göğe atıyor,  inip yere düşmeden kavrıyor, tutuyor,
Hey  kırk eşim kırk arkadaşım
Yüğrük olsa yarışsam
Güçlü olsa güreş se m
Hak Taâla yardım eylese
Üç canavarı öldürsem
Güzeller şahı sarılar giyen
Selcen Hatunu alsam
Babamın anamın  evine dönsem
Hey kırk eşim kırk yoldaşım
Kırkınıza kurban olsun benim başım
diye söylüyordu.
Bunlar bu sözde  iken meğer Hânım Tekfura haber vardı. Oğuzdan  Kan Turalı derler bir yiğit var imiş, kızını istemeğe geliyor dediler. Kâfirler yedi ağaç yer karşıcı çıktılar, “Neye geldiniz yiğit beyler?”  dediler. “Karşılıklı  vermeğe  almağa geldik” dediler. Yeterinden  çok  saygı  gösterdiler. Ak çadır diktiler, alaca halı döşediler, ak koyun kestijer yedi yıllık ak şarap  içirdiler. Alıp bunları  Tekfura getirdiler.
Tekfur taht üzerinde  oturmuştu. Yüz kâfir gizlice  zırhını giyinmişti. Yedi kat  meydanı  dolandı  geldi.  Meğer kız meydanda bir köşk yaptırmıştı. Bütün yanında olan kızlar al giymişlerdi,  kendisi  sa n giymişti,  yukarıdan  seyrediyordu. Kan Turalı  geldi,  kara  şayak  giyinmiş  oturdu. Tekfur der: “Yiğit nereden  geliyorsun?”  Kan Turalı yerinden  kalkıverdi, kasıla  kasıla yürüdü ak alnını açtı,  ak bileklerini  sıvadı:
Karşı yatan kara  dağını aşmağa gelmişim
Akıntılı suyunu geçmeğe  gelmişim
Dar  eteğin e geniş koltuğuna sığınmağa gelmişim
Tanrı buyruğu ile Peygamber kavli ile
Kızını almağa gelmişim
dedi. Tekfur: “Bu yiğidin sözü hızlı, eğer elinde de hüneri var ise.” dedi. “Bu yiğidi anadan  doğma  soyundurun.”
Soyundurdular.  Kan Turalı altınlı ince keten  bezini beline sardı. Kan Turalıyı  alıp meydana  getirdiler. Kan Turalı yakışıklıydı, hem de bilgiliydi.  Oğuzda  dört yiğit yüz örtüsü ile gezerdi. Biri Kan Turalı, biri Kara çöğür ve oğlu Kırk Kınuk ve boz aygırlı  Beyrek. KanTuralı  yüz örtüsünü  sıyırdı açtı. Kız köşkten bakıyordu, bir hoş oldu, eli ayağına karışta; kediler  gibi  yerinde  duramadı.   Yanındaki  kızlara:   “Hak Taâlâ babamın gönlünü yumuşatsa  da başlık kesip beni o yiğide verse, bunun  gibi yiğit yazık  olur ki canavarlar  elinde paralansın”  dedi.
Bu  sırada demir zincirle  boğayı  getirdiler. Boğa dizini çöktü, boynuzu ile bir mermer taşı yuğurdu, peynir gibi ditti. Kâfirler:  “Şimdi  yiğidi  atar,  yıkar,  yere serer  delik  deşik eder; yıkılsın Oğuz elleri, kırk yiğit bir bey oğlu ile bir kızdan ötürü ölmek ne oluyor?” dediler. Bunu işitince  kırk yiğit ağlaştılar. Kan Turalı  sağına  baktı  kırk yiğidini  ağlar gördü, soluna baktı öyle gördü. Der: “Hey kırk eşim kırk yoldaşım, niye ağlıyorsunuz? Kolca kopuzumu getirin övün beni” dedi. Burada kırk yiğit Kan Turalıyı övmüşler, görelim.  Hanım nasıl  övmüşler:
Sultanım Kan Turalı
Kalkıp yerinden doğrulmadın mı
Yelesi kara  soylu atma binmedin mi
Arku Beli Ala Dağı
Avlayarak kuşlayarak aşmadın mı
Babanın ak otağının eşiğinde
Uşakları inek sağar görmedin mi
Boğa boğa  dedikleri
Kara inek buzağısı değil midir
Alp  yiğitler hasmından kaygılanır mı hiç?
Sarılar giymiş Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Kan Turalı sarılar giyen kız aşkına bir hû!
Dedi. Bunun üzerine Kan Turalı:
“Bre boğanızı koyu verin gelsin!” dedi.
Boğanın  zincirini aldılar, salı verdiler. Boynuzu elmas mızrak gibi Kan Turalının üzerine saldırdı. Kan Turalı  adı güzel Mubammede salâvat getirdi, boğanın alnına öyle bir yumruk vurdu ki boğayı kıçı üzerine çökertti. Alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın başına  çıkardı. Çok uğraştılar. Ne boğa yener, ne Kan Turalı yenér. Küt küt boğa solumağa başladı. Ağzı köpüklendi. Kan Turalı: “Bu dünyayı erenler  akıl ile bulmuşlardır, bunun önünden sıçrayayım, ne hünerim var ise ardından göstereyim.” dedi. Adı güzel Muhammede salâvat  getirdi, boğanın  önünden  savuldu. Boğa boynuzu üzerine  dikildi. Kuyruğundan üç kere kaldırıp yere attı. Kemikleri paramparça oldu, birbirine karıştı. Bastı boğazladı. Bıçak  çıkarıp  derisini.yüzdü. Etini meydanda bırakarak  derisini  Tekfurun  önüne  getirip “Yarın sabah kızını bana veresin” dedi. Tekfur: “Bre kızı verin,  şehirden  sürün, çıksın gitsin” dedi. Tekfurun kardeşinin  oğlu var idi; “Canavarların sultanı aslandır, onunla da oyun göstersin, kızı ondan sonra verelim” dedi.
Vardılar  aslanı  çıkardılar,  meydana  getirdiler.  Aslan haykırdı, meydanda ne kadar at var ise  sinip  kaldılar. Yiğitleri: “Boğadan  kurtuldu, aslandan  nasıl kurtulsun” dediler, ağlaştılar. Kan Turalı yiğitlerini ağlar gördü; “Bre alca kopuzumu ele  alın beni övün,  sarı  giyen kız aşkına bir aslandan döneyim  mi?”  dedi.  Yoldaşları  burada  söylemiş,  görelim Hânım ne söylemiş:
Sultanım Kan Turalı
Akça sazlar içinde sarı görüp görüp taylar basan
Göğüs yarıp kanını alan
Kara polat öz kılıçtan dönmeyen
Ak kirişli sert yaydan korkmayan
Ak tüylü delici oktan çekinmeyen    .
Canavarlar şahı kükremiş aslanı öldüren
Ala köpek yavrusuna kendisini dalatır mı
Alp yiğitler savaş günü hasmından kaygılanır mı
Sarı giymiş Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Sarı giymiş kız aşkına bir hû!
Dediler.
Kan Turalı:  “Bre kâfir aslanını  koyu ver gelsin!”  dedi. “Kara polat öz kılıcım yok ki kapıştığı  zaman  iki  biçeydim, sana sığındım cömertler  cömerdi  cömert Tanrı, medet!” dedi.
Aslanı koyu verdiler,  sürdü geldi. Kan Turalı bir çoban keçesini  eline doladı, aslanın pençesine sunu verdi. Adı güzel Muhammede salâvat getirdi, aslanın  alnını gözetip  öyle bir yumruk vurdu ki, yumruk çenesine  dokundu ufattı.  Ensesinden  tuttu belini kırdı; sonra kaldırıp yere  vurdu, unufak etti. Tekfurun önüne geldi:  “Dostum, kızını bana ver” dedi. Tekfur:  “Kızı getirin  verin, bu yiğidi  gözüm  gördü  gönlüm sevdi, ister dursun, ister gitsin” dedi. Yine kardeşi oğlu: “Canavarların başı  devedir, onunla  da oyununu oynasın;  ondan sonra kızı  verelim:” dedi.
Tanndan  izin olunca  beyin paşanın yardımı Kan Turalıdan yana döndü. Tefkur: “Devenin  ağzını yedi yerden bağlayın” dedi.  Kinli kâfirler bağlamadılar,  yularını  sıyırıp  salı verdiler.  Kan Turalı fırlar devenin koltuğundan  girer, fırlar çıkar. Yorgun yiğit hem iki  canavarla  savaşmıştı, kaydı düştü. Altı cellât  ensesine geldiler, yalın kılıç tuttular, burada arkadaşları söylemiş, görelim Hanım ne söylemiş:
Kalkıp Kan Turalı yerinden doğrulu verdin
Yelesi kara  soylu atına sıçrayıp bindin
Ala  gözlü yiğitlerini yanına aldın
Arku Belli Ala Dağı geceleyin aştın
Akıntılı güzel suyunu geceleyin  geçtin
Kanlı  kâfir  eline geceleyin  girdin
Kara  boğa geldiğinde unufak ettin
Kükremiş aslan geldiğinde belini  büktün
Kara buğra geldiğinde niye  düştün,
Kara kara  dağlardan haber aşar
Kanlı  Oğuz eline haber varır
Kanglı Koca oğlu Kan Turalı netmiş  derler
Kara boğa geldiğinde kaldırıp yere  vurmuş
Kükremiş aslan geldiğinde belini  bükmüş
Kara buğra geldiğinde  niye düşmüş derler
Büyük  küçük kalmaz  söz  eder
Yaşlı  kadın  erkek  kalmaz  kötü  söyler
Ak sakallı  baban  dertli  olur
Kocamış anan  kan yaş  döker
Hânım kalkıp  yerinden doğrulmazsan
Altı cellât ensende yalın  kılıç  tutar
Sonunda güzel  başını  kese r
Aşağıdan yukarı  bakmaz  mısın
Sarı giyen Selcen Hatun işaret eder görmez misin
Seni deve burnundan  yıkılır olur dediler bilmez misin
Sarı giyen Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Sarı giymiş kız aşkına bir hû!
Deyince, Kan Turalı ayağa kalktı. “Bre ben bu devenin burnuna yapışınca o kız sözü ile yapıştı derler,  Oğuz eline haber varır, deve elinde kalmıştı kız kurtardı derler, bre kolca kopuzumu çalın övün beni, yaradan Ul u Tanrıya sığındım, bir erkek deveden döneyim mi, Allahm izniyle bununda da başını keseyim” dedi. Yiğitleri Kan Turalıyı övüp söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Yüksek kayaların  başında yuva tutan
Kadir ulu Tanrıya yakın uçan
Mancığı ağır taştan  gıcırdayıp vuran
Arı gölün  ördeğini  şakıyıp  alan
Koca  üveyik dipte yürürken çekip yüzen
Karıncığı aç olsa kalkıp uçan
Cümle kuşun sultanı kartal kuşu
Kanadiyle  saksağana kendisini  güldürür mü
Alp yiğitler savaş gün ü hasmından kaygılanır mı
Sarı  giyen  Selcen Hatun köşkten bakar
Kime  baksa aşkından ateşe yakar
Sarılı kız aşkına bir hû!
Dediler.
Kan Turalı adı güzel Muhammede salâvat getirdi. Deveye bir tekme  vurdu. Deve bağırdı.  Bir daha vurdu, deve ayağı üzerinde duramadı yıkıldı. Basıp  iki yerden boğazladı. Arkasından  iki kayış  çıkardı.Tekfurun  önüne  bıraktı;  “Akıncıların okluğunun  bağı,  üzengisinin  kayışı  kopar,  dikmek için lâzım olur” dedi. Tekfur:  “Vallah bu yiğidi gözüm  gördü gönlüm  sevdi”dedi.
Kırk yerde otağ diktirdi.  Kırk yerde kızıl ala gerdek kurdurdu. Kan Turalı ile kızı getirip gerdeğe koydular.  Ozan geldi coşturucu havalar çaldı. Oğuz yiğidinin yüreği kabardı.Kılıcını çıkardı yere çaldı, kertti, dedi ki: “Yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım, kılıcıma doğranayım, okuma saplanayım, oğlum doğmasın, doğarsa on güne varmasın, bey babamın, kadın anamın yüzünü görmeden bu gerdeğe girersem” dedi. Evini çözdü, devesini bağırttı, kara koç atını kişnetti, geceyi gündüze kattı, göçtü.
Yedi gün yedi gece at koşturdu. Oğuzun sınır boyuna çıktı, çadır dikti. Kan Turalı:
Hey kırk eşim kırk yoldaşım
Kurban olsun size benim başım
Hak Taâla yol verdi vardım, o üç canavarı öldürdüm, sanlar giyen  Selcen Hatunu  aldım geldim, haber eyleyin  babam bana karşı gelsin” dedi.
Kan Turalı baktı gördü bu konduğu yerde  kuğu kuşları, turnalar, sülünler, keklikler uçuyorlar. Soğuk soğuk  sular, çayırlar, çimenler… Selcen Hatun bu yeri güzel gördü, beğendi. İndiler, yeme içme ile meşgul oldular. Yediler içtiler.
O  zamanda Oğuz yiğitlerinin  başına  ne gelse  uykudan gelirdi.  Kan Turalının  uykusu geldi, uyudu.  Uyurken  kız: “Benim  âşıklarım  çoktur, ansızın  dört nala gelini tutup babamın anamın  evine  iletmesinler sakın!”  dedi. Kan Turalının atını sessizce tuttu giyindi. Mızrağını  eline aldı, bir yüksek yere çıktı, bekledi.
Meğer  Hânım Tekfur pişman oldu. “Üç canavar öldürdüğü için bir kızcağızımı  aldı gitti” dedi. Gizlice  kara elbiseli, demir zırhlı altı yüz kâfir seçti. Gece gündüz at koşturdular. Ansızın yetiştiler.
Kız hazır idi. Baktı  gördü dört nala yetiştiler,  atını oynattı, Kan Turalının üzerine geldi. Söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Uyan artık, kara başını kaldır yiğit
Ala  çekik güzel gözünü aç yiğit
Kollarından ak  ellerin  bağlanmadan
Ak alnın  kara  yere  tepilmeden
Ansızın güzel başın  kesilmeden
Alca   kanın ye r yüzüne  dökülmeden
Hasım yetişti düşman erişti
N e yatıyorsun kalk  yiğit
Yüksek kayalar oynamadan  yer  oyuldu
Yaşlı  beyler ölmeden el boşaldı
Kaynaşarak uğraşarak dağdan  indi
Tertiplenip  üzerine düşman geldi
Yatacak yer mi  buldun yurt mu buldun
Noldu sana diye  seslendi.
Kan Turalı  sıçradı  uyandı, ayağa kalktı; “Ne söylüyorsun güzelim?” dedi. Kız: “Yiğidim, üzerine düşman  geldi  uyandırmak  benden,  savaşıp  hüner  göstermek senden” ded. Kan Turalı gözünü açü, göz kapaklarını kaldırdı, Gördü Gelin at üzerinde, zırh giyinmiş, mızrağı elinde.
Yeri öptü. “inandık imân ettik, niyetimiz Hak Taâlâ katında gerçekleşti”  deyip arı sudan abdest aldı. Ak alnını yere koydu, iki rekât namaz kıldı. Atma bindi, adı güzel Muhammede salâvat getirdi, kara elbiseli kâfire at sürdü, karşı vardı. Selcen Hatun  at oynattı  Kan Turalının önüne geçti. Kan turalı: “Güzelim nereye gidiyorsun” dedi. Kız: “Bey yiğit, baş ezen olsa börk bulunmaz mı olur, bu gelen kâfir çok kâfirdir, savaşalım, dövüşelim, ölenimiz, ölsün, sağ kalanımız otağa gelsin” dedi.
Burada Selcen Hatun  at sürdü. Hasmını  bastırdı. Kaçanını kovalamadı  aman  diyeni öldürmedi.  Öyle  sandı ki düşman bastırıldı. Kılıcının kabzası kan içinde otağa geldi. Kan Turalıyı bulamadı. O sırada Kan Turalının babası anası çıka geldi. Gördüler ki bu gelen kişinin kılıcının kabzası kanlı oğlu görünmez. Haber sordular, görelim  nasıl sordular:
Anam kişi kızım kişi
Tan atarken yerinden kalkı verdin
Oğulu tutturdun mu
Ansızın güzel başını kestirdin mi
Kadın ana bey baba diye bağırttın mı
Sen geliyorsun oğulcuğum görünmüyor bağrım yanıyor
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun gelin sana
Kız bildi ki kaynanası  kayınbabasıdır.  Kamçı  ile  işaret kılıp: “Otağa inin, nerede iner karışır toz var ise nerede karga kuzgun oynuyorsa  orada arayalım” dedi. Atına mahmuz vurdu, bir yüksek yere çıktı, gözetledi.
Gördü ki bir derenin içinde toz kâh toplanıyor kâh dağılıyor. Üzerine geldi. Gördü ki Kan Turalının atını oklamışlar, gözünün  kapağını oklamışlar, yüzünü kan bürümüş, durmadan kanını  siliyor, kâfirler  üşüşüyor, kılıcını yalın  eyliyor kâfiri önüne katıp kovalıyor. Selcen Hatun bunu böyle gördü, içine ateş’düştü. Bir bölük kaza şahi n girmiş gibi kâfire at sürdü.  Bir ucundan kırıp kâfiri öbür ucuna çıktı.
Kan Turalı baktı gördü ki bir kimse düşmanı önüne katmış kovalıyor. Selcen olduğunu bilmedi, kızdı. Burada söylemiş görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp yerinden doğrulan yiğit ne yiğitsin
Yelesi kara soylu atına binen yiğit ne yiğitsin
Ha demeden başlar kesen
Aklına esip benim düşmanıma giren yiğit ne yiğitsin
İzinsiz düşmana girmek  bizim elde  ayıp  olur
Bre yürü
Doğan kuş olarak uçayım mı
Sakalınla boğazından tutayım mı
Ha demeden senin başını ben keseyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Kara bışını terkiye asayım mı
Çekilip  dönmüş:
Selcen Hatun burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş?
Hey  yiğidim bey yiğidim
Develer yavrusundan döner mi olur
Taycığını teper mi olur
Ağıllarda akça  koyun
Kuzucuğun teper mi olur
Alp yiğitler bey yiğitler
Sevdiğine kıyar mı olur
Yiğidim bey yiğidim
Bu  düşmanın bir ucu bana bir ucu sana
Kan Turalı bildi ki bu düşmanı basıp dağıtan Selcen Hatundur.  Bir tarafına da kendisi girdi. Kılıç çekip yürüdü, kâfir başını kesti.  Hasım bastırdı düşman kırıldı.
Selcen Hatun Kan Turalıyı at arkasına aldı çıktı, Giderken Kan Turalının fikrine bu geldi ki:
Kalkıp  ey Selcen Hatun doğrulduğunda
Yelesi  kara soylu atına bindiğinde
Babamın ak otağının eşiğin e indiğinde
Oğuzun elâ gözlü kızı gelini destan anlattığında
Herkes sözünü  söylediğinde
Sen orada durasın övünesin
Kan Turalı parişan oldu
At arkasına aldım çıktım  diyesin
Gözüm  döndü gönlüm  gitti
Öldürürüm seni
dedi. Selcen  Hatun  durumun ne olduğunu bilip söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Bey yiğit övünürse erkek  övünsün  aslandır
Övünmeklik  kadınlara  yaraşmaz
Övünmekle kadın erkek olmaz
Ala yorgan  içinde seninle sarmaşmadım
Tatlı  damak tutarak emişmedim
Al duvağımın altından söyleşmedim
Tez sevdin tez usandın dönek oğlu dönek
Yaradan Allah bilir ben sana
Dostum, âşıkım kıyma bana
Kan Turalı: ‘Yok, elbette öldürmem gerektir” dedi. Kız öfkeleniverdi: “Bre sersem budala, ben aşağı kulpa yapışıyorum, sen yukarı kulpa yapışıyorsun, bre densizin oğlu, okunla mı, kılıcınla mı, gel beri konuşalım” dedi.
Atını tepti, bir yüksek yere çıktı. Okluğundan doksan okunu yere döktü. îki okun temrenini çıkardı. Birini yaya taktı, birini eline aldı. Temrenli ok ile atmağa kıyamadı. Der:
‘Yiğit at okunu!” Kan Turalı der: “Kızların yolu evveldir, önce sen at!” Kız bir oku Kan Turalıya attı. Öyle bir atış idi ki ok vurduğunda Kan Turalının aklı başından gitt. İleri gelip Selcen Hatunu kucaklayıp barışmışlar, emişmişler onun üzerine.  Kan Turalı burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Işıl ışıl ışıldayan incë  giyenim
Yere  basmadan yürüyen selvi  boylum
Kar üzerine kan damlamış gibi kızıl yanaklım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Ressamların çizdiği kara kaşlım
Kurumsu kırk tutam kara saçlım Aslan soyu sultan kızı
Öldürmeğe ben seni kıyar mıydım
Kendi canıma kıyarım ben sana kıymam
Ben seni deniyordum
Selcen Hatun da burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp  da yerimden  doğrulurdum
Yelesi kara soylu  atıma  binerdim
Babamın  ak otağından  çıkardım
Arku Beli  Ala Dağı  avlardım
Ala geyik yaban  geyiği  kovalardım
Çekince  bir ok ile  vururdum
Temrensiz  ok ile yiğit seni  deniyordum
Öldürmeğe  yiğidim ben seni  kıyar mıydım
Irağından yakınından geliştiler, gizli yaka tutarak koklaştılar,  tatlı  damak vererek emiştiler, ak boz atlara binerek koşuştular,  Bey babasının yanına eriştiler.
Babası  oğulcuğunu gördü Âllaha şükürler eyledi.  Oğlu ile, gelini ile Kanglı Koca Oğuza girdi. Yeşil, alaca güzel çimene  çadır dikti!. Attan  aygır, deveden  buğra,  koyundan  koç kestirdi. Düğün  etti, kudretli Oğuz Beylerini  ağırladı. Altınlıca  gölgeliğini  dikip  Kan  Turalı  gerdeğe  girdi;  muradına maksuduna  erişti.
Dedem  Korkut gelip neşeli havalar çaldı, destan söyledi deyiş dedi,  gazi erenlerin başına ne geldiğini  söyledi.
Şimdi hani  dediğim bey  erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı  yer gizledi ölümlü  dünya kime kaldı
Gelimili gidimili dünya
Son ucu  ölümlü dünya
Ecel geldiğinde arı imandan ayırmasın. Mevlâm  seni alçaklara  el  açtırmasın.  Allahm verdiği umudun  kesilmesin. Ak alnında beş kelime duâ kıldık, kabul olsun.  Amin diyenler Tanrının  yüzünü görsün. Derlesin  toplasın günahınızı  adı güzel Muhammed  Mustafaya bağışlasın  Hânım hey!…
Paylaş:
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
BEĞİL OĞLU  EMRENİN  DESTANI :

Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Ak otağını kara yerin  üzerine  diktirmişti. Ala sayvanı  gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek seccade döşenmişti. îç Oğuz, Dış Oğuz Beyleri  toplanmıştı.
Dokuz  Tümen Gürcüstanın haracı geldi. Bir at, bir kılıç, bir topuz getirdiler. Bayındır Han çok üzüldü. Dedem Korkut geldi neşeli  havalar çaldı: «Hânım  niye üzülüyorsun?»  dedi. Bayındır Han  da: «Nasıl üzülmeyeyim her yıl altın akçe gelirdi, yiğide  beye verirdik, hatırları  hoş  olurdu,  şimdi bunu kime  verelim  ki  hatırı  hoş  olsun?»   dedi.  Dede   Korkut:
«Hânım  bunun üçünü de bir yiğide verelim Oğuz  iline karakol olsun» dedi. Han  Bayındır:  «Kime verelim» dedi. Sağına soluna baktı. Kimse gönüllü görünmedi. Begil derlerdi bir yiğit var idi, ona baktı: «Sen  ne dersin» Begil  razı oldu. Kalktı yeri öptü. Dedem  Korkut himmet kılıcı beline bağladı, topuzu omuzunà  koydu, yayı koluna geçirdi.
Küheylân  aygırı çektirdi, Begil  bindi.  Hısımını  akrabasını ayırdı, evini çözdü, Oğuzdan göç eyledi. Berdeye Gence- ye varıp vatan tuttu. Dokuz  Tümen Gürcistan  ağzına  varıp kondu, karakolluk eyledi. Yabancı, kâfir gelse başını Oğuza armağan  gönderdi. Yılda bir kerre Bayındır Hanın  divanına varırdı.
Yine Bayındır Handan  adam geldi, acele gelesin  diyerek. Sonra  Begil  geldi, armağanlarını  sundu.  Bayındır Hanın elini öptü. Han  da Begili misafir etti, güzel at, güzel kaftan, bol harçlık verdi. «Üç gün de Begili av etiyle misafir edelim beyler» dedi. Av ilân ettiler.
Av hazırlığı günü geldiğinde, kimi atını  över, kimi kılıcını, kimi çekip ok atmasını  över. Salur Kazan ne atını övdü, ne kendisini  övdü, amma Begilin hünerini söyledi.
Üç yüz altmış altı yiğit ava gitse, kanlı geyik üzerine yürüyüş olsa, Begil ne yay kurardı, ne ok atardı, hemen yayı bileğinden  çıkarırdı, boğanın yaban geyiğinin boynuna atardı, çekip  durdururdu. Zayıf ise kulağını delerdi, avda belli olsun diye, amma semiz olsa boğazlardı. Eğer beyler geyik avlasa, kulağı  delik olsa,  Begil  sevincidir  diye  Begile  gönderirlerdi.
Kazan bey  sordu: «Bu hüner atın mıdır, erin midir?»
«Hanim, erindir» dediler. Han: «Yok, at işlemese er övünmez, hüner atındır» dedi. Bu söz Begile  hoş gelmedi. Begil: «Yiğitler içinde bizi küçük düşürdün» dedi.  Bayındır Hanın verdiklerini önüne döktü, hana küstü, divandan çıktı. Atını çektiler, ala gözlü yiğitlerini  alıp evine geldi.
Çoluk çocuğu karşıladı, okşamadı. Ak yüzlü hatunu ile konuşmadı. Hatun burada söylemiş, görelim Hânım  ne söylemiş:
Altın  tahtımın sahibi Beyim yiğit
Göz açtığım gün  gördüğüm
Gönül verip  sevdiğim
Kalkıp yerinden doğrulu verdin
Ala  gözlü yiğitlerini yanma aldın
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aştın
Akıntılı güzel sudan geceleyin geçtin
Ak alınlı  Bayındır Hanın divanına geceleyin vardın
Ala gözlü  Beyleriyle yedin  içtin
Eşin dostun birbirine mi düştü
Garip  başın  kavgada  kaldı  mı
Hani  Hânım altında  güzel  atın  nerde?
Üstünde altın  tulga  yok,  sırmalı  kaftanın  nerde?
Ala gözlü  oğullarını okşamazsın
Akça  yüzl ü güzelinle söyleşmezsin
Nedir  hâlin
Begil söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp  yerimden doğrulu verdim
Yelesi kara soylu  atıma sıçrayıp bindim
Arku Beli  Ala Dağdan geceleyin aştım
Akıntılı güzel suyu delip  geceleyin geçtim
Ak alınlı Bayındırın divanına  dört  nala  vardım
Ala gözlü Beyleriyle yedim  içtim
Eşimi  dostumu iyi gördüm
Hânımızın sevgisi  bizden dönmüş  gördüm
Eli  günü bırakıp Dokuz  Tümen Gürcistana  gidelim
Oğuza isyan ettim böyle bilin
Hatun: «Yiğidim bey yiğidim, pâdişâhlar Tanrının göl- gesidir, pâdişâhına isyan edenin işi rast gelmez, an gönülde pas olsa şarap açar, sen gideli Hanım, çapraz yatan ala dağlarda avlanmamıştır, ava bin gönlün açılsın» dedi. Begil baktı hatun kişinin aklı, sözü iyidir. Soylu atını çektirip sıçradı bindi, ava gitti.
Av avlayarak gezerken önünden bir yaralı geyik çıktı.Begil buna at sürdü. Geyiğin ardına erişti, yay kirişini boynuna attı. Geyiğin canı yanmıştı, kendisini bir yüksek yerden attı. Begil atın gemini yedemedi, beraber uçtu. Sağ oyluğu kayaya  dokundu kırıldı.
Begil kalktı, ağladı, der: «Büyük oğlum, büyük kardeşim yok.» Hemen okluğundan gez çıkarıp atının  eyerinin  arkasındaki kayışları  çekti kopardı. Kaftanının  altından ayağını sımsıkı sardı. Var kuvvetiyle atının yelesine  düştü. Avcılardan ayrı, sarığın tülbendi boğazına dolanmış olduğu halde, yurdunun  ucuna  geldi.
Oğulcuğu Emren yiğit babasını karşıladı. Gördü benzi sararmış, tülbendi boğazına dolanmış. Yoldaşlarını sorup Delikanlı  burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp yerinden  doğruluverdin
Yelesi kara  soylu atma sıçrayıp bindin
Çapraz yatan ala  dağlar eteğine ava vardın
Kara giyen kâfirlere rasladın mı
Ala  gözlü yiğitlerini kırdırdın mı
Ağız  dilden bir kaç kelime haber bana
Kara  başım kurban olsun babam  sana
Begil Oğluna söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Kalkıp yerimden doğruluverdim
Kara dağlar önüne ava çıktım
Kara giyen kâfirlere rastlamadım
Ala gözlü yiğitlerimi kırdırmadım
Sağdır esendir yiğitlerim oğul kaygılanma
Üç gündür keyfim yok oğul
At üzerinden beni tut döşeğime çıkar
Aslan yavrusu yine aslandır, babasını at üzerinden kavradı tuttu, yatağına çıkardı. Kaftanını üzerine örttü, kapısını çekti.
Beri yandan yiğit beyler gördüler ki av bozulmuş, her biri evli evine geldi.
Begil beş gün oldu divana çıkmadı. Ayağının kırıldığını kimseye söylemedi.
Bir gece yatağında acı acı inledi, ah etti. Hatunu: «Bey yiğidim, kalabalık düşman gelse dönmezdin, kaba etine alaca ok saplansa  inlemezdin, insan koynunda yatan sevdiceğine sırrını söylemez mi olur, nedir hâlin?» dedi. Begil: «Güzelim attan  düştüm,  ayağım  kırıldı.» dedi.
Kadın elini eline çaldı uşağa, söyledi. Uşak  çıkıp kapıcıya söyledi. Otuz iki dişten çıkan bütün yurda yayıldı. Begil attan  düşmüş ayağı kırılmış diye.
Meğer kâfirin casusu  var idi. Bu haberi işitip vardı Tekfura haber verdi. Tekfur: «Kalkıp yerinizden  doğrulun, yattığı yerde Bey Begili  tutun, ak ellerini kollarını bağlayın, sezdirmeden  güzel başım kesin, alca kanını yer yüzüne dökün, elini gününü yağmalayın, kızını gelinini  esir edin»  dedi.
Meğer Begilin de orada casusu hazırdı. Begile haber gönderdi: «Başınızın çaresine bakın, üzerinize  düşman geliyor» dedi. Begil yukarı baktı: «Gök ırak yer katı» dedi. Oğlunu yanına getirip söylemiş  görelim  Hanım  ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Karanlık gözlerimin aydını oğul
Güçlü belimin kuvveti oğul
Gör sonunda neler oldu
Neler koptu benim başıma
Kalkıp oğul  yerimden doğruluverdim
Boynu kırılsın al aygıra sıçrayıp bindim
Av avlayıp kuş kuşlayıp gezer iken
Bunaldı sürçtü beni  yere çaldı
Sağ oyluğum kırıldı
Benim kara dağlardan haber aşmış
Kanlı kanlı sulardan haber geçmiş
Demir Kapı  Derbendinden haber varmış Alaca atlı Şökli Melik kötü pusu kurmuş Pususundan kara  dağlara duman düşmüş Yattığı yerde Bey Begili tutun demiş Kollarını ak ellerini bağlayın demiş
Akça yüzlü  kızını  gelinini esir edin demiş
Kalkıp oğul yerinden  doğruluver
Yelesi kara soylu  atına sıçrayıp bin
Çapraz yatan Ala Dağı geceleyin aş
Ak alınlı Bayındır Hanın divanına geceleyin var
Ağız  dilden Bayındıra selâm ver Beylerbeyi olan
Kazanın elini öp Ak sakallı babam darda, de
Elbette ve elbette Kazan Bey bana yetişsin dedi, de
Gelmez isen memleket bozulup örene döner
Kızım  gelinim esir gitti böyle bil
Burada oğlu babasına söylemiş, görelim Hânım  ne söylemiş:
Baba ne söylüyorsun  ne diyorsun
Bağrım  ile yüreğimi ne dağlıyorsun
Kalkıp yerimden  doğrulmam, yok!
Yelesi kara soylu atıma binmem, yok!
Arku Beli Ala Dağı  avlayarak aşmam, yok!
Ak alınlı Bayındırın  divanına varmam, yok!
Kazan  kimdir benim onun elini öpmem, yok!
Altındaki al aygırı bana ver
Kan terletip koşturayım senin için
Sırtı  sağlam  demir zırhını bana ver
Yen yakalar diktireyim senin  için
Kara çelik öz kılıcını bana ver
Sezdirmeden başlar keseyim senin için
Kargı   dalı  mızrağını bana  ver
Göğsünden er mızraklıyayım senin için
Ak  tüylü   delici okunu  bana ver
Erden ere  geçireyim senin için
Ala  gözlü üç  yüz  yiğidini bana ver yoldaşlığa
Muhammed Dini yoluna savaşayım senin için
Begil: «Öleyim  ağzın için oğul, belki de benim geçmiş günümü andırtmazsın» dedi. «Bre zırhımı getirin  oğlum giysin, al aygırımı getirin  oğlum binsin, memleket ürkmeden oğlum meydana  varsın girsin»  dedi.
Delikanlıyı giydirdiler. Babası  ile anası ile geldi görüştü, ellerini öptü. Üç yüz yiğidi yanma aldı, meydana vardı. Al aygır ne zaman  düşman  kokusunu  alsa ayağını yere  döverdi, tozu göğe  çıkardı. Kâfirler der: «Bu at Begilindir, biz kaçarız.» Tekfur da: «Bre iyi bakın bu gelen  Begil  ise sizden önce ben kaçarım» dedi. Gözcü gözetledi, gördü ki at Begilin, Begil üzerinde değil,  amma bir kuş kadar çocuktur. Gelip Tekfura haber verdi: «At, giyim kuşam, tolga Begilin, Begil içinde değil» dedi. Tekfur: «Yüz adam  seçilin, tarraka  çatlatın  Delikanlıyı korkutun, o yaştakiler  kuş yürekli olur,  meydanı  bırakıp kaçar»  dedi.
Yüz kâfir seçilip  Begilin  Oğlunun  üzerine  gelmiş, kâfir söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğlan oğlan ey  oğlan
Haramzade oğlan
Altında   al  aygırı   arık  oğlan
Kara  çelik öz  kılıcı  çentik oğlan
Elindeki  mızrağı  kırık  oğlan
Ak kirişli  yayı  kısa  oğlan
Okluğunda doksan oku  seyrek oğlan Yanındaki yoldaşları çıplak oğlan Karanlık gözleri çipil oğlan Şökli Melik sana kötü pusu kurdu Meydandaki şu oğlanı  tutun Kollarını  ak ellerini  bağlayın Sezdirmeden güzel  başını kesin
Alca kanını yer  yüzüne  dökün
Ak sakallı baban var ise ağlatma
Ak bürçekli  anan  var ise  sızlatma
Yalnız  yiğit  yiğit  olmaz
Yavşan gibi  berk  olmaz
Belâsı gelmiş deli oğlu deli
Çekilip dön buradan
Delikanlı da burada söylemiş, görelim ne söylemiş: Abuk sabuk kanuşma bre itim kâfir
Altımda al aygırımı ne beğenmezsin
Seni gördü oynar
Sırtımdaki demir zırhım omuzumu kısar
Kara  çelik  öz kılıcım  kınını doğrar
Kargı  dalı  mızrağımı ne beğenmezsin
Göğsünü delip göğe  fırlar
Akça kirişli katı yayım inceden inlemekte
Sadakta  okum tirkeşimi deler
Yanımda yiğitlerim, savaş diler
Yiğide korku vermek ayıp olur
Beri gel bre kâfir savaşalım
Kâfir: «Oğuzun arsızı Türkmenin delisine benzer, bak hele şuna» dedi.
Tekfur: «Varın sonun Delikanlı Begilin nesidir?» dedi. Kâfir gelip söylemiş, görelim nasıl söylemiş:
Altındaki al aygırı biliriz Begilindir Begil hani
Kara çelik öz kılıcın Begilindir Begil hani
Sırtındaki dèmir zırhın Begilindir Begil hani
Yanındaki yiğitler Begilindir Begil hani
Eğer Begil burda  imişse
Geceye  kadar cenk edeydik
Akça  kirişli katı  yaylar çeki şeydik
Ak tüylü  delici oklar atışaydık
Sen Begilin nesisin oğlan söyle bize
Begil oğlu burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:  .
Bre kâfir sen ben bilmez misin
«Ak alınlı Bayındır Hanın  Beylerbeyisi Salur  Kazan, kardeşi  Kara Güne, Dönebilmez Dülek  Evren,  Düzen oğlu Alp Rüstem, boz atlı Beyrek, Bey Begilin evinde içiyorlardı, senden casus geldi, altındaki al aygıra Begil  beni bindirdi kara çelik  öz kılıcını kuvvet verdi, kargı dalı mızırağım himmet verdi, yanındaki  üç yüz yiğidini bana arkadaşlığa  verdi ben Begilin  oğluyum bre kâfir, beri gel dövüşelim» dedi. Kâfir Tekfur: «Dayan  bre deli oğlan, ben sana varayım» dedi.
Altı dilimli gürzünü ele aldı, oğlanın  üzerine sürdü. Oğlan kalkanını gürze karşı tuttu. Başına  doğru kâfir,  Begilin oğluna müthiş vurdu. Kalkanını ufattı, tulgasını ezdi, göz kapaklarını sıyırdı, yenemedi. Gürz ile dövüştüler, kara çelik öz kılıçla çekiştiler, sere serpe meydanda kılıçlaştılar, omuzlan doğrandı,  kılıçlan  ufandı,  birbirini yenemediler. Kargı  dalı mızraklarla kınştılar, meydanda  boğa gibi kavuştular, göğüsleri  delindi, mızrakları kırıldı, birbirini yenemediler. At üzerinden ikisi kapıştılar, çekiştiler. Kâfirin gücü eksilmedi, arttı; Delikanlı sersemledi. Allah Taâlâya yalvarıp söylemiş, görelim nasıl söylemiş:
Yücelerden yücesin yüce Tanrı
Kimse bilmez nicesin güzel Tanrı
Sen Âdeme taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir  suçtan ötürü dergâhından sürdün
İbrahimi tutturdun Hânım,  deriye sardın
Kaldırıp  ateşe attırdın
Ateşi yeşillik kıldın
Birliğine sığındım
Aziz Tanrı hocam bana medet
Kâfir: «Oğlan  yenildin de Tanrına mı yalvarıyorsun, senin bir Tanrın var ise benim yetmiş iki puthânem  var» dedi. Delikanlı: «Yâ âsi mel’un, sen putlarına yalvarıyorsan  ben âlemleri  yoktan  var eden Allahıma sığındım»  dedi.
Hak Taâlâ Cebrâile buyurdu ki: «Yâ Cebrail, var, şu kuluma kırk yiğit kuvveti verdim»  dedi. O vakit Begilin oğlu kâfiri  kaldırdı yere  vurdu. Burnundan kanı  düdük gibi fışkırdı. Sıçrayıp  şahin  gibi kâfirin boğazını  eline  aldı. Kâfir:
«Yiğit aman,  sizin dinene derler, dinine girdim» dedi. Parmak kaldırıp, şehâdet getirip müslüman oldu.  Geri  kalan kâfirler bilip, meydanı bırakıp kaçtı.
Akıncılar kâfirin elini gününü vurup kızını gelinini  esir ettiler. Oğlan  babasına  müjdeci gönderdi, hasmımı yendim dedi.
Ak sakallı  babası karşı geldi. Oğlunun boynunu kucakladı. Dönüp evlerine geldiler.
Karşı yatan kara dağdan oğlana yaylak verdi. Kara koç yüğrük attan tavla verdi. Akça yüzlü oğluna akça koyun şö- lenlik verdi. Ala gözlü oğluna al duvaklık gelin  aldı. Ak alınlı Bayındır  Hânın  payını ayırdı.
Oğlunu  aldı  Bayındır  Hanın  divanına  vardı. El  öptü.Pâdişâh, Kazan oğlu Uruzun sağ yanından ona yer gösterdi. Kaftan, çuha, sırmalı elbise giydirdi. Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı, bu Oğuznâmeyi düzdü koştu, Begil, oğlu Emrenin olsun  dedi. Gaziler başına ne geldiğini  söyledi.
Duâ edeyim Hânım:
Yerli kara dağların yıkılmasın.
Gölgeli kaba ağacın kesilmesin.
Allahın verdiği umudun kesilmesin.
Günâhınızı adı güzel Muhammede bağışlasın
Hanım hey!…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı :

Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üzerine ak otağını dikmişti. Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz beyleri sohbete toplanmıştı. Yeme içme idi.
Kazılık Koca derlerdi bir kişi var idi. Bayındır Han’ın veziri idi. Şarabın keskini başına çıktı. Kaba dizi üzerine çöktü. Bayındır Han’dan akın diledi. Bayındır Han izin verdi. Nereye istersen git dedi. Kazılık Koca iş görmüş, işe yarar odamdı. İşe yarar yaşlılarını yanına topladı, teçhizat ve levazımı île yola girdi. Çok dağlar, dere tepe geçti. Günlerden bir gün Düzmürd Kalesi’ne geldi. Karadeniz kenarında idi.
Ona erişip kondular. O kalenin bir tekürü var idi. Adına Arşın oğlu Direk Tekür derlerdi. O kafirin altmış arşın boyu var idi. Altmış batman gürz vururdu, çok kuvvetli yay çekerdi. Kazılık Koca kaleye yetişir yetişmez cenge başladı. Sonra o tekür kaleden dışarı çıktı, meydana girdi, er diledi. Kazılık Koca onu görür görmez yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin ensesine bir kılıç vurdu, zerre kadar kestiremedi. Sıra kafire geldi. O altmış batman gürz ile Kazılık Koca’ya tepeden aşağı tutup çaldı. Yalan dünya başına dar oldu düdük gibi kan fışkırdı. Kazılık Koca’yı yakolayıp tutup kaleye koydular.
Yiğitleri durmayıp kaçtılar. Kazılık Koca tam on altı yıl kalede esir oldu. Sonra Emen derlerdi bir kişi altı kerre varıp kaleyi alamadı. Meğer hanım, Kazılık Koca esir olduğu vakit bir oğlancığı var idi. Bir yaşında idi. On beş yaşına girdi, yiğit oldu. Babasını öldü biliyordu. Yasak eylemişlerdi, esir olduğunu oğlandan saklıyorlardı. O oğlanın adına Yigenek derlerdi. Günlerden bir gün Yigenek oturup beyler ile sohbet ederken, Kara Göne oğlu Budak ile uyuşamadı. Birbirine söz atıştılar.
Budak der: Burada boş laf edip ne yapıyorsun, mademki er diliyorsun, varıp babanı kurtarsana, on altı yıldır esirdir dedi. Yigenek bu haberi işitince yüreği oynadı, kara bağrı sarsıldı. Kalktı.
Bayındır Han’ın huzuruna vardı, yere yüz koydu, der:
Sabah erken sapa yerde dikilince ak otağa
Atlas ile yapılınca mavi gölgelikli
Tavla tavla çekilince yiğit atlı
Çağınp yardım isteyince bol çavuşla
Çalkandığında yağ dökülen bol nimetli
Darda kalmış yiğidin arkası
Zavallının biçarenin ümidi
Türkistanın direği
Yırtıcı kuşun yavrusu
Amıt suyunun aslanı
Karacuğun kaplanı
Devletli han medet
Bana asker ver, beni babamın esir olduğu kaleye gönder dedi.
Bayındır Han buyurdu, yirmi dört sancak beyi gelsin dedi. Önce Demirpakı Derbendinde bey olan, kargı mızrak ucunda er böğürten, hasıma yetiştiğinde kimsin diye sormayan Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar seninle beraber varsın dedi. Aygır Gözler Suyu’ndan at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan Eylik Koca oğlu Dülek Evren beraber varsın dedi. Çift burçtan kayın oku durmadan geçen Yağrıncı oğlu Kalmış seninle beraber varsın. Üç kerre düşman görmese kan ağlayan Toğsun oğlu Rüstem beraber varsın dedi. Ejderhalar ağzından adam alan Deli Evren beraber varsın. Yer yüzünün bir uçundan bir ucuna yetişeyim diyen Soğan Sarı beraber varsın. Sayılmakla Oğuz erenleri tükense olmaz.
Bayındır Han yirmi dört kahraman sancak beyini Yigeneğe arkadaşlığa verdi. Beyler toplanıp hazırlıklarını yaptılar. Meğer o gece Yigenek rüya gördü. Rüyasını arkadaşlarına söyledi, görelim hanım ne söyledi:
Der: Beyler birdenbire kara başım, gözüm uykuda iken rüya gördü. Ela gözümü açıp dünya gördüm.
Ak boz atlar koşturan alplar gördüm. Ak miğferli alpları yanıma aldım. Ak sakallı Dede Korkut’tan öğüt aldım. Ataca yatan kara dağları aştım. İleri yatan Karadeniz’e girdim. Gemi yapıp gömleğimi çıkardım yelken kurdum. İleri yatan denizi deldim geçtim. Öteki kara dağın bir yanında alnı başı parlayan bir er gördüm. Kalkıp yerimden doğruldum. Kargı dilli öz mızrağımı kaptım. Karşılayıp o ere vardım. Karşısından o eri mızraklayacağım zaman denedim. Göz ucu île o ere baktım. Dayırn Emen imiş onu bildim. Döndüm o ere selam verdim. Oğuz ellerinden kimsin dedim. Gözkapaklarını kaldırıp yüzüme baktı. Oğul Yıgenek nereye gidiyorsun dedî, söyledi. Ben dedim: Düzmürd kalesine gidiyorum, babam orada esir imiş dedim. Burada dayım bana söyledi:
Der:
Yetiştiğinde yel yetişmezdi yedi vurgunum
Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitlerim
Yedi kimiyle kurulurdu benim yayım
Kayın dalı tüylerinden som altınlı benim okum
Yel esti yağmur yağdı yükü koptu
Yedi defa vardım o kaleyi alamadım geri döndüm
Benden daha er çıkmayasın Yigeneğim dön
dedi. Yigenek rüyasında dayısına söylemiş:
Der:
Kalkıp yerinden doğrulduğunda
Ela gözlü bey yiğitleri yanına almadın
Adı belli beylerle sen at koşturmadın
Beş akçeli süvarileri arkadaş ettin
Onun için o kaleyi sen alamadın
demiş. Yigenek yine der:
Kese kese yemeğe yahni güzel
Kesme gününde kumandan hızlı güzel
Daim geldiğince dursa devlet güzel
Bildiğini unutmasa akıl güzel
Hasmından dönmese kaçmasa erlik güzel
dedi.
Bu rüyayı Yigenek arkadaşlarına hikaye eyledi. Meğer dayısı Emen orada yakın idi. Cümle beylerle arkadaş olup gittiler. Düzmürd Kalesine yetişince etrafını çevirip gittiler kondular. Kafirler bunları görünce Arşın oğlu Direk Tekür’e haber verdiler.
O mel’un da kaleden dışarı çıkıp bunların karşısına geçti, er diledi. Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar yerinden kalkı verdi, altmış tutam sivri mızrağını koltuğa kısıp o kafiri karşısından mızraklayayım dedi, mızraklayamadı. Kafir Tekür yakalayıp zorladı, mızrağını çekti elinden aldı. O altmış batman gürz ile Dündar’ı tepeden aşağı tutup çaldı. Geniş dünya başına dar oldu. Cins atını çevirdi, çekilip döndü. Ondan sonra Dönebilmez Dülek Evren altı kanatlı çomağı ile at tepip gelip yukarıdan aşağı kafire şiddetle vurdu, yenemedi.
Tekür yakalayıp elinden çomağını aldı, ona da gürz ile vurdu. O da cins atını çevirdi döndü. Hanım, yirmi dört sancak beyi Tekür’ün elinde perişan oldu. Sonra Kazılık Koca oğlu Yigenek, taze yiğitcik yaradan Allah’a sığındı, ölümsüz mabudu övdü, der:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Aziz Tanrı
Sen anadan doğmadın
Sen babadan olmadın
Kimsenin rızkını yemedin
Kimseye güç etmedin61
Bütün yerlerde birsin
Sen daim ve baki olan Allahsın
Ademe sen taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü huzurundan sürdün
Nemrud göğe ok attı
Karnı yarık balığı karşı tuttun
Ululuğuna haddin yok
Senin boyun kaddin62 yok
Veya cism ile ceddin yok
Vurduğunu ulutmayan Ulu Tanrı
Bastığını belirtmeyen belli Tanrı
Kaldırdığını göğe yetiştiren güzel Tanrı
Kızdığını kahreden kahhar Tanrı
Birliğine sığındım Rabbim kadir Tanrı
Medet senden
Kara elbiseli kafire at tepiyorum
İşimi sen yoluna koy
dedi. Hemen at sürdü. Yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin omuzuna bir kılıç vurdu. Giyimini kuşamını doğradı, altı parmak derinliğinde yara açtı. Kara kanı fışkırdı, kara kalçası, çizmesi dolu kan oldu. Kara başı bunaldı darda kaldı. Hemen döndü kaleye kaçtı. Yigenek ardından yetişti. Kale kapısına girmişken kara çelik öz kılıcı ile ensesine öyle çaldı ki başı top gibi yere düştü. Ondan sonra Yigenek atını döndürdü. askerin yanma geldi.
Esir olan Kazılık Koca’yı bırakı vermişler, çıkıp geldi. Hay bey yiğitler kafiri kim öldürdü diyerek söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Develerin dişisini gebe koydum
Erkek midir dişi midir onu bilsem
Kara elimin koyununu gebe koydum
Koç mudur koyun mudur onu bilsem
Ela gözlü güzel helalimi hamile koydum
Erkek midir kız mıdır onu bilsem
Bre bey yiğitler haber bana Yaradanın aşkına
dedi. Yigenek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Develerin dişisini gebe koydun erkek oldu
Kara elde koyununu gebe koydun koç oldu
Ela gözlü güzel helalin! hamile koydun aslan oldu
dedi. Yigenek babası île görüştü. Ondan sonra gerikalan beyler görüştü. Sonra hep birden beyler kaleye yürüyüş ettiler, yağmaladılar. Babası ile Yigenek gizli yaka tutarak koklaştılar, iki hasret birbiriyle
buluştular, ıssız yerin kurdu gibi uluştular. Tanrı’ya şükürler kıldılar.
Kalenin kilisesini yıkıp yerine mescit yaptılar. Aziz Tanrı adına hutbe okuttular. Kuşun alaca kanım, kumaşın arısını, kızın güzelini, dokuz katlı içlenmiş süslü elbise, cübbe Bayındır Han’a hisse çıkardılar. Geri kalanını gazilere bağışladılar. Döndüler, evlerine geldiler.
Dedem Korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. Bu Oğuzname Yigeneğin olsun dedi.
Dua edeyim hanım : Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ahir sonu an imandan ayırmasın. Ak olnında beş kelime dua kıldık kabul olsun. Günahınız adıı güzel Muhammed Mustafa’nın yüzü suyuna bağışlasın hanım hey!…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
Usun Koca Oğlu Segrekin Destanı :

Oğuz zamanında Usun Koca derler bir kişi var idi, ömründe iki oğlu var idi. Büyük oğlunun adı Eğrek idi. Cesur, deli, güzel yiğit idi. Bayındır Han’ın sohbetine ne zaman istese getirdi. Beyler beyi olan Kazan’ın divanında buna hiç kapı baca yoklu. Beyleri çiğneyip Kazan’ın önünde otururdu.
Kimseye iltifat eylemezdi. Meğer hanım gene bir gün beyleri çiğneyip oturunca. Ters Uzamış derlerdi Oğuz’da bir yiğit var idi, der: Bre Usun Koca oğlu bu oturan beyler her biri oturduğu yeri kılıcı ile, ekmeği ile almıştır, bre sen baş mı kestin kan mı döktün, aç mı doyurdun, çıplak mı donattın dedi. Egrek der: Bre Ters Uzamış baş kesip kan dökmek hüner midir dedi. Der: Evet hünerdir ya! Ters Uzamış’ın sözü Egreğe tesir etti. Kalktı Kazan Bey’den akın diledi. Akın verdi. İlan etti, akıncı toplandı. Üç yüz mızraklı yiğit bunun yanına cem oldu. Meyhanede beş gün yeme içme oldu.
Ondan sonra Şirögüven kenarından Gökçe Deniz’e kadar olan memleketleri yağmaladı. Sayısız ganimet alındı. Yolu Alınca Kalesine uğramıştı. Kara Tekür orada bir koru yaptırmıştı. Uçanlardan kaz, tavuk, yürüyenlerden geyik, tavşan bu avluya doldurup Oğuz yiğitlerine bunu tuzak yapmıştı. Usun Koca oğlunun yolu bu koruya uğradı. Korunun kapısını ufattılar. Yabanî geyik, kaz, tavuk kestiler, yediler içtiler. Atlarının eyerlerini aldılar, giyimlerini çıkardılar. Meğer Kara Tekür’ün casusu var idi, bunları gördü, gelip der: Bre Oğuz’dan bir bölük atlı geldi, korunun kapısını ufattılar, atlarının eyerlerini alıp giyimlerini çıkardılar, bre ne duruyorsunuz dedi.
Altı yüz kara elbiseli kafir bunların üzerine saldırdılar. Yiğitleri öldürdüler. Eğreği tuttular. Alınca Kalesinde zindana attılar. Kara kara dağlardan haber aştı, kanlı kanlı sulardan haber geçti, kudretli Oğuz ellerine haber vardı. Usun Koca‘nın ak otağı önünde feryat koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkarıp kara giydi. Usun Koca oğul oğul diye akça yüzlü anası ile ağlaştılar sızlaştılar. Her kemikli gelişir, kaburgalı büyür. Meğer hanım, Usun Koca’nın küçük oğlu Segrek iyi, cesur, alp, deli yiğit oldu.
Bir gün yolu bir düğün derneğe uğradı. Kondular, yemek içmek ettiler. Segrek sarhoş oldu. Dışarı ayak yoluna çıktı. Gördü ki öksüz oğlan bir çocukla kavga ediyor. Bre noldunuz diye bir tokat birine, bir tokat birine vurdu. Eski dutun biti, öksüz oğlanın dili acı olur. Biri der: Bre bizim öksüzlüğümüz yetmez mi, bize niye vuruyorsun, hünerin var ise kardeşin Alınca Kalesi’nde esirdir, var onu kurtar dedi. Segrek dedi: Bre kardeşimin adı nedir?
Dedi: Egrek’tir. şimdi Egreğe Segrek yakışır, kardeşim sağ imiş kaygılanmam, kardeşsiz Oğuz’da durmam, karanlıklı gözümün aydını kardeş diye ağladı.
İçeri sohbete girdi müsaade istedi, beyler hoşça kalın dedi. Atını çektiler bindi. Koşturdu anasının evine geldi. Alından indi anasının ağzını aradı. Segrek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Kalkıp ana yerimden doğruldum
Yelesi kara cins atıma sıçrayıp bindim
Çapraz yatan Ala Dağ eteğine vardım
Kudretli Oğuz ellerinde düğün dernek varmış oraya vardım
Yemek içmek arasında
Ak boz atlı bir haberci geldi
Çok zamanmış Egrek derler bir yiğit esirmiş
Kadir Tanrı yol vermiş çıkıp gelmiş
Büyük Küçük kalmadı o yiğide karşı gitti
Ana ben de varayım mı ne dersin
dedi. Anası burada söylemiş görelim hanım ne söylemiş :
Der:
Ağzın için öleyim oğul
Dilin için öleyim oğul
Karşı yatan kara dağın
Yıkılmıştı yüceldi ahir
Akıntılı güzel suyun
Çekilmişti çağladı ahir
Koca ağaçta dal budağın
Kurumuştu filizlenip yeşerdi ahir
Kudretli Oğuz beyleri izine varsa sen var
O yiğide yetiştiğinde
Ak boz atın üzerindin yere in
El bağlayıp o yiğide selam ver
Elini öpüp boynunu kucakla
Kara dağımın yükseği kardeş de
Ne duruyorsun oğul hoştur
dedi. Oğlan anasına söylemiş, görelim ne söylemiş:
Der:
Ana ağzın kurusun
Ana dilin çürüsün
Benim de kardeşim varmış kaygılansam olmaz
Kardeşsiz Oğuzda dursam olmaz
Ana hakkı Tanrı hakkı olmasaydı
Kara çelik öz kılıcımı çekeydim
Birdenbire güzel başını keseydim
Alca kanını yer yüzüne dökeydim
Ana zalim ana
dedi. Babası der: Yanlış haberdir oğul, kaçan giden senin ağabeyin değil, başkasıdır, ak sakallı ben babanı ağlatma, ihtiyarcık olmuş ananı sızlatma dedi. Oğlan burada söylemiş :
Der:
Üç yüz altmış altı alp ava binse
Kanlı geyik üzerine kavga kopsa
Kardeşli yiğitler kalkar kopar olur
Kardeşsiz zavallı yiğit ensesine yumruk dokunsa
Ağlayarak dört yanına bakar olur
Ela gözden acı yaşını döker olur
Ela gözlü oğlunuzu görünceye kadar
Bey baba hatun ana esen kalın
dedi. Baba ana yanlış haberdir, gitme oğul dediler. Oğlan der: Beni yolumdan ayırmayın, ağabeyimin tutulduğu kaleye varmayınca, ağabeyimin ölüsünü dirisini bilmeyince, öldü ise kanını almayınca Oğuz eline gelmem yok dedi.
Baba ana ağlaşıp Kazan’a adam gönderdiler. Oğlan kardeşini andı gider, bize ne öğüt verirsin dediler. Kazan der: Ayağına at kösteğini vurun dedi. Yavuklusu vardı, acele düğün dernek ettiler. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdiler.
Oğlanı gelin odasına koydular. Kız île ikisi bir döşeğe çıktılar. Oğlan kılıcını çıkardı kız ile kendi arasına koydu. Kız der: Kılıcını gider yiğit, murat ver murat al, sarılalım dedi. Oğlan der: Bre kavat kızı, ben kılıcıma doğranayım, okuma sancılayım, oğlum doğmasın, doğarsa on yaşına varmasın, ağabeyimin yüzünü görmeyince, ölmüş ise kanını almayınca bu gelin odasına girersem dedi.
Ayağa kalktı. Tavladan bir koç at çıkardı eyerledi. Giyimini giydi. Diz bağı, kol bağı bağladı. Der: Kız sen beni bir yıl bekle, bir yılda gelmezsem iki yıl bekle, iki yılda gelmezsem üç yıl bekle, gelmezsem o vakit benim öldüğümü bilesin, aygır atımı boğazlayıp aşımı ver, gözün kimi tutarsa, gönlün kimi severse ona var dedi. Kız burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Yiğidim ben seni bir yıl bekleyeyim
Bir yılda gelmezsen iki yıl bekleyeyim
İki yılda gelmezsen üç dört yıl bekleyeyim
Dört yılda gelmezsen beş yıl altı yıl bekleyeyim
Altı yol ayrımına çadır dikeyim
Gelenden gidenden haber sorayım
Hayır haber getirene at elbise vereyim
Kaftanlar giydireyim
Şer haber getirenin başını keseyim
Erkek sineği üzerime kondurmayayım
Murat ver murat al öyle git yiğidim
dedi. Oğlan der: kavat kızı ağabeyimin başına and içmişim, dönmem yok dedi.
Kız der: Ayağı uğursuz gelin diyeceklerine hayasız gelin desinler, kayın babama, kayınanama söyleyeyim dedi. Söylemiş :
Babamdan daha iyi kayın baba
Anamdan daha iyi kayın ana
Develerinin erkeği ürktü gider
Deveciler önünü kesti döndüremez
Kara koç aygırın ürktü gider
At çobanları önünü kesti döndüremez
Ağıllarının koçları ürktü gider
Çoban önünü kesti döndüremez
Ela gözlü oğlun kardeşini andı gider
Akça yüzlü gelinin döndüremez
Size malum olsun
dedi. Baba ana ah ettiler. Yerlerinden kalktılar oğul gitme diyerek, gördüler çare olmadı. Elbette o ağabeyimin tutulduğu kaleye varmayınca edemem dedi. Babası anası sür oğul, uğurun açık olsun, sağ esen varıp gelesin geleceğin var ise dediler.
Babasının anasının elini öptü, kara koç atına sıçrayıp bindi. Geceyi gündüze kattı, at sürdü. Üç gün geceli gündüzlü at koşturdu. Dereşam’ın kenarından geçti. O kardeşinin tutulduğu koruya geldi. Gördü kî at çobanı kafirler kısrak güdüyorlar. Kılıç çekip altı kafir tepeledi. Davul çalıp kısrakları ürküttü getirip o koruya soktu. Geceyi gündüze katmış, üç gün geceli gündüzlü at koşturmuş yiğit, karanlıklı gözlerini uyku bürümüş yiğit atının yularını bileğine bağladı, yattı uyudu. Meğer kafirin casusu var idi.
Gelip Tekür’e der: Oğuz’dan bir deli yiğit geldi, at çobanlarını öldürdü, kısrakları ürküttü getirip koruya soktu. Tekür der: Silahlı altmış adam seçin, varsınlar, tutup getirsinler dedi. Altmış silahlı adam seçtiler. Vardılar ansızın altmış demir giyimli kafir oğlanın üzerine geldiler. Giyim hışırtısından, at kıpırdamasından. Meğer yiğit aygır binerdi. Hanım at kulağı tetikte olur, çökerek oğlanı uyandırdı. Oğlan gördü ki bir alay atlı geliyor. Sıçradı Adı güzel Muhammed’e salavat getirdi. Atına bindi, kara elbiseli kafire kılıç vurdu, bastı kaleye tıktı. Yine uykusunu yenemeyip yerine varıp yattı uyudu. Gene atının yularını bileğine geçirdi. Kafirler, sağ olanları, kaçarak Tekür’e’ geldiler.
Tekür der: Tu yüz kerre : Altmış kişi bir oğlanı tutamadınız dedi. Bu sefer yüz kafir oğlanın üzerine geldiler. Aygır yine oğlanı uyandırdı. Gördü kafirler saf bağlamış geliyorlar. Oğlan kalktı atına bindi. Adı güzel Muhammed’e salavat getirdi, kafire kılıç çaldı, bastı kaleye tıktı. Atını döndürdü, gene konaklama yerine geldi. Uykusunu yenemedi, tekrar yattı uyudu. Atının yularını yine bileğine geçirdi. Bu sefer at oğlanın bileğinden boşandı kaçtı, Kafirler yine Tekür’e geldiler. Tekür der: Bu defa üç yüz varın dedi.
Kafirler der: Varmayız, kökümüzü keser, hepîmizi öldürür dediler. Tekür der: Ya nasıl eylemek gerek, varın o esir yiğidi çıkarın getirin, tekmeleyenin karnını boynuzlayan yırtar, at verin giyini verin dedi. Geldiler Egreğe dediler: Yiğit sana Tekür himmet eyledi, surda bir deli yiğit yolcunun yola gidenin, çobanın çoluğun ekmeğini alıyor, tut o deliyi oldur, seni bırakı verelim var git dediler. Pekala dedi. Egreği zindandan çıkardılar. Saçını sakalını tıraş ettiler. Bir at, bir kılıç verdiler. Üç yüz kafiri ona arkadaşlığa verdiler. Oğlanın üzerine geldiler. Üç yüz kafir açıkta durdular.
Egrek der: Gelin varalım dedi, tutalım.
Kafirler der: Tekür’den buyruk sana oldu, sen var dediler.
Egrek der: İşte uyuyor, gelin varalım dedi. Kafirler der: Ay ne uyumak, koltuğunun altından bakar, kalkar bize geniş ovayı dar gösterir dediler. Der: Şimdi ben varayım, elini ayağını bağlayayım, sonra siz gelirsiniz dedi. Sıçradı kafirler arasından çıktı. At şurup bu yiğidin üzerine geldi. Atından indi, yularını bir daha iliştirdi. Baktı gördü ki ayın on dördüne benzer bir güzel ela gözlü genç yiğit boncuk boncuk terlemiş uyuyor, gelenden gidenden haberi yok. Dolandı başı ucuna geldi.
Gördü ki belinde kopuzu var. Çıkarıp eline aldı söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Kalkıp yerinden doğrulan yiğit
Yelesi kara cins atına sıçrayıp binen
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşan
Akıntılı güzel suyu delip geçen
Gurbete gelen yatar mı olur
Benim gibi pazusundan ak ellerini bağlatarak
Domuz damında yatar mı olur
Ak sakallı babasını ak bürçekli anasını
Ağlatarak sızlatır mı olur
Niye yatırıyorsun yiğit
Gafil olma güzel başını kaldır yiğit
Ela gözünü aç yiğit
Kadirin verdiği tatlı canını uyku bürümüş yiğit
Pazusundan kollarını bağlatma
Ak sakallı babanı ihtiyarcık ananı ağlatma
Ne yiğitsin kudretli Oğuz dinden gelen yiğit
Yaradan hakkı için kalkı ver
Dört yanını kafir sardı belli bil
dedi. Oğlan sıçradı kalktı. Kılıcının sapına yapıştı ki bunu vursun. Gördü ki elinde kopuz var. Der: Bre kafir Dedem Korkut kopuzu hürmetine çalmadım dedî, eğer elinde kopuz olmasaydı ağabeyimin başı için seni iki parça kılardım dedi. Çekti kopuzu elinden aldı. Oğlan burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Sabah erken yerimden kalktığım kardeş için
Ak boz atlar yormuşum kardeş için
Kalenizde esir var mıdır kafir söyle bana
Kara başım kurban olsun kafir sana
dedi. Büyük kardeşi Egrek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Ağzın için öleyim kardeş
Dilin için öleyim kardeş
Memleketini doğum yerini sorar olsam neresidir
Karanlık gece içinde, yolu kaybetsen ümidin nedir
Büyük sancak tutan hanınız kim
Kavga günü önden at tepen alpınız kim
Yiğit senin baban kim
Alp erin erden adım saklaması ayıp olur
Adın nedir yiğit
dedi. Bir daha söylemiş, der:
Develerimi güdünce devecim misin
Kara koçumu güdünce at çobanım mısın
Ağıllarımı güdünce çobanım mısın
Kulağımda çınlayan naibim misin
Beşikte koyup gittiğim kardeşçiğim misin
Yiğit söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi. Segrek burada büyük kardeşine söyledi, der:
Karanlık gece içinde yolu kaybetsem ümidim
Büyük sancak tutan hanımız Bayındır Han
Savaş günü önden at tepen alpımız Salur Kazan
Babamın adını sorarsan Uşun Koca
Benim adımı sorar olsan Şegrek
Kardeşim var imiş adı Egrek
dedi. Bir daha söyledi, der:
Develerini güdünce devecinim
Kara koçunu güdünce at çobanınım
Beşikte koyup gittiğin kardeşinim
dedi. Büyük kardeşi Egrek burada söylemiş, görelim hanım nasıl söylemiş:
Der:
Ağzın için öleyim kardeş
Dilin için öleyim kardeş
Er mi oldun yiğit mi oldun kardeş
Gurbete kardeşini aramağa sen mi geldin kardeş
dedi. İki kardeş kucaklaşa kucaklaşa görüştüler. Egrek küçük kardeşinin boynunu öptü. Segrek de ağabeyisinin elini öptü. Karşı yakadan kafirler bakışıyorlar. Derler: Güreştiler galiba, belki bizimki yener dediler. Gördüler ki kucaklaştılar, görüştüler, cins atlara biniştiler. Kara elbiseli kafire at sürdüler, kılıç yürüttüler. Kafiri bastılar öldürdüler, kaleye döktüler. Gelip yine o koruya girdiler kısrakları dışarı çıkardılar. Davul çalıp kısrakları önlerine kattılar. Dereşam suyunu at tepip geçtiler.
Geceyi gündüze kattılar, Oğuz’un hudut boyuna yetiştiler. Kanlı kafir elinden kardeşçiğini çekip aldı. Ak sakallı babasına müjdeci gönderde babam bana karşı gelsin dedi. Uşun Koca’ya haberci geldi. Müjde, gözün aydın, oğulların ikisi beraber sağ esen geldi dediler. Koca işitip şad oldu. Gümbür gümbür davullar çalındı. Altın tunç borular öttürüldü. O gün alaca büyük otağlar dikildi. Artan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kesildi. Koca Bey oğullarına karşı geldi. Attan indi, oğlanları ile kucaklaşa kucaklaşa görüştü. İyi misiniz, esen misiniz oğullar dedi. Gölgeliği altınlıca odasına geldiler. Eğlence, yemek içmek oldu. Büyük oğlana da güzel gelin getirdi. İki kardeş birbirine sağdıç oldular. Gelin odalarına koşturup indiler, murada maksuda eriştiler.
Dedem Korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. Evvel ahir uzun yaşın ucu ölüm. Ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Günahınızı Muhammet Mustafa’nın yüzü suyuna bağışlasın. Amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün hanım hey!…

Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANI :

Bir gün Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Şami otağını yer yüzüne diktirmişti Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. Hanlar hanı Bayındır yılda bir kerre ziyafet verip Oğuz beylerini misafir ederdi. Gene ziyafet tertip edip attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu. Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin demiştir. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayana Allah Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bilsin demiş idi.
Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmağa başladı. Meğer Dirse Han derlerdi bir beyin oğlu kızı yok idi. Söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vuranca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda sabahın ilk aydınlığında Dirse Han kalkarak yerinden doğrulup, kırk yiğidini beraberine alıp Bayındır Han’ın sohbetine geliyordu. Bayındır Han‘ın yiğitleri Dirse Han’ı karşıladılar. Getirip kara otağa kondurdular. Kara keçe, altına döşediler. Kara koyun yahnisinden önüne getirdiler. Bayındır Han’dan buyruk böyledir hanım, dediler.
Dirse Han der: Bayındır Han benim ne eksikliğimi gördü, kılıcımdan mı gördü. soframdan mı gördü, benden aşağı kimseleri ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki kara otağa kondurdu dedi.
Dediler: Hanım, bugün Bayındır Han’dan buyruk şöyledir ki oğlu kızı olmayana Tanrı Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz demiştir dediler.Dirse Han yerinden kalktı, der: Kalkarak yiğitlerim yerinizden doğrulun, bu garaip bana ya bendendir ya hatundandır dedi. Dirse Han evine geldi. Çağırıp hatununa söyler, görelim ne söyler:
Deyiş Der:
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Evden çıkıp yürüyünce servi boylum
Topuğunda sarmaşınca kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum yemişim düvleğim
Görüyor musun neler oldu
Kalkarak Han Bayındır yerinden doğrulmuş, bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş, oğulluyu ak otağa, kızlıyı kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, onun ki oğlu kızı olmaya Tanrı Taala ona beddua etmiştir, biz de beddua ederiz demiş. Ben varınca gelerek karşıladılar kara otağa kondurdular, kara keçe altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler, oğlu kızı olmayana Tanrı Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bil dediler: Senden midir, benden midir, Tanrı Taala bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir, dedi, söyledi:
Der:
Han kızı yerimden kalkayım mı
Yakan ile boğazından tutayım mı
Kaba ökçemin altına atayım mı
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı
Öz gövdenden başını keseyim mi
Can tatlılığını sana bildireyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
dedi.
Dirse Han’ın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş. Der: Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme, yerinden kalk, alaca çadırını yer yüzüne diktir, attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç keş, İç Oğuz’un Dış Oğuz’un beylerini basma topla, aç görsen doyur, çıklak görsen donat, borçluyu borcundan kurlar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Tanrı bize bir topaç gibi çocuk verir, dedi.
Dirse Han dişi ehlinin sözü ile büyük bir ziyafet verdi, dilek diledi. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini basma topladı. Aç görse doyurdu. Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı.
Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir ağzı dualının hayır duası ile Allah Taala bir çocuk verdi. Hatunu hamile oldu. Bir nice müddetten sonra bir oğlan doğurdu. Oğlancığım dadılara verdi, baktırdı. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her kemikli gelişir, kaburgalı büyür. Oğlan on beş yasma girdi. Oğlanın babası Bayındır Han’ın ordusuna karıştı.
Meğer hanım. Bayındır Han’ın bir boğası var idi, bir de erkek devesi var idi. O boğa sert tasa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Bir yazın bir güzün boğa ile erkek deveyi savaştırırlardı. Bayındır Han kudretli Oğuz beyleri île temaşa ederdi. seyreder eğlenirdi. Meğer sultanım, gene yazın boğayı saraydan çıkardılar. Üç kişi sağ yanından, üç kişi sol yanından demir zincir île boğayı tutmuşlardı. Gelip meydanın ortasında koyu verdiler. Meğer sultanım, Dirse Han’ın oğlancığı üç de kabile çocuğu meydanda aşık oynuyorlardı. Boğayı koyu verdiler; oğlancıklara koç dediler. O üç oğlan kaçtı.
Dirse Han’ın oğlancığı kaçmadı. ok meydanın ortasında baktı durdu. Boğa da oğlana sürdü geldi. Diledi ki oğlanı helak kılsın. Oğlan yumruğu ile boğanın alnına kıyasıya tutup vurdu. Boğa geri geri gitti. Boğa oğlana sürdü tekrar geldi. Oğlan yine boğanın alnına yumruğu île sert vurdu. Oğlan bu sefer boğanın alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın basma çıkardı. Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. İki kürek kemiğinin üstüne boğanın köpük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan fikreyledi, der: Bir dama direk vururlar, o dama destek olur, ben bunun alnına niye destek oluyorum duruyorum dedi. Oğlan boğanın alnından yumruğunu giderdi, yolundan sövüldü.
Boğa ayak üstünde duramadı, düştü tepesinin üstüne yikıldı Oğlan bıçağına el attı. boğanın basını kesti. Oğuz beyleri gelip oğlanın basma toplandılar, aferin dediler. Dedem Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, beraberine alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alı versin dediler. Çağırdılar. Dedem Korkut gelir oldu.
Oğlanı alıp babasına vardı. Dede Korkut oğlanın babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Hey Dirse Han beylik ver bu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Yük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana.
Giyer olsun hünerlidir.
Bayındır Han’ın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir, bir boğa öldürmüş senin oğlun, adı Boğaç olsun, adını ben verdim yaşını Allah versin dedi. Dirse Han oğlana beylik verdi, taht verdi. Oğlan tahta çıktı, babasının kırk yiğidini anmaz oldu.
O kırk yiğit haset eylediler, birbirine söylediler : Gelin oğlanı babasına çekiştirelim. olur ki öldürür, gene bizim izzetimiz hürmetimiz onun babasının yanında hoş olur, ziyade olur dediler. Vardı bu kırk yiğidin yirmisi bir yana. yirmisi de bir yana oldu. Önce yirmisi vardı, Dirse Han’a şu haberi getirdi, der: Görüyor musun Dirse Han neler oldu, murada maksuda ermesin, senin oğlun kötü çıktı hayırsız çıktı, kırk yiğidini yanına aldı, kudretli Oğuz’un üstüne yürüyüş etti, nerede güzel ortaya çıktı ise çekip aldı, ak sakallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak bürçekli kadının sütunu çekti, akan duru sulardan haber geçer, çapraz yatan Ala Dağ’dan haber aşar, hanlar hanı Bayındır’a haber varır, Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, gezdiğinden öldüğün daha iyi olur.
Bayındır Han seni çağırır, sana müthiş gazap eyler, böyle oğul senin nene gerek, böyle oğul olmaktan olmamak daha iyidir, öldürsene dediler. Dirse Han varın getirin, öldüreyim, dedi. Böyle deyince hanım, o namertlerin yirmisi daha çıka geldi ve bir dedikodu onlar da getirdiler. Der: Kalkarak Dirse Han senin oğlun yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı, sen var iken av avladı kuş kuşladı, anasının yanma alıp geldi, al şarabın keskininden aldı içti. anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi, senin oğlun kötü çıktı hayırsız çıktı, çapraz yatan Ala Dağ’dan haber geçer, hanlar hanı Bayındır’a haber varır, Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemişşey yapmış derler, seni çağırtırlar, Bayındır Han’ın katında sana gazap olur, böyle oğul nene gerek, öldürsene dediler.
Dirse Han der: Varın getirin öldüreyim, böyle oğul bana gerekmez, dedi. Dirse Han’ın hizmetkarları der: Biz senin oğlunu nasıl getirelim, senin oğlun bizim sözümüzü dinlemez, bizim sözümüzle gelmez, kalkıp yerinden doğrul, yiğitlerini okşa beraberine al, oğluna uğra, yanına alıp ava çık, kuş uçurup av avlayıp oğlunu oklayıp öldürmeğe bak, eğer böyle öldürmezsen bir türlü daha öldüremezsin, belli bil dediler.
Deyiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Büyük cins atlar sahibim görüp homurdandığında
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Aklı karalı seçilen çağda
Kudretli Oğuzun gelininin kızının bezendiği çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
sabahın ilk aydınlığında …
Dirse Han yerinden kalktı. Oğlancığını yanına alıp kırk yiğidi beraberine aldı, ava çıktı. Av avladılar, kuş kuşladılar. O kırk namerdin bir kaçı oğlanın yanına geldi, der: Baban dedi geyikleri kovalasın getirsin benim önümde tepelesin, oğlumun at koşturuşunu, kılıç çalışını, ok atışını göreyim, sevineyim, kıvanayım, güveneyim dedi, dediler.
Oğlandır ne bilsin, geyiği kovalıyordu, getiriyordu. babasının önünde vuruyordu. Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç çalışıma baksın sevinsin diyordu. O kırk namertler derler: Dirse Han, görüyor musun oğlanı, kırda bayırda geyiği kovalıyor senin önüne getiriyor, geyiğe atarken ok ile seni vurup öldürecek, oğlun seni öldürmeden sen oğlunu öldürmeğe bak dediler. Oğlan geyiği kovalarken babasının önünden gelip gidiyordu. Dirse Han Korkut sinirli sert yayını eline aldı.
Üzengiye kalkıp kuvvetle çekti, doğrultup attı, oğlanı iki küreğinin arasından vurup çaktı, yıktı. Ok isabet etti, alca kanı fışkırdı koynu doldu, büyük cins atının boynunu kucakladı yere düştü. Dirse Han istedi ki oğlancığının üstüne gürleyip düştü. O kırk namert bırakmadı. Atının dizginim döndürdü, yurduna gelir oldu. Dirse Han’ın hatunu oğlancığınım ilk avıdır diye attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Oğuz beylerine ziyafet vereyim dedi. Toparlanıp yerinden kalktı, kırk ince kızı beraberine aldı, Dirse Han’a karşı vardı.
Başını kaldırdı Dirse Han’ın yüzüne baktı. Sağ ile soluna göz gezdirdi, oğlancığını görmedi. Kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, kara süzme gözleri kan yaş doldu.
Çağırıp Dirse Han’a söyler, görelim hanım ne söyler:
Beri gel basımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağa ava çıktın
İki vardın bir geliyorsun yavrum hani
Karanlık gecede bulduğun oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han yaman seğriyor
Keşlisin oğlanın emdiği süt damarım yaman sızlıyor
San yılan sokmadan akça temin kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyurdum çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağdan bir oğul uçurdunsa söyle bana
Taşkın akan koşan sudan bir oğul akıttınsa söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kafirlere bir oğul aldırdınsa söyle
bana
Han babamın katına ben varayım
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kafire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi. feryat figan eyledi ağladı. Böyle deyince Dirse Han hatununa cevap vermedi, o kırk namert karşı geldi, der: Oğlun sağdır esendir, avdadır, bugün yarın nerde ise gelir, korkma kaygılanma, bey sarhoştur cevap veremez dediler.
Dirse Han’ın hatunu çekildi geri döndü. Dayanamadı, kırk ince kızı beraberine aldı. büyük cins ata binip oğlancığım aramağa gitti. Kışta yazda karı buzu erimeyen Kazılı Dağına geldi çıktı. Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı. Baktı gördü bir derenin içine karga kuzgun iner çıkar, konar kalkar.
Büyük cins atını ökçeledi, o tarata yürüdü. Meğer sultanım, oğlan orada yıkılmıştı. Karga kuzgun kan görüp oğlanın üstüne konmak isterdi. Oğlanın iki köpekceğîzi var idi. kargayı kuzgunu kovalardı, kondurmazdı. Oğlan orada yıkılınca boz atlı Hızır oğlana hazır oldu. üç defa yarasını eli île sıvazladı, sana bu yaradan korkma oğlan ölüm yoktur, dağ çiçeği ananın sütü ile senin yarana merhemdir dedi, kayboldu.
Oğlanın anası oğlanın üstüne koşturup çıka geldi. Baktı gördü oğlancığı alca kana bulanmış yatıyor. Çağırarak oğlancığına söyler, görelim hanım ne söyler:
Der:
Kara süzme gözlerim uyku bürümüş aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrının verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
Öz gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Akar senin suların Kazılık Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılık Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazılık Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş keşlisin
Ne bileyim oğul arslandan mı oldu
Yoksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağız diden bir kaç kelime haber bana
dedi. Böyle diyince oğlanın kulağına ses geldi. Başını kaldırdı, ansızın gözünü açtı anasının yüzüne baktı. Söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Beri gel ak sütunu emdiğim kadınım ana
Ak bürçekli izzetli canım ana
Akanlardan sularına beddua etme
Kazılık Dağının günahı yoktur
Bitenlerden otlarına. beddua etme
Kazılık Dağının suçu yoktur
Koşan geyiklerine beddua etme
Kazlık Dağının günahı yoktur
Arslan ile kaplanma beddua etme
Kazılık Dağının suçu yoktur
Beddua edersen babama et
Bu suç bu günah babamdandır
dedi. Oğlan yine der: Ana ağlama, bana bu yaradan ölüm yoktur korkma, boz atlı Hızır bana geldi, üç kerre yaramı sıvazladı, bu yaradan sana Ölüm yoktur, dağ çiçeği, ananın sütü sana merhemdir dedi. Böyle diyince kırk ince kız yayıldılar, dağ çiçeği topladılar. Oğlanın anası memesin! bir sıktı sütü gelmedi. iki sıktı sütü gelmedi, üçüncüde kendisini zorladı, iyice doldu, sıktı süt ile kan karışık geldi. Dağ çiçeği ile sütü oğlanın yaraşma sürdüler. Oğlanı ata bindirdiler, alarak yurduna gittiler. Oğlanı hekimlere emanet edip Dirse Han’dan sakladılar. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Hanım, oğlanın kırk günde yarası iyileşti, sapa sağlam oldu.
Oğlan ata biner kılıç kuşanır oldu, av avlar kuş kuşlar oldu. Dirse Han’ın haberi yok, oğlancığını öldü biliyor. O kırk namertler bunu duydular, ne eyleyelim diye konuştular. Dirse Han eğer oğlancığını görürse, bırakmaz bizi hep öldürür dediler. Gelin Dirse Han’ı tutalım, ok ellerini ardınabağlayalım, kıl sicim ok boynuna takalım, alıp kafir ellerine yönelelim diyerek. Dirse Han’ı tuttular. Ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicim boynuna taktılar, ok etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler.
Dirse Han yayan, bunlar atlı yürüdüler, alıp kanlı kafir ellerine yöneldiler. Dirse Han esir oldu gider. Dirse Han’ın esir olduğundan Oğuz beylerinin haberi yok. Meğer sultanım, Dirse Han’ın hatunu bunu duymuş. Oğlancığına karşı varıp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Görüyor musun ay oğul neler oldu
Sarp kayalar oynamadı yer oyuldu
yurtta düşman yok iken senin babanın üstüne düşman geldi, o kırk namertler babanın arkadaşları baban; tuttular, ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicim ek boynuna taktılar, kendileri atlı babanı yayan yürüttüler, alıp kanlı kafir ellerine yöneldiler, hanım oğul kalkarak yerinden doğrul, kırk yiğidim beraberine al, babanı o kırk namertten kurtar. yürü oğul. baban sona kıydı ise sen babana kıyma, dedi.
Oğlan anasının sözünü kırmadı. Boğaç Bey yerinden kalktı, kora çelik öz kılıcını beline kuşandı, ok kirişli sert yayını eline aldı, altın mızrağını koluna aldı, büyük cins atını tutturdu sıçrayıp bindi, kırk yiğidini beraberine aldı, babasının ardınca koşturup gitti. O namertler de bir yerde konmuşlardı, al şarabın keskininden içiyorlardı. Boğaç Han sürüp yetişti. O kırk namert de bunu gördüler. Dediler: Gelin varalım şu yiğidi tutup getirelim, ikisini bir arada kafire yetiştirelim dediler. Dirse Han der: Kırk yoldaşım aman Tanrının birliğine oktur güman benim elimi çözün, kolca kopuzumu elime verin, o yiğidi döndüreyim, ister beni öldürün ister diriltin, bırakı verin dedi. Elini çözdüler, kolca kopuzunu eline verdiler. Dirse Han oğlancığı olduğunu bilmedi, karşı geldi.
Söyle, görelim hanım ne söyler :
Der:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Altın başlı otağlar gider ise benim gider
Senin de içinde odan var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak yüzlü ela gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
dedi. Oğlan burada babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:.
Boynu uzun büyük cins atlar senin gider
Benim de içinde bineğim var
Bırakmam12 yok kırk namerde
Develerde kızıl deve senin gider
Benim de içinde yük taşıyıcım var
Bırakmam yok kırk namerde
Ağıllarda on bin koyun senin gider
Benim de içinde etliğim var
Bırakmam yok kırk namerde
Ak yüzlü ela gözlü gelin senin gider ise
Benim de içinde nişanlım var
Bırakmam yok kırk namerde
Altın başlı otağlar senin gider ise
Benim de içinde odam var
Bırakmam yok kırk namerde
Ak sakallı ihtiyarlar senin gider ise
Benim de içinde bir aklı şaşmışşuuru yitmiş ihtiyar babam var
Bırakmam yok kırk namerde
dedi. Kırk yiğidine tülbent salladı, el eyledi. Kırk yiğit büyük cins atım oynattı, oğlanın etrafına toplandı. Oğlan kırk yiğidini beraberine aldı, at tepti, cenk ve savaş etti. Kiminin boynunu vurdu, kimini esir eyledi. Babasını kurtardı, çekildi geri döndü. Dirse Han burada oğlancığının sağ olduğunu bildi. Hanlar hanı Bayındır oğlana beylik verdi, taht verdi, dedem Korkut destan söyledi deyiş dedi, bu Oğuznameyi düzdü koştu, böyle dedi:
Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçtü
Onları da ecel aldı yer gizledi
Fani dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Kara ölüm geldiğinde geçit versin. Sağlıkla, akılla devletini Hak artırsın. O övdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin.
Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kanatlanın uçları kırılmasın. Koşar iken ak boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın utanmasın. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Hakkın yandırdığı çırağın yana dursun. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin hanım hey!…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
SALUR KAZAN TUTSAK OLUP OĞLU URUZUN ÇIKARDIĞININ DESTANI :

Meğer  Hânım Tırabuzan Tekfuru, Beylerbeyi  olan Han Kazana bir şahin göndermişti. Bir gece  yiyip içip otururken şâhincibaşına:  «Bre yarın sabah şahinleri  al, biz bize ava gi­ delim»  dedi.
Erkenden  bindiler,  av yerine vardılar.  Gördüler bir  sürü kaz duruyor. Kazan  şahini bıraktı; yakalayamadı;  şahin ha­ valandı. Gözetlediler, şahin Tornanın  Kalesine indi.  Kazan pek çok sinirlendi. Şahinin  ardına düştü.
Dere  tepe  aştı  kâfir eline geldi. Giderken  Kazanın yor­ gun gözünü uyku bürüdü. Beyler  dediler: «Hanım  dönelim.» Kazan: «Biraz  daha ileri varalım» dedi. Baktı bir kale gördü.
«Beyler  gelin  yatalım»  dedi.  Kazanı  küçücük  ölüm  tuttu, uyudu. Meğer Hanım, Oğuz Beyleri  yedi gün uyurdu. Onun için küçücük  ölüm  derlerdi.
Meğer  o gün Tornanın  Kalesinin  Tekfuru ava çıkmıştı. Casus  geldi,  der: «Bir bölük atlı  geldi,  içinde  Beyleri  yattı uyudu.» Tekfur adam gönderdi;  «Kim  olduğunu anlayın»  de­ di. Gelenler  bildi ki bunlar Oğuz yiğitlerindendir. Gelip Tek­ fura haber verdiler. Tekfur da hemen  askerini  topladı, bun­ ların üzerine geldi. Kazanın  Beyleri  baktılar gördüler ki düşman geliyor. «Kazanı  bırakır gidersek  evinde bizi  kovarlar, en  iyisi budur ki burda ölelim»  dediler.  Kâfiri  karşıladılar, cenk ettiler. Kazanın yanındaki yirmi beş Beyini  şehit etti­ ler. Kazanın üzerine  düştüler, uyuduğu yerde tuttular, elini ayağını  sımsıkı bağladılar, bir arabaya yüklettiler, arabaya sıkıca  urganla  sardılar.  Arabayı çektiler, yürüyüp gittiler.
Giderken  araba gıcırtısından  Kazan uyandı. Gerindi; bu elindeki  urganları  hep  kopardı.  Arabanın  üzerine  oturdu, elini eline çaldı, kasıla kasıla güldü.
Kâfirler derler: «Ne  gülüyorsun?»  Kazan: «Bre kâfirler, bu arabayı beşiğim  sandım, sizi yamrı yumru  dadım lalam sandım» dedi. Neyse, Kazanı getirdiler, Tornanın Kalesinde bir kuyuya  bıraktılar.  Kuyunun  ağzına  bir değirmen  taşı koydular. Yemeğini  suyunu değirmen  taşının  deliğinden  ve­ riyorlardı.
Bir gün Tekfurun karısı:  «Varayım Kazanı göreyim,  na­ sıl bir insandır ki bunca adamlara meydan  okuyormuş»  dedi. Hatun gelip zindancıya kapıyı açtırdı. Seslendi: «Kazan Bey nedir hâlin,  diriliğin yer altında mı hoştur, yoksa yer yüzün­ de mi hoştur, hem şimdi ne yiyorsun, ne içiyorsun  ve neye bi­ niyorsun» dedi. Kazan: «Ölülerine yemek verdiğin vakit elle­ rinden  alıyorum,  hem  ölülerinizin  gençlerine   biniyorum, yaşlılarını yedekte çekiyorum»  dedi. Tekfurun karısı: «Dinin için Kazan Bey, yedi yaşında bir kızcağızım  ölmüştür, kerem eyle ona binme» dedi. Kazan: «Ölülerinizde  ondan genci yok­ tur, hep ona biniyorum» dedi. Kadın: «Vay senin, elinden  ne yer yüzünde dirimiz ne yer altında ölümüz kurtulurmuş»  de­ di. Geldi Tekfura: «Kerem eyle o Tatarı kuyudan çıkar, kızca­ ğızın belini koparıyor,  yer altında  kızcağızıma biniyormuş, diğer ölülerimizi  topluyormuş,  hep  ölülerimiz  için verdiği- ; miz yemeği  ellerinden  çekip alıp yiyormuş,  onun elinden ne ölümüz ne dirimiz kurtulurmuş, dinin aşkına  o eri kuyudan çıkar» dedi. Tekfur, Beylerini  topladı: «Gelin, Kazanı kuyu­ dan çıkarın, bizi öğsün Oğuzu yersin, ondan sonra yemin etsin bizim memleketimize düşmanlığa  gelmesin»  dedi.
Vardılar Kazanı  kuyudan  çıkarıp  getirdiler. «And iç  ki bizim memleketimize düşmanlığa  gelmeyesin,  hem  bizi  öğ Oğuzu yer, seni bırakı verelim var git» dediler.  Kazan: «Val- lah billah doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyeyim»  de­ di. «Vallah Kazan iyi and içti» dediler. «Şimdi  Kazan Bey, ha­ di bizi öğ» dediler. Kazan: «Ben yer yüzünde adam öğmem bir adam getirin bineyim,  sizi  öğeyim»  dedi. Vardılar bir er kâfir getirdiler. «Bir eyer, bir gem» dedi; getirdiler. Kâfirin sırtına eyer vurdu, ağzına gem taktı, eyer kayışını çekti. Sıçradı  üs­ tüne  bindi.  Ökçesini  ökçesine vurdu,  kaburgasını  karnına yapıştırdı.  Gemini çekti, ağzını ayırdı. Kâfiri öldürdü, çöktü üzerine oturdu. «Bre kâfirler kopuzumu getirin, sizi öğeyim» dedi. Vardılar kopuzu getirdiler. Eline  alıp burada  söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Onbin erden düşman gördümse bu  benim  payım dedim
Yirmi  bin  er düşman gördümse koklamadım
Otuz bin er düşman gördümse on  saydım
Kırk  bin  er düşman gördümse gözümü kısıp  bak­tım
Elli  bin  er gördümse el vermedim
Altmış bin  er gördümse söyleşmedim
Seksen bin er gördümse ürpermedim
Doksan bin düşman gördümse kalkıp giyinme­dim
Yüz bin er gördümse yüzümü  dönmedim
Yüzü  dönmez kılıcımı elime aldım
Muhammedin Dini aşkına kılıç vurdum
Ak meydanda yumru  başı  top gibi  kestim
Yine de erim  Beyim diye  öğünmedim
Öğünen erenleri hoş  görmedim
Eline geçmiş iken bre kâfir öldür beni
Kara  kılıcını  çal boynuma kes başımı
Kılıcından sapacağım yok
Kendi  aslımı  kendi  kökümü yermem yok
Bir deyiş daha söylemiş:
Yüksek  yüksek  kara  dağdan  taş  yuvarlansa
Kaba   ökçemi  oyluğumu  karşı tutan Kazan eridim
Firavun şişler yükleyip yerden çıksa Kaba  ökçem ile bastıran Kazan  er idim
Anlı şanlı Beyler oğlu kavga kılsa Kamçı vurup dindiren  Kazan er idim
Yüce  dağları duman tutsa
Kapkara sis deli kopsa
Küheylân atımın kulağı  görünmez olsa
Yiğitler kılavuzsuz yol sasırsa
Kılavuzsuz yol başaran Kazan er idim
Yedi  başlı  ejderhaya yetişip vardım
Heybetinden sol gözüm yaşardı
Hey gözüm  dönek  gözüm  kalleş gözüm
Bir yılandan ne var ki korktun dedim Yine de erim Beyim  diye öğünmedim Öğünen  erenleri ho ş görmedim
Eline  geçmiş  iken bre kâfir öldür beni yitir beni
Çal kılıcını kes başımı
Kılıcından  sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Oğuz  erenleri  dururken seni öğmem yok
Kazan burada bir daha  söylemiş:
Kuzey yamacından  parıldar umman  denizinde
Sarp yerlerde  yapılmış kâfir şehri
Sağa sola  çırpıntı vurur yüzgeçleri
Su dibinde  döner  deniz  kuşları
Tanrı  benim diye  su dibinde  çığrışır âsileri
Düzünü bırakıp  tersini okur kızı  gelini
Altın aşık oynar  Sancıda’nın Beyleri
Altı  defa  Oğuz  vardı  alamadı
O kaleye altı  yiğitle ben Kazan vardım
Altı  güne  koymadım onu  aldım
Kilisesini yıkıp mescit yaptım ezan okuttum
Kızını  gelinini ak göğsümde oynattım
Beylerini kul ettim
Yine  de erim
Beyim diye öğünmedim
Öğünen erenleri hoş  görmedim
Eline  geçmiş iken  bre kâfir öldür  beni yitir beni
Kılıcından sapacağım yok
Kendi  aslımı kendi kökümü  yermem yok
Kazan yine söylemiş:
Yamaç  ağıllardan  döndürdüğüm  bre  kâfir  senin baban
Şakağına imrendiğim senin kızın gelinin
Akça Kale Sürmelide at oynattım
At ile Karun Eline baskın yaptım
Ak Hisar  Kalesinin  burcunu yıktım
Ak akçe  getirdiler  puldur dedim
Kızıl altın  getirdiler  bakırdır dedim
Ala gözlü kızını gelinini getirdiler  aldanma dim
Kilisesini  yıktım mescit yaptım
Altını gümüşü yağmalattım
Yine de erim
Beyim  diye öğünmedim
Öğünenleri hoş görmedim
Eline  geçmiş  iken bre kâfir öldür beni yitir beni
Kendi aslımı kendi kökümü yermem  yok
Seni övmem yok
Kazan Bey burada bir daha söylemiş:
Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm  var
Güney yamaçlarda sizin  geyiklerinizi durdurma­ ya
Ak sazın  aslanında bir köküm  var
Kaz alacası kısrak  sürüsünü sıçratmaya
Sabırsız Kurt  eniklerinin erkeğinde  bir kökü m var
Akça  yünlü  onbin  koyununu ürkütmeye
Doğan kuşunun erkeğinde bir köküm var
Ala ördek  kara  kazını uçurmaya
Kudretli Oğuz Elinde bir oğlum  var Uruz  adlı
Bir kardeşim var
Kara Güne adlı
Yeniden doğanını diriltmeyeni er
Eline  geçmiş iken  bre kâfir öldür beni yitir beni
Kılıcından sapacağım yok
Kendi  aslımı  yermem yok
Bir daha söylemiş:
İt gibi çenileyen serkeş hırslı
Küçücük domuz şölenli
Bir torba saman döşekli
Yarım kerpiç yastıklı
Yontma ağaç Tanrılı
Köpeğim kâfir
Oğuzu  görür iken seni öğmem yok
Bundan  sonra  öldürürsen  bre kâfir öldür beni
Öldürmezsen Mevlâm korsa öldüreyim  kâfir se­ni
Kâfirler: «Bu bizi öğmedi, gelin bunu öldürelim» dediler. Kâfir Beyleri toplandılar, geldiler. «Bunun oğlu var, kardeşi var,  bunu öldürmek olmaz»  dediler. Getirdiler domuz  damı­na hapse attılar.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazanın ölüsünü di­risini  kimse  bilmedi.
Meğer  Hânım  Kazanın bir yeniyetme  oğlu var idi. Büyü­dü yiğitçik  oldu. Bir gün ata binip divana gelirken  bir kişi:
«Sen  Han  Kazanın oğlu değil misin?» dedi. Uruz kızdı: «Bre sersem  benim  babam  Bayındır  Han  değil  midir?»  «Yok,  o ananın babasıdır, senin  dedendir.»  Uruz: «Bre  ya benim ba­ bam ölü müdür diri midir?»  dedi. «Diridir, Tornanın  Kalesin­ de esirdir.»  Böyle  deyince  oğlan ağladı, hüzünlendi. Atını çe­ virdi geri döndü. Anasına geldi burada anasına  söylemiş, gö­relim Hânım  ne söylemiş:
Bre ana  ben  Han oğlu  değilmişim
Han Kazan oğlu  imişim
Bre sersem kızı  bunu  bana niçin söylemiyordun
Ana  hakkı Tanrı hakkı olmamış  olsaydı
Kara çelik öz  kılıcımı  çekeydim
Öfkelenip o  güzel başını  keseydim
Alca kanını yer  yüzüne dökeydim
Anası ağladı, «Oğul baban sağdır,  amma söylemeğe kor­ kardım,  kâfire   varırsın,  kendini   vurursun   paralanırsın, onun  için  sana  söylemiyordum,  canım  oğul»  dedi. «Amma amcana  adam gönder, gelsin görelim ne der» dedi.
Adam gönderdi amcasını  çağırdı. Geldi. Uruz der: «Ben babamın esir olduğu kaleye  gidiyorum»  Birlikte konuşup an­ laştılar. Bütün Beylere  haber oldu: «Uruz babasına gidiyor, kılıç, gönder, topuz, gürz kuşanıp gelin» dediler. Asker top­ landı geldi. Alp Uruz  çadırlarını açtırdı,  silâhlarını yükletti. Kara Göne asker başı oldu. Boru çaldırıp göçtüler, yola girdi­ler.
Yol üzerinde kâfirlerin Ayasofyası  var idi,  keşişler  beklerdi. Sarp  bir yerde yapılmıştı,  kara görünüşlü bir kilisey­di.
Attan  inip,  manastıra  yakın,  tüccar  elbiseleri  giydiler. Bezirgan  havasına  hüründüler katır ve deve  çekip yaklaştı­ lar. Kâfirler baktılar ki gelenler  pek tüccara benzemiyor, ka­ çıp kaleye  girdiler* kapıları kapadılar.  Burca  çıkıp gelenlere  kim  olduklarını  sordular.  Bunlar:  «Biz  tüccarız»   dediler. Kâfirler: «Yalan söylüyorsunuz»  diyerek taşa tuttular. Uruz attan indi, dedi ki: «Heyy, babamın altın kadehinden içenler, beni seven  attan  insin!  Kapısınına  birer güz vuralım»  dedi.
Onaltı yiğit sıçrayıp  attan  indi.  Kalkan tuttu, gürzlerini omuzlarına attılar, kapıya geldiler. Birer birer vurup parça­ ladılar, içeri girdiler; önlerine  çıkanı  öldürdüler, kuş uçurt­ madılar.  Mallarını  yağmaladılar.
Kâfirlerin bir sığırtmaçları  var idi. Gördü ki kaleyi  aldı­ lar, kaçtı  Tekfura yardı, kilisenin  alındığını haber verdi. «Ne oturuyorsunuz, üzerinize  düşman  geldi,  başınızın  çâresine bakın» dedi. Tekfur Beylerini  topladı:  «Bunlarla  nasıl uyuşa­lım» dedi. Beyler:  «Bunun  uyuşması  odur ki Kazanı  çıkara­lım, onlarla başbaşa bırakalım» dedi. Bu sözü uygun gördü­ ler. Vardılar Kazanı  çıkarıp Tekfurun önüne getirdiler. Tekfur:  «Kazan Bey üzerimize  düşman  geldi, bu düşmanı üzeri­ mizden ayırırsan  seni salı verelim. Hem  haraca uyalım, sen de and iç ki bu bizim memlekete düşmanlığa gelmeyesin!» dedi. Kazan: «Vallah billah doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyelim»  dedi. Kâfirler: «Kazan iyi and içti» diye sevindi­ler. Tekfur askerlerini  toplayıp meydana geldi, çadır diktir­ di. Kâfir asker Kazanın çevresinde  toplandı. Kazana zırh ge­ tirdiler. Kılıç ve mızrak ve topuz ve başka bir sürü cenk aracı getirdiler,  giydirip donattılar.
Bu sırada Oğuz yiğitleri  alay alay geldi. Gümbür güm­bür davullar çalındı. Kazan  gördü ki askerin  önünde  bir ak boz atlı, ak sancaklı  sırtı pek demir zırhlı,  Oğuzun önünde geldi, çadırım  diktirdi, saf bağladı durdu.  Onun ardınca Kara Güne  geldi,  saf bağladı  durdu.  Hemen burada Kazan  atı meydana sürdü, hasım diledi. Bozatlı Beyrek  at tepti mey­ dana girdi. Kazan burada söylemiş, görelim Hânım ne söyle­miş:
Kalkıp yerinden doğrulan yiğit ne yiğitsin
Sırtı pek demir zırhını giyen yiğit  ne  yiğitsin
Adın  nedir yiğit söyle bana
Beyrek burada söylemiş:
Bre kâfir  sen beni  bilmez misin
Parasarın Bayburt Hisarından fırlayıp uçan
Adaklısını başkaları alırken çekip alan
Pay Püre Han oğlu  Bamsı Beyrek bana  derler
Gel beri  bre kâfir  dövüşelim
Kazan burada bir daha söylemiş:  «Bre  yiğit,  önünce  bu askerin bir ak sancaklı  alay çıktı, çadırını başkalanndan  ön­ ce dikti, ak boz ata binen o yiğit ne yiğittir, kimin nesidir, yi­ ğit başın için söyle bana.»  Beyrek:  «Bre kâfir kimin nesi  ola­ cak, beyimiz Kazanın  oğludur»  dedi. Kazan gönlünden:  «El­ hamdülillah benim oğulcuğum  büyük er olmuş»  dedi. Beyrek
«Bre kâfir daha ne kadar onu bunu soracaksın bana?»  dedi; Kazan üzerine at sürdü. Altı dilimli gürzünü eline  alıp Kaza­ na vurdu. Kazan kendisini tanıtmadı. Kavradı,  Beyreği  bile­ ğinden tuttu, çekti, gürzünü elinden aldı, Beyreğin  ensesine bir topuz vurdu.  Beyrek  atın boynunu kucakladı, çekilip dön­ dü. Kazan: «Yâ Beyrek, var beyine söyle gelsin»  dedi. Bunu gördü, Eylik  Koca  oğlu  Dönebilmez Dülek  Evren meydana girdi. Kazan burada söylemiş,  der:
Tan  atarken yerinden kalkan yiğit ne yiğitsin
Yüğrük  atını oynatarak gelen yiğit ne yiğitsin
Erin  erden adını  saklaması ayıp  olur
Adın  nedir yiğit söyle bana
Dülek  Evren der:
Bre kâfir  adımı bilmez misim
Kendi kendisine hor  bakan memleketten çıkan
Elli  yedi  kalenin kilidini alan
Eylik Koca oğlu Dönebilmez Dülek Evren  bana derler.
Mızrağını  eline  alıp at sürdü.  Kazana saplayayım  dedi, saplayamadı,  öteye  geçti,  Kazan  at tepti,  mızrağını çekip elinden  aldı, başına  vurdu, parça  parça  oldu. Ufandı. «Bre sersem  oğlu,  Beyine  söyle  gelsin!»  dedi. O  da çekilip  dön­dü.
Kazan  yine  er diledi.  Düzen  oğlu Alp Rüstem  at  tepti meydana  girdi.  Kazan burada gene  söyledi,  der:
Kalkıp yerinden  doğruluveren
Soylu atına sıçrayıp binen
Ne yiğitsin
Adın  nedir söyle bana
Alp Rüstem  der:
Kalkıp yerinden  doğruluveren
İki  kardeş bebeği ölümünden yüzü yerde gezen
Düzen oğlu Alp Rüstem bana  derler
O da Kazana at sürdü. Yeneyim dedi, yenemedi.  Kazan Bey buna da bir darbe vurdu.  «Bre budala, var  Beyine  söyle gelsin»  dedi. O da döndü:
Kazan  yeniden  er diledi.  Uruzun  gemini  amcası  Kara Güne tutmuştu. Çekti  ansızın  elinden  aldı, kılıcı sıyırdı ba­ basının üzerine  at sürdü.  Davrandırmadı,  omuzuna kılıç in­ dirdi.  Zırhını kesti,  omuzuna  dört parmak kadar yara açtı. Alca kanı şırıldadı koynuna indi.  Uruz  gene  döndü ki bir da­ ha  çalsın.  Kazan  burada  seslenip  oğluna söyler,  görelim Hânım  ne söyler:
Kara dağımın yükseği oğul
Buğulu gözlerimin aydını  oğul
Alpım  Uruz,  aslanım Uruz
Ak  sakallı babana kıyma oğul
Uruzun  şefkat  damarları  kaynadı,  kara  çekik  gözleri kan ya ş doldu.  Attan yere  indi, babasının  elini  öptü. Kazan da attan  atladı yere  indi, oğlunun boynunu öptü, Beyler  Ka­ zan ile oğlunun yanına at sürdüler, çevrelerinde  çenber oldu­ lar. Hepsi  attan inip kazanın elini öptüler. Bir arada kâfire at sürdüler, kılıç  vurdular.  Derelerde tepelerde  kâfire  kırgın girdi. Kaleyi aldılar.  Kilisesini  yıkıp mescit  yaptılar.
Kanlı kâfirin elinden babasını  çekip  aldı. Kudretli  Oğuz Eline  gelip  çıktı. Akça  yüzlü  anasına  müjdeci  geldi.  Kaza benzer kızı gelini  Kazana karşıcı  çıkıp elini  öptüler, ayağına kapandılar. Kazan  güzel  çimene  çadırlar kurdurdu otağ dik­ tirdi. Yedi gün yedi gece  toy düğün edip yeme içme oldu. De­dem Korkut geldi kopuz çaldı, gazi erenlerin  başına ne geldi­ ğini söyledi.
Hani öğdüğünüz Bey erenler
Dûnya benim diyenler
Ecel aldı  yer gizledi
Ölümlü dünya kime  kaldı
Gelimli gidimli  dünya
Sonucu ölümlü dünya
Ölüm vakti geldiğinde  arı imândan ayırmasın. Mevlâm seni alçaklara el açtırmasın. Beş kelime duâ kıldık, kabul ol­ sun. Âmin diyenler Tanrının yüzünü görsün. Günâhınızı adı güzel Muhammet Mustafa hürmetine bağışlasın Hânım hey!…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
Duha Koca Oğlu Deli Dumrul’un Destanı :

Zaman zaman içinde, yeni zaman eski zaman içinde; es­ ki zaman yeni zaman içinde cinler oynarmış kubbesiz hamam içinde, pireler cirit atmış tozlu saman içinde derken bir ihtiyar kopup gelmiş cümle Oğuzun içinde, adına Dedem Kor­kut demişler.
Dedem Korkut,  senin benim, ak saçlı aksakallı dedemin; yüzü nurlu gözü gönlü gururlu akpak ninemin,  önünde diz çöküp saygı duyduğu,  el öpüp baş koyduğu her sözü bir hik­met taşıyan, her masalı günlerce gecelerce gönüllerde yaşayan bir ulu kişi imiş. Haklıya haklı haksıza haksız der imiş. Güçsüzü ezdirmez, yoksulu gözetip yurdun dirliğini düzenini bozana, törelere uymayana Bey de olsa paşa da olsa karşı dururmuş.
Dedem Korkut böyle güvenilir,  böyle inanılır bir er kişiymiş de, Dedem Korkutun yaşadığı Oğuzeli halkı başka türlü mü imiş diyeceksiniz? Olmaz olur mu? Her memlekette okuyup yazmış takımından da okuyup yazamamış takımından da kendini bilmez kişiler bulunur her vakit.
Oğuzeli büyük geniş kocaman,  ama sizin bildiğiniz bü­yüklükten daha büyük,  sizin bildiğiniz genişlikten daha geniş, kocamanın da kocamanı bir ülke olduğu için az da olsa böyle kendini bilmez yahut da kendine çok güvendiği için yurduna ulusuna yararı yerine zararı dokunan kimseler var imiş. Bunlardan biri de, Oğuzeli içinde yiğitliğiyle nam salmış adına Duha Kocaoğlu Deli Dumrul,  karşı yatan kara dağlar kadar heybetli,  salkım salkım dallarını sarkıtan akça söğüt gibi görkemli ve bin atın bir olup çekemediği, çekip getiremediği yükleri sırça parmağıyla oynatacak kadar kuvvetliymiş.  Bunları bildiği için de gururlanıp duruyormuş.
«Ben»  diyormuş da başka bir şey demiyormuş;  «Ben»  den başka ağzından bir lâf çıkmıyormuş. Astığı astık, kestiği kes­ tik imiş; elinden eleman demeyen,  dilinden kurtulup aman dilemeyen kimse yok imiş.
Bir gün kocaman Oğuzelinin genci ihtiyarı, sağlamı, sa­katı, bütün yoğu varı toplanıp Dedem Korkuta varmış. “Ne varsa sende var, bizi kurtarırsan sen kurtarırsın. Yoksa bu deli Dumrul’un elinde bir can vermediğimiz kaldı; var git şu deliye öğüt ver yoksa evimiz ocağımız yıkılacak, yurdumuz yuvamız yanacak,  bir can bir gömlek,  yalınayak baş açık tamtakır orta yerde kalacağız.” demişler.
Dedem Korkut almış eline sakalını, bir sığamış iki sığamış olmamış; bir o yana dönmüş bakmış kadın kızı eleman çığırıyor; bir bu yana dönmüş bakmış erkeği kızanı acısından barbar bağırıyor:  «Bre bu deli bunca adamı ağlatır bir baş açık bağrı sıcak divane olmuş da Oğuzelinde kimse karşı çıkamamış mı?» diye sormuş. Sonra çevre yanında tir tir titre­yen yiğitlere dönüp bağırmış: «Ya siz ne güne duruyorsunuz; bir deli nice deli olursa olsun bir sıkımlık canı vardır; benlik Allaha mahsustur, bu deli Allaha da karşı gelir olmuşken siz varıp üstüne kuşça canını almazsınız»  demiş.
Dedem Korkut böyle demesine demiş ya. Deli Dumrul’un korkusundan kimde can kalmış ki cevap versin; De­ dem Korkut’a kimse cevap verememiş.  Bunun üzerine De­ dem Korkut sinirlenip yiğit geçinen bu gençlere kızmış tavşandan daha hızlı kaçan,  dağdan dağa yel gibi uçan kıratını getirip hemen atlayıp binmiş.  Binmesiyle birlikte,  bir göz açıp kapayıncaya kadar kır at şaha kalkıp yelden hızlı bir dörtnalla varmış Dedem Korkut’u Deli Dumrul’un obasına ulaştırmış. Bir de ne görsün, Dumrul Koca oğlu Deli Dumrul dedikleri divâne,  bütün Oğuz’un yana yakıla yaka silktiği bu densiz yiğit, kuru bir çayın üstüne bir köprü yaptırmış, yanı- başına da al sayvanlı  çadırını kurdurmuş oturuyor. Ama ne oturuş ne oturuş;  nasıl bir kasılma nasıl bir kasılma. Sanki küçük dağları bir yana bırakmış,  büyük dağlar da ne oluyor yeryüzünü ben yarattım der gibi yan gelip yatıyor keyfin den.  Duruşunda oturuşunda,  burnundan bir kıl alanın bü tün ömrü bir anda gidecek gibi bir hâl var. O kuru çayın üs­ tündeki köprünün başında, o al sayvanlı çadırın altında Deli Dumrul’un böyle çalımlı oturmaktan da meğer bir maksadı varmış.  Köprüden geçenden yüz akçe alırmış geçmeyenden
200 akçe alırmış. Yüz akçeyi verip de köprüyü geçtin ne âlâ, yok ben köprüden geçmeyeceğim yürüyüp kuru çaydan gideceğim dedin mi 200 akçeyi vermen gerekiyormuş. Deli Dum­rul’un acıması yokmuş,  ruhsuz kaba kuvvetine güvenerek koyduğu bu acımasız töresine uymadın mı tutar yakandan öldüresiye dövermiş; candan bezdirinceye,  sopa ile ölüm korkusundan 200 akçeyi  -Deli Dumrul’un kanlı avuçlarına sayıncaya kadar dövermiş. Yani sizin anlayacağınız Deli Dumrul dedikleri bu densiz,  bu kendini bilmez yiğit öylesine bir Ali kıran baş kesen olmuş ki değme keyfine,  dokunanın vay haline… Vay haline.
Dedem Korkutun Deli Dumrul’un obasına at tepip gel­diği sırada da bir fukara çerçi para için kuru çaydan parasız geçmenin çarelerini arıyor, Deli yiğide dil döküp yalvarıyor- muş.  «Ağamsın»  diyormuş;  «Beyimsin paşamsm:  senden başka Han yok Hakan yok; benim Hanım da Hakanım da sensin, yol ver kuru çaydan geçeyim, kuşça bir canım var sa­lıver beni,  ömrüm oldukça sağlığın için yiyip içeyim»  diyormuş. Gel gelelim yoksul çerçinin, kayaya gelse kayayı yumu­şatacak,  demire gelse demiri eğip okşayacak kadar doku­naklı olun yalvarışı Deli Dumrul’a şöyle bir dokunup geçmiyormuş bile. Üstelik kas kas gülüyor; «Akçeler»  diyormuş…
«Çil çil akçeleri saymazsan vay geldi senin çerçi başına» di­yormuş da başka bir şey demiyormuş.
Derken derken, Dede Korkut selâm vermiş girmiş içeri. Dedem Korkut’u bütün Oğuzeli halkı tanıyıp saydığından çerçi de hemen ayağa kalkıp diz vurmuş baş eğmiş… «Eh» di­ yormuş bir yandan da içinden; «Beni bu delinin elinden kur- tarsa kurtarsa Dedem Korkut kurtarır. Tanrının sevgili kullarından olmalıyım ki benim böyle bir dar günümde kopup geldi buraya, gayri bana ölüm olmaz burada» diye sevinmiş. Çerçi sevinmesine sevinmiş ya gel gelelim Deli Dumrul oralı bile olmamış. Hani o kendini beğenmiş, gücüne kuvvetine kimse karşı çıkamadığı için o mağrur hali vardı ya,  işte,  o
«Ben ben» olmuş da Dede Korkutu çok iyi tanıdığı halde tanımazlığa gelip yerinden bile kımıldamamış.  Üstelik selâm Tanrı selâmı olduğu halde,  bütün Oğuzeli’nde selâm verip Tanrı misafiri olarak çadırdan içeri giren düşman bile olsa ağırlanıp baş üstünde tutulmak törelerin en bilineni olduğu halde Deli Dumrul Dedem Korkut’a ters ters bakıp surat as­mış; bununla da yetinmeyip  «Bre sen kimsin, benden izinsiz buralara nasıl gelirsin» diye bağırıp kas kas kasılmış. Dedim Korkutun canı sıkılmış sıkılmasına ya, bu densiz deli yiğide iyi bir ders vermek için pek oralı olmamış. Ulu Tanrıya sığı­nıp  «Bre deli densiz»  diye Deli Dumrul’un yüzüne yüzüne kükremiş «Sen kendini yiğit sanırsın ama yiğit değilsin, bir kuru çalı senden daha yiğittir; sen kendini bunca erenlerin içinde seçilmiş bir er sanırsın ama er değilsin şu çadırı,  al sayvanı senden daha erdir…
Demesine demiş, kükremesine kükremiş, dağlar taşlar da gümbürdemesine gümbürdemiş ama Dedem Korkut;  Deli Dumrul tınmamış bile. Dedem Korkut bakmış ki bağırmak çağırmak da Deliyi etkilemiyor, gülmüş bu sefer; bağırmak­ tan çağırmaktan daha etkili bir sesle:  «Evlât»  demiş  «Sen Benlik davasındasın,  gel gelelim benlik Allaha mahsustur; Azrail senden büyüktür… Azraili unutma»  demiş.
Bu söz Deli Dumrul’u ilk defa kızdırmış; «Bre Azrail de kim oluyor»  diye gürlemiş;  «Bu ülkede benden büyük,  ben­ den yiğit kimse yoktur» demiş; Dedem Korkut’tan cevap bek­lemiş.
Dedem Korkut cevap vermeden aşağılardan bir yerler­ den bir ağlaşma sesi kopmuş. Meğer o günlerde kuru çayın alt yanındaki gölgesi güzel göğsü kaba ağaçlı düzlüğe, Deli Dumrul’dan izin alarak bir oba gelip konmuş. İçlerinden bir yiğit, çok yakışıklı ve güzel huylu bir delikanlı varmış; o sıra­ da birdenbire ölüvermez mi? Ona ağlıyorlar;  «Ah Azrail, vah Azrail, nasıl kıydın bu yiğide» diye yanıp yıkılıyorlarmış.  De­li Dumrul bunu duyunca büsbütün kızmış; «Vay ben varken bu ülkede kimse nasıl can alır?  Vay ne biçim iş bu? Azrail benden kuvvetli olamaz, ben bu Azrail’i bir elime geçirsem de kurda kuşa yem yapsam bir, kıtır kıtır kessem bir, yerden yere çalsam bir…»  diye tepinmeye başlamış. O tepinedursun dedem Korkut,   durmamış orda, doğrulayıp Deli Dumrul’un babasına koşmuş. «Sizin Deli oğlunuz Oğuz’un başına belâ oldu, sizin yüzünüze kara çaldı, el gün içine çıkamaz oldunuz gel gelelim bitti artık yüzünüz yerden kalksın, oğlunuz vardı Azrail’e çattı» demiş. Bunu duyan Deli Dumrul’un anası saçını yolup yakasını yırtmış «Vay oğlum, vay aslan oğlum»  diyorken, Dedem Korkut onu da susturmuş:  «Bana bak kadın» demiş; «Sen anasın ana olmasına ya bu sırada oğluna arka çıkmazsan oğlunu yüzleyip şımartmazsan ona daha çok iyi­lik yapmış olursun» diye susturmuş. «Bu gün yarın size gele­cek» diye de sözüne devam etmiş. «Sakın ola ki o zaman iste­ğine boyun eğip peki demeyin. Derseniz oğlunuza da yazık olur size de dedim Korkut demedi demeyin…»  deyip ayrıl­mış. Her nedense Deli Dumrul’un karısına uğramamış, uğrayıp da Onu da önceden uyarmamış.
Dedem Korkut, Deli Dumrul’un anasıyla babasıyla konuşadursun,  biz Deli Dumrul’dan haber verelim size Deli Dumrul ne yapmış ona bakalım… Oba halkını ağlar sızlar durumda bırakıp çadırına dönmüş.  Dönmüş ki kılıcını kuşanıp varıp Azrail üstüne salayım,  Azrail’i bölük pörçük edeyim diye. Tam kılıcını kuşanırken bir de bakmış, yüzü sarı, gözü sarı, gözbebekleri sapsarı bir kupkuru adam çağırdan içeri girmiş. Şaşırıp kalan, donmuş gibi bakıp duran Deli Dumrul’a gülümsemiş ve sapsarı dişlerinin arasından:  «Beni arı­ yordun işte geldim, ben Azrail’im» demiş. Der demez de Deli Dumrul’un kılıcını çektiğini,  delirmiş gibi üstüne atladığını görmüş ve hemen bir güvercin olup çadırın tepesindeki delik­ ten uçup gitmiş.
Bunun üzerine daha çok yiğitlenen Deli Dumrul, doğanını da koluna almış, atma atladığı gibi düşmüş güvercinin peşine. Düşmesine düşmüş ya hangi güvercin Azrail, hangi­si değil bilememiş bir türlü.  Akşama kadar birkaç güvercin avlamış,  aşkam esmerliği çökünce de çadırına doğru geri dönmüş.  Tam bir kaya çıkıntısını dönerken,  Azrail birden karşısına çıkmış, atı Azrail’in yelinden ürküp Deli Dumrul’u yere atmış;  Azrail de bunu fırsat bilip, atlamış Dumrul’un göğsüne fırlamış, canını almağa hazırlanmış.  İşte o zaman olan olmuş, Deli Dumrul can korkusunun ne olduğunu anla­mış «Can azizdir cümleden»  diye Azrail’e yalvarmağa başla­mış. «Bre Azrail aman»  demiş. «Sen büyüksün şimdi anla­dım, ben boş bulunmuşun, cahillik etmişim, benden üstün kimse yok sanıp büyüklük taslamışım kuşça canım bağışla canımı alma» demiş. Bunun üzerine Azrail de insafa gelmiş:
«Behey deli yiğit bana değil,  seni beni yaratan Ulu Tanrı’ya yalvar, ne derse o olur» diye yol göstermiş. Deli Dumrul bunu fırsat bilip Ulu Allah’a yalvarıp yakarmış demiş ki «Mademki canımı alacaksın Büyük Tanrım benim canımı sen al bu Azrail’e koma çünkü sen büyüksün» demiş. Bu içten yalvarış
Tanrı’nın hoşuna gitmiş,  Deli Dumrul’un canını bağışlamış: Eğer Deli Dumrul’un yerine biri, kendi arzusu ile canını vere­cek olursa Deli Dumrul sağ kalacak, yok eğer kimse bu işi ka­bul etmezse Deli Dumrul o saatte can verecek. Bunu duyan Deli Dumrul pek sevinmiş  «Eh» demiş, «Babam beni pekse­ verdi, varır gider elini öperim, benim yerime sen öl derim o da kabul eder»  demiş.
Demesine demiş ama Deli Dumrul’un babası,  Dedem Korkuttan uyarılı olduğu için oğluna yüz vermemiş.  «Var git» demiş «Benden başka ne istersen iste gel gelelim canımı isteme, can cihandan azizdir sana veremem»  demiş.
Deli Dumrul anasına gitmiş:  «Anam babamdan çok severdi beni, elini öper canını isterim» demiş. Demesine demiş ya anası da Dedem Korkuttan uyarılı olduğu için «Hapislere girip çürüseydin,  kâfirlere esir düşseydin para verir kurta­rırdım, gel gelelim can cihandan aziz, benim de bir canım var senin için veremem»  diye terslemiş.
Bunun üzerine canı sıkılan Deli Dumrul, biraz da korku içinde sürmüş,  uzun zamandır yanına bile uğramadığı karısına gitmiş. Utanmış, sıkılmış, ihmal ettiği için karısından özür dilemiş,  sonunda  «Durum böyle böyle benim kurtulmam imkânsız,  anam da babam da benim yerime ölmedi, gayri yalnız kalacaksın hakkını helâl et iki çocuğumu aç açık koma, el eline baktırma» demiş:  Bunu söylerken de gözleri yaşarmış. Gözyaşlarını göstermemek için dönüp gitmek istemiş ama karısı onu durdurmuş: «Sen ne diyorsun Dumrulum?» demiş. «Senin o yiğit bakışların söndükten sonra be­nimkine yaşamak mı denir?  Sensiz dünyaya dünya,  sensiz obaya oba mı denir. Bir can dediğin nedir ki benim canım sana feda olun,  varsın gelsin Azrail benim canımı alsın senin yakanı bıraksın»  demiş.
Bunu duyan Azrail,  Dumrul’un karısının canını almak için koşup gelmiş gelmesine de Deli Dumrul Azrail’i durdur­ mu ş «Yok»  demiş.  «Azrail, benim canım karımın canından daha değerli değil benimkini al yahut da bırak Tanrıma yalvarayım demiş ve Azrail’in cevabını beklemeden el açmış:
«Yücelerden yücesin kimse bilmez nicesin güzel Tanrım ben cahillik etmişim beni bağışla bundan sonra senin yolunda yurduma ve yurtluma iyilik etmek için çalışacağım bana fır­sat ver» diye dua etmiş.
Bu sırada Dedem Korkut da gelip bu duaya katılmış ve Ulu Tanrı dualarını kabul etmiş Deli Dumrul yurdunun dir­liği ve düzenliği uğruna didinmiş kalan ömründe;  140 yıl da­ ha karısı ve çocuklarıyla birlikte yaşamış. Bu masal da bura­ da bitmiş… Gökten üç elma düşmüş, biri benim olmuş ikisi sizin…
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğünün Destanı :

Yurdu yuvası şen, bağı bostanı  gülsen: yel estikçe yaprağı pıtır, pıtır, yel esmedikçe, çayın çimeni şen satır, üçbir yanı deniz, doğudan dördüncü yanı sesiz  sıra  dağlarla çevrilmiş Türkiye’nin  güzel  yüzlü gazal  gözlü  tok  sözlü  çocuğu,  otur başucuma  demem ne demeğe geliyor dinle bak bu masal başka masal… Çobanın elinde bir kaval,  Keloğlanın  elinde  delik bir çuval bile yokken bir  zamanlar  dedelerin  dilinde ilden ile dolaştı  bu masal Yel  üfürdü su götürdü,  develerin  tellâl  olmadığı,  Pirelerin berber olmadığı, ak saçlı  ak sakalı dedelerin,  ak  pürçekli  nenelerin  senin bugününü iplik iplik eğirdi- ği, başı  elvan nakışlı, yavru üveyik bakışlı alnı akıtmalı  doru tayların  pır pır seğirttiği  büyük Oğuzelinden  kopup geldi dağı aştı, taşı  aştı bu masal. Amma ne taştı ne taştı…
Eğil de kulak ver, iyi dinle, şimdi demem şu deme ki sen bir gün büyürsen, kara saçın ak saça, ak saçın yok saça  dönerken, böyle benim gibi bu masalı  sen de ipek bakışlı kızına, alnı su nakışlı oğluna anlatasın… diyesin ki bir zamanlar Türkiye’nin  doğusunda   sira  dağların   ötesinde   bir  büyük Oğuzeli  varmış, bu Oğuzeli öyle büyükmüş öyle büyükmüş ki bir ucundan öteki ucuna gitsen yine de güneş doğar batmazmış, güneş batar doğmazmış. Bir gece bu büyük Oğuzelinde büyük bir kargaşa olmuş, sınır ucunda Oğuz içine doğru taşınmak gerekmiş. Er taşınmış eren taşınmış, aklı eren taşınmış ermeyen  taşınmış,  gel  gelelim  bu taşınma  esnasında, meğer Aruz Koca  derler biri varmış, sağa sola ineğe  deveye bakacağım  deken, Aruz Kocanın  akça göğsü ince yeldirmeli gözü  kudretten   sürmeli  karısı,  gözünün nuru gönlünün sürürü varı yoğu yavru balaban  misâli  gülücüklü oğulcuğunu heybenin  gözünde unutuvermiş. Heybede kaymış mı atın sırtından kaymış ki hem de ne kayma. Aruz Koca bile farkına varmamış… gece de üstelik nasıl karanlıkmış nasıl karanlıkmış göz gözü görmüyor, iz izi sürmüyor bir tek yıldız bile koca gökyüzünde görün müyormuş. Neden sonra sabah olmuş sabah olmasına ya iş işten geçmiş yavru elden gitmiş bir kere. Ah vah etmenin sırası mı: Düşmüşler mı gerisin geriye; ana bir yandan baba bir yandan… Ara babam ara; ara babam ara yok. Yavru balaban bakışlı, gülüşü su   akışlı oğulcuğu koydunsa bul; yok… Sanki yer yarılmış da yerin içine girmiş yavru sanki gök açılmış da göğe ağmış.
Gayri anadaki feryada babadaki figana can mı dayanır?  Bir ah bir vah ki sorma gitsin… dağ taş inim inim inlemiş, yer gök sızım sızım sızlamış. Ama ne ölene çâre var, ne de olana çâre var. Dertli ana baba bağırlarına taş basıp geri dönmüşler. Gel zaman git zaman derken ortalık durulmuş, kargaşa yatışmış;  evli evine köylü köyüne dönmüş, eski düzen o eski huzur ve sükûn dolu güzelliğiyle  yeniden başlamış. Derken Oğuz Hanım at çobanının demesine bakılırsa,  sazlık yerden  aslana  benzer yiğit çıkıyormuş  at vuruyor, basıp yiyormuş. Sallana  sallana yürüyüşüne bakarsan insan  sanırmışsın;  dolana dolana kükreyişine  bakarsan  aslan  sanırmışsın. Bu haber bir anda bütün Oğuzeline yayılıvermiş. Beyler paşalar, hanlar hakanlar bir araya gelmiş  meclis  kurmuşlar, doluya koymuşlar almamış, boşa koymuşlar dolmamış,  amanın bu ne biçim iştir ki başımıza geldi, biz ne günah işledik ki bu dert gelip bizi buldu diye kara kara düşünürken Aruz Koca yerinden yekinip «Beyler ağalar» demiş: «Bu olsa olsa benim kaybolan oğulcuğumdur.  Izin verin üstüne varayım… hayırlıysa alıp geleyim ha- yırsızsa oracıkta canını alayım» demiş,  tzin dilemiş, kalkıp sazlığa  gitmiş. Bir de bakmış ki at çobanının arslan dediği şey, kaybettiği gönül kökü gözünün bir teki  oğulcuğu  değil miymiş?  Aruz Koca bir durmuş iki durmuş sonra birden bire
«Vay benim gözümün bebeği gönlümün direği canım oğul» diye kucağını açıp koşmuş. Öteki de, evlât değil mi, babasına hemen kanı kaynamış, kucaklaşıp öpüşmüşler…  Koca Aruz, alıp oğlunu getirmiş… Tepe gibi bir et yığmış, ırmak gibi kımız sağmış, şenlik yapmış yeme içme olmuş… Yeme içme olmuş olmasına ya, sazlıkda,  dağda   bayırda yaşamağa  alışmış, yabanlaşmış  olan  oğulcuk,  çadıra alışamamış  vurmuş gitmiş gerisin geri sazlığa.  Bunu gören anacığı da başlamış mı saçını başını yolup yaşın >»«şın ağlamağa. Aman ne ağıt ne ağıt ne ağıt…  dağlar dayanmaz olmuş. Allah Müslüman başına vermesin  zor gelmiş  kadıncağıza  «Bir gittiydi yirmi yıl zor  dayandım bir yirmi yıl daha dayanamam  ben» demiş  ağlamış da başka bir şey dememiş.
Bunun üzerine Dedem Korkut, Bismillah  deyip düşmüş yola, varmış sazlığa, bir de bakmış ki sazlıkta aslan desen aslan değil, insan dese  insan değil bir babayiğit ki Allah bağışlasın, varmış babayiğidin yanma,  «Yiğit yiğit» demiş. Oğuzdan bu yana taban tepip geldim senin için babanın tutar yeri tutmaz oldu, gördüm bildim senin için ananın gözü yaşı durmaz akar, gözyaşını sildim senin için… gel inadı bırak sen insan evlâdısın insanca yaşa, aramıza katıl. Ağabeyin var, adı Selçuktur, senin adını Başat koydum,  adını yerdim yaşını Ulu Tanrım versin gel kırma beni» demiş… Daha bir çok tatlı söz söylemiş güler yüz göstermiş sonunda Başatı alıp geri dönmüş.
Dedem Korkut Basat’la  geri  dönedursun,  hani bizim
Oğuz  Hanın  bir at çobanı vardı ya… Başatı sazlıkta  ilkin o
görmüştü de  gelip  haberi  vermişti… îşte  o  çobana gelelim biz… Çok gezen çok bit getirir  çok  konuşan çok dert  getirir  derler  ya… biz diyelim ki aklı kısa  çoban ot getireceği yerde et getirir, et getireceği yerde ot getirir. Sürüsüyle bir pınar- başından geçerken  bakmış  ki  sürünün  başı  birden  karman  çorman olmuş,  amanın  ne  oluyor  bu sürüye  demeye kalmamış bir de  ne görsün  pınarbâşında bir sürü peri kızı  oynaşmıyor  mu?  Çobanın et kafası  kızıvermiş; sırtından ıslak kepeneğini çıkardığı  gibi  kaldırmış  peri  kızlarının  üstüne atmış… ıslak  kepenek varmış  peri  kızlarının  birinin  kanadını kırı  vermiş. Vay  sen  misin  bunu  yapan  diye  bir kızmış  peri kızları  kızmış  ki gayri  ne sen  sor ne de ben tari f edeyim. Bunun üzerine içlerinden biri dile gelmiş «Çoban çoban» demiş
«Sen bizim arkadaşımızın kanadını  kırmakla iyi  etmedin. Oğuzun başına öyle  bir iş açtın  ki gayri temizleyebilene aşkolsun… Bin  kere yüz yıl bu iş  söylensin.» demiş  pınarın  başına  tormaya benzer  şey bırakmış, kanadı kırık arkadaşlarını da alarak  pırr deyip  uçmuşlar. Bâri akılsız çoban bunu görünce uslansa ya… ne  gezer, aksine tekmelemeğe başlamış. Tekmeledikçe torba  şişmiş, torba  şiştikçe akılsız  çoban tekmelemiş… derken o küçücük  torba olmuş mu sana koca bir kümbet… Akılsız çoban bunu görünce  küt demiş  düşmüş bayılmış. .. Öyle ya, o durumda sen olsan bayılmaz mısın? Artık çobanı  ayıltabilene  aşkolsun. Bâri o künbet öylece dursa da kimse ellemese ne ise ne?… Oğuzun başı yine derde girmeyecek. Gel gelelim  akacak kan damarda durmaz derler kümbet de öylece durmuş. Az sonra pınarbâşında, avdan dönen Beyler durup su içmek  istemişler… Sularını  içip gitseler  ya… Çobanı  aygın  baygın yatar görünce yüzüne  su serpip  ayıt- mışlar,  derdini sormuşlar,  ama çoban  korkudan konuşama- mış ki derdini anlatsın. Sâdece eliyle kümbeti göstermiş. Bunun üzerine çobanın  aklı başına gelsin diye Beyler  de başlamışlar mı kümbeti tekmelemeğe… Eyvan ki  eyvah, kümbet dağ gibi büyümüş de büyümüş.  En  sonunda  Basat’ın  babası Aruz Koca av bıçağını çıkanp kümbeti kesivermiş  ya içinden bir dudağı  yerde  bir dudağı  gökte  kocaman bir âdem ejderhâsı çıkıvermiş. Âdem ejderhasının bir tek gözü varmış o da tepe gibi alnının tam ortasındaymış. Onun için adını Tepe Göz koymuşlar koymasına ya kümbetten  çıkar çıkmaz Tepegözün ilk işi çobanı yemek olmuş. Bu durumu gören Oğuz Beylerinin yüreğine bir korku düşmüş. Vay ne işmiş ki bu, biz bunu bile bile işledik  varıp bir bilene  danışalım,  Dedem Korkuta soralım  bahanesiyle  pınarbaşından  kaçıp  uzaklaşmışlar.
Oğuz Beyleri  pınarbaşından  kaçıp uzaklaşadursun  o sırada  peri  padişahının  kızı  gelip  Tepegözün  parmağına bir yüzük geçirmiş ve demiş ki «Tepegöz! Tepegöz!»  demiş «Beri bak iyi dinle. Bu Oğuz  milleti  fakir fukarayı  gözetmez gayri kendini bilmez oldu… İçlerinden  yurdunu seven  bir yiğit çıkıncaya  kadar sen  onları  cezalandır. Bu yüzük parmağında durdukça sana ok batmasın, tenini kılıç kesmesin»  demiş.
Hay ağzı kuruyaydı da peri padişahının  kızı bu  sözleri Tepegöze demiyeydi… Hay  eli kopaydı da  peri padişahının kızı Tepegözün  parmağına o yüzüğü takmayaydı. O günden sonra artık Tepegözün  astığı  astık kestiği  kestik olmuş kimse karşı duramamış, kötü bir eşkiya olup çıkmış. Çoluk çocuk dememiş yemiş.. Kimse de varıp üstüne alt edememiş, pis canını alamamış.  Tepegözü yenememiş. Artık Oğuzda  dirlik düzenlik kalmamış. Tepegözün  üstüne üstüne varıp onu yo- ketmek isteyen  bütün yiğitler birer birer ölmüş. En sonunda Basat’ın ağabeyisi Kıyan Selçuk da Tepegözün elinde can vermiş. O sırada Başat savaşa  gitmiş, bu hâli bilmemiş de kurtulmuş şimdilik.
- Başat kurtulmuş ya Tepegöz de azdıkça azmış. Eliden el aman demeyen şerrinden bir köşeye sinmeyen kalmamış. Oğuz Beyleri  bakmışlar ki olacak  iş  değil,  hemen  Dedem Korkuta haber salmışlar. «Bizi kurtarsa kurtarsa bu eşkiya- nın elinden Dedem  Korkut kurtarır ancak, aman dedem medet senden yetiş imdadımıza» demişler.
Dedem Korkut ne yapsın? Varmış Tepegözün bulunduğu dağa çıkmış. Selâm vermiş Tepegözün selâmını beklemeden söze girmiş; «Oğul Tepegöz» demiş. «Ne desem sana az gelecek. Senin yüreğin kararmış bir kere aklanması imkânsız. En iyisi gel anlaşalım. Oğuz Beyleri sana haraç versin sen de Oğuzlara dokunma» demiş. Tepegözün kara yüreği daha çok kararmış, tepesindeki göz iyice kanlanmış da homur homur homurdanmış «Pek âlâ» demiş. «Bana haraç ola- Tak günde altmış adam verin benim üç öğün yemeğim olsun» demiş. Dedem Korkut: «Hay yüreği gibi ağzı da karalı uğursuz» diye çıkışmış «Sen  günde 60 insan yersen Oğuzda insan mı kalır? Sonra açlıktan ölmez misin? En iyisi gelsana günde
500 davar ile iki adam verelim  onları yiyip zıkkımlan»  demiş.
Tepegöz bakmış ki Dedem  Korkut doğru söyler, bu gidişle Oğuz elinde adam kalmayacak  o da acından  sonunda ölecek: «Peki»  diye homurdanmış, «Senin dediğin olsun. Ayrıca iki adam  daha verin de yemeğimi  pişirsin»  demiş.
Dedem Korkut dönüp  olanlan  ve konuşulanları  bir bir anlatmış. Yünlük koca ile Yapağılı Kocayı Tepegöze aşçı olarak vermişler… Dört oğlu olan birini vermiş üçü kalmış, altı kızı olan birini vermiş beşi kalmış… Gel gelelim sayılı olan tez tükenir derler bir gün gelmiş Oğuzda Tepegöze verilecek genç de kalmamış. Kapak Kan derler bir adamın da iki oğlundan biri kalmışmış.  Ne yapacağını düşünüp kara kara otururken bakmış oturmakla  iş olmayacak  almış başını kırlara çıkmış. Meğer Yiğit Başat da o sırada savaştan dönmüş, ganimetlerini ve esirlerini saçmış al sayvanlı çadırında oturuyormuş. Kapak Kan bunu görünce iki gözü iki çeşme ağlayarak Başat’a sarılmış olanlan bir bir anlatmış. Bunu duyan Başat bir kızmış bir kızmış ki demeyin… «Vay» diye bağırmış tabanım toprağa vura vura «Vay Oğuz bukadar al çaldı mı ki bir eşkiyaya   eleman diyor. Vay yurdunu yuvasını seven bunca yiğit nasıl olur da eşkiya bozuntularından korkuyor ne biçim iş bu vay Oğuzeli vay» diye haykınp okunu yayını kuşanmış, kılıcını çaprazlama bağlayıp fırlamış Tepegözün bulunduğu Salahana Kayasına  tırmanmış.
Görmüş ki bir de ne görsün Tepegöz denen eşkiya sırtını güneşe vermiş oturuyor… Başat hemen yayını gerip okunu atmış ama Tepegöze değen ok parça parça olup kırilmış. Başat bir ok daha atmış o ok da kırılmış. Üçüncü ok da Tepegöze değip kırılınca Başat bakmış ki okla yayla iş bitmeyecek  okunu yayını bir kenara atıp  kılıcını  çekmiş  Tepegözün  üzerine  yürümüş.  Tepegöz neden  sonra  Başatı  görmüş,  elini eline  çarpıp kas kas  gülmüş: «Vay Oğuzdan  bize bir kınalı kuzu gelmiş ihtiyarlar şu kuzuyu şişe geçirip kızartın uyanınca yiyeyim» demiş, demesiyle de elini uzatıp Başatı  tutmuş  çizmesinden  koncundan içeri  sokmuş. Sonra da yatıp uyumuş.  Çizmenin koncunda Başat utancından kendi kendini yemiş yemesine ya gel gelelim bu Tepegözü ancak düzenbazlıkla yenmekten başka care olmadığını da anlamış. Bunun üzerine bıçağını çıkarıp, çizmenin koncunu yarmış, usulca çıkmış dışarı… Yaradana sığınıp olanca gücüyle bıçağını Tepegözün tek gözüne batırmış. Batırmasıyla birlikte Tepegözün tek gözünden bir kan boşanmış bir kan boşanmış ki dağ taş kandan bir ırmak olup saatlerce akmış. Bir yandan da Tepegöz can acısından nâra üstüne nâra atıyormuş,  dağ taş  çınlıyormuş.  Dağın taşın yankılanmasından   Başat tir tir titremiş kendini mağaraya dar atmış. Meğer mağaranın içi koyun doluymuş. Tepegöz Başat’ın mağarada olduğu nasılsa bilmiş. Varmış mağaranın kapısın bir iyice tutmuş, iki ayağının arasından, ürküp dışarı çıkmak isteyen koyunları yoklamağa başlamış. Bunu gören Başat, hemen koyunun birini kesip yüzmüş. Derisini sır¬tına geçirmiş, dört ayak üstünde yürüyormuş gibi gelip Tepegözün  ayaklan arasından  dışan kaçıp kurtulmuş.
Başatın hilesinin neden sonra farkına varan Tepegöz Başatı tatlı dille kandırmak istemiş. «Yiğit yiğit» demiş «Beri gel yiğit. Gözümü aldın canım  sana kurban olsun. Al şu yüzüğü benim sım m bu yüzüktedir.  Gayri sen tak parmağına» demiş. Başat da yüzüğü alıp parmağına takmış.  Gerçekten de ondan sonra Başatı ne kılıç kesmiş, ne de Başata ok işlemiş. Bunun üzerine Tepegöz «Gözümü aldın gözüm sana helâl olsun yiğit» demiş. «Yüzüğümü aldın yüzüğüm de sana helâl olsun… Şukarşıdaki kümbedi açıp gir içine orda hazinem var, al o hazine de sana helâl olsun» demiş. Gerçekten de Başat kümbete girmiş ki kümbet silme dolu hazine. Artık elmas mı istersin, altın mı cevahir mi ne dilersen hepsi var. Başat hazineye dalmışken, kör Tepegüz birden kümbetin kapısını kapatmış «Şimdi girdin kapana, artık burdan senin ölün çıkar» deyip başlamış gülmeye. Tepegöz gülmeye başlamış ama Başat da boş durur mu? Hemen adı güzel Peygamber Muhammet, Aleyhisselâma, candan ve gönülden bir salavat getirmiş salavat getirmesiyle koca kümbetin kapısı gümbür gümbür açılıp Başat selâmete erişmiş. Bunun üzerine Tepegöz katılıp kalmış. «Vay bundan sonrası bize ölmek yaraşır, bâri kendi kılıcımızla ölelim var git mağarada asılı getir onu» demiş. Başat mağaraya varmış bir kılıç asılı duruyor ama ne kılıç ne kılıç… Ağzı ustura gibi keskin, kendi bin kilo… Az kalsın Başatın   boynunu uçuracaktı   şöyle bir kımıldayınca… Bunun  üzerine  Başat  kılıçtan  uzaklaşıp  yaradana  sığınıp yayını germiş  ve kılıcı asılı  olduğu yerden  okla yere  düşürmüş. Bin kiloluk kılıç toprağa düşer düşmez yer sarsılıp yarılmış Tepegöz de yarığa düşüp can vermiş. Basat da Tepegözün ölüsünü sürüye sürüye dağdan indirip getirmiş. Oğuz Beylerine teslim etmiş. «İşte eşkiyalığın sonu budur, yurdunun dirliğini bozanın ölüsünü böyle sürüye sürüye getirirler» demiş. Bu masal da böylece bitmiş. Dedem Korkut gelmiş boy boylamış soy soylamış dua etmiş «Yavru balam, gözü ceylanım yavrum» demiş. «Karşı yatan yerli Kara dağların yıkılmasın. Gölgesi  güzel koca ağacın  kesilmesin ak sakallı babanın ak pürçekli ananın gözü üstünden eksilmesin;  ak alnında  beş kelime duâ kılınsın ak nurlar büyüyesin çocuğum.
Başlık: Ynt: Dede Korkut Hikayeleri
Gönderen: Çağrıbey - 15 Mart 2012
İÇ OĞUZA DIŞ  OĞUZ ÂSİ OLUP BEYREĞİN ÖLDÜĞÜNÜN DESTANI :

Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse Kazan evini yağmalatırdı. Kazan tekrar evini yağmalattı. Amma Dış Oğuz beraber bulunmadı. Sadece İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa helallisinin elini tutar, dışarı çıkardı, ondan sonra yağma ederlerdi. Dış Oğuz beylerinden Aruz, Emen ve diğer beyler bunu işittiler, dediler ki bak bak, şimdiye kadar Kazan’ın evini beraber yağma ederdik, şimdi niçin beraber olmayalım dediler. Söz birliği ile bütün Dış Oğuz beyleri Kazan’a gelmediler, düşmanlık eylediler. Kılbaş derler bir kişi var idi.
Kazan der: Bre Kılbaş bu Dış Oğuz beyleri daima beraber gelirlerdi, şimdi niçin gelmediler dedi. Kılbaş der: Bilmez misin niçin gelmediler. Evini yağmalattığın zaman Dış Oğuz beraber bulunmadı, sebep odur dedi. Kazan der: Düşmanlık beslediler Öyle mi dedi. Kılbaş der: Hanım ben varayım, onların dostluğunu düşmanlığını öğreneyim dedi. Kazan der: Sen bilirsin, var dedi.
Kılbaş bir kaç adamla ata binip Kazan’ın dayısı Aruz’un evine geldi. Aruz da altın gölgeliğini dikmişti, oğlanlarıyla oturmuştu. Kılbaş gelip Aruz’a selam verdi. Der: Kazan darda kaldı, mutlaka dayım Aruz bana gelsin dedi. kara başım bunaldı, üzerime düşman geldi, develerimi bağırttılar, kara koçta cins atlarımı kişnettiler, kaza benzer kızımız gelinimiz darda kaldı, benim kara başıma gör neler geldi, dayım Aruz gelsin dedi. Aruz der: Bre Kılbaş o vakit ki Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse o vakit Kazan evini yağmalatırdı, suçumuz neydi ki yağmada beraber olmadık dedi. Daima Kazan’ın başına sıkıntılar gelsin, dayısı Aruz’u daim ana dursun, biz Kazan’a düşmanız belli bilsin dedi. Kılbaş burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Der:
Bre kavat
Kalkıp Kazan Han yerinden doğrulu verdi
Ala Dağda çadırını otağını dikti
Üç yüz altmış altı alp erenler yanına toplandı
Yemek içmek arasında beyler seni andı
Üstümüze düşman falan gelmedi
Ben senin dostluğunu düşmanlığını denemeğe geldim
Kazana düşman imişsin bildim
dedi. Kalkıp hoşça kol diyip gitti.
Aruz müteessir oldu. Dış Oğuz beylerine adam gönderdi: Emen gelsin. Alp Rüstem gelsin, Dönebilmez Dülek Evren gelsin, geri kalan beyler hep gelsin dedi. Dış Oğuz beyleri hep toplandı. Alaca büyük otağlarını düzlüğe dikti. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Dış Oğuz beylerini ağırlayıp ziyafet verdi. Der: Beyler ben sizi niye çağırdım biliyor musunuz? Dediler: Bilmiyoruz. Aruz der: Kazan bize Kırbaş’ ı göndermiş, elim günüm yağmalandı, kara başım bunaldı, dayım Aruz bana gelsin demiş. Emen der: Ya sen ne cevap verdin? Aruz der ki: Kılbaş’a dedim ki ne zaman ki Kazan evini yağmalatırdı. Dış Oğuz beyleri beraber yağmalardı beyler gelir Kazan’ı selamlar giderdi, şimdi suçumuz ne oldu ki beraber bulunmadık, bre kavat biz Kazan’a düşmanız dedim.
Emen der: İyi demişsin. Aruz der: Beyler ya siz ne dersiniz Beyler der: Ne diyelim, mademki sen Kazan‘a düşman oldun, biz de düşmanız dediler. Aruz ortaya Kur’an getirdi, hep beyler el basıp and içtiler, senin dostuna dost ve düşmanına düşmanız dediler. Aruz bütün beylere kaftan verdi. Döndü der: Beyler Beyrek bizden kız almıştır, güveyimizdir, amma Kazan’ın inançlısıdır, gelsin bizi Kazan ile banştırsın, diyelim getirelim, bize itaatkar olursa ne ala, olmazsa ben sakalını tutayım siz kılıç üşüştürün parçalayın, aradan Beyreği kaldıralım, ondan sonra Kazan ile işimiz hayır ola dedi. Beyreğe mektup gönderdiler.
Beyrek odasında yiğitleri ile yiyip içiyordu. Aruzdan adam geldi, selam verdi. Beyrek selam aldı. Dedi: Hanım, Aruz size selam ediyor, kerem etsin Beyrek gelsin bizi Kazan ile barıştırsın diyor. Beyrek pekala dedi. Atını çektiler, bindi. Kırk yiğitle Aruz’un evine geldi. Dış Oğuz beyleri otururken girip selam verdi. Beyreğe Aruz der: Biliyor musun seni niye çağırdık? Beyrek der: Niye çağırdınız? Aruz der: Hep şu oturan beyler Kazan’a asi olduk, and içtik. Kur’an getirdiler, sen de and iç dediler. Kazan’a ben asi olmam diye and içti, söyledi:
Der :
Ben Kazanın nimetini çok yemişim
Bilmez isem gözüme dursun
Kara koçta cins atına çok binmişim
Bilmez isem bana tabut olsun
Güzel kaftanlarını çok giymişim
Bilmez isem kefenim olsun
Alaca büyük otağına çok girmişim
Bilmez isem bana zindan olsun
Ben Kazandan dönmem belli bil
dedi. Aruz öfkelendi, kavrayıp Beyreğin sakalını tuttu. Beyler Seyreğe kıyamadı. Beyrek Aruz’un öfkelendiğini burada bildi. Söylemiş :
Der:
Aruz bana bu işi edeceğini bilseydim
Kara koçta cins atıma binerdim
Yapısı sağlam demir giyimimi giyerdim
Kara çelik öz kılıcımı belime bağlardım
Alın başa sağlam miğferimi geçirirdim
Kargı dalı altmış tutam mızrağımı elime alırdım
Ela gözlü beyleri yanıma katardım
Kavat ben bu işi duysam sana böyle gelir miydim
Aldatarak er tutmak karı işidir
Karından mı öğrendin sen bu işi kavat
dedi. Aruz der: Bre herze merze söyleme, kanına susama, gel and iç dedi. Beyrek der: Vallah ben Kazan uğruna başımı koymuşum, Kazan’dan dönmem, ister yüz parça eyle dedi. Aruz gene öfkelendi. Beyreğin sakalını sımsıkı tuttu. Beylere baktı, gördü kimse gelmiyor. Aruz kara çelik öz kılıcını çekip Beyreğin sağ oyluğunu kesti. Kara kana bulandı Beyreğin başı bunaldı. Beyler hep dağıldı, herkes atlı atına bindi. Beyreği de bindirdiler, ardına adam bindirip kucakladılar. Kaçtılar. Beyreği otağına yetiştirdiler. Cübbesini üzerine Örttüler. Beyrek burada söyledi:
Der:
Yiğitlerim yerinizden halkın
Ak boz atımın kuyruğunu kesin
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşın
Akıntılı güzel suyu delip geçin
Kazanın divanına koşup varın,
Ak çıkarıp kara giyin
Sen sağ ol Beyrek öldü diyin
Söyleyiniz : Namer Aruz dayından adam geldi. Seyreği istemiş, o da varmış, hep Dış Oğuz beyleri toplanmış, bilmedik, yeme içme arasında Kur’an getirdiler, Kazan’a biz asi olduk and içtik, gel sen de and iç dediler, içmedi ben Kazan’dan dönmem dedi, namert dayın hiddetlendi, beyreği kılıçladı, kara kana bulandı darda kaldı, yarın kıyamet gününde benim elim Kazan Han’ın yakasında olsun benim kanımı Aruz’a koyarsa dedi. Bir daha söylemiş.
Der:
Yiğitlerim Aruz oğlu Başat gelmeden
Elim günüm yağmalanmadan
Develerde develerimi bağırtmadan
Kara koçta cins atımı kışnetmeden
Akça koyunlarım meleşmeden
Akça yüzlü kızım gelinim ağlaşmadan
Akça yüzlü güzelimi Aruz oğlu Başat gelip almadan
Elimi günümü yağmalamadan
Kazan bana yetişsin
Benim kanımı Aruza koymasın
Akça yüzlü sevgilimi oğluna alı versin
Ahiret hakkını helal etsin
Beyrek padişahlar padişahı hakka vasıl oldu
Belli bilsin
dedi.
Beyreğin babasına anasına haber oldu. Ak evinin eşiğinde feryat koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkardı kara giydi. Ak boz otının kuyruğunu kestiler. Kırk elli yiğit kara giyip mavi sorındılar. Kazan Bey’e geldiler. Sarıklarını yere vurdulor, Beyrek diye çok ağladılar. Kazon’ın elini öptüler, sen sağ ol. Beyrek öldü dediler. Namert dayın hile yapmış, çağırarak bizi aldılar, vardık. Dış Oğuz beyleri size asi olmuşlar, bilmedik. Kur’an getirdiler, biz Kazan’a asi olduk, sen de bize itaat et dediler, and içtiler. Beyrek ekmeğini çiğnemedi, onlara itaat etmedi, dayın namert Aruz öfkelendi. Beyreği oturduğu yerde kılıçladı, bir oyluğunu düşürdü, sen sağ ol hanım, Beyrek Hakka vasıl oldu, benim kanımı Aruz’a koymasın dedi. dediler. Kazan bu haberi işitti, mendilini eline alıp hüngür hüngür ağladı, divanda feryat figan kıldı. Hep orada olan beyler ağlaştılar. Kazan vardı odasına girdi, yedi gün divana çıkmadı, ağladı oturdu.
Beyler toplandı divana geldi. Kazan’ın kardeşi Kara Göne der: Kılbaş var söyle ağam Kazan gelsin çıksın, bir yiğit senin yüzünden aramızdan eksildi, hem vasiyet eylemiş, benim kanımı koymayasın, alasın demiş, varalım düşmanı haklayalım de, dedi Kılbaş der: Sen kardeşisin, sen var dedi. Velhasıl ikisi beraber vardılar. Kazan’ın odasına girdiler. Selam verdiler, sen sağ ol hanım dediler. Bir yiğit aramızdan eksildi, senin yolunda baş verdi, hayatının kanını alalım size ısmarlamış, benim kanımı alsın demiş ağlamakla bir şey mi olur, kalkıp gel yukarı dediler. Kazan der: Uygundur, acele cephaneyi yükletsinler beyler hep binsinler dedi.
Bütün beyler bindi. Kozan’ın yağız al atını çektiler, bindi. Boru çalındı, davul vuruldu. Gece gündüz demediler, koşturma oldu. Aruz’a ve bütün Dış Oğuz beylerine haber oldu, işte Kazan geldi dediler. Onlar da asker toplayıp boru çaldırıp Kazan’a karşı geldiler. Üç Ok, Boz Ok karşılaştılar.
Aruz der; Benim İç Oğuz’dan hasmım Kazan olsun Emen der: Benim hasmım Ters Uzamış olsun. Alp Rüstem der: Benim hasmım Ense Koca oğlu Okçu olsun dedi. Her biri bir hasım gözetti.
Alaylar bağlandı, ordular dizildi, borular çalındı, davullar dövüldü. Aruz Koca meydana at tepti. Kazan’a seslenip bre kavat sen benim hasmımsın, sen gel beri dedi. Kazan kalkan tuttu, mızrağını eline aldı, başının üzerinde çevirdi. Der: Bre kavat namertlikle er öldürmek nasıl olur. ben sana göstereyim dedi. Aruz Kazan’ın üzerine at sürdü. Kazan’ı kılıcladı, zerre kadar kestirmedi öteye geçti. Sıra Kazan’a geldi. Altmış tutam alaca mızrağını koltuğa kıstı. Aruz’a bir mızrak vurdu. Göğsünden şimşek gibi öteye geçti. At üzerinden yere yıktı. Kardeşi Kara Göne’ye işaret etti. başını kes dedi. Kara Göne attan indi, Aruz’un
başını kesti. Dış Oğuz beyleri bunu görüp hep attan indiler, Kazan’ın ayağına kapandılar,
suçlarının affını dilediler, elini öptüler. Kazan suçlarını bağışladı. Seyreğin kanını dayısından aldı. Aruz’un evini talan ettirdi, elini gününü yağmalattı. Yiğit beyler ganimet aldı. Kazan yeşil düzlüğe, güzel çimene çadır diktirdi, otağını kurdu. Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı. gazi erenlerin başına ne geldiğini söyleyiverdi.
Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Akibet, uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık.
Dua edeyim hanım : ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürcekli ananın yeri cennet olsun. Kadir Mevla seni namerde muhtaç etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Amin amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün. Derlesin toplasın günahınızı Muhammed Mustafa “ya bağışlasın hanım hey!…