Türkçü Turancı Otağ
TÜRKLÜK ve TÜRK DÜNYASI OTAĞI => TÜRK KÜLTÜR ve MEDENİYETİ => Konuyu başlatan: Çağrıbey - 15 Mart 2012
-
SALUR KAZANIN EVİNİN YAĞMALANMASI :
Bir gün Ulaş oğlu, yırtıcı kuşun yavrusu, yoksulların kimsesizlerin umudu, Amit Suyunun aslanı, Karacuğun kaplanı, konur atın sahibi, Han Uruz’un babası, Bayındır Hânın güveyisi, güçlü Oğuzun devleti, elden ayaktan düşmüş yiğitlerin koruyucusu Salur Kazan yerinden kalkmıştı. Doksan yerde alaca hah, ipek döşemişti. Seksen yerde koca koca kazanlar kurulmuştu. Altın kadehler, sürahiler dizilmişti. Dokuz kar a gözlü, güzel yüzlü, saçı ardına örülü, göğsü kızıl düğmeli, elleri bileğinden kınalı, parmaklan süslü, dilber kâfir kızları güçlü Oğuz beylerine içki sunup, içiyorlardı. İçip içip Ulaş oğlu Salur Kazan iyice sarhoş olunca diz üstü çöktü: «Ünümü anlayın beyler, sözümü dinleyin beyler, yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu, yürüyelim a beyler, av avlayalım kuş kuşlayalım, yaban geyiği yıkalım dönelim otağımıza inelim, yiyelim içelim hoş geçelim» dedi. Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar : «Evet Han Kazan uygundur» dedi. Kar a Göne oğlu Kara Budak : «Ağam Kazan uygundur» dedi. Onlar öyle deyince at ağızlı Aruz Koca iki dizinin üstün e çöktü de: «Ağam kaza n dini bozuk Gürcistan ağzında oturuyorsun, yurdunun üstüne kimi bırakıyorsun?» diye sordu. Kazan: «Üç yüz yiğit ile oğlum Uruz benim evimi korusun» diye buyurdu.
Konur atını çevirdi, sıçrayıp bindi. Alnı akıtmalı aygırına Dündar bindi. Yüğrük demir kır tutturdu, Kazan Beyin kardeşi Kara Göne bindi. Beyaz küheylânını çektirdi, Bayındır Hanın düşmanını yenen Şir Şemseddin bindi. Parasan Bayburt Hisarından fırlayıp uçan Beyrek boz aygırına bindi. Saymağa kalksam tükenmez en güçlü Oğuz Beyleri bindi, Ala Dağa av alayı ava çıktı.
Kâfirin casusu casusladı, vardı kâfirlerin azgını Şökli Melike haber verdi. Yedi bin kaftanının ardı yırtmaçlı, yarısından kara saçlı, dini bozuk, din düşmanı alaca atlı kâfir bindi, dört nala saldırdı, gece yarısında Kazan Beyin yurduna geldi. Altın otağlarını kâfirler yıktılar. Kaza benzer kızı gelini ağlatıp sızlattılar. Tavla tavla şahbaz atlarına bindiler. Katar katar kızıl develerini yedekte çektiler Zengin hazinesini, bol akçesini yağmaladılar. Kırk ince belli kız ile boyu uzun Burla Hatun esir gitti. Kazan Beyin kocalmış anası kara deve boynunda asılı gitti. Han Kazanın oğlu Uruz Bey üç yüz yiğiti ile eli bağlı, boynu bağlı gitti. Eylik Koca Oğlu Sa n Kulmaş, Kazan beyin evi üzerine şehit oldu. Kazanın bu işlerden haberi yok.
Kâfir: «Beyler, Kazanın tavla tavla koç atlarına binmişiz, altın akçasını yağmalamışız, kırk yiğit ile oğlu Uruzu esir etmişiz, katar katar develerini yedekte çekmişiz, kırk ince belli kız ile Kazanın sevgili kansını tutmuşuz, bu acılan biz Kazana vermişiz» dedi. Kâfirin biri der: «Kazan Beye daha yapacağımız var.» Şökli Melik: «Bre asilzade ne kaldı?» diye «ordu. Kâfir: «Kazanın Kapulu Derbendinde onbin koyunu vardır, şu koyunları da getirsek Kazana büyük bir acı daha vermiş olurduk» dedi. Şökli Melik: «Altı yüz kişi varsın, koyunu getirsin» dedi.
Altı yüz kâfir atlandı, koyunun üzerine dört nala gitti.
Gece yatarken Karacuk Çoban kara kaygılı düş gördü. Düşünde sıçradı ayağa kalktı. Kıyan Gücün, Demir Gücü adında iki kardeşi var idi, onları yanına aldı. Ağılın kapısını berketti. Üç yerde tepe gibi taş yığdı. Alaca kollu sapanını eline aldı.
Ansızın Karacuk Çobanın üzerine altı yüz kâfir yüklendi. Kâfir der:
Karanlık akşam olunca kaygılı çoban
Kar ile yağmur yağınca çakmaklı çoban
Sütü, peyniri bol kaymaklı çoban
Kazan Beyin penceresi altın otağlarını biz yıkmışız, tavla tavla koç atlarına biz binmişiz, katar katar kızıl devesini biz yedekte çekmişiz, kocalmış anasını biz getirmişiz, zengin hazinesini, bol akçasını biz yağmalamışız, kaza benzer kızı gelini biz esir etmişiz, kırk yiğidi ile Kazanın oğlunu biz getirmişiz, kırk ince belli kız ile Kazanın karısını biz getirmişiz, bre çoban uzağından yakınından beri gel, baş indirip bağır bas, bize selâm ver, öldürmeyelim, Şökli Melike seni itelim, sana Beylik alı verelim.»
Çoban :
«Boş yere konuşma bre itim kâfir
İtim ile bir yalakta bulaşığımı içen azgın kâfir
Altındaki alaca atını ne öğersin
Alaca başlı keçi m kadar gelmez bana
Başındaki tulganı ne öğersin köpek kâfir
Basımdaki börküm kadar gelmez bana
Altmış tutam gönderini n e öğersin lanetlenmiş kâfir
Kızılcık değneğim kadar gelmez bana
Kılıcını ne öğersin bre kâfir
Eğri başlı çomağım kadar gelmez bana
Sadağında doksan okunu ne öğersin bre kâfir
Ala kollu sapanım kadar gelmez bana
Uzağından yakınında beri gel
Yiğitlerin darbesini gör öyle geç»
O ânda kâfirler at teptiler, ok serptiler.
Yiğitler yiğidi Karacuk Çoban sapanının ayasına taş koydu attı . Birin i atınc a ikisini üçünü yıktı, ikisini atınca üçünü dördünü yıktı. Kâfirlerin gözüne korku düştü. Karacuk Çoban, kâfirin üç yüzünü sapan taşı ile yere serdi. İki kardeşi okla vuruldu, şehit oldu. Çobanın taşı tükendi, koyun demez keçi demez, sapanının ayasına koyar atar, kâfiri yıkar. Kâfirin gözü korktu . Dünya âlem kâfirin başına karanlık oldu; erişip yetişmesin bu çoban bizim hepimizi öldürür mü öldürür dediler, durmayıp kaçtılar .
Çoban şehit olan kardeşlerini Hakka teslim etti, kâfirlerin leşinden bir büyük tepe yığdı; çakmak çakıp ateş yaktı ve kepeneğinden kül yapıp yarasına bastı, yolun kenarına geçip oturdu, ağladı sızladı.
Der: «Salur Kazan, Bey Kazan, ölü müsün diri misin, bu işlerden haberin yok mudur?»
Meğer Hânım o gece güçlü Oğuzun devleti, Bayındır Hânın güveyisi, Ulaş oğlu Salur Kazan kara kaygılı düş gördü. Sıçradı ayağa kalktı: «Bilirmisin kardeşim Kara Göne, düşümde ne göründü? Kara kaygılı bir düş işte… gördüm, yumruğumda çırpınan benim şahin kuşumu ölüyor gördüm; ak otağımın üzerine gökten yıldırım çakıyor gördüm, kuduz kurtlar evimi dişleyip yırtıyor gördüm, kargı gibi kara saçımı uzuyor gördüm, uzanara k gözümü örtüyor gördüm, bileğimden on parmağımı kanda gördüm, ne vakit ki bu düşü gördüm , ondan beri aklımı fikrimi toplayamıyorum, Hân kardaş benim bu düşümü yor bana» dedi. Kara Göne: «Kara bulut dediğin senin devletindir, kar ile yağmur dediğin senin askerindir, saç kaygıdır, kan kötülüktür, geri kalanını yoramam , Allah yorsun» dedi. Böyle söyleyince Kazan : «Benim avımı bozma, askerimi dağıtma, ben bugün konur atı tepiklerim, üç günlük yolu bir günde alırım, öğle olmadan yurdumun üstüne varırım, eğer sağdır esendir, akşam olmadan gene ben sana gelirim, yurdum eğer sağ değilse başınızın çâresine bakın, ben artık gittim» dedi.
Konur atını kamçıladı. Kazan Bey yola düştü. Gele gele yurdunun üzerine geldi. Gördü ki uçanlardan kuzgun kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış. Kazan Bey burada yurt ile haberleşmiş, görelim Hânım ne haberleşmiş:
Evim obam, benim ortak yurdum
Yaban eşeği ile yaban geyiğine komşu yurdum
Alaca atlı kâfir görmemiş yurdum
Seni düşman nereden dalamış güzel yurdum
Ak otağların dikildiği toprak yalnız
Kocamış anamın oturduğu yer ıssız
Oğlum Uruzun ok attığı tahta hüzünlü
Oğuz Beylerinin at sürdüğü meydan bomboş
Kara mutfaktan arta kalan ocak öksüz
Bu durumu böylece gördüğünde Kazanın kara çekik gözleri kan yaş doldu, kan damarları kaynadı, kara bağrı sarsıldı. Konur atını tepikledi, kâfirin geçtiği yola düştü gitti.
Kazanın önüne bir su geldi. Kazan: «Su Hak yüzünü görmüştür, ben bu su ile haberleşeyim» diye düşündü. Görelim Hânım nice haberleşti:
Çağnam çağnam kayalardan çıkan su
Kocaman gemileri oynatan su
Hasan ile Hüseyinin özlediği su
Bağı bostanı süsleyen su
Âyişe ile Fâtımanm bakışı su
Şahbaz atların gelip içtiği su
Ak koyunların gelip çevresinde yattığı su
Yurdumun haberini bilir misin söyle bana Kara başım kurban olsun suyum sana Susarsan kötü söylerim sana
Su nasıl haber versin? Lâf işte, geçti gitti; bu sefer bir kurda rastladı. «Kurt yüzü kutsaldır, kurt ile bir haberleşeyim» diye düşündü. Görelim Hânım nasıl haberleşti:
Karanlık akşam olunca günü doğan
Kar ile yağmur yağınca er gibi duran
Kara koç atlar gördüğünde kişneştiren
Kızıl deve gördüğünde kükreştiren
Akça koyun gördüğünde kuyruk çarpıp kamçılayan
Yağlıca tekeyi görünce kapıp kaçırıveren
Arkasını vurup berk ağılın ardım söken
Karma toklunun semizini alıp yutan
Kanlı kuyruğunca yüzüp çap çap yutan
Uluması korkunç köpeklere kavga salan
Çakmaklıca çobanları geceleyin koşturan
Yurdumun haberini bilir misin söyle bana
Kara başım kurban olsun kurdum sana
Susarsan lanet ederim sana
Kurt nasıl haber versin? Kurttan da geçti. Karacuk Çobanın kara köpeği Kazanın karşısına geldi. Kazan kara köpek ile haberleşti, görelim Hânım ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca vaf vaf üren
Acı ayran dökülünce çap çap içen
Gece gelen hırsızları korkutan
Korkutarak şama taşıyla ürküten
Yurdumun haberini bilir misin söyle bana
Kara başımın sağlığında iyilikler edeyim köpek sana
Köpek nasıl haber versin? Köpek Kazanın atının ayağına çap çap düşer, sin sin sinler. Kazan bir sopa ile köpeği vurdu, köpek çekildi geldiği yola gitti. Kazan köpeği izleyerek Karacuk Çobanın bulunduğu yere geldi. Çobanı gördüğünde haberleşti, görelim Hânım ne haberleşti:
Karanlık akşam olunca kaygılı çoban
Kar ile yağmur yağınca çakmaklı çoban
Ünümü anla sözümü dinle
Alaca atlı kara kâfir konduğu yeri yağmalamış
Ak otağım surdan geçmiş gördün mü söyle bana
Kara başım kurban olsun çoban sana
Çoban
Bre aklı azmış devleti düşmüş
Kara kaygılar başına üşüşmüş
Ölmüş müydün yitmiş miydin a Kazan
Nerde geziyordun neredeydin a Kazan
Alaca atlı kara kâfir konağını yağmalamış, neyin var neyin yok ise tutsak etmiş; dün, yok önceki gün, evin burdan geçti. Kocamış anan kara deve boynunda asılı geçti. Kırk ince belli kızı ile karıcığın boyu uzun Burla Hatun kâfirlerin önünde ağlayarak surdan geçti. Kırk yiğit ile oğlun Uruz başı açık yalın ayak kâfirlerin yanınca esir gitti. Tavla tavla koç atlarına kâfir binmiş. Katar katar develerini kâfir yedekte çekmiş. Altın akçe, bol hazineni kâfir almış.» diyince Kazan âh etti, aklı başından gitti, dünya âlem gözüne karanlık oldu.
«Ağzın kurusun çoban, dilin çürüsün çoban, Hak Taâlâ senin alnına kara yazsın çoban» dedi. Kazan bey böyle söyleyince Çoban dedi ki:
«Ne kızıyorsun bana ağam Kazan
Yoksa göğsünde yok mudur iman
Altı yüz kâfir de benim üzerime geldi, iki kardeşim şehit oldu, üç yüz kâfir öldürdüm gazi oldum, ne semiz koyun ne zayıf toklu, senin kapından kâfirlere tek bir koyun vermedim, üç yerden yaralandım, kara başım bunaldı, yalnız kaldım, suçum bu mudur?» Çoban yine der:
Konur atını ver bana
Altmış tutam mızrağını ver bana
Apalaca kalkanını ver bana
Kara polat öz kılıcını ver bana
Sadağında seksen okunu ver bana
Ak kirişli sert yayını ver bana
Kâfire ben vurayım
Yeniden doğanını öldüreyim
Yemin ile alnımın kanını ben sileyim
Ölürsem senin uğruna ben öleyim
Allah Taâlâ kor ise evini ben kurtarayım.
Çobanın bu sözleri Kazan’ın ağırına gitti, tuttu yürüyüverdi. Çoban da Kazanın ardından yetişti. Kazan döndü baktı: «Oğul çoban nereye gidiyorsun?» dedi. Çoban: «Ağam Kazan sen evini almağa gidiyorsun, ben de kardeşimin kanını almağa gidiyorum» dedi. Böyle söyleyince, Kazan: «Oğul çoban karnım açtır, bir şeyin var mıdır yemeğe» dedi. Çoban:
«Evet ağam Kazan, geceden bir kuzu pişirmişimdir, gel bu ağaç dibinde inelim yiyelim» dedi. İndiler, çoban dağarcığı çıkardı, yediler.
Kazan düşündü: «Eğer çoban ile varacak olursam güçlü Oğuz Beyleri benim başıma kakınç olurlar, çoban yanında olmasa Kazan kâfiri yenemezdi derler.» dedi.
Kazan gayret geldi. Çobanı bir ağaca sara sara sıkıca bağladı, kalktı yürüyüverdi. Çobana «Bre Çoban karnın acıkmamışken, gözün kararmamışken bu ağacı koparmağa bak, yoksa seni burda kurtlar kuşlar yer» dedi.
Karaca Çoban zorladı, koca ağacı köküyle kökeniyle kopardı, arkasına aldı. Kazanın ardına düştü . Kazan baktı gördü çoban ağacı arkasına almış geliyor. Kazan der: «Bre çoban bu ağaç ne ağaçtır?» Çoban: «Ağam Kazan bu ağaç o ağaçtır ki sen kâfiri tepelersin, karnın acıkır, ben sana bu ağaç ile yemek pişiririm» dedi. Kazana bu söz hoş geldi. Atından indi, Çobanın ellerini çözdü, alnından bir öptü. «Allah benim evimi kurtaracak olursa seni tavlacı başı eyleyeyim» dedi. İkisi birlikte yola düştüler .
Beri yandan Şökli Melik kâfirlerle şen şakrak yeyip içip oturuyordu. «Beyler biliyor musunuz Kazana nasıl acı çektirmek gerek, boyu uzun Burla Hatununu getirip içki sundurmak gerek» dedi.
Yakınlarında bir yerde Burla Hatun yanında kız ve oğlu Uruz ile kapatılmıştı. Boyu uzun Burla Hatun Şökli Melik’in sözlerini işitti, yüreği yandı, canına ateşler düştü. Kırk ince belli kızın içine girdi, öğüt verdi. «Hanginize yapışırlar, Kazanın Hatunu hanginizdir diye sorarlarsa kırk yerden ses veresiniz» dedi.
Şökli Melikten adam geldi: «Kazan Beyin hatunu hanginizdir» dedi. Kırk yerden ses geldi, hangisidir bilmediler.
Kâfirlere haber verdiler:
«Birine yapıştık, kırk yerden ses geldi, bilmedik hangisidir?» dediler.
Kâfir: Bre Kazanın oğlu Uruzu çekin çengele asın, kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma pişirin kırk Bey kızına iletin, kim ki yedi o değil, kim ki yemedi odur, alın gelin bize şakilik etsin» dedi. Boyu uzun Burla Hatun bu sözü de duydu; oğlunun yamacına geldi, çağırıp oğluna söyler, görelim Hânım ne söyler.
Oğul oğul ay oğul
Beğim oğul gözüm oğul
Bilir misin neler oldu
Söyleştiler fısıl fısıl
Kâfirin niyetini duydum
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
Oğul oğul ay oğlu
Dokuz ay dar karnımda taşıdığım oğul
On ay diyince dünyaya getirdiğim oğul
Dolaması altın beşikte beklediğim oğul
Beşiklere beleyip ak südümü emzirdiğim oğul
Kâfirler bu sefer çok kötü düşündüler!
Kazan oğlu Uruzu hapisten çıkarın, boğazından urgan ile asın, iki küreğinden çengele takın, kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk Bey kızma iletin, kim ki yedi o değil, kim ki yemedi o Kazanın Hatunudur, çekin döşeğimize getirelim içki sunduralım demişler. Senin etinden oğul yiyeyim mi, yoksa dini bozuk kâfirin döşeğine gireyim mi, baban Kazanın namusuna kara süreyim mi; nicedeyim oğul hey?» dedi.
Uruz:
«Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana, ana hakkı Tanrı hakkı olmamış olsaydı kalkarak yerimden doğrulaydım, yakan ile boğazından tutaydım, ayağımın altına alaydım, ak yüzünü kara yere tepeydim, ağzın ile burnundan kan fışkırtaydım, can tatlılığını sana göstereydim, bu nasıl sözdür? Sakın kadın ana benim üzerime gelmeyesin, benim için ağlamayasın bırak beni kadın ana çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler kara kavurma etsinler kırk Bey kızının önüne iletsinler, onlar bir yediğinde sen iki ye, seni kâfirler bilmesinler duymasınlar, ta ki dini bozuk kâfirin döşeğine varmayasın, içkisini sunmayasın, babam Kazanın namusuna kara sürmeyesin, sakın» dedi. Oğlu böyle deyince gözünün yaşı boncuk boncuk döküldü. Boyu uzun, beli ince Burla Hatun boynu ile kulağını tuttu düştü, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu.
«Oğul! Oğul!» diyerek inim inim inledi, ağladı: Uruz:
«Kadın ana karşıma geçip ne böğürüyorsun
Ne bağırırsın ne ağlarsın
Bağrım ile yüreğimi ne dağlarsın
Geçmiş benim günümü ne hatırlarsın
Hey ana arap atlar olan yerde
Bir tayı olmaz mı olur
Kızıl develer olan yerde
Bir deve yavrusu olmaz mı olur
Akça koyunlar olan yerde
Bir kuzucağızı olmaz mı olur
Sen sağ ol kadın ana babam sa ğ olsun
Bir benim gibi oğul bulunmaz mı?»
dedi. Böyle deyince anasının kararı kalmadı, yürüyü verdi, kırk ince belli kızın içine girdi.
Kâfirler Uruzu alıp kesim çengelinin dibine getirdiler. Uruz:
Bre kâfir aman
Tanrının birliğine yoktur güman
«Bırakın beni, bu ağaç ile söyleşeyim» dedi. Çağırıp ağaca söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç
Mekke ile Medinenin kapısı ağaç
Musa Kelimin asası ağaç
Büyük büyük surların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Erlerin şahı Alinin Düldülünün eyeri ağaç
Zülfikârın kını ile kabzası ağaç
Şah Hasan ile Hüseyinin beşiği ağaç
Erin de avradın da korkusu ağaç
Başına doğru bakar olsam başsız ağaç
Dibine doğru baksam dibsiz ağaç
Beni sana asacaklar, taşıyamaz ol…
Taşırsan, dalın kopmazsa yiğitliğimin âhı seni tuk sun ağaç
Bizim elde olmalıydın ağaç
Kara Hindu kullarıma buyuraydım
Seni parça parça doğruyalardı ağaç
Sustu; bir daha söyledi:
Tavla tavla bağlanırken atıma yazık
Kardeş diye beslerken yoldaşıma yazık
Yumruğumda çırpmırken şahin kuşuma yazık
Koştuğu anda tutan tazıma yazık
Beyliğe doymayan kendime yazık
Yiğitlikten usanmayan canıma yazık.
Deyip yüzünü Hakka döndürdü Yüce Peygamberden yardım diledi; ağladı. Yumru yumru göz yaşı döküp ağladı, yanık ciğerciğini dağladı.
Bu sırada sultanım, Salur Kazan ile Karacuk Çoban dört nala yetişti. Çobanın sapanının ayası, üç yaşında dana derisinden yapılma idi; sapanın kolları üç keçinin kıllarından örülmüş idi; çatlayıcısı bir keçinin kılından örülmüştü..
Her atışta on iki batman (Bir batman 8 kg.dır.) taş atardı. Attığı taş yere düşmezdi, yere dahi düşse toz gibi savrulurdu, ocak gibi oyulurdu. Taşın düştüğü yerin otu üç yıl bitmezdi. Semiz koyun zayıf toklu bayırda kalsa, kurt gelip yemezdi sapanının korkusundan. Öyle olunca sultanım, Karacuk Çoban sapan çatlattı, dünya âlem kâfirin gözüne karanlık oldu. Kazan «Karacuk Çoban anamı kâfirden dileyeyim, at ayağı altında kalmasın» dedi. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazan kâfire çağırıp söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Bre Şökli Melik
Penceresi altın otağlarımı getirmişsin
Sana gölge olsun
Ağır hâzinemi bol akçemi getirmişsin
Sana harçlık olsun
Kırk ince belli kız ile Burla Hatunu getirmişsin
Sana esir olsun
Kırk yiğit ile oğlum
Uruzu getirmişsin
Kulun olsun
Tavla tavla koç atlarımı getirmişsin
Sana binek olsun
Katar katar develerimi getirmişsin
Sana kervan olsun
Kocamış anamı getirmişsin
Bre kâfir ak sütünü içtiğim örme saçlı anamı ver bana
Savaşmadan vuruşmadan çekileyim
Geri döneyim gideyim bunu böyle bil
Kâfirler cevap verdiler:
«Bre Kazan
Penceresi altın otağını getirmişsiz
Bizimdir
Kırk ince belli kız ile
Boyu uzun Burla Hatunu getirmişiz
Bizimdir
Tavla tavla koç atlarını
Katar katar develerini getirmişiz
Bizimdir
Kocamış ananı getirmişiz
Bizimdir
Sana vermeyiz,
Yayhat Keşiş oğluna veririz,
Yayhat Keşiş oğlundan oğlu doğar, biz onu sana hasım koruz» dediler. Çoban hiddetlendi, dudakları kabardı:
Bre itim kâfir
Bre dini yok akılsız kâfir
Aklı yok derneksiz kâfir
Karşı yatan karlı kara dağlar yaşlanmıştır otu bitmez
Kanlı kanlı ırmakları kocamıştır suyu gelmez
Şahbaz şahbaz atların beli bükülmüştür tay vermez
Kızım kızıl develer çökmüştür yavru vermez
Bre kâfir
Kazan Beyin anası iki büklümdür oğul vermez dölünü almaktan sefan var ise Şökli Melik, kara gözlü kızın var ise, getir Kazana ver, bre kâfir senin kızından oğlu doğsun, siz onu Kazan Beğe hasım kovasınız» dedi.
Bu sırada güçlü Oğuz Beyleri yetişti. Hânım görelim kimler yetişti: Kara Dere ağzında doğmuş, kara deve derisinden beşiğinin örtüsü olan öfkesi tutunca kara taşı kül eyleyen, bıyığını ensesinde yedi yerden düğümleyen, yiğitler ejderhası, Kazan Beyin kardeşi Kara Göne dört nala yetişti.
«Çal kılıcını kardaş Kazan yettim!» dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Demir Kapı Derbendindeki demir kapıyı tepip alan, altmış tutam alaca gönderinin ucunda er böğürten, Kazan gibi bir yenilmez yiğidi üç kere attan düşüren Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar dörtnala yetişti: «Çal kılıcını ağam Kazan yettim!» dedi.
Bunun ardınca Hânım görelim kimler yetişti: Hemid ile Merdin kalesini tepip yıkan, demir yaylı Kapçak Melike kan kusturan, gelerek Kazanın kızını erlik ile alan, Oğuzun ak sakallı ihtiyarlarının görünce o yiğidi baş tacı ettiği, al ipekten şalvarlı, atı yanar döner püsküllü Kara Göne oğlu Kara Budak dört nala yetişti. «Çal kıkcını ağam Kazan yettim» dedi.
Bunun ardınca görelim Hânım kimler yetişti: Aklına esince Bayındır Hanın düşmanını bastıran, altmış bin kâfire kan kusturan, ak boz atının yelesi üstünde kar durduran, Gaflet Koca oğlu Şîr Şemseddin dört nala yetişti, «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim!» dedi.
Bunun ardına Hânım görelim kimler yetişti: Yaban horozu gibi çalımlı, kartal hünerli, sıvama gümüşten kırma kumaş, kulağı altın küpeli, yenilmez Oğuz Beylerini bir bir atından yıkıcı, Kazdık Koca oğlu Bey Yigenek dört nala yetişti: «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim!» dedi.
Bunun ardınca görelim Hânım kimler yetişti: Parasarın Bayburt Hisarından fırladığı anda uçan, apalaca gerdeğine karşı gelen, yedi kızın umudu, güçlü Oğuz Beylerinin imrencesi, Kazan Beyin sağ kolu, boz aygırlı Beyrek dört nala yetişti: «Çal kılıcını, Ağam Kazan yetiştim.» dedi.
Bunun ardınca görelim Hânım kimler yetişti: Altmış toklu derisinden, kürk eylese topuklarım örtmeyen, altı toklu derisinden külah etse kulaklarını örtmeyen, kolu budu irice, uzun baldırları ince, Kazan Beyin dayısı, at ağızlı Aruz Koca dört nala yetişti: «Çal kılıcını beyim Kazan, yettim.» dedi.
Bunun ardınca görelim kimler yetişti: Mekke’ye gidip Peygamberin yüzünü gören döndüğünde Oğuzun Sahabesi olan, öfkelenince bıyıklarından kan çıkan, bıyığı kanlı Bügdüz Emen dört nala yetişti. «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim» dedi.
Bunun ardınca kimler yetişti: «Kâfirleri it ardına bırakıp horlayan, yurttan çıkıp Aygır Gözler suyunda at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan, Ak Melik Çeşme kızını nikahlayan, Sofu Sandal Melike kan kusturan, kırk cübbe bürünüp otuz yedi kale beyinin dilber kızlarını çalıp bir bir boynunu okşayan, yüzünden dudağından öpen, Eylik Kocaoğlu Alp Eren, dört nala yetişti: «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim.» dedi.
Sayılmakla Oğuz Beylerinin sonu gelmez, hep yetiştiler. An sudan abdest aldılar, ak ahnlannı yere kodular, iki rekât namaz kıldılar. Adı güzel Muhammede salâvat getirdiler, düşünmeden kâfire at saldılar, kılıç çaldılar. Gümbür gümbür davullar dövüldü, burması altın tunç borular çalındı. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün alçaklar sapa yer gözetti. O gün bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Başlar kesildi top gibi. Şahbaz şahbaz atlar koştu, nalı düştü. Alaca alaca gönderler saplandı. Kara çelik öz kılıçlar çalındı, ağzı düştü. Üç kanatlı kayın oklar atıldı, temreni düştü. Kıyametin bir günü o gün oldu. Bey nökerinden, nöker beyinden aynldı.
Dış Oğuz beyleri ile Deh Dündar sağdan vurdu. Cilasun yiğitlerle Kara Göne oğlu Deli Budak soldan vurdu. İç Oğuz beyleri ile Kazan doğrudan yüklendi, Şökli Melikin üstüne at sürdü, Şökli Meliki böğürderek attan yere düşürdü, derhal karabaşını tutup kesti, parçalayarak alca kanını yeryüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tüken Melike Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar karşı geldi, sağ yanını kılıçladı, yere düşürdü. Sol tarafta Buğacık Melike Kara Göne oğlu Deli Budak karşı geldi, altı dilimli gürz ile tepesine yıldırım gibi vurdu dünya âlem gözüne karanlık oldu, at boynunu kucakladı, yere düştü. Kazan Beyin kardeşi kâfirin tuğu ile sancağını kılıçladı yere düşürdü. Derelerde tepelerde kâfire kırgın girdi leşine kuzgun üşüştü. On iki bin kâfir kılıçtan geçti. Beş yüz Oğuz yiğitleri şehit oldu. Kaçanını Kazan Bey kovalamadı, aman diyenini öldürmedi. Yenilmez Oğuz Beyleri ganimet aldı.
Kazan Bey ordusunu çoluğunu çocuğunu, hazinesini aldı geri döndü. Altın tahtında yine evini dikti. Karacuk Çobanı tavlacı başı eyledi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk baş kul ile odalıklardan olma kırk cariye çocuğuna Uruz’un basma hürriyetini verdi. Koç yiğitlere çok ülke verdi; şalvar, cübbe, çuha verdi. Dedem Korkut gelerek destan söyledi, deyiş dedi, bu Oğuz nameyi düzdü koştu, böyle dedi:
Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Ölümlü dünya kime kaldı
Gelindi gidimli dünya
En son ucu ölümlü dünya
Dua edeyim Hanım: Karlı dağların yıkılmasın. Gölgeli ulu ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kadir Tanrı seni kötülere el açtırmasın. Koşar iken ak boz atın tökezlenmesin; Vuruşunca kara Çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca gönderin ufanmasın. Aksakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Son nefeste imandan ayırmasın. Âmin diyenler Tanrının yüzünü görsün. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Allahın verdiği umudu kesilmesin. Derlesin toplasın günahımızı adı güzel Muhammed Mustafa yüzü suyuna bağışlasın Hânım hey!…
-
KAM PÜRENİN OĞLU BAMSI BEYREK :
Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üstüne ak otağını diktirmişti. Ala sayvanı gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek seccade döşenmişti. îç Oğuz, Dış Oğuz beyleri Bayındır Hanın sohbetine toplanmıştı. Pay Püre Bey de Bayındır Hanın sohbetine gelmişti.
Bayındır Hanın karşısında Kara Göne oğlu Kara Budak yayına dayanıp durmuştu. Sağ yanında Kazan oğlu Uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Pay Püre Bey bunları gördüğünds âh eyledi, başından aklı gitti, mendilini eline aldı, böğüre böğüre ağladı.
Böyle edince, yenilmez Oğuzun koruyucusu, Bayındır Hanın güveyisi Salur Kazan kaba dizinin üzerine çöktü, gözünü dikerek Pay Püre Beyin yüzüne baktı: «Pay Püre Bey ne ağlayıp döğünürsün?» dedi. Pay Püre Bey de: «Han Kazan nasıl ağlamayayım, nasıl döğünmiyeyim, oğulda nasibim yok, kardaşda kaderim yok, Allah Taâlâ bana kara yazmış; Beyler, tacım tahtım için ağlarım, bir gün gelecek düşeceğim öleceğim; yerimde yurdumda kimse kalmayacak» dedi. Kazan der: «Bütün arzun bu mudur?» Pay Püre Bey der:
«Evet budur, benim de oğlum olsa, Han Bayındırın karşısma geçse dursa, hizmet eylese, ben de baksam sevinsem, kıvansam, güvensem.
Böyle deyince yenilmez Oğuz Beyleri yüzlerini göğe tuttular, el kaldırıp duâ eylediler, «Allah Taâlâ sana bir oğul versin» dediler. O zamanda beylerin iyi de dileseler kötü de dileseler duaları kabul olunurdu.
Pay Piçen Bey de yerinden kalktı, der: «Beyler benim de hakkıma bir dua eyleyin. Allah Taâlâ bana da bir kız versin» dedi. Kudretli Oğuz beyleri el kaldırdılar dua eylediler: «Allah Taâlâ sana da bir kız versin» dediler. Pay Piçen Bey:
«Beyler, Allah Taâlâ bana bir kız verecek olursa, siz tanık olun, benim kızım Pay Püre Beyin oğluna beşik kertme yavuklu olsun» dedi.
Bunun üzerine bir kaç zaman geçti. Allah Taâlâ Pay Püre Beye bir oğul, Pay Piçen Beye bir kız verdi. Kudretli Oğuz Beyleri bunu işittiler şâd olup sevindiler. Pay Püre Bey bezirganlarını yanma çağırdı, buyruk etti: «Bre bezirganlar, Allah Taâlâ bana bir oğul verdi, varın Rum eline benim oğlum için güzel armağanlar getirin, benim oğlum büyüyünceye kadar…» dedi.
Bezirganlar gece gündüz yol gittiler. İstanbul’a geldiler. Birbirinden güzel, eşi bulunmaz armağanlar aldılar. Pay Pürenin oğlu için bir deniz tayı ( Efsaneye göre denizden yüzüp gelen bir aygır ile çayırda otlayan bir kısraktan olma soylu at; bu soydan doğma taylar.
) boz aygır aldılar, bir ak kirişli sert yay aldılar, bir de altın dilimli gürz aldılar. Yol hazırlığını yaptılar.
Pay Pürenin oğlu beş yaşına girdi, beş yaşından on yaşına girdi, on yaşından onbeş yaşına girdi. Yaban horozu gibi çalımlı, kartal hünerli bir güzel alımlı yiğit oldu.
O zamanda bir oğlan baş kesmese kan dökmese ad koymazlardı. Pay Püre Beyin oğlu atlandı, ava çıktı. Av avlarken babasının tavlasının üzerine geldi. Tavlacı başı karşıladı, indirdi misafir etti. Yiyip içip oturuyorlardı. Beri yandan da bezirganlar gelerek Kara Derbent ağzına konmuşlardı. Yetişmesin töremesin Evnük Kalesinin kâfirleri bunları casusladı.
Bezirganlar yatarken ansızın beş yüz kâfir saldırdılar, vurdular, yağmaladılar. Bezirganın büyüğü tutuldu, küçüğü kaçarak Oğuza geldi.
Baktı gördü Oğuzun sınırında bir ala sayvan dikilmiş, bir Bey oğlu güzel yiğit kırk yiğitle, oturuyorlar. «Oğuzun bir güzel yiğidi ancak, yürüyeyim, yardım isteyeyim» dedi.
Bezirgan: «Yiğit yiğit bey yiğit, sen benim ünümü anla sözümü dinle, on altı yıl önce Oğuz içinden gitmiştik. Birbirinden güzel kâfir malını Oğuz Beylerine getiriyorduk. Pasi- nin Kara Derbend ağzına göğüs vermiş idik; Evnük Kalesinin beş yüz kâfiri üzerimize saldırdı, kardeşim esir oldu, malımızı rızkımızı yağmaladılar geri döndüler, kara başımı kaldırdım sana geldim, kara başının sadakası yiğit yardım et» dedi.
Bu defa oğlan şarap içerken içmez oldu, altın kadehi elinden yere çaldı: «Ne diyorsam yetiştirin, giyimim ile benim koç atımı getirin hey, beni seven yiğitler binsinler» dedi. Bezirgan önlerine düştü, kılavuz oldu.
Kâfir de inerek bir yerde akçe bölüşmekteydi. Bu sırada yiğitler meydanının arslam, pehlivanların kaplanı boz oğlan yetişti. Bir iki demedi, kâfirlere kılıç vurdu, baş kaldıran kâfirleri öldürdü, gazâ eyledi, bezirganların malını kurtardı.
Bezirganlar: «Bey yiğit bize sen erlik işledin, gel şimdi beğendiğin maldan al» dediler. Yiğidin gözü bir deniz yayı boz aygın tuttu, bir de altı dilimli gürzü bir de ak kirişli yayı tuttu. Bu üçünü beğendi. «Bre bezirganlar bü aygın ve sonra bu yayı ve bu gürzü bana verin» dedi. Böyle deyince bezirganlar bozuldu. Yiğit: «Bre bezirganlar çok mu istedim?» dedi. Bezirganlar:
«Niye çok olsun, amma bizim Beyimizin bir oğlu vardır, bu üç şeyi ona armağan götürmemiz gerek idi» dediler. Oğlan der: «Bre Beyinizin oğlu kimdi?» «Pey Pürenin oğlu vardır, adına Bamsı derler» dediler. Pay Pürenin oğlu olduğunu bilemediler. Yiğit parmağını ısırdı. «Burda minnetle almaktansa, orda babamın yanında minnetsiz almak,daba iyidir» diye düşündü. Atını kamçıladı yola çıktı. Bezirganlar ardından baka kaldılar; «Vallab güzel yiğit, erdemli yiğit» dediler.
Boz oğlan babasının evine geldi. Babasına haber verildi Bezirganlar geldi diye. Babası sevindi, çadır, otağ, ala sayvan diktirdi, ipek seccadeler serdi, geçti oturdu. Oğlunu sağ yanma aldı. Oğlan Bezirganlar ile ilgili hiç bir söz söylemedi, kâfirleri öldürdüğünden sözetmedi.
O sırada Bezirganlar geldiler. Baş indirip selâm verdiler. Gördüler ki Yiğit o Yiğit; baş kesmiştir, kan dökmüştür, Pay Püre Beyin sağında oturuyor. Bezirganlar yürüdüler Yiğidin elini öptüler. Bunlar böyle edince Pay Püre Beyin hiddeti tuttu, Bezirganlara: «Bre densizler edepsizler! Baba dururken oğul eli mi öperler?» diye çıkıştı. «Hânım, bu yiğit senin oğlun mudur?» «Evet benim oğlumdur» dedi. Bezirganlar: «Şimdi incinme Hânım önce onun elini öptüğümüze, eğer senin oğlun olmasaydı bizim malımız Gürcistanda gitmişti, hepimiz esir olmuştuk» dediler. Pay Püre Bey de:
«Bre, benim oğlum baş mı kesti kan mı döktü?» diye şaştı.
«Evet baş kesti, kan döktü, adam devirdi» dediler.
«Bre, bu oğlana ad koyacak kadar var mıdır» dedi.
«Evet sultanım, fazladır» dediler.
Pay Püre Bey kudretli Oğuz beylerini çağırdı misafir etti. Dedem Korkut geldi, oğlana ad koydu.
Ünümü anla sözümü dinle
Pay Püre Bey
Allah Taâlâ sana bir oğul vermiş uzun yaşatsın
Ak sancak kaldırınca
Müslümanlar arkası olsun
Karşı yatan kara karlı dağlardan aşar olsa
Allah Taâlâ senin oğluna güç versin
Kanlı kanlı sulardan geçer olsa geçit versin
Kalabalık kâfire girince
Allah Taâlâ senin oğluna fırsat versin
Sen oğlunu Bamsam, diye okşarsm
Bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun
Adını ben verdim yaşını Allah versin
dedi. Kudretli Oğuz beyleri el kaldırdılar dua eylediler;
«Bu ad bu Yiğitde kutlu olsun» dediler. Beyler hep ava gitti. Boz aygırını çektirdi. Beyrek bindi. Ala Dağa ava çıktı.
Birdenbire Oğuzun üzerine bir sürü geyik geldi. Bamsı Beyrek birini kovalayıp gitti. Kovalaya kovalaya bir yere geldi, ne gördü? Sultanım gördüğü şu: Yemyeşil çayırın üzerine bir kırmızı otağ dikilmiş. «Yârap bu otağ kimin ola?» dedi. Haberi yok ki alacağı elâ gözlü kızın otağı olsa gerek. Bu otağın üzerine varmak istemedi. «Ne olursa olsun, hele ben avımı alayım» dedi. Otağın önünde yetiştiği geyiği vurdu. Baktı gördü bu otağ Banu Çiçek otağı imiş ki Beyreğin beşik kertme nişanlısı, adaklısı idi.
Banu Çiçek otağdan bakıyordu: «Bre dadılar, bu babadan densiz, görgüsüz Adam bize erlik mi gösteriyor?» dedi; «Varın bundan pay isteyin, görün ne der.»
Kısırca Yenge derler bir hatun var idi, ileri vardı pay diledi: «Hey hey yiğit, bize de bu geyikten pay ver» dedi. Beyrek:
«Bre dadı, ben av a değilim, Bey oğlu Beyim, hepsi size» dedi;
«Amma sormak ayıp olmasın bu otağ kimindir» Kısırca Yenge der: «Bey yiğidim, bu otağ Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçeğindir» dedi, Bunun üzerine Hânım, Beyreğin kanı kaynadı, edeple usul usul geri döndü.
Kızlar geyiği alıp güzeller şâhı Banu Çiçeğin önüne getirdiler. Baktı gördü ki bir sultan semiz yaban geyiğidi, Banu Çiçek: «Bre kızlar, bu Yiğit ne yiğittir» diye sordu. Kızlar da:
«Vallah sultanım, bu Yiğit yüzü örtülü güzel yiğittir, Bey oğlu Bey imiş» dediler. Banu Çiçek: «Hey hey dadılar, babam bana ben seni yüzü örtülü Beyreğe vermişim derdi, olmaya ki bu ola, bre çağırın haberleşeyim» dedi.
Çağırdılar. Beyrek geldi. Banu Çiçek yaşmaklandı, haber sordu: «Yiğit, gelişin nerden?» Beyrek: «îç Oğuzdan» dedi, «İç Oğuzda kimin nesisin?» «Pay Püre Bey oğlu Bamsı Beyrek dedikleri benim»
Kız: «Peki ya ne yapmaya geldin yiğit?» dedi.
Beyrek de: «Pay Piçen Beyin bir kızı varmış, onu görmeğe geldim» dedi.
Kız: «O öyle insan değildir ki sana görünsün, amma ben Banu Çiçeğin dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yener- sin» dedi. Beyrek kabul etti! «Pekâlâ, hemen atına bin.»
İkisi atlandılar, meydana çıktılar. At teptiler, Beyreğin atı kızın atını geçti. Ok attılar, Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız: «Bre yiğit benim atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım» dedi.
Beyrek hemen attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine sarmaştılar. Beyrek kaldırır kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyreği yere vurmak ister. Beyrek bunaldı.
«Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme tokuç ( Anadolu’da, çamaşır yıkamak için yapılan ağaçtan yontma bir âlet; tokaç) ederler» diye düşündü. Canını dişine taktı geldi, kavradı kızı sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kızı koçundu. Bu sefer Beyrek kızın ince beline girdi, çengele aldı, arkası üzerine yere yıktı. Kız o zaman: «Yiğit, Pay Piçe- nin kızı Banu Çiçek benim» dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi,
«Düğün kutlu olsun Han Kızı» diye parmağından altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi. «Aramızda bu nişan olsun Hân Kızı» dedi. Kız der: «Madem ki öyle oldu, bundan sonra uzak durmamız gerek Bey oğlu» dedi. Beyrek de «Ne olacak Hânım, baş üzerine» dedi.
Beyrek, Kızdan ayrılıp evlerine geldi. Âksakallı babası karşıladı: «Oğul bugün Oğuzda her zamankinden değişik ne gördün?» diye sordu. Beyrek, cevap verdi: «Ne göreyim, oğlu olan evlendirmiş, kızı olan kocaya vermiş.» «Oğul yoksa seni evlendirmek mi gerek? «Evet ya, ak sakallı aziz baba, evlendirmek gerek.» «Oğuzda kimin kızını alıvereyim?» «Baba bana bir kız alıver ki ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmeli, ben hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle kız alıver baba bana» «Oğul sen kız istemiyorsun, kendine denk bir yoldaş istiyormuşsun, oğul galiba senin istediğin kız Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçektir» «Evet ya, evet ak sakallı, aziz baba benim de istediğim odur.» «Ay oğul Banu Çiçeğin bir deli kardeşi vardır, adına Deli Karçar derler, kız isteyeni öldürür.» «Peki ya nidelim?»
«Oğul kudretli Oğuz Beylerini evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre iş edelim.»
Kudretli Oğuz Beylerinin hepsini çağırdılar, evlerine getirdiler. Yedirdiler içirdiler, saygıda kusur etmediler. Kudretli Oğuz Beyleri dediler: «Bu kızı istemeğe kim varabilir?» Uygun gördüler ki «Dede Korkut varsm» dediler. Dede Korkut kabul etti: «Dostlar, made m ki beni gönderiyorsunuz, biliyorsunuz ki Deli Karçar kız kardeşini isteyeni öldürür, bâri Bayındır Hanın tavlasından yüğrük iki cins at getirtin. Bir keçi başlı kırçıl aygın, bir toklu başlı doru aygın, işin sonunda kaçma kovalama olursa birisine bineyim, birisini yedekte çekeyim» dedi. Dede Korkut’un sözü haklı görüldü. Vardılar Bayındır Hanın tavlasından o iki atı getirdiler. Dede Korkut birine bindi, birini yedekte çekti: «Dostlar sizi Hakka ısmarladım» dedi gitti.
Meğer sultanım, Deli Karçar ak çadınnı, ak otağını kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşlan dikmişler uzağa bir tahtayı, ok atıp duruyorlar, eğleniyorlardı. Dedem Korkut öteden beriye geldi. Baş indirdi, bağır basü, ağız dilden güzel selâm verdi. Deli Kaçar ağzını köpüklendirdi. Dede Korkutu n yüzüne baktı: «Aleykesselâm ey işi gücü azıtmış, kendi şaşkına dönmüş kişi, Yüce Allah ak alnına belâ yazmış! Ayaklıların buraya geldiği yok, ağızların bu suyumdan içtiği yok, sana noldu, yolun yordamını mı şaştı, ecelin mi gefcli, buralarda neylersin?» dedi. Dede Korkut:
«Karşı yatan kara dağını aşmağa gelmişim
Akıntılı güzel suyunu geçmeğe gelmişim
Geniş eteğine dar koltuğuna sığınmağa gelmişim
Tanrının buyruğu ile Peygamberin kavli ile aydan arı, güneşten güzel kız kardeşin Banu Çiçeği Bamsı Beyreğe istemeğe gelmişim» dedi.
Dede Korkut böyle söyleyince Deli Karçah: «Bre ne diyorsam yetiştirin, kara aygın eğerleyip kılıcımla topuzumu getirin» diye haykırdı.
Kara aygırı eğerlediler, istediklerini getirdiler. Deli Kar- ça n bindirdiler. Dede Korkut atını dehlediği gibi durmadan kaçtı. Deli Karçar ardına düştü.
Toklu başlı doru aygır yoruldu. Dede Korkut keçi başlı
kırçıl aygıra sıçradı bindi. Dedeyi kovalaya kovalaya Deli Karçar on tepe aşırdı. Dede Korkudun ardından Deli Karçar erişti. Dedenin feleği şaştı. Tanrıya sığında, Ism-i Aza m Duasını okudu. Deli Karçar kılıcını eline aldı, öfke ile kaldırıp vurmak istedi. Deli Beyin niyeti Dedeyi başından aşağı ikiye biçmek idi. Dede Korkut: «Vurursan elin kurusun» dedi. Hak Taâlânm emri ile Deli Karçarın eli yukarıda asılı kaldı. Çünkü Dede Korkut Evliya gücüne sahip idi, dileği kabul olundu.
Deli Karçar yalvardı:
«Medet amen el aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Sen benim elimi iyileştirirsen
Tanrının buyruğu ile Peygamberin yoluncu ile kız kardeşimi Beyreğe vereyim» dedi. Üç kerre söyletti bu sözü, günâhına tövbe etti. Dede Korkut dua eyledi. Delinin eli Hak emri ile sapa sağlam oldu. Döndü:
«Dede, kız kardeşimin yoluna ben ne istersem verir misin?» diye sordu. Dede de: «Verelim» dedi, «Görelim ne istersin.»
Deli Karçar: «Bin erkek deve getirin dişi deve görmemiş olsun, bin de aygır getirin ki hiç kısrağa aşmamış olsun, bin de koyun görmemiş koç getirin, bin de kuyruksuz kulaksız köpek getirin, bin de pire getirin bana» dedi. «Eğer bu dediğim şeyleri getirirseniz pekâlâ verdim, amma getirmeyecek olur-, san bu sefer öldürmedim, o vakit öldürürüm.»
Dede döndü Pay Püre Beyin evine geldi. Pay Püre Bey sordu:
«Dede, kurt musun,kuzu musun?» Dede: «Kurdum» dedi.
«Peki ya nasıl kurtuldun Deli Karçarın elinden?»
«Allahm büyük yardımı, erenlerin himmeti oldu, kızı aldım.»
Beyreğe ve anasına ve kız kardeşlerine müjdeci geldi, sevindiler, şenlendiler.. Pay Püre Bey: «Deli ne kadar mal istedi?» diye sordu.
«Yetişip töremesin, Deli Karçar öyle mal istedi ki hiç bitmez.»
«Hele ne istedi?»
«Bin aygır istemiştir ki hiç kısrağa aşmamış olsun, bin de erkek deve istedi ki dişi deve görmemiş olsun, bin de koç istemiştir koyun görmemiş olsun, bin de kuyruksuz kulaksız köpek istedi, bin de ufacık karacık pireler istedi. Bu şeyleri getirecek olursanız kız kardeşimi veririm, getirmeyecek olursan gözüme görünmeyesin, yoksa seni öldürürüm.»
«Dede ben üçünü bulursam ikisini sen bulur musun?»
«Evet Hânım bulayım.»
Pay Püre Bey: «Şimdi Dede, köpek ile pireyi sen bul» dedi.
Sonra, kendisi tavla tavla atlarına vardı; bin aygır seçti, develerine vardı bin erkek deve seçti, koyunlarına vardı bin koç seçti. Dede Korkut da bin kuyruksuz kulaksız köpek ile bin de pire buldu. Alıp bunları Deli Karçara gitti.
Deli Karçar işitti karşı geldi, göreyim dediğimi getirdiler mi decb\ Aygırları görünce beğendi, develeri gördüğünde beğendi, koçları beğendi, köpekleri görünce kah kah güldü, Sordu: «Dede ya hani benim pirelerim?» Dede Korkut: Pireleri bir ağıla salıvermiş, kapısını penceresini sıkıca kapatmıştı: «Hay oğul Karçar insan için tıpkı böğelek gibi tehlikelidir, o bir azgın canavardır, hep bir yerde toplamışımdır, gel gidelim, semizini al zayıfını bırak» dedi.
Aldı Deli Karçan ağıla pireli yere getirdi. Deli Karçarı çini çıplak eyledi, ağıla soktu. Pireler Deli Karçara üşüştüler. Gördü başa çıkamıyor, «Medet Dede, kerem eyle Allah aşkına kapıyı aç çıkayım» diye çırpındı. Dede Korkut: «Oğul Karçar ne gürültü patırtı ediyorsun, getirdim, bu ısmarladığın şeydi, noldun böyle bunaldm, semizini al zayıfını bırak» dedi. Deli Karçar: «Hey Dede Sultan,Tanrı bunun semizini de alsın zayıfını da alsın, derhal beni kapıdan dışan çıkar, medet» dedi.
Dede kapıyı açtı, Deli Karçar çıktı. Dede gördü ki Delinin canına geçmiş, başının derdine düşmüş gövdesi pireden görünmez, yüzü gözü belirmez. Dedenin ayağına kapandı. Allah aşkına beni kurtar dedi. Dede Korkut: «Var oğul kendini suya at» dedi. Deli Karçar koşarak vardı suya atladı. Pireler, suya aktı gitti. Geldi elbisesini giydi, evine gitti. Ağır düğün hazırlığını yaptı.
Oğuz zamanında bir yiğit ki evlense ok atardı, oku nereye düşse orada gelin odası dikerdi. Beyrek Han da okunu attı, dibine gelin odasını dikti.
Adaklısından gelin hediyesi olarak bir kırmızı kaftan geldi. Beyrek giydi. Arkadaşlanna bu iş hoş gelmedi, üzüldüler. Beyrek:
«Niye üzüldünüz» dedi.
«Nasıl üzülmeyelim, sen kızıl kaftan giyiyorsun, biz ak kaftan giyiyoruz» dediler.
«Bu kadar şeyden ötürü niye üzülüyorsunuz, bugün ben giydim, yarın sağdıcım giysin, kırk güne kadar sıra ile giyiniz, ondan sonra bir dervişe verelim.»
Kırk yiğit ile yiyip içip oturuyorlardı. Gözü çıkası, eli ko- pası kâfirin casusu bunları casusladı, varıp Bayburd Hisarının Beyine haber verdi. «Ne oturuyorsun sultanım, Pay Pi- çen o sana vereceği kızı Beyreğe verdi, bu gece gelin odasına giriyor.» dedi. Soyu sopu kuruyaşı o melun da, yedi yüz kâfir ile dört nala yola çıktı.
Beyrek gelin odası içinde yiyip içip habersiz oturuyordu. Gece uykusunda kâfir otağa saldırdı. Sağdıcı kılıcını sıyırdı eline aldı: «Benim başım Beyreğin başına kurban olsun» dedi. Sağdıç paralandı, şehit oldu. Derin olsa batırır, kalabalık korkutur; at işler er övünür, yayan erin umudu olmaz. Otuz dokuz yiğit ile Beyrek esir gitti.
Tan ağardı, güneş doğdu. Beyreğin babası anası baktı gördü ki gerdek görünmez olmuş. Ah ettiler, akılları başlarından gitti. Gördüler ki uçanlardan kuzgun kalmış, tazı dolaşmış yurtta kalmış, gelin odası paralanmış, sağdıç şehit olmuş. Beyreğin babası kaba sangını kaldırıp yere çaldı; çekti yakasını yırttı, “oğul! oğul!” diyerek böğürdü acı acı haykırdı. Ak bürçekli anası boncuk boncuk ağladı,-gözünün yaşım döktü, acı tırnaklan ak yüzünü yırttı, al yanağım yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu, ağlayarak sızlayarak evine geldi. Pay Püre Beyin penceresi altın otağına kara ağıt, kara yas figan girdi. Kızı gelini gülmez oldu, kızıl kına ak eline yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar karalar giydiler; «Vay beyim kardeş, muradına maksuduna ermeyen yalnız kardeş!» deyip ağlaştılar inileştiler. Beyreğin yavuklusu, Banu Çiçek, karalar giydi ak kaftanını çıkardı, güz elması gibi al yanağıni çekti yırttı.
Vây al duvağımın sahibi
Vây alnımın başımın umudu
Vây şah yiğidim vây şahbaz yiğidim
Doyuncaya kadar yüzüne bakmadığım hanım yiğit
Nereye gittin beni yalnız koyup canım yiğit
Göz açıp gördüğüm
Gönül ile sevdiğim
Bir yastıkta baş koyduğum
Yolunda öldüğüm kurban olduğum
Vây Kazan Beyin güveni
Vây kudretli Oğuzun imrenileni
Han Beyrek
diyip zâ n zarı ağladı.
Bunu işitip Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar ak çıkardı kara giydi. Beyreğin yar ve yoldaşları akı çıkarıp karalar giydiler. Kudretli Oğuz Beyleri Beyrek için büyük yas tuttular; umutlarını kestiler.
Bunun üzerinden on altı yıl geçti, Beyrek ölü mü diri mi bilmediler.
Bir gün kızın kardeşi Deli Karçar Bayındır Hanın divanına geldi, dizini çöktü; «Devletli Hânın ömrü uzun olsun, Beyrek sağ olsa on altı yıldan beri gelirdi, bir yiğit olsa, dirisi haberini getirse, sırmalı kaftan, altın akçe verirdim, ölüsü haberini getirene kız kardeşimi verirdim» dedi. Böyle deyince kolu kanadı kırılası Yalancı oğlu Yaltacuk: «Sultanım ben varayım, ölü diri haberini getireyim» dedi.
Meğer Beyrek buna bir gömlek bağışlamıştı, giymezdi, saklardı. Vardı, gömleği kana mana batırdı, Bayındır Hanın önüne getirip bıraktı. Bayındır Han: «Bre bu ne gömlektir?» diye sordu. Yalancı oğlu Yaltacuk: «Beyreği Kara Derbentte öldürmüşler, işte nişanı sultanım» dedi.
Gömleği görünce Beyler hüngür hüngür ağlaştılar, çığırıştılar. Bayındır Han: «Bre niye ağlıyorsunuz, biz bunu tanımayız, adaklısına götürün görsün, o iyi bilir, Çünkü o dikmiştir, yine o tanır» dedi.
Vardılar gömleği Banu Çiçeğe ilettiler. Gördü; tanıdı,
«odur» dedi, çekti yakasını yırttı, acı “tırnakları ak yüzünü parçaladı, güz elması gibi al yanağını kan içinde bıraktı.
«Vây göz açıp gördüğüm Gönül verip sevdiğim Vây al duvağımın sahibi
Vây alnımın başımın umudu
Han Beyrek”
diye ağladı. Babasına anasına haber oldu, allı yeşilli yurduna yas doldu; ak çıkardılar kara giydiler. Kudretli Oğuz Beyleri Beyrekten umut kestiler.
Yalana oğlu Yaltacuk küçük düğününü yapü, büyük düğününe gün belirledi.
Beyreğin babası Pay Püre Bey de bezirganlarını çağırdı yanına getirdi; «Bre bezirganlar vann, iklim iklim arayın. Beyreğin ölü diri haberini getirirsiniz belki» dedi.
Bezirganlar hazırlık gördüler. Gece gündüz demeyip yürüdüler. Sonunda Parasann Bayburt Hisarına geldiler. Meğer o gün kâfirlerin kutsal günleri imiş. Her biri yemekte içmekte idi. Beyreği de getirip kopuz çaldırıyorlardı. Beyrek yüce çardaktan baktı bezirgânlan gördü. Bunları gördüğünde haberleşti görelim Hânım ne haberleşti:
Düz engin havası hoş yerden gelen kervancı Be y babamın kadın anamın hediyesi kervancı Ayağı uzun küheylan ata binen kervancı Ünümü anla sözümü dinle kervancı
Ulaş oğlu Salur Kazam sorar olsam sağ mı kervancı
Kudretli Oğuz içinde
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dûndar sorar olsam sağ mı kervancı
Kara Göne oğlu Kara Budağı sorar olsam sağ mı kervancı
Ak sakallı babamı
Ak pürçekli anamı sorar olsam sağ mı kervancı
Göz açıp da gördüğün
Gönül ile sevdiğim
Pay Piçen kızı Banu Çiçek evde mi kervancı
Yoksa kimseye vardı mı kervancı
Söyle bana
Kara başım kurban olsun kervancı sana
dedi. Bezirganlar da:
Sağ mısın esen misin canım Bamsı
On altı yılın özlemlisi Beyim Bamsı
Kudretli Oğuz içinde
Kazan Beyi sorar olsan sağdır Bamsı
Kıyan Selçuk oğlu Deli Dûndar sorar olsan sağdır Bamsı
Kara Göne oğlu Budağı sorar olsan sağdır Bamsı
O Beyler ak çıkardı kara giydi senin için Bamsı
Ak sakallı babanı
Ak bürçekli ananı sorar olsan sağdır Bamsı
Ak çıkarıp kara giydiler senin için Bamsı
Yedi kız kardeşini yedi yol aynmmda ağlar gördüm Bamsı
Güz elması gibi al yanaklarını yırtar gördüm Bamsı
Vardı gelmez kardeş diye feryad eder gördüm Bamsı
Göz açıp da gördüğün
Gönül verip sevdiğin
Pay Piçen kızı Banu Çiçek
Küçük düğününü yaptı büyük düğününe gün sayıyor
Yalancı oğlu Yaltacuğa varır gördüm
Han Beyrek
Parasarın Bayburt Hisarından uçmağa bak
Allı pullu gerdeğine gelmeğe bak
Gelmez olsan
Pay Piçen kızı Banu Çiçeği aldırdın bunu böyle bil.»
diye cevap verdiler. Beyrek kalktı, ağlaya ağlaya kırk yiğidinin yanma geldi. Kaba sarığı kaldırdı yere çaldı. «Hey benim kırk arkadaşım, biliyor musunuz neler oldu? Yalancı oğlu Yaltacuk benim ölüm haberimi iletmiş, penceresi altın otağına babamın karayası dolmuş, kaza benzer kızı gelini ak çıkarmış kara giymiş göz açıp da gördüğüm, gönül verip sevdiğim Banu Çiçek Yalancı oğlu Yaltacuğa varır olmuş» dedi: Böyle deyince kırk yiğidi kaba sarıklarını kaldırdılar yere çaldılar, böğüre böğüre ağlaştılar, haykırıştılar, dövündüler.
Meğer kafir Beyinin bir bekâr kızı var idi. Her gün Beyre- ği görmeğe gelirdi. O gün yine görmeğe geldi. Baktı gördü Beyrek çok üzülmüş. Kız: «Niçin üzgünsün Hânım yiğit? Geldikçe seni şen görürdüm, gülerdin oynardın, şimdi noldun?» dedi. Beyrek «Nasıl üzülmeyim? On altı yıldır babanın esiriyim. Babaya anaya, akrabaya, kardeşe hasretim ve hem bir kara gözlü yavuklum var idi, Yalancı oğlu Yaltacuk derler bir kişi var idi, varmış yalan söylemiş, beni öldü demiş, ona varır olmuş» dedi. Böyle söyleyince kız -Beyreğe âşık olmuştu-: «Eğer seni hisardan aşağı urgan ile sallandıracak olursam, babana anana sağlık ile varacak olursan beni burada gelip helâllığa alır mısın?» dedi.
Beyrek and içti: «Kılıcıma doğranayım, okuma saplanayım, yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım sağlık ile varacak olursam Oğuza, gelip seni helâllığa almazsam» dedi.
Kız da urgan getirip Beyreği hisardan aşağı sallandırdı. Beyrek aşağı baktı kendisini yer yüzünde gördü. Allaha şük- reyledi, yola düştü. Giderek kâfirin at sürüsüne geldi. «Bir at bulursam tutayım bineyim» dedi. Baktı gördü kendisinin deniz tayı boz aygırı burada otlayıp duruyor. Boz aygır da Beyreği görüp tanıdı, iki ayağının üzerine kalktı kişnedi. Beyrek de bunu övmüş görelim Hanım nasıl övmüş:
Açık açık meydana benzer senin alıncığın
İki şebçerağ a (1) benzer senin gözceğizin
İbrişime benzer senin yeleceğin
İkiz kardeşe benzer senin kulakçığın
Eri amacına ulaştırır senin o güzel sırtın
At demem sana kardeş derim kardeşimden daha iyi
Başıma iş geldi arkadaş derim arkadaşımdan daha iyi
((1) Şebçerağa: Gece vakti, parlak ışıklar saçan bir cevher. Söylentiye göre su sığırı, bazı geceler karaya otlamak için çıktığında ağzında şebçerağla birlikte çıkarmış ve bu cevheri otlayacağı yere bırakıp onun aydınlığıyla otlarmış. Durr-i şebgûn dà denir. Şebçerağ: Hipopotöm (su aygırı)ın gece taşıdığı bir tür masal taşı)
At başını kaldırdı, bir kulağını dikip Beyreğe karşı geldi. Beyrek atın göğsünü kucakladı, iki gözünü öptü. Sıçradı bindi, hisarın kapısına geldi. Otuz dokuz arkadaşını gözetmesini istedi, görelim Hânım nasıl istedi:
Beyrek der:
Bre aykırı dinli kâfir
Benim ağzıma söğüp duruyordun dayanamadım
Kara domuz etinden yahni yedirdin dayanamadım
Tanrı bana yol verdi gider oldum bre kâfir
Otuz dokuz yiğidimi iyi sakla bre kâfir
Birini eksik bulsam yerine on öldüreyim
Onunu eksik bulsam yerine yüzünü öldüreyim bre kâfir
Otuz dokuz yiğidimi iyi sakla bre kâfir
dedi, sonra yürüdü gitti. Kırk kâfir atlandılar, ardına düştüler. Kovalayıp gittiler, yetişemediler döndüler.
Beyrek Oğuza geldi. Baktı gördü bir ozan gidiyor.
«Bre ozan nereye gidiyorsun?» diye sordu.
«Bey yiğit düğüne gidiyorum.»
«Düğün kimin?»
«Yalancı oğlu Yaltacuğun.»
«Bre kimin nesini alıyor?»
«Han Beyreğin adaklısını.»
«Bre ozan kopuzunu bana ver atımı sana vereyim. Sakla, geleyim değerini getireyim alayım.»
«Avazım kısılmadan, sesim kalınlaşmadan bir attır elime geçti, götüreyim saklayayım» diyerek Ozan kopuzu Bey- reğe verdi.
Beyrek kopuzu aldı, babasının yurduna yakın geldi. Baktı gördü ki birkaç çoban yolun kenarına oturmuş ağlıyorlar, hem durmayıp taş yığıyorlar.
«Bre çobanlar, bir kişi yolda taş bulsa yabana atar, siz bu yolda bu taşı niçin yığıyorsunuz?»
«Bre sen seni bilirsin, bizim hâlimizden haberin yok.»
«Bre ne hâliniz vardır?»
«Beyimizin bir oğlu var idi, on altı yıldır ölü diri haberini kimse bilmez; Yalancı oğlu Yaltacuk derler, ölü haberini getirdi, adaklısını ona verir oldular, gelir buradan geçer, vura-. lım onu, ona varmasın eşine dengine varsın» dediler.
Beyrek
«Bre yüzünüz ak olsun, ağanızın ekmeği size helâl olsun» dedi.
Oradan babasının yurduna geldi. Meğer evlerinin önünde bir büyük ağaç var idi. Dibinde bir güzel pınar var idi. Beyrek baktı gördü kim küçük kız kardeşi pınardan su almağa geliyor, «Kardeş Beyrek!» diye ağlıyor inliyor; «Toyun düğünün kara oldu» diye döğünüyor. Beyreğe dayanılmaz ayrılık acısı çöktü, dayanamadı, buldur buldur gözünün yaşı akıp gitti. Çağırarak burada söyler, görelim Hânım ne söyler:
Bre kız ne ağlıyorsun ne bağırıyorsun ağam diye
Yandı bağrım yakıldı içim
Yoksa ağan gitmiş gelmemiş midir?
Yüreğine kaynar yağlar mı dökülmüştür
Kara bağrın mı sarsılmıştır
Ağam diye ne ağlarsın inilersin
Yandı bağrım yakıldı içim
Karşı yatan kara dağı sorar olsam kimin yaylağı
Soğuk soğuk sularını sorar olsam kimin içmesi
Tavla tavla koç atları sorar olsam kimin bineği
Katar katar develeri sorar olsam kimin katarı
Ağıllarda akça koyunu sorar olsam kimin sürüsü
Karalı mavili otağı sorar olsam kimin gölgesi
Ağız dilden kız kişi haber bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
Kız der:
Çalma ozan söyleme ozan
Benim gibi yaslı kızın nesine gerek ozan
Karşı yatan kara dağı sorar olsan
Ağam Beyreğin yaylası idi
Ağam Beyrek gideli yaylayamm yok
Soğuk soğuk sularını sorar olsan
Ağam Beyreğin içmesi idi
Ağam Beyrek gideli içenim yok
Tavla tavla koç atları sorar olsan
Ağam Beyreğin bineği idi
Ağam Beyrek gideli binenim yok
Katar katar develeri sorar olsan
Ağam Beyreğin katarı idi
Ağam Beyrek gideli yükleyenim yok
Ağıllarda akça koyunu sorar olsan
Ağam Beyreğin sürüsü idi
Ağam Beyrek gideli şölenim yok
Karalı mavili otağı sorar olsan
Ağam Beyreğindir
Ağam Beyrek gideli göçenim yok
Yine kız der:
Bre ozan
Karşı yatan kara dağdan geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide raslamadın mı
Taşkın suları aşıp geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğit görmedin mi?
Ağır adlı şehirlerden geldiğinde geçtiğinde
Beyrek adlı bir yiğide rastlamadın mı
Bre ozan gördün ise söyle bana
Kara başım kurban olsun ozan sana
Kız yine der:
Karşı yatan kara dağım yıkılmıştır
Ozan senin haberin yok
Gölgelice ulu ağacım kesilmiştir
Ozan senin haberin yok
Dünyalıkta bir kardeşim alınmıştır
Ozan senin haberin yok
Çalma ozan söyleme ozan
Benim gibi yaslı kızın nesine gerek ozan
Az ötende düğün var düğüne varıp öt
Beyrek bundan geçti, büyük kız kardeşlerinin yanma geldi. Baktı gördü kız kardeşleri karalı mavili oturuyorlar. Çağırıp Beyrek söyler, görelim Hânım ne söyler:
Sabah gün doğanda yerinden kalkan kızlar
Ak otağı bırakıp kara otağa giren kızlar
Ak çıkarıp, kara giyen kızlar
Yürek gibi katılaşan yoğurttan ne var
Kara saç altında bazlamaçtan ne var
Dağarcığımızda ekmekten ne var
Üç gündür, yoldan geldim doyurun beni
Üç güne varmasın Allah sevindirsin sizi
Kızlar vardılar yemek getirdiler. Beyreğin karnını doyurdular. Beyrek: «Ağanızın başı ve gözü sadakası eski kaftanınız var ise giyeyim düğüne varayım, düğünde elime kaftan verirler, tekrar kaftanınızı geri vereyim» dedi. Vardılar, Beyreğin kaftanı var imiş, buna verdiler. Aldı giydi, boyu boyuna, beli beline, kolu koluna yakıştı. Büyük kız kardeşi bunu Beyreğe benzetti, kara çekme gözleri kan yaş doldu. Söylemiş, görelim Hanım ne söylemiş:
Bre Ozan!
Kara çekik gözlerin keskince bakabilseydi
Ağam Beyrek diyeydim ozan sana
Yüzünü kara saç örtme şeydi
Ağam Beyrek diyeydim ozan sana
Sağlam sağlam bileklerin solmasaydı
Ağam Beyrek diyeydim ozan sana
Salına salına yürüyüşünden
Aslan gibi duruşundan
Kasıla kasıla bakışından
Ağam Beyreğe benzetirim ozan seni
Sevindirdin yerindirme ozan beni
Kız bir daha söylemiş:
Çalma ozan söyleme ozan
Ağam Beyrek gideli bize ozan geldiği yok
Üstümüzden kaftanımızı aldığı yok
Boynuzu burma koçlarımızı aldığı yok
Beyrek: «Gördün mü, kızlar bu kaftan ile beni tanıdılar, kudretli Oğuz Beyleri de tanıyabilirler. Göreyim Oğuzdan benim dostum düşmanım kimdir?» diye düşünüp kaftanı sıyırdı, kaldırdı kızların üstüne atıverdi. «Bana ne sizden, bana ne Beyrekten; bir eski kaftan verdiniz, benim başımı beynimi aldınız» deyip yürüdü, bir eski deve çuvalı buldu, deldi boynuna geçirdi, kendisini deliliğe verdi. Sürdü düğüne geldi.
Baktı ki düğünde güveyi ok atıyor. Kara Göne oğlu Budak, Kazan Bey oğlu Uruz, beyler başı Yigenek Gaflet Koça oğlu Şîr Şemseddin kızın kardeşi Deli Karçar beraber ok atıyorlardı. Ne zaman ki Budak atsa Beyrek «Elin var olsun!» diyordu. Uruz atsa «Elin var olsun!» diyordu, Yigenek atsa
«Elin var olsun!» diyordu. Şîr Şemseddin atsa «Elin var olsun!» diyordu, güveyi atsa «Elin kurusun, parmakların çürüsün, hay domuz oğlu domuz!» diyordu; «Güveyilere kurban ol!» diyordu. Yalancı oğlu Yaltacuğun öfkeleneceği tuttu:
«Bre babasından yeminli sümsük! sana düşer mi bana bu gibi söz söylemek? Gel bre densiz, benim yayımı çek, yoksa şimdi boynunu vuranım!» dedi. Böyle deyince Beyrek yayı aldı çekti, kabzasından yay iki parça oldu. Kaldırdı önüne bıraktı, «Çıplak yerde çayır kuşu vurmak için iyi» dedi. Yalancı oğlu Yaltacuk yay ufandığına çok kızdı: «Bre Beyreğin yayı vardır, getirin!» dedi. Vardılar getirdiler, Beyrek yayı gördüğünde yoldaşlarını andı ağladı, der:
Duldalarda gerdiğim
Gön kesimini temiz tuttuğum
Aygırların kuyruk kılından
Düşman elinde örülmüş tirkeşlim
Aygır verip değiştiğim ok kirişli sert yayım
Boğa verip aldığım boğmalı kirişim
Sıkıntılı yerde koydum geldim
Otuz dokuz arkadaşım iki kervancım
Sonra Beyrek: «Beyler sizin aşkınıza çekeyim yayı, atayım oku» dedi. Meğer güveyinin yüzüğüne nişan alıyorlardı. Beyrek ok ile yüzüğü vurdu paraladı. Oğuz beyleri bunu görünce el ele çaldılar gülüştüler.
Kazan Bey bakıp seyrediyordu. Adam gönderdi Beyreği çağırdı. Deli ozan geldi, baş indirdi, ağır bastı, selâm verdi.
Gün doğanda sapa yerde dikilince ak otağlı
Atlas ile yapılınca gök sayvanlı
Tavla tavla çekilince şahbaz atlı
Çağırıp yardım isteyince bol yiğitli
Çalkalandığında yağ dökülen bol bereketli
Darda kalmış yiğidin koruyanı
Yoksulun miskinin umudu Bayındır Hanın güveyisi
Yırtıcı kuşun yavrusu
Türkistanın direği Amit suyunun aslanı
Karacuğun kaplanı
Konur atın sahibi Hânım Uruzun sahibi
Ünümü anla sözümü dinle
Sabah ezanı kalkmışsın
Ak ormana gitmişsin
Ak kavağın budağından sallayarak geçmişsin
Can yaycığını eğmişsin
Otağını kurmuşsun
Okcağını kurmuşsun
Adını gelin odası koymuşsun
Sağda oturan sağ Beyler
Eşikteki inançlılar
Dipte oturan has Beyler
Kutlu olsun devletiniz
dedi. Böyle söyleyince Kazan Bey: «Bre deli ozan benden ne dilersin, çadırlı otağ mı dilersin, kul hizmetçi mi dilersin, altın akçe mi dilersin, vereyim» dedi. Beyrek: «Sultanım beni bıraksan da şölen yemeğinin yanına varsam, karnım açtır, doyursam» dedi. Kazan: «Deli ozan devletini tepti, Beyler bugünkü Beyliğim bunun olsun, bırakın nereye giderse gitsin, neylerse eylesin» dedi.
Beyrek şölen yemeğinin yanına geldi. Karnını doyurduktan sonra kazanları tepti, döktü devirdi. Yahninin kimini sağına, kimini soluna atar. Sağdan gideni sağ alır, soldan gideni sol alır. Haklıya hakkı değsin, haksıza yüzü karalığı değsin.
Kazan Beye haber oldu: «Sultanım deli ozan hep yemeği döktü» dediler; «Şimdi kadınların yanına varmak istiyor» Kazan: «Bre bırakın kadınların yanma da varsın» dedi.
Beyrek kalktı, kadınların yanına vardı. Zurnacıları kovdu, davulcuları kovdu, kimini dövdü, kiminin başını yardı. Kadınların oturduğu otağa geldi, eşiğin ortasına oturdu. Bunu gören Kazan Beyin hatunu boyu uzun Burla kızdı: «Bre atası densizlikte birinci kendi edepsiz, sana düşer mi izinsiz benim yanıma gelesin» dedi. Beyrek: «Hânım, Kazan Beyden bana buyruk oldu, bana kimse karışamaz» dedi. Burla Hatun: «Bre madem ki Kazan Beyden buyruk olmuştur, bırakın otursun» dedi. Yine döndü Beyreğe der:
«Bre deli ozan peki maksadın nedir?» Beyrek: «Hânım maksadım odur ki kocaya varan kız kalksın oynasın, ben kopuz çalayım» dedi.
Kısırca Yenge derler bir hatun var idi, ona dediler. «Bre Kısırca Yenge kalk sen oyna, ne bilir deli ozan» dediler. Kısırca Yenge kalktı: «Bre deli ozan kocaya varan kız benim» dedi, oynamağa başladı. Beyrek kopuz çaldı söyledi, görelim Hânım ne söyledi:
And içmişim kısır kısrağa bindiğim yok
Binip gazâ, meydanına vardığım yok
Öküz ardında çobanlar sana bakar
Buldur buldur gözlerinin yaşı akar
Sen onların yanına var
Muradını onlar verir iyi bil
Seninle benim işim yok
Kocaya varan kız kalksın
Kol sallayıp oynasın
Ben kopuz çalayım
Kısırca Yenge, «Vây bana bir haller gelecek, deli beni görmüş gibi söylüyor» dedi, vardı yerinde oturdu.
Bu sefer Boğazca (Boğaz=gebe) Fatma derler bir hatun var idi, «kalk sen oyna» dediler. Kızın kaftanını giydi, «Çal bre deli ozan, kocaya varan kız benim oynayayım» dedi. Deli ozan:
And içeyim bu sefer boğaz kısrağa bindiğim yok
Binip gazâ meydanına vardığım yok
Evinizin ardı derecik değil miydi
Köpeğinizin adıBarak değil miydi
Senin adın kırk oynaşlı Boğazca Fatma değil miydi
Daha ayıbını açarım iyi bil dedi.
Ekledi:
Seninle benim oyunum yok
Var yerine otur
Kocaya varan yerinden kalksın
Var yerine otur
Kocaya varan yerinden kalksın
Ben kopuz çalayım
Kol sallayıp oynasın
dedi. Böylece Boğazca Fatma:
Boy boy boğmalar çıkar deli ozan
Gelip tatlıca söyleşmelerimizi bozan
Olanca ayıbımızı başımıza kakan
Ellerin içinde yüz suyumuz döküp ırzımıza söyleyen
deyip yerine oturdu; Banu Çiçek’e:
Bak kız senin yüzünden bize neler dendi
Kalk oynarsan oyna oynamazsan cehenneme kayna
Beyrekten sonra başına bunlar geleceği belliydi. Deyince Gelinin Kaynanası Burla Hatun: «Kız kalk oyna, elinden ne gelir?» deyip izin verdi.
Banu Çiçek: «Acep bana ne diyecek?» düşüncesinde kırmızı kaftanını giydi, ellerini yenine çekti gözükmesin diye, oyuna girdi; «Bre deli ozan çal, kocaya varan kız benim, oynayayım» dedi.
Beyrek der:
Han kızı sensin, evet, belli
Ben bu yerden gideli olmuşsun deli
Nice karlar yağmış dize çıkmış
Han kızının evinde kul halayık tükenmiş
Maşrapa almış suya varmış kar soğoğunda
Bileğinden on parmağını soğuk vurmuş
Kızıl altın getirin
Han kızma parmak yontun
Ak gümüş getirin
Han kızına tırnak yontun
Ayıplıca Han kızı Kocaya varmak ayı p olur
Bunu işitince Banu Çiçek kızdı: «Bre deli ozan ben ayıplı mıyım ki, bana ayıp koşuyorsun» dedi; gümüş gibi ak bileğini açtı, elini çıkardı. Beyreğin geçirdiği yüzük göründü. Beyrek yüzüğü tanıdı. Burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Beyrek gideli yüksek tepenin başına çıktın mı kız
Kıvranıp dört yanına baktın mı kız
Kargı gibi kara saçını yoldun mu kız
Kara gözden acı yaşı m döktün mü kız
Güz elması gibi al yanağını yırttın mı kız
Gelenden geçenden
Beyreğin haberini sordunmu kız
Sevdiğim Bamsı Beyrek diye ağladın mı kız
Sen kocaya varıyorsun altın yüzük benimdir ver bana kız
Kız der:
Beyrek gideli yüksek tepenin başına çıktığım çok
Kargı gibi saçımı yolduğum çok
Güz elması gibi al yanağımı yırttığım çok
Vardı gelmez bey yiğidim
Han yiğidim Beyrek diye ağladığım çok
Seviştiğim Bamsı Beyrek sen değilsin
Altın yüzük senin değildir
Altın yüzükte çok nişan vardır
Altın yüzüğü istiyorsan nişanını söyle
Beyrek der:
Gün doğanda Han Kızı yerinden kalkmadın mı
Boz aygırın beline binmedin mi
Senin evinin önünde yaban geyiği yıkmadım mı
Sen beni yanına çağırmadın mı
Seninle meydanda at koşturmadık mı
Senin atını benim atım geçmedi mi
Ok atınca ben senin okunu geride bırakmadım mı
Güreşte ben seni yenmedim mi
Üç öpüp bir ısırıp
Altın yüzüğü paramağına geçirmedim mi
Seviştiğin Bamsı Beyrek ben değil miyim
Böyle diyince, kız tanıdı bildi ki Beyrektir, cübbesi ile çuhası ile Beyreğin ayağına kapandı. Beyreğe dadılar kaftan giydirip donattılar. Hemen kız sıçradı ata bindi, Beyreğin babasına anasına müjdeye koşturup gitti. Kız der:
Kıvrım kıvrım kara dağın yıkılmıştı yüceldi sonunda
Kanlı kanlı suların çekilmişti çağladı sonunda
Kaba ağacın kurumuştu yeşerdi sonunda
Şahbaz atın kocamıştı tay verdi sonunda
Kızıl develerin iki büklümdü yavru verdi sonunda
Ak koyunun kocamıştı kuzu verdisonunda
On altı yıllık hasretin oğlun Beyrek geldi sonunda
Kayın baba kaynana muştuma ne verirsiniz
Beyreğin babası anası der:
Dilin için öleyim gelinciğim
Yoluna kurban olayım gelinciğim
Yalan ise bu sözlerin gerçek olsun gelinciğim
Sağ esen çıkıp gelse
Karşı yatan kara dağlar sana yatak olsun
Soğuk soğuk suları sana içme olsun
Kulum halayığım sana câriye olsun
Şahbaz atlarım sana binek olsun
Katar katar develerim sana kervan olsun
Ağıllarda akça koyunum sana şölen olsun
Altın akçem sana harçlık olsun
Penceresi altın otağım sana gölge olsun
Kara başım kurban olsun sana gelinciğim
Bu arada beyler Beyreği getirdiler. Kazan Bey: «Müjde Pay Püre Bey oğlun geldi» dedi. Pay Püre Bey: «Oğlum olduğun u şundan bileyim, serçe parmağını kanatsın, kanını mendile silsin, gözüme süreyim, açılacak olursa oğlum Bey- rektir» dedi. Çünkü ağlamaktan gözleri görmez olmuştu. Mendili gözüne sürünce Allah Taâlâ kudreti ile gözü açıldı. Babası anası sevinç haykırışlarında yeri göğü çınlattılar, Beyreğin ayağına kapandılar:
Penceresi altın otağımın kabzası oğul
Kaza benzer kızımın gelinimin çiçeği oğul
Görür gözümün aydını oğul
Tutar belimin kuvveti oğul
Kudretli Oğuzun imrendiği canım oğul
diyerek çok ağladı, Allahına şükürler eylediler.
Yalancı oğlu Yaltacuk bunu işitti. Beyreğin korkusundan kaçtı kendisini Dana Sazına attı. Beyrek ardına düştü, kovalaya kovalaya saza düşürdü. Beyrek der: «Bre ateş getirin!» Getirdiler, sazı ateşe verdiler. Yaltacuk gördü ki yanıyor, sazdan çıktı. Beyreğin ayağına kapandı. Kılıcı altından geçti. Beyrek de suçundan geçti. Kazan Bey der: «Gel muradına eriş.» Beyrek: «Arkadaşlarımı çıkarmayınca, hisarı almayınca murada erişmem» dedi.
Kazan Bey, Oğuzuna, «Beni seven atına binsin!» dedi.
Kudretli Oğuz beyleri an sudan abdest aldılar, ak alınlarını yere kodular, iki rekât namaz kıldılar. Adı güzel Muhammedi yâd ettiler. Gümbür gümbür davullar dövüldü. Burmas altın, tunç borular öttü. Bir kıymet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Şökli Meliki böğürderek Kazan Bey attan yere düşürdü. Kara Tekürü Deli Dündar kılıçladı yere düşürdü. Kara Arslan Meliki Kara Budak yere düşürdü. Derelerde kâfire kırgın girdi, Yedi kâfir Beyi kılıçtan geçti. Beyrek, Yigenek, Kazan Bey, Kara Budak, Deli Dündar, Kazan oğlu Uruz Bey bunlar kaleye yürüyüş ettiler. Beyrek otuz dokuz yiğidinin yanma geldi, onları sağ ve esen gördü. Allaha şükreyledi. Kâfirin kilisesini yıktılar, yerine mescit yaptılar. Keşişlerini öldürdüler. Ezan okuttular. Yüceler yücesi Ulu Tanrı adına hutbe okuttular. Kuşun alaca kanını kumaşın temizini, kızın güzelini, dokuz sıra işlenmiş altın sırmalı çuhanın en iyisini Hanlar Hanı Bayındırın payına ayırdılar. Pay Püre Beyin oğulcuğu Beyrek Melikin Kızını aldı, ak evine ak otağına geri döndü. Banu Çiçek ile Beyrekin düğünü başladı.
Bu kırk yiğidin bir kaçına Han Kazan, bir kaçına Bayındır Han kızlar verdiler. Beyrek de yedi kız kardeşini yedi yiğide verdi. Kırk yerde otağ dikti. Otuz dokuz kız talihli talihine birer ok attı. Otuz dokuz yiğit okunun ardınca gitti, Kırk gün kırk gece toy düğün eylediler. Beyrek yiğitleri ile murat verdi, murat aldı. Dedem Korkut geldi, neşeli havalar çaldı, destan söyledi deyiş dedi, gazi erenler başına ne geldiğini söyledi, bu Oğuznâme Beyreğin olsun dedi.
Dua edeyim Hânım:
Yerli kara dağların yıkılmasın.
Gölgeli ulu ağacın kesilmesin.
Ak sakallı babanın yeri cennet olsun.
Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun.
Oğul ile kardeşten ayırmasın.
Son nefesindeyken can arı imandan ayırmasın.
Amin âmin diyenler Tanrının yüzünü görsün.
Derlesin toplasın günâhınızı adı güzel Muhammed Mustafanın yüzü suyuna bağışlasın Hânım hey!…
-
KAZAN BEY OĞLU URUZ BEYİN ESİR DÜŞMESİ :
Bir gün Ulaş oğlu Kazan Bey yerinden kalkmıştı. Kara yerin üzerine otağlarını diktirmişti. Bin yerde ipek seccadesi döşenmişti. Ala sayvan gök yüzüne yükselmişti. Altın kadehler, sürahiler dizilmişti. Dokuz kara gözlü, örnie saçlı, elleri bileğinden kınalı, parmaklan süslü, boyunları birer karış kâfir kızları al şarabı altın kadeh ile kudretli Oğuz Beylerine gezdiriyorlardı. Her birinden Ulaş oğlu Salur Kazan içmişti. Altın sırmalı çadır, otağ bağışlıyordu; katar katar develer bağışlıyordu. Oğlu Uruz karşısında yayına dayanmış duruyordu. Sağ yanında kardeşi Kara Göne oturmuştu. Sol yanında dayısı Aruz oturmuştu.
Kazan sağına baktı kah kah güldü. Soluna baktı çok sevindi. Karşısına baktı oğulcuğu, Uruzu gördü, elini eline çaldı ağladı. Oğlu Uruza bu iş hoş gelmedi. İleri geldi, diz çöktü, babasına çağırıp söyledi, görelim Hânım ne söyler:
Ünümü anla benim sözümü dinle ağam Kazan
Sağına baktın kah kah güldün
Soluna baktın çok sevindin
Karşına baktın beni gördün ağladın
Sebep nedir söyle bana
Kara başım kurban olsun babam sana dedi,
Söylemez olursan
Kalkarak yerimden ben doğrulurum
Kara gözlü yiğitlerimi yanıma ben alırım
Kan Abkaza iline ben giderim
Altın haça elimi ben basarım
Papaz cübbesi giyen keşişin elini ben öperim.
Kara gözlü kâfir kızını ben alırım
Artık seni n yüzüne ben gelmem
Ağladığına sebep ne söyle bana
Kara başım kurban olsun ağam sana
Kazan Bey kızardı, oğlunun yüzüne baktı, çağırıp söyler, görelim Hânım ne söyler:
Kazan der:
«Beri gel tayım oğul
Sağıma doğru baktığımda kardeşim Kara Göneyi gördüm
Baş kesmiştir kan dökmüştür ganimet doyumluk ad kazanmıştır
Soluma doğru baktığımda dayım Aruzu gördüm Baş kesmiştir kan dökmüştür doyumluk almıştır ad kazanmıştır
Karşıma doğru baktığımda seni gördüm
Ön altı yaşına geldin
Bir gün ola düşeyim öleyim sen kalasın
Yay çekmedin ok atmadın baş kesmedin kan dökmedin
Soylu Oğuz içinde doyumluk almadın yarınki gün zaman dönüp ben ölüp sen kalınca tacımı tahtımı sana vermezler diye sonumu andım ağladım oğul» dedi.
Uruz burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
« A bey baba
Deve kadar büyümüşsün yavrusu kadar aklın yok
Tepe kadar büyümüşsün darı kadar beynin yok hüneri oğul babadan mı görür öğrenir yoksa babalar oğuldan mı öğrenir, ne zaman sen beni alıp kâfir sınırı boyunca çıkardın, kılıç çalıp baş kestin, ben senden ne gördüm ne öğreneyim?» dedi. Kazan Bey elini eline çaldı kah kah güldü:
«A Beyler Uruz güzel söyledi, şeker yedi, Beyler siz yiyiniz içiniz, sohbetinizi dağıtmayınız, ben bu yiğidi alayım ava gideyim, yedi günlük azık ile çıkayım, ok attığım yerleri, kılıç çalıp baş kestiğim yerleri göstereyim, kâfir sınır boyuna, Cızığlara Ağlağana, Gökçe Dağa alıp çıkayım, bir gün gelir lâzım olur a Beyler» dedi.
Konur atını çektirdi, sıçradı bindi. Sırmalı geyim giymiş üç yüz yiğit çağırttı, beraberine aldı. Kırk ala gözlü yiğidini Uruz beraberine aldı. Kazan oğlunu alıp kara dağlar üzerine ava çıktı. Av avladı kuş kuşladı, yaban geyiği yıktı. Yeşil düzlüğe, güzel çimene çadır dikti. Bir kaç gün Beyler ile yedi içti:
Meğer Tatyan Kalesinden, Aksaka Kalesinden kâfirin casusu var idi. Bunları görüp Tekfura geldi: «Hay né oturuyorsun, köpeğini havlatmayan, kedini miyavlatmayan alp- ler başı Kazan oğulcuğu ile sarhoş olup yatıyorlar» dedi. On altı bin kara elbiseli kâfir ata bindi, Kazanın üzerine dört nala yetişti.
Baktılar gördüler altı bölük toz indi. Kimi der: «Geyik tozudur» kimi der: «Düşman tozudur.» Kazan der: «Geyik olsa bir iki bölük olurdu, bu gelen bilmiş olun düşmandır» dedi.
Toz yarıldı, güneş gibi ışıldadı, deniz gibi çalkandı, orman gibi karardı, on altı bin ip üzengili, keçe börklü, azgın dinli, kızgın dilli kâfir çıka geldi. Kazan konur atını çektirdi, sıçrayıp bindi. Oğlu Uruzun gemini çektirdi, küheylan atını oynattı, karşı geldi, der:
Beri gel ağam Kazan
Deniz gibi kararıp gelen nedir
Ateş gibi ışıldayıp yıldız gibi parlayıp gelen nedir
Ağız dilden beş kelime haber bana
Kara başım kurban olsun babam sana
Kazan der:
Beri gel arslanım oğul
Kara deniz gibi çalkanıp gelen
Kâfirin askeridir
Güneş gibi ışıldayıp gelen
Kâfirin başındaki başlıktır.
Yıldız gibi parlayıp gelen
Kâfirin gönderidir
Azgın dinli düşman kâfirdir oğul
Oğlu: «Düşman diye neye derler?» diye sordu. Kazan der:
«Oğul onun için düşman derler ki biz onlara yetişsek öldürürüz, onlar bize yetişse öldürür.» Uruz der: «Baba içlerinde Bey yiğitleri öldürseler kan sorarlar mı, dâvalarlar mı?» Kazan der: «Oğul bin kâfir öldürsen kimse senden kan dâvala- maz, amma azgın dinli kâfirler, güzel yerde rast geldi, fakat bana sen kötü ayak bağı oldun oğul…» Uruz burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Beri gel ağam Kazan
Kalktığım an da yerimden
Yüğrük atımı saklardım bugün için
Günü geldi
Ak meydanda koşturayım seni n için
Ala ejder sivri kargım saklardım bugün için
Günü geldi
Kaba karın geniş göğüste oynatayım senin için
Kara polat öz kılıcımı saklardım bugün için
Günü geldi
Dini bozuk kâfir başın kestireyim senin için
Sırtı sağlam demir zırhımı saklardım bugün için
Günü geldi
Yen yakalar diktireyim senin için
Başımda sağlam başlıklar saklardım bugün için
Günü geldi
Kaba topuk altında deldireyim senin için
Kırk yiğidimi sakladım bugün için
Günü geldi
Kâfir başım kestireyim seni n için
Aslan adımı saklardım bugün için
Günü geldi
Yaka tutup kâfir ile uğraşayım senin için
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun ağam sana
Kazan burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Benim ünümü anla sözümü dinle
O kâfirin üçünü atsa birini şaşırmaz okçusu olur
Hay demeden başlar kesen celldı olur
Adam etini yahni kılan aşçısı olur
Senin varacağın kâfir değil
Kalkıp yerimden ben doğrulayım
Konur atın beline ben bineyim
Gelen kâfir benimdir ben varayım
Kara polat öz kılıcımı çalayım
Azgın dinli kâfirdir başlarını keseyim
Döne döne savaşayım döne döne çekişeyim
Kılıç çalıp baş kestiğimi gör de öğren
Kara başına düşünce lâzım olur.
Uruz burada söylemiş, görelim
Hanım ne söylemiş:
A bey baba işittim
Amma Araf atta erkek kuzu kurban için
Oğul da kılı ç kuşanır baba gayreti için
Benim de başım kurban olsun seni n için
Kazan burada söylemiş, görelim Hanım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Düşmana girip baş kesmedin
Adam öldürüp kan dökmedin
Ala gözlü kırk yiğidi yanma al
Göğsü güzel koca dağlar başına çık
Beni m savaştığımı benim dövüştüğümü
Beni m çekiştiğimi benim kılıçlaştığımı
Gör de öğren, bizim için pusuya yat oğul
Uruz babasının sözünü kırmadı çekilip geri döndü. Yerden yüce dağlar başına arkadaşlarını alıp çıktı. O zamanda oğul baba sözünü iki eylemezdi. İki eylese o oğulu kabul eylemezlerdi. Uruz yamaca gönderini sapladı durdu.
Kazan Bey gördü ki kâfir çok yaklaştı. Atından indi, ansudan abdest aldı, ak alnını yere koydu, iki rekât namaz kıldı. Adı güzel Muhammed’i yâda getirdi, kara dinli kâfire göz kararttı, haykırdı, at sürdü karşı vardı, kılıç vurdu. Gümbür gümbür davullar çaldı, burması altın tunç borular öttü. O Kün cilasun bey erenler dönedöne savaştı. O gün kara polat öz kılıçlar sakırdadı. O gün kargı dilli kayın oklara atıldı, alaca ejder sivri kargılar batınldı. O gün alçaklar, dönekler sapa yer gözetti. O gün baka baka Kazan oğlu Uruz aşka geldi:
«Beri gelin kırk arkadaşım
Size kurban olsun benim başım
Görüyor musunuz babam Kazan baş kesti, kan döktü. Oğlan çocuk yalnız yemek yemeğe gelmez» dedi. «Babam bu kâfirleri esirgemiş gibi. Beni seven yiğitlerim ne duruyorsunuz kâfirin bir ucuna at tepelim» dedi.
Kara koç atını oynattı: Uruz kâfirin sağına tepti. Sağlı sollu kâfiri bir güzel dağıttı. Sanki dar yolda dolu düştü veya kara kaz sürüsünün içine şahin daldı. Kâfirin sağ yanına bastı dağıttı. Azgın dinli kâfir bunaldı. Kovalananlar oklandı.
Oğlanın soylu yüğrük atını okladılar. At yıkıldı. Kâfirler Uruzun üzerine üşüştü. Uruzun kırk yiğidi attan indi, ala kalkan bağını kısarak sıralandılar, kılıç sıyırdılar, Uruzu korumak için çok savaştılar. Kalabalık korkutur, derin olsa batırır. Yayanın umudu olmaz. Sağını solunu Uruzun çevirdiler. Kırk yiğidini şehit ettiler. Oğlanın üzerine atılıp tuttular kollarını, ak ellerini bağladılar. Kıl urganı ak boynuna taktılar. Yüzü üzerine atarak sürüklediler. Ak etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler. «Baba!» diye ağlattılar, «ana!» diye bağırttılar. Eli bağlı boynu bağlı, yüzü üzerine atıp yürüyü verdiler.
Uruz esir oldu. Kazanın haberi yok. Öyle sandı ki düşman yenildi. Atın gemini çevirdi geri döndü. Geldi, oğlunu bıraktığı yerde bulamadı. «A Beyler oğlum nereye gitmiş olabilir?» dedi. Beyler: «O yaştakiler kuş yürekli olur, kaçıp anasına gitmiştir» dediler. Kazan utancından döndü: «Beyler Tanrı bize bir hayırsız oğul vermiş, varayım onu anasının yanından alayım, kılıç ile paralayayım, altı bölük edeyim altı yolun ayrımında bırakayım, bir daha kimse yaban yerde arkadaş koyup kaçmasın» dedi, konur atını ökçeledi yola girdi.
Evine geldi. Han kızı boyu uzun Burla Hatun Kazanın geldiğini işitti, attan aygır, deveden buğra koyundan koç kestirdi. «Oğlancığımın ilk avıdır, ünlü Oğuz beylerine ziyafet vereyim» dedi. Han Kızı gördü ki Kazan geliyor, toparlanıp yerinden kalktı. Samur kürkünü üzerine aldı, Kazana karşı geldi. Göz kapağını kaldırdı Kazanın yüzüne doğru baktı, sağma soluna göz gezdirdi, oğulcuğunu, Uruzu göremedi. Kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, kara çekme gözleri kart ya ş doldu. Kazana söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Beri gel Salur Beyi Salur heybeti
Başımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açtığımda gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Bey yiğidim Kazan
Kalkıp yerinden doğruldun
Oğlun ile yelesi kara soyla atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağlarda ava çıktın
Boynu uzun çatal boynuz geyiği tutup yıktın
Semiz etini yüklettin geri döndün
İki vardın bir gelirsin yavrum hani
Karanlık gecede bulduğum oğlum hani
Benim yavrum görünmez bağrım yanar
Uçurumlaşmış kayalardan
Kazan oğlan uçurdun mu
Tali Sazın aslanına yedirdin mi
Yoksa kara dinli kâfire uğrattın mı
Ak ellerini kollarını bağlattın mı Kâfirin önünce yürüttün mü
Dili damağı kuruyup dört yanm a baktırdın mı
Kara gözden acı yaşını döktürdün mü
Kadın ana bey baba diye inlettin mi,
Yine söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Evimin direği oğul
Karşı yatan kara dağımın yükseği oğul
Karamı ş gözlerimin aydını oğul
Sam yelleri esmeden Kazan, kulağım, çınlıyor
Sarımsak otunu yemeden
Kazan, içim yanıyor
Sarı yılan sokmadan akça tenim kalkıp şişiyor
Kurumuşça göğsümde sütüm oynuyor
Yalnızca oğul haberini Kazan, de gel bana
Demez olursan yana yakıla beddua ederim Kazan sana
Anası bir deyiş daha söyledi:
Kargı gönder oynatanlar vardı geldi
Altın mızrak oynatana
Yârap noldu
Kara koç ata binenler vardı geldi
Soylu yüğrük atlı bir oğula
Yârap noldu
Uşak geldi ulak geldi
Yalnız bir oğula
Yârap noldu
Yalnız oğul haberini Kazan, de gel bana
Demez olursan yana yana beddua ederim Kazan
Bir daha söylemiş:
Kuru kuru çaylara su getirdim
Kara elbiseli dervişlere adak verdim
Yanıma doğru baktığımda komşumu görüp gözettim
Umanıma bekleyenime yemek yedirdim
Aç görsem doyurdum çıplak görsem donattım
Dilek ile bir o gulu zor buldum
Yalnız oğul haberini a Kazan, de gel bana
Demez olursan yana yakıla beddua ederim Kazan sana
Bir daha söylemiş:
Karşı yatan kara dağdan
Bir oğul uçurdunsa söyle bana
Kazma ile yıktırayım
Taşkın akan, deli sudan
Bir oğul uçurdunsa söyle bana
Gözelerini tıkatayım
Azgın dinli kâfirlere
Bir oğul tutturdunsa söyle bana
Han babamın yanına ben varayım
Sayısız aske r bol hazine alayım Paralanıp soylu atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer yüzüne düşmeyince
Yalnız oğul haberini almayınca
Kâfir yollarından dönmeyeyim
Yine dedi:
Yoksa o Kazan ayağımdan çizmeyi atayım mı
Kara tırnak ak yüzüme çalayım mı
Güz elması gibi al yanaklarımı yırtayım mı
Çemberime alca kanımı dökeyim mi
Can dayanmaz acıları senin yurduna salayım mı
Oğul oğul diyerek bağırayım mı
Develerden kızıl deve burdan geçti
Yavruları ardınca geçti çığırışıp geçti
Ben de yavrucuğumu aldırmışım inleyeyim mi?
Kara koç atlardan soylu at burdan geçti
Taycığı acıyla kişnedi geçti
Taycığımı yitirmişim ben de kişneyeyi m mi öyle?
Ağıllardan akça koyun burdan geçti
Kuzucağı meleşip beraber geçti
Kuzucağımı aldırmışım meleyeyim mi
Oğul oğul diye bağırayım mı
Bir daha söylemiş:
Kalkıp yerimden doğrulayım diyordum
Yelesi kara soylu atıma bineyim diyordum
Kudretli Oğuz içine gireyim diyordum
Ala gözlü gelin alayım diyordum
Kara yerde ak otağlar dikeyim diyordum
Alıp oğlumu kutsal gelin odasına geçireyim diyordum
Murat ile maksuda erdireyim diyordum
Murada erdirmedin beni
Kara başımın bedduası tutsun Kazan seni
Bir benim yavrum görünmüyor bağrım yanıyor
Neyledin, de gel bana
Demez olursan yana yakıla beddua ederim Kazan sana
Oğlunun anası böyle deyince Kazanın aklı başından gitti, kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, karanlık gözleri. kan ya ş doldu: «Güzelim, oğul gelse senden mi sorardım, korkma kaygılanma, avdadır, avda kalan oğul için kaygılanma, yedi gün ben Kazana mühlet ver, yerde ise oğulu çıkarayım, gökte ise indireyim, bulursam buldum, bulmaz isem Tanrı verdi Tanrı aldı neyleyeyim, gelip kafa yasını seninle beraber tutayım» dedi. Han kızı: «Kazan, oğlanın avda olduğunu şundan bileyim ki yorgun atınla körelmiş gönderinle ardına düşesin» dedi.
Kazan geri döndü, geldiği yolu izleyip koşturdu, geceyi gündüze kattı. Anası duymadan el altından buyurdu: «Doksan tümen genç Oğuz ardımca gelsin, oğlan esirdir Beyler bilsin» dedi.
Düşmanın yenildiği yere geldi. Gördü ki oğlunun ala gözlü kırk yiğidi öldürülmüş, yüğrük atı oklanmış yatıyor. Ceset arasında oğulcuğunun cesedini bulamadı, altın kakmalı kamçısını buldu. İyice bildi ki oğlu kâfire esirdir. Ağladı:
Kara dağımın yükseği oğul
Kanlı suyumun taşkını oğul
Kocalığıma gelip aldırdığım yalnız oğul
dedi. Kâfirin izini izledi.
Kanlı Kara Derbentte kâfir de konmuştu. Oğlana kara çoban keçesi giydirmişlerdi, kapı eşiği üzerinde çaprazlama bırakmışlardı. Giren basıyor, çıkan basıyordu. «Eski düşman tatar oğlu elimize girmişken eziyet çektire çektire öldürelim» diyerek kapı eşiği üzerinde çaprazlama koymuşlardı.
Bu sırada Han Kazan yetişti. Konur atını şaha kaldırdı. Kâfir, Kazanın geldiğini gördü, ürktü. Kimi atına biniyor, kimi zırh giyiyor. Esir yiğit başını kaldırdı, der: «Bre kâfir ne haldir?» Kâfir der: «Baban geldi, tutalım diyoruz.»
Aman bre kâfir aman
Tanrının birliğine yoktur güman
Deyince, kâfirler oğluna aman verdiler, elini çözdüler, gözünü açtılar. Babasına karşı gönderdiler. Söyler, görelim Hânım ne söylemiş:
Beri gel a bey baba
Nereden bildin benim esir olduğumu
Ak ellerimin ardıma bağlandığını
Kıl sicimin ak boynuma takıldığını
Kara gözlü yiğitlerimin öldürüldüğünü
Sen gelmeden baba kâfirler konuştular
Konur atlı Kazanı tutun
Kollarını, ak ellerini bağlayın
Pusu kurup güzel başını kesin
Alca kanını yer yüzüne dökün
Oğlu ile ikisini bir yerde öldürün
Ocağını söndürün diye söyleştiler
Hânım baba korkarım
Koştururken konur atını kaydırasm
Savaştığın vakit kendini tutturasım
Pusuya düşüp güzel başını kestiresin
Ak bürçekli anamı oğul derken
Başımın bahtı Kazan diye ağlatasın
Gelme baba geri dön
Altın otağına sürüp var
Kocamış olmuş anama umut ol
Kara gözlü kız kardeşimi ağlatma
Kocamış olmuş anamı sızlatma
Oğul için bana ölmek ayıp olur
Yaradan hakkı için baba
Geriye dön eve var
Kocamış ana m karşılayıp da
Beni sana sorsa
Baba doğru haber ver
Gördüm senin oğlun esir, de;
Kollarından ak elleri bağlı, de;
Kara kıldan sicim boynuna takılı, de;
Kara domuz damında yatıyor, de;
Kıl kepenek boynunu acıtıyor, de;
Sert bukağı topuğunu vuruyor de;
Yanmış arpa ekmeği ile acı soğan övünü, de;
Benim ana m benim için kaygılanmasın
Bir a y baksın
Bir ayda varmazsam iki ay baksın
İki ayda varmazsam üç ay baksın
Üç ayda varmazsam öldüğümü o vakit bilsin
Aygır atımı boğazlayıp aşımı versin
El kızı nişanlıma izin versin
Bana sakladığı gelin odasına başkası girsin
Anam benim için mavi giyip kara sarınsın
Kudretli Oğuz ilinde yasımı tutsun
Benim başım seni n yoluna kurban olsun
Geri dön baba
Oğlu bir daha söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Karşı yatan karadağlar esen olsa el yaylar
Kanlı kanlı sular esen olsa coşup taşar
Kara koç atlar esen olsa tay doğurur
Katarlarda kızıl deve esen olsa yavru verir
Ağıllarda akça koyun esen olsa kuzular
Bey erenler esen olsa oğlu doğar
Sen esen o l anam esen olsun
Benden daha iyi Mevlâ size oğul versin
Aksütünü anam bana helâl eylesin
Savaşma çekilip dön baba geri
demiş:
Han Kazan burada söylemiş, görelim Hânım ne söyle
Oğul oğul ay oğul, Beyim oğul
Karşı yatan kara dağımın yükseği oğul
Güçlü belimin kuvveti canım oğul
Yorgun gözlerimin ışığı oğul
Şafaklarda uyanışım senin için
Konur atımı yormuşum senin için
Ak giyimime kir eklendi senin için
Benim başım kurban olsun canım oğul seni n için
Sen gideli ağıtlarım gökte iken yere indi
Gümbür gümbür davullar dövülmedi
Ağır ulu divanım toplanmadı
Seni bilen bey oğulları ak çıkardı kara giydi
Kaza benzer kızım gelinim ak çıkardı kara giydi
Kocamış anan kan yaşı döktü
Ak sakallı baban dertli oldu
Dönüp buradan oğul eve varsam
Akça yüzlü anan karşılayıp oğul? dese
Ne deyim?
Ak elleri bağlı diyeyim mi
Ak boynunda kıl urgan takılı diyeyim mi
Kâfir yanınca yayan yürüyor diyeyim mi
Kıl çoban keçesi boyuncuğunu sürtüyor diyeyim mi
Ağır bukağı topukçuğunu vuruyor diyeyim mi
Arpa ekmeği acı soğan övüncüğü diyeyim mi
Benim namusum nerede varır oğul
Dedikten sonra duramadı, yine konuştu, dedi ki:
Karşı yatan kara dağlar kocayınca
Otu bitmez el yaylamaz
Akıntılı güzel sular kocasa coşup taşmaz
Develer kocasa yavru vermez
Kara koç atlar kocasa tay vermez
Er yiğitler kocasa oğlu doğmaz
Baban koca anan koca oğul
Mevlâ senden daha iyi bize evlât vermez
Verse dahi senin yerini tutmaz
Yedi kat gökte kara bulut olup
Kâfirin üzerine gürleyeyim
Ak yıldırım olup şimşekleneyim
Kâfiri kamış gibi ateş olup yandırayım
Dokuzunu bir yerine saydırayım
Vuruşmayla dövüşmeyle yeri göğü doldurayım
Yaradan Allahtan medet
Konur atından yere indi. Akıp giden an sudan abdest aldı. Ak alnını yere kodu, namaz kıldı. Ağladı, Ulu Tanrıdan dilek diledi, yüzünü yere sürdü.
Adı güzel Muhammede selavât getirdi, deve gibi böğür dü, arslan gibi kükredi, nara atıp haykırdı, tek başına kâfire at tepti, kılıç vurdu. Döne döne bir zaman güzel savaş eyledi. Kâfiri bastırayım dedi, bastıramadı. Bir saatte kâfire üç kerre at tepti. Birden göz kapağına kılıç dokundu. Kara kanı şı- rıldadı gözüne indi. Kendisini sarp yerlere attı. Görelim şimdi Yaradan neyler?
Meğer Hânım boyu uzun Burla Hatun oğulcuğunu andı, kararı kalmadı. Kırk ince belli kız ile kara aygırını çektirdi, sıçrayıp bindi, kara kılıcını kuşandı. Başımın tacı Kazan gelmedi diye izini izledi gitti.
Gele gele Kazana yakın geldi. Kazan karısını tanımadı. Han Kızının üzerine geldi:
Kara aygırın gemini bana çek yiğit
Dikkat edip yüzüme bak yiğit
Altındaki kara aygırı bana ver yiğit
Elindeki sivri gönderini
Yanındaki kılıcını bana ver yiğit
Bu gönlümde umut ol bana
Kale ülke vereyim sana dedi. Hatun der:
Karşıma geçip yiğit neler diyorsun
Geçmiş günlerimi ne hatırlatıyorsun
Kalkıp yerinden doğrulan Kazan
Kara gözlü atın beline binen Kazan
Hücum edip kara dağımı yıkan Kazan
Gölgeli koca ağacımı kesen Kazan
Bıçak alıp kanatlarımı kıran Kazan
Yalnız koyup oğlum Uruza kıyan
Kazan At üstünde beklemeyip koşturan Kazan
Senin aklın başından gitmiş
Üzengiyi toplamayan dizin ölmüş
Han Kızı sevdiceğini tanımayan gözün ölmüş
Bunalmışsın sana nolmuş
Çal kılıcını yettim Kazan
Bu sırada Oğuz yiğitleri bir bir yetişti. Görelim Hânım kimler yetişti:
Kara dere ağzında Mevlâ veren, kara boğa derisinden beşiğinin örtüsü olan, öfkesi tutunca kara taşı kül eyleyen, kara bıyığını yedi yerde ensesinde düğümleyen, Kazanın kardeşi Kara Gün dört nala yetişti. «Çal kılıcını ağam Kazan, yettim» dedi.
Onun ardınca görelim Hânım kimler yetişti: Demirkapı Derbendindeki demir kapıyı kapıp alan, altmış tutam ala gönderinin ucunda er böğürten, Kazan gibi bir yiğidi bir savaşta üç kere atından yıkan Kıyan Selçuk Oğlu Deli Dündar geldi yetişti: “Çal kılıcına Ağam Kazan yettim!» dedi.
Onun ardınca görelim kimler yetişti: Varıp aklına esince Bayındır Hanın düşmanını bastıran, altmış bin kâfire kan kusturan, Gaflet Koca oğlu Şîr Şemseddin dört nala yetişti.
«Çal kılıcını ağam Kazan, yettim!» dedi. Ardınca hânım görelim kimler yetişti:
Hemit ile Merdin kalesini tepip alan, demir yaylı Kapçak Melike kan kusturan, Oğuzun aksakal kocamışlarının alkışladığı Kara Güneoğlu Kara Budak koşarak geldi: “Çal kılıcını Beyim Kazan, yetiştim” dedi.
Onun ardınca görelim kimler yetişti: Parasann Bayburt Hisarından fırlayıp uçan, allı pullu gelin odasına karşı gelen, Kudretli Oğuzun imrenileni, Kazan Beyin sağ kolu, boz ay- gırlı Beyrek dört nala yetişti. «Çal kılıcını Hânım Kazan, yettim!» dedi.
Onun ardınca görelim kimler yetişti: Yaban horozu gibi çalımlı, kartal hünerli, sıvama gümüşten kırma kuşaklı, kulağı altın küpeli, kudretli Oğuz Beylerini bir bir attan yıkan Kazılık Koca oğlu Bey Yigenek dört nala yetişti. «Çal kılıcını Hânım Kazan, yettim!» dedi.
Onun ardından kimler geldi: Altmış teke derisinden kürk yapıp giyinse topukları açıkta kalan, altı teke derisini kürk eylese kulaklarını örtmeyen, kollan uzun bacakları uzun, Kazan Beğin Dayısı Aruz Koca dört nala geldi yetişti:
«Çal kılıcını Hânım Kazan, yettim!» dedi.
Onun ardınca görelim kimler yetişti: Yirmi dört boyun güveni Deli Dündar yetişti. Onun ardınca bin kavim başları Düğer yetişti. Onun ardınca en yoksul Oğuzdan bin Bügdüz başla n Emen yetti; Aruz yetti. Saymakla Oğuz beyleri tükense olmaz, Kazanın Beyleri hep yetişti, başına toplandı.
An sudan abdest aldılar, iki rekât namaz kıldılar. Adı güzel Muhammede salvat getirdiler. Dalkılıç kâfire at sürdüler, kılıç vurdular. O gün ciğerinde olan er yiğitler belirdi. O gün alçaklar kaçacak yer aradılar. Bir kıyamet savaş oldu, meydan dolu baş oldu. Kıyametin bir günü oldu. Bey uşaktan, uşak Beyden ayrıldı. Dış Oğuz beyleri ile Dündar sağa at tepti. Gözünü budaktan sakınmayan yiğitleri ile Kara Budak sola at tepti. Kazan Bey Beyleriyle doğruca vurdu, at tepti, Tekür ile Şökli Melike yüklendi böğürterek attan yere yıktı, alca kanını yer yüzüne döktü. Sağ tarafta Kara Tekfur Melike Dündar karşı geldi, kılıçladı yere yıktı. Sol tarafa Buğacık Melike Kara Budak karşı geldi, gönderini saplayıp yere yıktı , kıpırdatmada n başını kesti. Boyu uzun Burla Hatun kâfirin kara tuğunu kılıçladı yere düşürdü. Tekür yenildi. Kâfir kaçtı. Derelerde kâfire kırgın girdi. On beş bin kâfir kimisi öldürüldü, kimisi tutuldu .
Kazan oğlunun üzerine geldi, indi, elini çözdü. Kucaklaşıp baba ile oğul görüştü. Üç yüz yiğit Oğuzdan şehit oldu. Kazan oğulcuğunu kurtardı, geri döndü. Gazâ mübarek oldu. Oğuz beyleri doyumluk aldı.
Akça Kale, Sürmeliye gelip Kazan kırk otağ diktirdi. Yedi gün yedi gece yeme içme oldu. Kırk evli kul ile kırk cariyeyi oğlunun başına tâc eyledi. Cilsun yiğitlere kale ülke verdi, işlemeli kaftanlar verdi. Dedem Korkut gelerek neşeli havalar çaldı, bu Oğuznâmeyi düzdü koştu, böyle dedi.
Şimdi hani nerde o dediğim Bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Ölümlü dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
En son ucu ölümlü dünya
Dua edeyim Hânım: Yerli kara dağın yıkılmasın,
Gölgeli kaba ağacın kesilmesin.
Taşkın akan güzel suyun kurumasın.
Kanatlarının ucu kırılmasın.
Mevlâ seni alçaklara el açtırmasın .
Koşarken ak boz atım sendelemesin .
Vuruşunca kara polat öz kılıcın çentilmesin.
Ak sakallı babanın yeri cennet olsun; ak saçlı anan ondan ayrılmasın. Allahın verdiği umudun kesilmesin. Son nefesinde arı imandan ayırmasın. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Derlesin toplasın günahınızı adı güzel Muhammede bağışlasın Hânım hey!… Bu duaya âmin diyenler Mahşer günü aradığını tez bulsun Hânım…
-
KANGLI KOCA OĞLU KAN TURALI :
Oğuz zamanında Kangh Koca derlerdi bir gürbüz er var idi. Yetişmiş bir yiğit oğlu var idi, adına Kan Turalı derlerdi.
Kangh Koca: “Ya erenler, babam öldü ben kaldım, yerini yurdunu tuttum, yarınki gün ben öleceğim oğlum kalacak, bundan daha iyisi yoktur ki gözüm görürken oğul gel seni evlendireyim” dedi. Oğlu: “Baba madem ki evlendireyim diyorsun, bana lâyık kız nasıl olur?” Ben yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı, ben kara koç atıma binmeden o binmiş olmalı, ben kanlı kâfir eline varmadan o varmış bana baş getirmiş olmalı” dedi. Kangh Koca der: “Oğul sen kız istemezmişsin, bir yiğit bahadır istermişsin, o yorulup didinsin sen yiyesin içesin gün geçiresin.”
“Evet canım baba öyle isterim, ya varıp bir cici bici Türkmen Kızı alırsan; ne yaparım? Ellesem eli kırılıverir, söylesem sözü yok, dillesem dili…”
Kangh Koca: “Oğul kız görmek senden, mal rızık vermek benden” dedi.
Böyle deyince yiğitler yiğidi Kan Turalı yerinden kalktı.
Kırk yiğidini yanına aldı. İç Oğuzu gördü, kız bulamadı. Çekildi geri döndü, evlerine geldi. Babası der: “Oğul kız buldun mu?” Kan Turalı der: “Yıkılsın Oğuz elleri, bana yarar kız bulamadım baba.” Babası der: “Hey oğul kız dileyip varan böyle varmaz.” “Ya nasıl vanr baba?” “Oğul sabah varıp öğlen gelmek olmaz, öğlen varıp akşam gelmek olmaz, oğul sen eve ocağa dört elle sarıl, ben sana kız aramağa gideyim.”
Kanglı Koca sevine kıvana kalktı. Ak sakallı çok yaşlı ihtiyarları yanına aldı. îç Oğuza girdi, kız bulamadı. Dolandı Dış Oğuza girdi bulamadı. Dolandı Tırabuzana geldi.
Meğer Tırabuzan tekfurunun güzeller güzeli bir dilber kızı var idi. Sağına soluna iki çift yay çekerdi. Attığı ok yere düşmezdi. O kızın üç canavar çeyizi ve yüz görümlüğü var idi. Kızın Babası: “Kim o canavarı bastıra yense öldürse kızımı ona veririm” diye söz vermişti. Bastırmasa başını keserdi. Böylelikle otuz iki kâfir beyinin oğlunun başı burç bedeninde kesilip asılmıştı. O üç canavann biri kükremiş aslan idi, biri kara boğa idi, biri de kara buğra idi. Bunların her birisi bir ayrı ejderha idi. Bu otuz iki baş ki, burçta asılmıştı, kükremiş aslan ile kara buğranın yüzünü görmemişlerdi, ancak boğa boynuzunda helak olmuşlardı.
Kangh Koca bu başları ve bu canavarları gördü, ürpererek kayıp titredi. “Varayım oğluma doğru haber vereyim, hüneri var ise gelsin alsın, yoksa evdeki kıza razı olsun” dedi.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kanglı Koca varıp geldi. Oğuza çıktı. Kan Turahya haber oldu, baban geldi dediler. Kırk yiğit ile babasına karşı vardı. Elini öptü, sordu: “Canım baba bana yarar kız buldun mu?”
“Buldum oğul hünerin var ise.”
“Altın akçe mi ister, katır deve mi ister?” “Oğul hüner gerek hüner!”
“Baba yelesi kara soylu atıma eyer vurayım, kanlı kâfir eline akın edeyim, baş keseyim, kan dökeyim, kâfire kan kusturayım, kul hizmetçi getireyim, hüner göstereyim.” “Hay canım oğlu hüner dediğim o değil. O kız için üç canavar beslemişler. Kim ki o üç canavarı bastırır, o kızı ona verirler. Bastırıp öldürmese onun başını keserler burca asarlar.”
“Baba bu sözü sen bana dememeliydin, made m ki dedin, elbette varmalıyım, başına kakınç yüzüme tokuç olmasın, kadın ana bey baba esen kalın!” dedi.
Kangh Koca: “Gördün mü ben bana nettim, oğlana korkunç haberler vereyim, belki gitmez döner diye düşünmüş idim” demesiyle burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğul senin varacağın yerin
Dolamaç dolamaç yolları olur
Atlı batıp çıkamaz onun balçığı olur
Ala yılan sökemez onun ormanı olur
Gök ile boy ölçüşen onun kalesi olur
Göz kamaştırıp gönül alan onun güzeli olur
Hay demeden baş getiren cellâdı olur
Sırtında kalkan oynar yayası olur
Yaman yerlere yeltendin geri dön
Ak sakallı babanı kocamış ananı ağlatma
Kan Turalı kızdı:
Ne söylersin ne dersin canım baba
Bu kadar işten korkan yiğit mi olur
Alp ere korku vermek ayıp olur
Dolamaç dolamaç yollarını
Mevlâm kor ise geceleyin at sürüp geçeyim
Atlı batıp çıkamaz onun balçığına kumlar döşeyeyim
Ala yılan sökemez ormanını
Çakmak çakıp ateşe vereyim
Gök ile boy ölçüşen kalelerini
Mevlfim kor ise yapayım yıkayım
Göz kamaştıran gönül akın güzelinin boynun öpeyim
Sırtında kalkan oynar yayasının
Mevlâm kor ise başını keseyim
Ya varayım ya varmayayım
Ya geleyim ya gelmeyeyim
Ya kara buğranın göğsü altında kalayım
Ya boğanın boynuzuna ilişeyim
Ya kükremiş aslanın pençesinde didileyim
Ya varayım ya gelmeyeyim
Yine görünceye kadar bey baba hatun ana esen kalın
dedi. Gördüler ki namus için durmuyor, “Oğul uğurun açık olsun, sağ esen varıp gelesin” dediler. Babasının anasının ellerini öptü.
Kırk yiğidini yanma aldı. Yedi gün yedi gece at koştur dular. Kâfirin sınır boyuna eriştiler, çadır diktiler. Yüğrük atını koşturup Kan Turalı gürzünü göğe atıyor, inip yere düşmeden kavrıyor, tutuyor,
Hey kırk eşim kırk arkadaşım
Yüğrük olsa yarışsam
Güçlü olsa güreş se m
Hak Taâla yardım eylese
Üç canavarı öldürsem
Güzeller şahı sarılar giyen
Selcen Hatunu alsam
Babamın anamın evine dönsem
Hey kırk eşim kırk yoldaşım
Kırkınıza kurban olsun benim başım
diye söylüyordu.
Bunlar bu sözde iken meğer Hânım Tekfura haber vardı. Oğuzdan Kan Turalı derler bir yiğit var imiş, kızını istemeğe geliyor dediler. Kâfirler yedi ağaç yer karşıcı çıktılar, “Neye geldiniz yiğit beyler?” dediler. “Karşılıklı vermeğe almağa geldik” dediler. Yeterinden çok saygı gösterdiler. Ak çadır diktiler, alaca halı döşediler, ak koyun kestijer yedi yıllık ak şarap içirdiler. Alıp bunları Tekfura getirdiler.
Tekfur taht üzerinde oturmuştu. Yüz kâfir gizlice zırhını giyinmişti. Yedi kat meydanı dolandı geldi. Meğer kız meydanda bir köşk yaptırmıştı. Bütün yanında olan kızlar al giymişlerdi, kendisi sa n giymişti, yukarıdan seyrediyordu. Kan Turalı geldi, kara şayak giyinmiş oturdu. Tekfur der: “Yiğit nereden geliyorsun?” Kan Turalı yerinden kalkıverdi, kasıla kasıla yürüdü ak alnını açtı, ak bileklerini sıvadı:
Karşı yatan kara dağını aşmağa gelmişim
Akıntılı suyunu geçmeğe gelmişim
Dar eteğin e geniş koltuğuna sığınmağa gelmişim
Tanrı buyruğu ile Peygamber kavli ile
Kızını almağa gelmişim
dedi. Tekfur: “Bu yiğidin sözü hızlı, eğer elinde de hüneri var ise.” dedi. “Bu yiğidi anadan doğma soyundurun.”
Soyundurdular. Kan Turalı altınlı ince keten bezini beline sardı. Kan Turalıyı alıp meydana getirdiler. Kan Turalı yakışıklıydı, hem de bilgiliydi. Oğuzda dört yiğit yüz örtüsü ile gezerdi. Biri Kan Turalı, biri Kara çöğür ve oğlu Kırk Kınuk ve boz aygırlı Beyrek. KanTuralı yüz örtüsünü sıyırdı açtı. Kız köşkten bakıyordu, bir hoş oldu, eli ayağına karışta; kediler gibi yerinde duramadı. Yanındaki kızlara: “Hak Taâlâ babamın gönlünü yumuşatsa da başlık kesip beni o yiğide verse, bunun gibi yiğit yazık olur ki canavarlar elinde paralansın” dedi.
Bu sırada demir zincirle boğayı getirdiler. Boğa dizini çöktü, boynuzu ile bir mermer taşı yuğurdu, peynir gibi ditti. Kâfirler: “Şimdi yiğidi atar, yıkar, yere serer delik deşik eder; yıkılsın Oğuz elleri, kırk yiğit bir bey oğlu ile bir kızdan ötürü ölmek ne oluyor?” dediler. Bunu işitince kırk yiğit ağlaştılar. Kan Turalı sağına baktı kırk yiğidini ağlar gördü, soluna baktı öyle gördü. Der: “Hey kırk eşim kırk yoldaşım, niye ağlıyorsunuz? Kolca kopuzumu getirin övün beni” dedi. Burada kırk yiğit Kan Turalıyı övmüşler, görelim. Hanım nasıl övmüşler:
Sultanım Kan Turalı
Kalkıp yerinden doğrulmadın mı
Yelesi kara soylu atma binmedin mi
Arku Beli Ala Dağı
Avlayarak kuşlayarak aşmadın mı
Babanın ak otağının eşiğinde
Uşakları inek sağar görmedin mi
Boğa boğa dedikleri
Kara inek buzağısı değil midir
Alp yiğitler hasmından kaygılanır mı hiç?
Sarılar giymiş Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Kan Turalı sarılar giyen kız aşkına bir hû!
Dedi. Bunun üzerine Kan Turalı:
“Bre boğanızı koyu verin gelsin!” dedi.
Boğanın zincirini aldılar, salı verdiler. Boynuzu elmas mızrak gibi Kan Turalının üzerine saldırdı. Kan Turalı adı güzel Mubammede salâvat getirdi, boğanın alnına öyle bir yumruk vurdu ki boğayı kıçı üzerine çökertti. Alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın başına çıkardı. Çok uğraştılar. Ne boğa yener, ne Kan Turalı yenér. Küt küt boğa solumağa başladı. Ağzı köpüklendi. Kan Turalı: “Bu dünyayı erenler akıl ile bulmuşlardır, bunun önünden sıçrayayım, ne hünerim var ise ardından göstereyim.” dedi. Adı güzel Muhammede salâvat getirdi, boğanın önünden savuldu. Boğa boynuzu üzerine dikildi. Kuyruğundan üç kere kaldırıp yere attı. Kemikleri paramparça oldu, birbirine karıştı. Bastı boğazladı. Bıçak çıkarıp derisini.yüzdü. Etini meydanda bırakarak derisini Tekfurun önüne getirip “Yarın sabah kızını bana veresin” dedi. Tekfur: “Bre kızı verin, şehirden sürün, çıksın gitsin” dedi. Tekfurun kardeşinin oğlu var idi; “Canavarların sultanı aslandır, onunla da oyun göstersin, kızı ondan sonra verelim” dedi.
Vardılar aslanı çıkardılar, meydana getirdiler. Aslan haykırdı, meydanda ne kadar at var ise sinip kaldılar. Yiğitleri: “Boğadan kurtuldu, aslandan nasıl kurtulsun” dediler, ağlaştılar. Kan Turalı yiğitlerini ağlar gördü; “Bre alca kopuzumu ele alın beni övün, sarı giyen kız aşkına bir aslandan döneyim mi?” dedi. Yoldaşları burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Sultanım Kan Turalı
Akça sazlar içinde sarı görüp görüp taylar basan
Göğüs yarıp kanını alan
Kara polat öz kılıçtan dönmeyen
Ak kirişli sert yaydan korkmayan
Ak tüylü delici oktan çekinmeyen .
Canavarlar şahı kükremiş aslanı öldüren
Ala köpek yavrusuna kendisini dalatır mı
Alp yiğitler savaş günü hasmından kaygılanır mı
Sarı giymiş Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Sarı giymiş kız aşkına bir hû!
Dediler.
Kan Turalı: “Bre kâfir aslanını koyu ver gelsin!” dedi. “Kara polat öz kılıcım yok ki kapıştığı zaman iki biçeydim, sana sığındım cömertler cömerdi cömert Tanrı, medet!” dedi.
Aslanı koyu verdiler, sürdü geldi. Kan Turalı bir çoban keçesini eline doladı, aslanın pençesine sunu verdi. Adı güzel Muhammede salâvat getirdi, aslanın alnını gözetip öyle bir yumruk vurdu ki, yumruk çenesine dokundu ufattı. Ensesinden tuttu belini kırdı; sonra kaldırıp yere vurdu, unufak etti. Tekfurun önüne geldi: “Dostum, kızını bana ver” dedi. Tekfur: “Kızı getirin verin, bu yiğidi gözüm gördü gönlüm sevdi, ister dursun, ister gitsin” dedi. Yine kardeşi oğlu: “Canavarların başı devedir, onunla da oyununu oynasın; ondan sonra kızı verelim:” dedi.
Tanndan izin olunca beyin paşanın yardımı Kan Turalıdan yana döndü. Tefkur: “Devenin ağzını yedi yerden bağlayın” dedi. Kinli kâfirler bağlamadılar, yularını sıyırıp salı verdiler. Kan Turalı fırlar devenin koltuğundan girer, fırlar çıkar. Yorgun yiğit hem iki canavarla savaşmıştı, kaydı düştü. Altı cellât ensesine geldiler, yalın kılıç tuttular, burada arkadaşları söylemiş, görelim Hanım ne söylemiş:
Kalkıp Kan Turalı yerinden doğrulu verdin
Yelesi kara soylu atına sıçrayıp bindin
Ala gözlü yiğitlerini yanına aldın
Arku Belli Ala Dağı geceleyin aştın
Akıntılı güzel suyunu geceleyin geçtin
Kanlı kâfir eline geceleyin girdin
Kara boğa geldiğinde unufak ettin
Kükremiş aslan geldiğinde belini büktün
Kara buğra geldiğinde niye düştün,
Kara kara dağlardan haber aşar
Kanlı Oğuz eline haber varır
Kanglı Koca oğlu Kan Turalı netmiş derler
Kara boğa geldiğinde kaldırıp yere vurmuş
Kükremiş aslan geldiğinde belini bükmüş
Kara buğra geldiğinde niye düşmüş derler
Büyük küçük kalmaz söz eder
Yaşlı kadın erkek kalmaz kötü söyler
Ak sakallı baban dertli olur
Kocamış anan kan yaş döker
Hânım kalkıp yerinden doğrulmazsan
Altı cellât ensende yalın kılıç tutar
Sonunda güzel başını kese r
Aşağıdan yukarı bakmaz mısın
Sarı giyen Selcen Hatun işaret eder görmez misin
Seni deve burnundan yıkılır olur dediler bilmez misin
Sarı giyen Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Sarı giymiş kız aşkına bir hû!
Deyince, Kan Turalı ayağa kalktı. “Bre ben bu devenin burnuna yapışınca o kız sözü ile yapıştı derler, Oğuz eline haber varır, deve elinde kalmıştı kız kurtardı derler, bre kolca kopuzumu çalın övün beni, yaradan Ul u Tanrıya sığındım, bir erkek deveden döneyim mi, Allahm izniyle bununda da başını keseyim” dedi. Yiğitleri Kan Turalıyı övüp söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Yüksek kayaların başında yuva tutan
Kadir ulu Tanrıya yakın uçan
Mancığı ağır taştan gıcırdayıp vuran
Arı gölün ördeğini şakıyıp alan
Koca üveyik dipte yürürken çekip yüzen
Karıncığı aç olsa kalkıp uçan
Cümle kuşun sultanı kartal kuşu
Kanadiyle saksağana kendisini güldürür mü
Alp yiğitler savaş gün ü hasmından kaygılanır mı
Sarı giyen Selcen Hatun köşkten bakar
Kime baksa aşkından ateşe yakar
Sarılı kız aşkına bir hû!
Dediler.
Kan Turalı adı güzel Muhammede salâvat getirdi. Deveye bir tekme vurdu. Deve bağırdı. Bir daha vurdu, deve ayağı üzerinde duramadı yıkıldı. Basıp iki yerden boğazladı. Arkasından iki kayış çıkardı.Tekfurun önüne bıraktı; “Akıncıların okluğunun bağı, üzengisinin kayışı kopar, dikmek için lâzım olur” dedi. Tekfur: “Vallah bu yiğidi gözüm gördü gönlüm sevdi”dedi.
Kırk yerde otağ diktirdi. Kırk yerde kızıl ala gerdek kurdurdu. Kan Turalı ile kızı getirip gerdeğe koydular. Ozan geldi coşturucu havalar çaldı. Oğuz yiğidinin yüreği kabardı.Kılıcını çıkardı yere çaldı, kertti, dedi ki: “Yer gibi kertileyim, toprak gibi savrulayım, kılıcıma doğranayım, okuma saplanayım, oğlum doğmasın, doğarsa on güne varmasın, bey babamın, kadın anamın yüzünü görmeden bu gerdeğe girersem” dedi. Evini çözdü, devesini bağırttı, kara koç atını kişnetti, geceyi gündüze kattı, göçtü.
Yedi gün yedi gece at koşturdu. Oğuzun sınır boyuna çıktı, çadır dikti. Kan Turalı:
Hey kırk eşim kırk yoldaşım
Kurban olsun size benim başım
Hak Taâla yol verdi vardım, o üç canavarı öldürdüm, sanlar giyen Selcen Hatunu aldım geldim, haber eyleyin babam bana karşı gelsin” dedi.
Kan Turalı baktı gördü bu konduğu yerde kuğu kuşları, turnalar, sülünler, keklikler uçuyorlar. Soğuk soğuk sular, çayırlar, çimenler… Selcen Hatun bu yeri güzel gördü, beğendi. İndiler, yeme içme ile meşgul oldular. Yediler içtiler.
O zamanda Oğuz yiğitlerinin başına ne gelse uykudan gelirdi. Kan Turalının uykusu geldi, uyudu. Uyurken kız: “Benim âşıklarım çoktur, ansızın dört nala gelini tutup babamın anamın evine iletmesinler sakın!” dedi. Kan Turalının atını sessizce tuttu giyindi. Mızrağını eline aldı, bir yüksek yere çıktı, bekledi.
Meğer Hânım Tekfur pişman oldu. “Üç canavar öldürdüğü için bir kızcağızımı aldı gitti” dedi. Gizlice kara elbiseli, demir zırhlı altı yüz kâfir seçti. Gece gündüz at koşturdular. Ansızın yetiştiler.
Kız hazır idi. Baktı gördü dört nala yetiştiler, atını oynattı, Kan Turalının üzerine geldi. Söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Uyan artık, kara başını kaldır yiğit
Ala çekik güzel gözünü aç yiğit
Kollarından ak ellerin bağlanmadan
Ak alnın kara yere tepilmeden
Ansızın güzel başın kesilmeden
Alca kanın ye r yüzüne dökülmeden
Hasım yetişti düşman erişti
N e yatıyorsun kalk yiğit
Yüksek kayalar oynamadan yer oyuldu
Yaşlı beyler ölmeden el boşaldı
Kaynaşarak uğraşarak dağdan indi
Tertiplenip üzerine düşman geldi
Yatacak yer mi buldun yurt mu buldun
Noldu sana diye seslendi.
Kan Turalı sıçradı uyandı, ayağa kalktı; “Ne söylüyorsun güzelim?” dedi. Kız: “Yiğidim, üzerine düşman geldi uyandırmak benden, savaşıp hüner göstermek senden” ded. Kan Turalı gözünü açü, göz kapaklarını kaldırdı, Gördü Gelin at üzerinde, zırh giyinmiş, mızrağı elinde.
Yeri öptü. “inandık imân ettik, niyetimiz Hak Taâlâ katında gerçekleşti” deyip arı sudan abdest aldı. Ak alnını yere koydu, iki rekât namaz kıldı. Atma bindi, adı güzel Muhammede salâvat getirdi, kara elbiseli kâfire at sürdü, karşı vardı. Selcen Hatun at oynattı Kan Turalının önüne geçti. Kan turalı: “Güzelim nereye gidiyorsun” dedi. Kız: “Bey yiğit, baş ezen olsa börk bulunmaz mı olur, bu gelen kâfir çok kâfirdir, savaşalım, dövüşelim, ölenimiz, ölsün, sağ kalanımız otağa gelsin” dedi.
Burada Selcen Hatun at sürdü. Hasmını bastırdı. Kaçanını kovalamadı aman diyeni öldürmedi. Öyle sandı ki düşman bastırıldı. Kılıcının kabzası kan içinde otağa geldi. Kan Turalıyı bulamadı. O sırada Kan Turalının babası anası çıka geldi. Gördüler ki bu gelen kişinin kılıcının kabzası kanlı oğlu görünmez. Haber sordular, görelim nasıl sordular:
Anam kişi kızım kişi
Tan atarken yerinden kalkı verdin
Oğulu tutturdun mu
Ansızın güzel başını kestirdin mi
Kadın ana bey baba diye bağırttın mı
Sen geliyorsun oğulcuğum görünmüyor bağrım yanıyor
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun gelin sana
Kız bildi ki kaynanası kayınbabasıdır. Kamçı ile işaret kılıp: “Otağa inin, nerede iner karışır toz var ise nerede karga kuzgun oynuyorsa orada arayalım” dedi. Atına mahmuz vurdu, bir yüksek yere çıktı, gözetledi.
Gördü ki bir derenin içinde toz kâh toplanıyor kâh dağılıyor. Üzerine geldi. Gördü ki Kan Turalının atını oklamışlar, gözünün kapağını oklamışlar, yüzünü kan bürümüş, durmadan kanını siliyor, kâfirler üşüşüyor, kılıcını yalın eyliyor kâfiri önüne katıp kovalıyor. Selcen Hatun bunu böyle gördü, içine ateş’düştü. Bir bölük kaza şahi n girmiş gibi kâfire at sürdü. Bir ucundan kırıp kâfiri öbür ucuna çıktı.
Kan Turalı baktı gördü ki bir kimse düşmanı önüne katmış kovalıyor. Selcen olduğunu bilmedi, kızdı. Burada söylemiş görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp yerinden doğrulan yiğit ne yiğitsin
Yelesi kara soylu atına binen yiğit ne yiğitsin
Ha demeden başlar kesen
Aklına esip benim düşmanıma giren yiğit ne yiğitsin
İzinsiz düşmana girmek bizim elde ayıp olur
Bre yürü
Doğan kuş olarak uçayım mı
Sakalınla boğazından tutayım mı
Ha demeden senin başını ben keseyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Kara bışını terkiye asayım mı
Çekilip dönmüş:
Selcen Hatun burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş?
Hey yiğidim bey yiğidim
Develer yavrusundan döner mi olur
Taycığını teper mi olur
Ağıllarda akça koyun
Kuzucuğun teper mi olur
Alp yiğitler bey yiğitler
Sevdiğine kıyar mı olur
Yiğidim bey yiğidim
Bu düşmanın bir ucu bana bir ucu sana
Kan Turalı bildi ki bu düşmanı basıp dağıtan Selcen Hatundur. Bir tarafına da kendisi girdi. Kılıç çekip yürüdü, kâfir başını kesti. Hasım bastırdı düşman kırıldı.
Selcen Hatun Kan Turalıyı at arkasına aldı çıktı, Giderken Kan Turalının fikrine bu geldi ki:
Kalkıp ey Selcen Hatun doğrulduğunda
Yelesi kara soylu atına bindiğinde
Babamın ak otağının eşiğin e indiğinde
Oğuzun elâ gözlü kızı gelini destan anlattığında
Herkes sözünü söylediğinde
Sen orada durasın övünesin
Kan Turalı parişan oldu
At arkasına aldım çıktım diyesin
Gözüm döndü gönlüm gitti
Öldürürüm seni
dedi. Selcen Hatun durumun ne olduğunu bilip söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Bey yiğit övünürse erkek övünsün aslandır
Övünmeklik kadınlara yaraşmaz
Övünmekle kadın erkek olmaz
Ala yorgan içinde seninle sarmaşmadım
Tatlı damak tutarak emişmedim
Al duvağımın altından söyleşmedim
Tez sevdin tez usandın dönek oğlu dönek
Yaradan Allah bilir ben sana
Dostum, âşıkım kıyma bana
Kan Turalı: ‘Yok, elbette öldürmem gerektir” dedi. Kız öfkeleniverdi: “Bre sersem budala, ben aşağı kulpa yapışıyorum, sen yukarı kulpa yapışıyorsun, bre densizin oğlu, okunla mı, kılıcınla mı, gel beri konuşalım” dedi.
Atını tepti, bir yüksek yere çıktı. Okluğundan doksan okunu yere döktü. îki okun temrenini çıkardı. Birini yaya taktı, birini eline aldı. Temrenli ok ile atmağa kıyamadı. Der:
‘Yiğit at okunu!” Kan Turalı der: “Kızların yolu evveldir, önce sen at!” Kız bir oku Kan Turalıya attı. Öyle bir atış idi ki ok vurduğunda Kan Turalının aklı başından gitt. İleri gelip Selcen Hatunu kucaklayıp barışmışlar, emişmişler onun üzerine. Kan Turalı burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Işıl ışıl ışıldayan incë giyenim
Yere basmadan yürüyen selvi boylum
Kar üzerine kan damlamış gibi kızıl yanaklım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Ressamların çizdiği kara kaşlım
Kurumsu kırk tutam kara saçlım Aslan soyu sultan kızı
Öldürmeğe ben seni kıyar mıydım
Kendi canıma kıyarım ben sana kıymam
Ben seni deniyordum
Selcen Hatun da burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp da yerimden doğrulurdum
Yelesi kara soylu atıma binerdim
Babamın ak otağından çıkardım
Arku Beli Ala Dağı avlardım
Ala geyik yaban geyiği kovalardım
Çekince bir ok ile vururdum
Temrensiz ok ile yiğit seni deniyordum
Öldürmeğe yiğidim ben seni kıyar mıydım
Irağından yakınından geliştiler, gizli yaka tutarak koklaştılar, tatlı damak vererek emiştiler, ak boz atlara binerek koşuştular, Bey babasının yanına eriştiler.
Babası oğulcuğunu gördü Âllaha şükürler eyledi. Oğlu ile, gelini ile Kanglı Koca Oğuza girdi. Yeşil, alaca güzel çimene çadır dikti!. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirdi. Düğün etti, kudretli Oğuz Beylerini ağırladı. Altınlıca gölgeliğini dikip Kan Turalı gerdeğe girdi; muradına maksuduna erişti.
Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı, destan söyledi deyiş dedi, gazi erenlerin başına ne geldiğini söyledi.
Şimdi hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi ölümlü dünya kime kaldı
Gelimili gidimili dünya
Son ucu ölümlü dünya
Ecel geldiğinde arı imandan ayırmasın. Mevlâm seni alçaklara el açtırmasın. Allahm verdiği umudun kesilmesin. Ak alnında beş kelime duâ kıldık, kabul olsun. Amin diyenler Tanrının yüzünü görsün. Derlesin toplasın günahınızı adı güzel Muhammed Mustafaya bağışlasın Hânım hey!…
Paylaş:
-
BEĞİL OĞLU EMRENİN DESTANI :
Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Ak otağını kara yerin üzerine diktirmişti. Ala sayvanı gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek seccade döşenmişti. îç Oğuz, Dış Oğuz Beyleri toplanmıştı.
Dokuz Tümen Gürcüstanın haracı geldi. Bir at, bir kılıç, bir topuz getirdiler. Bayındır Han çok üzüldü. Dedem Korkut geldi neşeli havalar çaldı: «Hânım niye üzülüyorsun?» dedi. Bayındır Han da: «Nasıl üzülmeyeyim her yıl altın akçe gelirdi, yiğide beye verirdik, hatırları hoş olurdu, şimdi bunu kime verelim ki hatırı hoş olsun?» dedi. Dede Korkut:
«Hânım bunun üçünü de bir yiğide verelim Oğuz iline karakol olsun» dedi. Han Bayındır: «Kime verelim» dedi. Sağına soluna baktı. Kimse gönüllü görünmedi. Begil derlerdi bir yiğit var idi, ona baktı: «Sen ne dersin» Begil razı oldu. Kalktı yeri öptü. Dedem Korkut himmet kılıcı beline bağladı, topuzu omuzunà koydu, yayı koluna geçirdi.
Küheylân aygırı çektirdi, Begil bindi. Hısımını akrabasını ayırdı, evini çözdü, Oğuzdan göç eyledi. Berdeye Gence- ye varıp vatan tuttu. Dokuz Tümen Gürcistan ağzına varıp kondu, karakolluk eyledi. Yabancı, kâfir gelse başını Oğuza armağan gönderdi. Yılda bir kerre Bayındır Hanın divanına varırdı.
Yine Bayındır Handan adam geldi, acele gelesin diyerek. Sonra Begil geldi, armağanlarını sundu. Bayındır Hanın elini öptü. Han da Begili misafir etti, güzel at, güzel kaftan, bol harçlık verdi. «Üç gün de Begili av etiyle misafir edelim beyler» dedi. Av ilân ettiler.
Av hazırlığı günü geldiğinde, kimi atını över, kimi kılıcını, kimi çekip ok atmasını över. Salur Kazan ne atını övdü, ne kendisini övdü, amma Begilin hünerini söyledi.
Üç yüz altmış altı yiğit ava gitse, kanlı geyik üzerine yürüyüş olsa, Begil ne yay kurardı, ne ok atardı, hemen yayı bileğinden çıkarırdı, boğanın yaban geyiğinin boynuna atardı, çekip durdururdu. Zayıf ise kulağını delerdi, avda belli olsun diye, amma semiz olsa boğazlardı. Eğer beyler geyik avlasa, kulağı delik olsa, Begil sevincidir diye Begile gönderirlerdi.
Kazan bey sordu: «Bu hüner atın mıdır, erin midir?»
«Hanim, erindir» dediler. Han: «Yok, at işlemese er övünmez, hüner atındır» dedi. Bu söz Begile hoş gelmedi. Begil: «Yiğitler içinde bizi küçük düşürdün» dedi. Bayındır Hanın verdiklerini önüne döktü, hana küstü, divandan çıktı. Atını çektiler, ala gözlü yiğitlerini alıp evine geldi.
Çoluk çocuğu karşıladı, okşamadı. Ak yüzlü hatunu ile konuşmadı. Hatun burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Altın tahtımın sahibi Beyim yiğit
Göz açtığım gün gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Kalkıp yerinden doğrulu verdin
Ala gözlü yiğitlerini yanma aldın
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aştın
Akıntılı güzel sudan geceleyin geçtin
Ak alınlı Bayındır Hanın divanına geceleyin vardın
Ala gözlü Beyleriyle yedin içtin
Eşin dostun birbirine mi düştü
Garip başın kavgada kaldı mı
Hani Hânım altında güzel atın nerde?
Üstünde altın tulga yok, sırmalı kaftanın nerde?
Ala gözlü oğullarını okşamazsın
Akça yüzl ü güzelinle söyleşmezsin
Nedir hâlin
Begil söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp yerimden doğrulu verdim
Yelesi kara soylu atıma sıçrayıp bindim
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aştım
Akıntılı güzel suyu delip geceleyin geçtim
Ak alınlı Bayındırın divanına dört nala vardım
Ala gözlü Beyleriyle yedim içtim
Eşimi dostumu iyi gördüm
Hânımızın sevgisi bizden dönmüş gördüm
Eli günü bırakıp Dokuz Tümen Gürcistana gidelim
Oğuza isyan ettim böyle bilin
Hatun: «Yiğidim bey yiğidim, pâdişâhlar Tanrının göl- gesidir, pâdişâhına isyan edenin işi rast gelmez, an gönülde pas olsa şarap açar, sen gideli Hanım, çapraz yatan ala dağlarda avlanmamıştır, ava bin gönlün açılsın» dedi. Begil baktı hatun kişinin aklı, sözü iyidir. Soylu atını çektirip sıçradı bindi, ava gitti.
Av avlayarak gezerken önünden bir yaralı geyik çıktı.Begil buna at sürdü. Geyiğin ardına erişti, yay kirişini boynuna attı. Geyiğin canı yanmıştı, kendisini bir yüksek yerden attı. Begil atın gemini yedemedi, beraber uçtu. Sağ oyluğu kayaya dokundu kırıldı.
Begil kalktı, ağladı, der: «Büyük oğlum, büyük kardeşim yok.» Hemen okluğundan gez çıkarıp atının eyerinin arkasındaki kayışları çekti kopardı. Kaftanının altından ayağını sımsıkı sardı. Var kuvvetiyle atının yelesine düştü. Avcılardan ayrı, sarığın tülbendi boğazına dolanmış olduğu halde, yurdunun ucuna geldi.
Oğulcuğu Emren yiğit babasını karşıladı. Gördü benzi sararmış, tülbendi boğazına dolanmış. Yoldaşlarını sorup Delikanlı burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp yerinden doğruluverdin
Yelesi kara soylu atma sıçrayıp bindin
Çapraz yatan ala dağlar eteğine ava vardın
Kara giyen kâfirlere rasladın mı
Ala gözlü yiğitlerini kırdırdın mı
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun babam sana
Begil Oğluna söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Kalkıp yerimden doğruluverdim
Kara dağlar önüne ava çıktım
Kara giyen kâfirlere rastlamadım
Ala gözlü yiğitlerimi kırdırmadım
Sağdır esendir yiğitlerim oğul kaygılanma
Üç gündür keyfim yok oğul
At üzerinden beni tut döşeğime çıkar
Aslan yavrusu yine aslandır, babasını at üzerinden kavradı tuttu, yatağına çıkardı. Kaftanını üzerine örttü, kapısını çekti.
Beri yandan yiğit beyler gördüler ki av bozulmuş, her biri evli evine geldi.
Begil beş gün oldu divana çıkmadı. Ayağının kırıldığını kimseye söylemedi.
Bir gece yatağında acı acı inledi, ah etti. Hatunu: «Bey yiğidim, kalabalık düşman gelse dönmezdin, kaba etine alaca ok saplansa inlemezdin, insan koynunda yatan sevdiceğine sırrını söylemez mi olur, nedir hâlin?» dedi. Begil: «Güzelim attan düştüm, ayağım kırıldı.» dedi.
Kadın elini eline çaldı uşağa, söyledi. Uşak çıkıp kapıcıya söyledi. Otuz iki dişten çıkan bütün yurda yayıldı. Begil attan düşmüş ayağı kırılmış diye.
Meğer kâfirin casusu var idi. Bu haberi işitip vardı Tekfura haber verdi. Tekfur: «Kalkıp yerinizden doğrulun, yattığı yerde Bey Begili tutun, ak ellerini kollarını bağlayın, sezdirmeden güzel başım kesin, alca kanını yer yüzüne dökün, elini gününü yağmalayın, kızını gelinini esir edin» dedi.
Meğer Begilin de orada casusu hazırdı. Begile haber gönderdi: «Başınızın çaresine bakın, üzerinize düşman geliyor» dedi. Begil yukarı baktı: «Gök ırak yer katı» dedi. Oğlunu yanına getirip söylemiş görelim Hanım ne söylemiş:
Oğul oğul ay oğul
Karanlık gözlerimin aydını oğul
Güçlü belimin kuvveti oğul
Gör sonunda neler oldu
Neler koptu benim başıma
Kalkıp oğul yerimden doğruluverdim
Boynu kırılsın al aygıra sıçrayıp bindim
Av avlayıp kuş kuşlayıp gezer iken
Bunaldı sürçtü beni yere çaldı
Sağ oyluğum kırıldı
Benim kara dağlardan haber aşmış
Kanlı kanlı sulardan haber geçmiş
Demir Kapı Derbendinden haber varmış Alaca atlı Şökli Melik kötü pusu kurmuş Pususundan kara dağlara duman düşmüş Yattığı yerde Bey Begili tutun demiş Kollarını ak ellerini bağlayın demiş
Akça yüzlü kızını gelinini esir edin demiş
Kalkıp oğul yerinden doğruluver
Yelesi kara soylu atına sıçrayıp bin
Çapraz yatan Ala Dağı geceleyin aş
Ak alınlı Bayındır Hanın divanına geceleyin var
Ağız dilden Bayındıra selâm ver Beylerbeyi olan
Kazanın elini öp Ak sakallı babam darda, de
Elbette ve elbette Kazan Bey bana yetişsin dedi, de
Gelmez isen memleket bozulup örene döner
Kızım gelinim esir gitti böyle bil
Burada oğlu babasına söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Baba ne söylüyorsun ne diyorsun
Bağrım ile yüreğimi ne dağlıyorsun
Kalkıp yerimden doğrulmam, yok!
Yelesi kara soylu atıma binmem, yok!
Arku Beli Ala Dağı avlayarak aşmam, yok!
Ak alınlı Bayındırın divanına varmam, yok!
Kazan kimdir benim onun elini öpmem, yok!
Altındaki al aygırı bana ver
Kan terletip koşturayım senin için
Sırtı sağlam demir zırhını bana ver
Yen yakalar diktireyim senin için
Kara çelik öz kılıcını bana ver
Sezdirmeden başlar keseyim senin için
Kargı dalı mızrağını bana ver
Göğsünden er mızraklıyayım senin için
Ak tüylü delici okunu bana ver
Erden ere geçireyim senin için
Ala gözlü üç yüz yiğidini bana ver yoldaşlığa
Muhammed Dini yoluna savaşayım senin için
Begil: «Öleyim ağzın için oğul, belki de benim geçmiş günümü andırtmazsın» dedi. «Bre zırhımı getirin oğlum giysin, al aygırımı getirin oğlum binsin, memleket ürkmeden oğlum meydana varsın girsin» dedi.
Delikanlıyı giydirdiler. Babası ile anası ile geldi görüştü, ellerini öptü. Üç yüz yiğidi yanma aldı, meydana vardı. Al aygır ne zaman düşman kokusunu alsa ayağını yere döverdi, tozu göğe çıkardı. Kâfirler der: «Bu at Begilindir, biz kaçarız.» Tekfur da: «Bre iyi bakın bu gelen Begil ise sizden önce ben kaçarım» dedi. Gözcü gözetledi, gördü ki at Begilin, Begil üzerinde değil, amma bir kuş kadar çocuktur. Gelip Tekfura haber verdi: «At, giyim kuşam, tolga Begilin, Begil içinde değil» dedi. Tekfur: «Yüz adam seçilin, tarraka çatlatın Delikanlıyı korkutun, o yaştakiler kuş yürekli olur, meydanı bırakıp kaçar» dedi.
Yüz kâfir seçilip Begilin Oğlunun üzerine gelmiş, kâfir söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Oğlan oğlan ey oğlan
Haramzade oğlan
Altında al aygırı arık oğlan
Kara çelik öz kılıcı çentik oğlan
Elindeki mızrağı kırık oğlan
Ak kirişli yayı kısa oğlan
Okluğunda doksan oku seyrek oğlan Yanındaki yoldaşları çıplak oğlan Karanlık gözleri çipil oğlan Şökli Melik sana kötü pusu kurdu Meydandaki şu oğlanı tutun Kollarını ak ellerini bağlayın Sezdirmeden güzel başını kesin
Alca kanını yer yüzüne dökün
Ak sakallı baban var ise ağlatma
Ak bürçekli anan var ise sızlatma
Yalnız yiğit yiğit olmaz
Yavşan gibi berk olmaz
Belâsı gelmiş deli oğlu deli
Çekilip dön buradan
Delikanlı da burada söylemiş, görelim ne söylemiş: Abuk sabuk kanuşma bre itim kâfir
Altımda al aygırımı ne beğenmezsin
Seni gördü oynar
Sırtımdaki demir zırhım omuzumu kısar
Kara çelik öz kılıcım kınını doğrar
Kargı dalı mızrağımı ne beğenmezsin
Göğsünü delip göğe fırlar
Akça kirişli katı yayım inceden inlemekte
Sadakta okum tirkeşimi deler
Yanımda yiğitlerim, savaş diler
Yiğide korku vermek ayıp olur
Beri gel bre kâfir savaşalım
Kâfir: «Oğuzun arsızı Türkmenin delisine benzer, bak hele şuna» dedi.
Tekfur: «Varın sonun Delikanlı Begilin nesidir?» dedi. Kâfir gelip söylemiş, görelim nasıl söylemiş:
Altındaki al aygırı biliriz Begilindir Begil hani
Kara çelik öz kılıcın Begilindir Begil hani
Sırtındaki dèmir zırhın Begilindir Begil hani
Yanındaki yiğitler Begilindir Begil hani
Eğer Begil burda imişse
Geceye kadar cenk edeydik
Akça kirişli katı yaylar çeki şeydik
Ak tüylü delici oklar atışaydık
Sen Begilin nesisin oğlan söyle bize
Begil oğlu burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş: .
Bre kâfir sen ben bilmez misin
«Ak alınlı Bayındır Hanın Beylerbeyisi Salur Kazan, kardeşi Kara Güne, Dönebilmez Dülek Evren, Düzen oğlu Alp Rüstem, boz atlı Beyrek, Bey Begilin evinde içiyorlardı, senden casus geldi, altındaki al aygıra Begil beni bindirdi kara çelik öz kılıcını kuvvet verdi, kargı dalı mızırağım himmet verdi, yanındaki üç yüz yiğidini bana arkadaşlığa verdi ben Begilin oğluyum bre kâfir, beri gel dövüşelim» dedi. Kâfir Tekfur: «Dayan bre deli oğlan, ben sana varayım» dedi.
Altı dilimli gürzünü ele aldı, oğlanın üzerine sürdü. Oğlan kalkanını gürze karşı tuttu. Başına doğru kâfir, Begilin oğluna müthiş vurdu. Kalkanını ufattı, tulgasını ezdi, göz kapaklarını sıyırdı, yenemedi. Gürz ile dövüştüler, kara çelik öz kılıçla çekiştiler, sere serpe meydanda kılıçlaştılar, omuzlan doğrandı, kılıçlan ufandı, birbirini yenemediler. Kargı dalı mızraklarla kınştılar, meydanda boğa gibi kavuştular, göğüsleri delindi, mızrakları kırıldı, birbirini yenemediler. At üzerinden ikisi kapıştılar, çekiştiler. Kâfirin gücü eksilmedi, arttı; Delikanlı sersemledi. Allah Taâlâya yalvarıp söylemiş, görelim nasıl söylemiş:
Yücelerden yücesin yüce Tanrı
Kimse bilmez nicesin güzel Tanrı
Sen Âdeme taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü dergâhından sürdün
İbrahimi tutturdun Hânım, deriye sardın
Kaldırıp ateşe attırdın
Ateşi yeşillik kıldın
Birliğine sığındım
Aziz Tanrı hocam bana medet
Kâfir: «Oğlan yenildin de Tanrına mı yalvarıyorsun, senin bir Tanrın var ise benim yetmiş iki puthânem var» dedi. Delikanlı: «Yâ âsi mel’un, sen putlarına yalvarıyorsan ben âlemleri yoktan var eden Allahıma sığındım» dedi.
Hak Taâlâ Cebrâile buyurdu ki: «Yâ Cebrail, var, şu kuluma kırk yiğit kuvveti verdim» dedi. O vakit Begilin oğlu kâfiri kaldırdı yere vurdu. Burnundan kanı düdük gibi fışkırdı. Sıçrayıp şahin gibi kâfirin boğazını eline aldı. Kâfir:
«Yiğit aman, sizin dinene derler, dinine girdim» dedi. Parmak kaldırıp, şehâdet getirip müslüman oldu. Geri kalan kâfirler bilip, meydanı bırakıp kaçtı.
Akıncılar kâfirin elini gününü vurup kızını gelinini esir ettiler. Oğlan babasına müjdeci gönderdi, hasmımı yendim dedi.
Ak sakallı babası karşı geldi. Oğlunun boynunu kucakladı. Dönüp evlerine geldiler.
Karşı yatan kara dağdan oğlana yaylak verdi. Kara koç yüğrük attan tavla verdi. Akça yüzlü oğluna akça koyun şö- lenlik verdi. Ala gözlü oğluna al duvaklık gelin aldı. Ak alınlı Bayındır Hânın payını ayırdı.
Oğlunu aldı Bayındır Hanın divanına vardı. El öptü.Pâdişâh, Kazan oğlu Uruzun sağ yanından ona yer gösterdi. Kaftan, çuha, sırmalı elbise giydirdi. Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı, bu Oğuznâmeyi düzdü koştu, Begil, oğlu Emrenin olsun dedi. Gaziler başına ne geldiğini söyledi.
Duâ edeyim Hânım:
Yerli kara dağların yıkılmasın.
Gölgeli kaba ağacın kesilmesin.
Allahın verdiği umudun kesilmesin.
Günâhınızı adı güzel Muhammede bağışlasın
Hanım hey!…
-
Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı :
Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üzerine ak otağını dikmişti. Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz beyleri sohbete toplanmıştı. Yeme içme idi.
Kazılık Koca derlerdi bir kişi var idi. Bayındır Han’ın veziri idi. Şarabın keskini başına çıktı. Kaba dizi üzerine çöktü. Bayındır Han’dan akın diledi. Bayındır Han izin verdi. Nereye istersen git dedi. Kazılık Koca iş görmüş, işe yarar odamdı. İşe yarar yaşlılarını yanına topladı, teçhizat ve levazımı île yola girdi. Çok dağlar, dere tepe geçti. Günlerden bir gün Düzmürd Kalesi’ne geldi. Karadeniz kenarında idi.
Ona erişip kondular. O kalenin bir tekürü var idi. Adına Arşın oğlu Direk Tekür derlerdi. O kafirin altmış arşın boyu var idi. Altmış batman gürz vururdu, çok kuvvetli yay çekerdi. Kazılık Koca kaleye yetişir yetişmez cenge başladı. Sonra o tekür kaleden dışarı çıktı, meydana girdi, er diledi. Kazılık Koca onu görür görmez yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin ensesine bir kılıç vurdu, zerre kadar kestiremedi. Sıra kafire geldi. O altmış batman gürz ile Kazılık Koca’ya tepeden aşağı tutup çaldı. Yalan dünya başına dar oldu düdük gibi kan fışkırdı. Kazılık Koca’yı yakolayıp tutup kaleye koydular.
Yiğitleri durmayıp kaçtılar. Kazılık Koca tam on altı yıl kalede esir oldu. Sonra Emen derlerdi bir kişi altı kerre varıp kaleyi alamadı. Meğer hanım, Kazılık Koca esir olduğu vakit bir oğlancığı var idi. Bir yaşında idi. On beş yaşına girdi, yiğit oldu. Babasını öldü biliyordu. Yasak eylemişlerdi, esir olduğunu oğlandan saklıyorlardı. O oğlanın adına Yigenek derlerdi. Günlerden bir gün Yigenek oturup beyler ile sohbet ederken, Kara Göne oğlu Budak ile uyuşamadı. Birbirine söz atıştılar.
Budak der: Burada boş laf edip ne yapıyorsun, mademki er diliyorsun, varıp babanı kurtarsana, on altı yıldır esirdir dedi. Yigenek bu haberi işitince yüreği oynadı, kara bağrı sarsıldı. Kalktı.
Bayındır Han’ın huzuruna vardı, yere yüz koydu, der:
Sabah erken sapa yerde dikilince ak otağa
Atlas ile yapılınca mavi gölgelikli
Tavla tavla çekilince yiğit atlı
Çağınp yardım isteyince bol çavuşla
Çalkandığında yağ dökülen bol nimetli
Darda kalmış yiğidin arkası
Zavallının biçarenin ümidi
Türkistanın direği
Yırtıcı kuşun yavrusu
Amıt suyunun aslanı
Karacuğun kaplanı
Devletli han medet
Bana asker ver, beni babamın esir olduğu kaleye gönder dedi.
Bayındır Han buyurdu, yirmi dört sancak beyi gelsin dedi. Önce Demirpakı Derbendinde bey olan, kargı mızrak ucunda er böğürten, hasıma yetiştiğinde kimsin diye sormayan Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar seninle beraber varsın dedi. Aygır Gözler Suyu’ndan at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan Eylik Koca oğlu Dülek Evren beraber varsın dedi. Çift burçtan kayın oku durmadan geçen Yağrıncı oğlu Kalmış seninle beraber varsın. Üç kerre düşman görmese kan ağlayan Toğsun oğlu Rüstem beraber varsın dedi. Ejderhalar ağzından adam alan Deli Evren beraber varsın. Yer yüzünün bir uçundan bir ucuna yetişeyim diyen Soğan Sarı beraber varsın. Sayılmakla Oğuz erenleri tükense olmaz.
Bayındır Han yirmi dört kahraman sancak beyini Yigeneğe arkadaşlığa verdi. Beyler toplanıp hazırlıklarını yaptılar. Meğer o gece Yigenek rüya gördü. Rüyasını arkadaşlarına söyledi, görelim hanım ne söyledi:
Der: Beyler birdenbire kara başım, gözüm uykuda iken rüya gördü. Ela gözümü açıp dünya gördüm.
Ak boz atlar koşturan alplar gördüm. Ak miğferli alpları yanıma aldım. Ak sakallı Dede Korkut’tan öğüt aldım. Ataca yatan kara dağları aştım. İleri yatan Karadeniz’e girdim. Gemi yapıp gömleğimi çıkardım yelken kurdum. İleri yatan denizi deldim geçtim. Öteki kara dağın bir yanında alnı başı parlayan bir er gördüm. Kalkıp yerimden doğruldum. Kargı dilli öz mızrağımı kaptım. Karşılayıp o ere vardım. Karşısından o eri mızraklayacağım zaman denedim. Göz ucu île o ere baktım. Dayırn Emen imiş onu bildim. Döndüm o ere selam verdim. Oğuz ellerinden kimsin dedim. Gözkapaklarını kaldırıp yüzüme baktı. Oğul Yıgenek nereye gidiyorsun dedî, söyledi. Ben dedim: Düzmürd kalesine gidiyorum, babam orada esir imiş dedim. Burada dayım bana söyledi:
Der:
Yetiştiğinde yel yetişmezdi yedi vurgunum
Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitlerim
Yedi kimiyle kurulurdu benim yayım
Kayın dalı tüylerinden som altınlı benim okum
Yel esti yağmur yağdı yükü koptu
Yedi defa vardım o kaleyi alamadım geri döndüm
Benden daha er çıkmayasın Yigeneğim dön
dedi. Yigenek rüyasında dayısına söylemiş:
Der:
Kalkıp yerinden doğrulduğunda
Ela gözlü bey yiğitleri yanına almadın
Adı belli beylerle sen at koşturmadın
Beş akçeli süvarileri arkadaş ettin
Onun için o kaleyi sen alamadın
demiş. Yigenek yine der:
Kese kese yemeğe yahni güzel
Kesme gününde kumandan hızlı güzel
Daim geldiğince dursa devlet güzel
Bildiğini unutmasa akıl güzel
Hasmından dönmese kaçmasa erlik güzel
dedi.
Bu rüyayı Yigenek arkadaşlarına hikaye eyledi. Meğer dayısı Emen orada yakın idi. Cümle beylerle arkadaş olup gittiler. Düzmürd Kalesine yetişince etrafını çevirip gittiler kondular. Kafirler bunları görünce Arşın oğlu Direk Tekür’e haber verdiler.
O mel’un da kaleden dışarı çıkıp bunların karşısına geçti, er diledi. Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar yerinden kalkı verdi, altmış tutam sivri mızrağını koltuğa kısıp o kafiri karşısından mızraklayayım dedi, mızraklayamadı. Kafir Tekür yakalayıp zorladı, mızrağını çekti elinden aldı. O altmış batman gürz ile Dündar’ı tepeden aşağı tutup çaldı. Geniş dünya başına dar oldu. Cins atını çevirdi, çekilip döndü. Ondan sonra Dönebilmez Dülek Evren altı kanatlı çomağı ile at tepip gelip yukarıdan aşağı kafire şiddetle vurdu, yenemedi.
Tekür yakalayıp elinden çomağını aldı, ona da gürz ile vurdu. O da cins atını çevirdi döndü. Hanım, yirmi dört sancak beyi Tekür’ün elinde perişan oldu. Sonra Kazılık Koca oğlu Yigenek, taze yiğitcik yaradan Allah’a sığındı, ölümsüz mabudu övdü, der:
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Aziz Tanrı
Sen anadan doğmadın
Sen babadan olmadın
Kimsenin rızkını yemedin
Kimseye güç etmedin61
Bütün yerlerde birsin
Sen daim ve baki olan Allahsın
Ademe sen taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü huzurundan sürdün
Nemrud göğe ok attı
Karnı yarık balığı karşı tuttun
Ululuğuna haddin yok
Senin boyun kaddin62 yok
Veya cism ile ceddin yok
Vurduğunu ulutmayan Ulu Tanrı
Bastığını belirtmeyen belli Tanrı
Kaldırdığını göğe yetiştiren güzel Tanrı
Kızdığını kahreden kahhar Tanrı
Birliğine sığındım Rabbim kadir Tanrı
Medet senden
Kara elbiseli kafire at tepiyorum
İşimi sen yoluna koy
dedi. Hemen at sürdü. Yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin omuzuna bir kılıç vurdu. Giyimini kuşamını doğradı, altı parmak derinliğinde yara açtı. Kara kanı fışkırdı, kara kalçası, çizmesi dolu kan oldu. Kara başı bunaldı darda kaldı. Hemen döndü kaleye kaçtı. Yigenek ardından yetişti. Kale kapısına girmişken kara çelik öz kılıcı ile ensesine öyle çaldı ki başı top gibi yere düştü. Ondan sonra Yigenek atını döndürdü. askerin yanma geldi.
Esir olan Kazılık Koca’yı bırakı vermişler, çıkıp geldi. Hay bey yiğitler kafiri kim öldürdü diyerek söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Develerin dişisini gebe koydum
Erkek midir dişi midir onu bilsem
Kara elimin koyununu gebe koydum
Koç mudur koyun mudur onu bilsem
Ela gözlü güzel helalimi hamile koydum
Erkek midir kız mıdır onu bilsem
Bre bey yiğitler haber bana Yaradanın aşkına
dedi. Yigenek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Develerin dişisini gebe koydun erkek oldu
Kara elde koyununu gebe koydun koç oldu
Ela gözlü güzel helalin! hamile koydun aslan oldu
dedi. Yigenek babası île görüştü. Ondan sonra gerikalan beyler görüştü. Sonra hep birden beyler kaleye yürüyüş ettiler, yağmaladılar. Babası ile Yigenek gizli yaka tutarak koklaştılar, iki hasret birbiriyle
buluştular, ıssız yerin kurdu gibi uluştular. Tanrı’ya şükürler kıldılar.
Kalenin kilisesini yıkıp yerine mescit yaptılar. Aziz Tanrı adına hutbe okuttular. Kuşun alaca kanım, kumaşın arısını, kızın güzelini, dokuz katlı içlenmiş süslü elbise, cübbe Bayındır Han’a hisse çıkardılar. Geri kalanını gazilere bağışladılar. Döndüler, evlerine geldiler.
Dedem Korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. Bu Oğuzname Yigeneğin olsun dedi.
Dua edeyim hanım : Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ahir sonu an imandan ayırmasın. Ak olnında beş kelime dua kıldık kabul olsun. Günahınız adıı güzel Muhammed Mustafa’nın yüzü suyuna bağışlasın hanım hey!…
-
Usun Koca Oğlu Segrekin Destanı :
Oğuz zamanında Usun Koca derler bir kişi var idi, ömründe iki oğlu var idi. Büyük oğlunun adı Eğrek idi. Cesur, deli, güzel yiğit idi. Bayındır Han’ın sohbetine ne zaman istese getirdi. Beyler beyi olan Kazan’ın divanında buna hiç kapı baca yoklu. Beyleri çiğneyip Kazan’ın önünde otururdu.
Kimseye iltifat eylemezdi. Meğer hanım gene bir gün beyleri çiğneyip oturunca. Ters Uzamış derlerdi Oğuz’da bir yiğit var idi, der: Bre Usun Koca oğlu bu oturan beyler her biri oturduğu yeri kılıcı ile, ekmeği ile almıştır, bre sen baş mı kestin kan mı döktün, aç mı doyurdun, çıplak mı donattın dedi. Egrek der: Bre Ters Uzamış baş kesip kan dökmek hüner midir dedi. Der: Evet hünerdir ya! Ters Uzamış’ın sözü Egreğe tesir etti. Kalktı Kazan Bey’den akın diledi. Akın verdi. İlan etti, akıncı toplandı. Üç yüz mızraklı yiğit bunun yanına cem oldu. Meyhanede beş gün yeme içme oldu.
Ondan sonra Şirögüven kenarından Gökçe Deniz’e kadar olan memleketleri yağmaladı. Sayısız ganimet alındı. Yolu Alınca Kalesine uğramıştı. Kara Tekür orada bir koru yaptırmıştı. Uçanlardan kaz, tavuk, yürüyenlerden geyik, tavşan bu avluya doldurup Oğuz yiğitlerine bunu tuzak yapmıştı. Usun Koca oğlunun yolu bu koruya uğradı. Korunun kapısını ufattılar. Yabanî geyik, kaz, tavuk kestiler, yediler içtiler. Atlarının eyerlerini aldılar, giyimlerini çıkardılar. Meğer Kara Tekür’ün casusu var idi, bunları gördü, gelip der: Bre Oğuz’dan bir bölük atlı geldi, korunun kapısını ufattılar, atlarının eyerlerini alıp giyimlerini çıkardılar, bre ne duruyorsunuz dedi.
Altı yüz kara elbiseli kafir bunların üzerine saldırdılar. Yiğitleri öldürdüler. Eğreği tuttular. Alınca Kalesinde zindana attılar. Kara kara dağlardan haber aştı, kanlı kanlı sulardan haber geçti, kudretli Oğuz ellerine haber vardı. Usun Koca‘nın ak otağı önünde feryat koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkarıp kara giydi. Usun Koca oğul oğul diye akça yüzlü anası ile ağlaştılar sızlaştılar. Her kemikli gelişir, kaburgalı büyür. Meğer hanım, Usun Koca’nın küçük oğlu Segrek iyi, cesur, alp, deli yiğit oldu.
Bir gün yolu bir düğün derneğe uğradı. Kondular, yemek içmek ettiler. Segrek sarhoş oldu. Dışarı ayak yoluna çıktı. Gördü ki öksüz oğlan bir çocukla kavga ediyor. Bre noldunuz diye bir tokat birine, bir tokat birine vurdu. Eski dutun biti, öksüz oğlanın dili acı olur. Biri der: Bre bizim öksüzlüğümüz yetmez mi, bize niye vuruyorsun, hünerin var ise kardeşin Alınca Kalesi’nde esirdir, var onu kurtar dedi. Segrek dedi: Bre kardeşimin adı nedir?
Dedi: Egrek’tir. şimdi Egreğe Segrek yakışır, kardeşim sağ imiş kaygılanmam, kardeşsiz Oğuz’da durmam, karanlıklı gözümün aydını kardeş diye ağladı.
İçeri sohbete girdi müsaade istedi, beyler hoşça kalın dedi. Atını çektiler bindi. Koşturdu anasının evine geldi. Alından indi anasının ağzını aradı. Segrek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Kalkıp ana yerimden doğruldum
Yelesi kara cins atıma sıçrayıp bindim
Çapraz yatan Ala Dağ eteğine vardım
Kudretli Oğuz ellerinde düğün dernek varmış oraya vardım
Yemek içmek arasında
Ak boz atlı bir haberci geldi
Çok zamanmış Egrek derler bir yiğit esirmiş
Kadir Tanrı yol vermiş çıkıp gelmiş
Büyük Küçük kalmadı o yiğide karşı gitti
Ana ben de varayım mı ne dersin
dedi. Anası burada söylemiş görelim hanım ne söylemiş :
Der:
Ağzın için öleyim oğul
Dilin için öleyim oğul
Karşı yatan kara dağın
Yıkılmıştı yüceldi ahir
Akıntılı güzel suyun
Çekilmişti çağladı ahir
Koca ağaçta dal budağın
Kurumuştu filizlenip yeşerdi ahir
Kudretli Oğuz beyleri izine varsa sen var
O yiğide yetiştiğinde
Ak boz atın üzerindin yere in
El bağlayıp o yiğide selam ver
Elini öpüp boynunu kucakla
Kara dağımın yükseği kardeş de
Ne duruyorsun oğul hoştur
dedi. Oğlan anasına söylemiş, görelim ne söylemiş:
Der:
Ana ağzın kurusun
Ana dilin çürüsün
Benim de kardeşim varmış kaygılansam olmaz
Kardeşsiz Oğuzda dursam olmaz
Ana hakkı Tanrı hakkı olmasaydı
Kara çelik öz kılıcımı çekeydim
Birdenbire güzel başını keseydim
Alca kanını yer yüzüne dökeydim
Ana zalim ana
dedi. Babası der: Yanlış haberdir oğul, kaçan giden senin ağabeyin değil, başkasıdır, ak sakallı ben babanı ağlatma, ihtiyarcık olmuş ananı sızlatma dedi. Oğlan burada söylemiş :
Der:
Üç yüz altmış altı alp ava binse
Kanlı geyik üzerine kavga kopsa
Kardeşli yiğitler kalkar kopar olur
Kardeşsiz zavallı yiğit ensesine yumruk dokunsa
Ağlayarak dört yanına bakar olur
Ela gözden acı yaşını döker olur
Ela gözlü oğlunuzu görünceye kadar
Bey baba hatun ana esen kalın
dedi. Baba ana yanlış haberdir, gitme oğul dediler. Oğlan der: Beni yolumdan ayırmayın, ağabeyimin tutulduğu kaleye varmayınca, ağabeyimin ölüsünü dirisini bilmeyince, öldü ise kanını almayınca Oğuz eline gelmem yok dedi.
Baba ana ağlaşıp Kazan’a adam gönderdiler. Oğlan kardeşini andı gider, bize ne öğüt verirsin dediler. Kazan der: Ayağına at kösteğini vurun dedi. Yavuklusu vardı, acele düğün dernek ettiler. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdiler.
Oğlanı gelin odasına koydular. Kız île ikisi bir döşeğe çıktılar. Oğlan kılıcını çıkardı kız ile kendi arasına koydu. Kız der: Kılıcını gider yiğit, murat ver murat al, sarılalım dedi. Oğlan der: Bre kavat kızı, ben kılıcıma doğranayım, okuma sancılayım, oğlum doğmasın, doğarsa on yaşına varmasın, ağabeyimin yüzünü görmeyince, ölmüş ise kanını almayınca bu gelin odasına girersem dedi.
Ayağa kalktı. Tavladan bir koç at çıkardı eyerledi. Giyimini giydi. Diz bağı, kol bağı bağladı. Der: Kız sen beni bir yıl bekle, bir yılda gelmezsem iki yıl bekle, iki yılda gelmezsem üç yıl bekle, gelmezsem o vakit benim öldüğümü bilesin, aygır atımı boğazlayıp aşımı ver, gözün kimi tutarsa, gönlün kimi severse ona var dedi. Kız burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Yiğidim ben seni bir yıl bekleyeyim
Bir yılda gelmezsen iki yıl bekleyeyim
İki yılda gelmezsen üç dört yıl bekleyeyim
Dört yılda gelmezsen beş yıl altı yıl bekleyeyim
Altı yol ayrımına çadır dikeyim
Gelenden gidenden haber sorayım
Hayır haber getirene at elbise vereyim
Kaftanlar giydireyim
Şer haber getirenin başını keseyim
Erkek sineği üzerime kondurmayayım
Murat ver murat al öyle git yiğidim
dedi. Oğlan der: kavat kızı ağabeyimin başına and içmişim, dönmem yok dedi.
Kız der: Ayağı uğursuz gelin diyeceklerine hayasız gelin desinler, kayın babama, kayınanama söyleyeyim dedi. Söylemiş :
Babamdan daha iyi kayın baba
Anamdan daha iyi kayın ana
Develerinin erkeği ürktü gider
Deveciler önünü kesti döndüremez
Kara koç aygırın ürktü gider
At çobanları önünü kesti döndüremez
Ağıllarının koçları ürktü gider
Çoban önünü kesti döndüremez
Ela gözlü oğlun kardeşini andı gider
Akça yüzlü gelinin döndüremez
Size malum olsun
dedi. Baba ana ah ettiler. Yerlerinden kalktılar oğul gitme diyerek, gördüler çare olmadı. Elbette o ağabeyimin tutulduğu kaleye varmayınca edemem dedi. Babası anası sür oğul, uğurun açık olsun, sağ esen varıp gelesin geleceğin var ise dediler.
Babasının anasının elini öptü, kara koç atına sıçrayıp bindi. Geceyi gündüze kattı, at sürdü. Üç gün geceli gündüzlü at koşturdu. Dereşam’ın kenarından geçti. O kardeşinin tutulduğu koruya geldi. Gördü kî at çobanı kafirler kısrak güdüyorlar. Kılıç çekip altı kafir tepeledi. Davul çalıp kısrakları ürküttü getirip o koruya soktu. Geceyi gündüze katmış, üç gün geceli gündüzlü at koşturmuş yiğit, karanlıklı gözlerini uyku bürümüş yiğit atının yularını bileğine bağladı, yattı uyudu. Meğer kafirin casusu var idi.
Gelip Tekür’e der: Oğuz’dan bir deli yiğit geldi, at çobanlarını öldürdü, kısrakları ürküttü getirip koruya soktu. Tekür der: Silahlı altmış adam seçin, varsınlar, tutup getirsinler dedi. Altmış silahlı adam seçtiler. Vardılar ansızın altmış demir giyimli kafir oğlanın üzerine geldiler. Giyim hışırtısından, at kıpırdamasından. Meğer yiğit aygır binerdi. Hanım at kulağı tetikte olur, çökerek oğlanı uyandırdı. Oğlan gördü ki bir alay atlı geliyor. Sıçradı Adı güzel Muhammed’e salavat getirdi. Atına bindi, kara elbiseli kafire kılıç vurdu, bastı kaleye tıktı. Yine uykusunu yenemeyip yerine varıp yattı uyudu. Gene atının yularını bileğine geçirdi. Kafirler, sağ olanları, kaçarak Tekür’e’ geldiler.
Tekür der: Tu yüz kerre : Altmış kişi bir oğlanı tutamadınız dedi. Bu sefer yüz kafir oğlanın üzerine geldiler. Aygır yine oğlanı uyandırdı. Gördü kafirler saf bağlamış geliyorlar. Oğlan kalktı atına bindi. Adı güzel Muhammed’e salavat getirdi, kafire kılıç çaldı, bastı kaleye tıktı. Atını döndürdü, gene konaklama yerine geldi. Uykusunu yenemedi, tekrar yattı uyudu. Atının yularını yine bileğine geçirdi. Bu sefer at oğlanın bileğinden boşandı kaçtı, Kafirler yine Tekür’e geldiler. Tekür der: Bu defa üç yüz varın dedi.
Kafirler der: Varmayız, kökümüzü keser, hepîmizi öldürür dediler. Tekür der: Ya nasıl eylemek gerek, varın o esir yiğidi çıkarın getirin, tekmeleyenin karnını boynuzlayan yırtar, at verin giyini verin dedi. Geldiler Egreğe dediler: Yiğit sana Tekür himmet eyledi, surda bir deli yiğit yolcunun yola gidenin, çobanın çoluğun ekmeğini alıyor, tut o deliyi oldur, seni bırakı verelim var git dediler. Pekala dedi. Egreği zindandan çıkardılar. Saçını sakalını tıraş ettiler. Bir at, bir kılıç verdiler. Üç yüz kafiri ona arkadaşlığa verdiler. Oğlanın üzerine geldiler. Üç yüz kafir açıkta durdular.
Egrek der: Gelin varalım dedi, tutalım.
Kafirler der: Tekür’den buyruk sana oldu, sen var dediler.
Egrek der: İşte uyuyor, gelin varalım dedi. Kafirler der: Ay ne uyumak, koltuğunun altından bakar, kalkar bize geniş ovayı dar gösterir dediler. Der: Şimdi ben varayım, elini ayağını bağlayayım, sonra siz gelirsiniz dedi. Sıçradı kafirler arasından çıktı. At şurup bu yiğidin üzerine geldi. Atından indi, yularını bir daha iliştirdi. Baktı gördü ki ayın on dördüne benzer bir güzel ela gözlü genç yiğit boncuk boncuk terlemiş uyuyor, gelenden gidenden haberi yok. Dolandı başı ucuna geldi.
Gördü ki belinde kopuzu var. Çıkarıp eline aldı söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Kalkıp yerinden doğrulan yiğit
Yelesi kara cins atına sıçrayıp binen
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşan
Akıntılı güzel suyu delip geçen
Gurbete gelen yatar mı olur
Benim gibi pazusundan ak ellerini bağlatarak
Domuz damında yatar mı olur
Ak sakallı babasını ak bürçekli anasını
Ağlatarak sızlatır mı olur
Niye yatırıyorsun yiğit
Gafil olma güzel başını kaldır yiğit
Ela gözünü aç yiğit
Kadirin verdiği tatlı canını uyku bürümüş yiğit
Pazusundan kollarını bağlatma
Ak sakallı babanı ihtiyarcık ananı ağlatma
Ne yiğitsin kudretli Oğuz dinden gelen yiğit
Yaradan hakkı için kalkı ver
Dört yanını kafir sardı belli bil
dedi. Oğlan sıçradı kalktı. Kılıcının sapına yapıştı ki bunu vursun. Gördü ki elinde kopuz var. Der: Bre kafir Dedem Korkut kopuzu hürmetine çalmadım dedî, eğer elinde kopuz olmasaydı ağabeyimin başı için seni iki parça kılardım dedi. Çekti kopuzu elinden aldı. Oğlan burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Sabah erken yerimden kalktığım kardeş için
Ak boz atlar yormuşum kardeş için
Kalenizde esir var mıdır kafir söyle bana
Kara başım kurban olsun kafir sana
dedi. Büyük kardeşi Egrek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Ağzın için öleyim kardeş
Dilin için öleyim kardeş
Memleketini doğum yerini sorar olsam neresidir
Karanlık gece içinde, yolu kaybetsen ümidin nedir
Büyük sancak tutan hanınız kim
Kavga günü önden at tepen alpınız kim
Yiğit senin baban kim
Alp erin erden adım saklaması ayıp olur
Adın nedir yiğit
dedi. Bir daha söylemiş, der:
Develerimi güdünce devecim misin
Kara koçumu güdünce at çobanım mısın
Ağıllarımı güdünce çobanım mısın
Kulağımda çınlayan naibim misin
Beşikte koyup gittiğim kardeşçiğim misin
Yiğit söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi. Segrek burada büyük kardeşine söyledi, der:
Karanlık gece içinde yolu kaybetsem ümidim
Büyük sancak tutan hanımız Bayındır Han
Savaş günü önden at tepen alpımız Salur Kazan
Babamın adını sorarsan Uşun Koca
Benim adımı sorar olsan Şegrek
Kardeşim var imiş adı Egrek
dedi. Bir daha söyledi, der:
Develerini güdünce devecinim
Kara koçunu güdünce at çobanınım
Beşikte koyup gittiğin kardeşinim
dedi. Büyük kardeşi Egrek burada söylemiş, görelim hanım nasıl söylemiş:
Der:
Ağzın için öleyim kardeş
Dilin için öleyim kardeş
Er mi oldun yiğit mi oldun kardeş
Gurbete kardeşini aramağa sen mi geldin kardeş
dedi. İki kardeş kucaklaşa kucaklaşa görüştüler. Egrek küçük kardeşinin boynunu öptü. Segrek de ağabeyisinin elini öptü. Karşı yakadan kafirler bakışıyorlar. Derler: Güreştiler galiba, belki bizimki yener dediler. Gördüler ki kucaklaştılar, görüştüler, cins atlara biniştiler. Kara elbiseli kafire at sürdüler, kılıç yürüttüler. Kafiri bastılar öldürdüler, kaleye döktüler. Gelip yine o koruya girdiler kısrakları dışarı çıkardılar. Davul çalıp kısrakları önlerine kattılar. Dereşam suyunu at tepip geçtiler.
Geceyi gündüze kattılar, Oğuz’un hudut boyuna yetiştiler. Kanlı kafir elinden kardeşçiğini çekip aldı. Ak sakallı babasına müjdeci gönderde babam bana karşı gelsin dedi. Uşun Koca’ya haberci geldi. Müjde, gözün aydın, oğulların ikisi beraber sağ esen geldi dediler. Koca işitip şad oldu. Gümbür gümbür davullar çalındı. Altın tunç borular öttürüldü. O gün alaca büyük otağlar dikildi. Artan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kesildi. Koca Bey oğullarına karşı geldi. Attan indi, oğlanları ile kucaklaşa kucaklaşa görüştü. İyi misiniz, esen misiniz oğullar dedi. Gölgeliği altınlıca odasına geldiler. Eğlence, yemek içmek oldu. Büyük oğlana da güzel gelin getirdi. İki kardeş birbirine sağdıç oldular. Gelin odalarına koşturup indiler, murada maksuda eriştiler.
Dedem Korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. Evvel ahir uzun yaşın ucu ölüm. Ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Günahınızı Muhammet Mustafa’nın yüzü suyuna bağışlasın. Amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün hanım hey!…
-
DİRSE HAN OĞLU BOĞAÇ HAN DESTANI :
Bir gün Kam Gan oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Şami otağını yer yüzüne diktirmişti Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. Hanlar hanı Bayındır yılda bir kerre ziyafet verip Oğuz beylerini misafir ederdi. Gene ziyafet tertip edip attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu. Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin demiştir. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun, oğlu kızı olmayana Allah Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bilsin demiş idi.
Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmağa başladı. Meğer Dirse Han derlerdi bir beyin oğlu kızı yok idi. Söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp homurdandığında
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vuranca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda sabahın ilk aydınlığında Dirse Han kalkarak yerinden doğrulup, kırk yiğidini beraberine alıp Bayındır Han’ın sohbetine geliyordu. Bayındır Han‘ın yiğitleri Dirse Han’ı karşıladılar. Getirip kara otağa kondurdular. Kara keçe, altına döşediler. Kara koyun yahnisinden önüne getirdiler. Bayındır Han’dan buyruk böyledir hanım, dediler.
Dirse Han der: Bayındır Han benim ne eksikliğimi gördü, kılıcımdan mı gördü. soframdan mı gördü, benden aşağı kimseleri ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki kara otağa kondurdu dedi.
Dediler: Hanım, bugün Bayındır Han’dan buyruk şöyledir ki oğlu kızı olmayana Tanrı Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz demiştir dediler.Dirse Han yerinden kalktı, der: Kalkarak yiğitlerim yerinizden doğrulun, bu garaip bana ya bendendir ya hatundandır dedi. Dirse Han evine geldi. Çağırıp hatununa söyler, görelim ne söyler:
Deyiş Der:
Beri gel başımın bahtı evimin tahtı
Evden çıkıp yürüyünce servi boylum
Topuğunda sarmaşınca kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum yemişim düvleğim
Görüyor musun neler oldu
Kalkarak Han Bayındır yerinden doğrulmuş, bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş, oğulluyu ak otağa, kızlıyı kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin, onun ki oğlu kızı olmaya Tanrı Taala ona beddua etmiştir, biz de beddua ederiz demiş. Ben varınca gelerek karşıladılar kara otağa kondurdular, kara keçe altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler, oğlu kızı olmayana Tanrı Taala beddua etmiştir, biz de beddua ederiz, belli bil dediler: Senden midir, benden midir, Tanrı Taala bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir, dedi, söyledi:
Der:
Han kızı yerimden kalkayım mı
Yakan ile boğazından tutayım mı
Kaba ökçemin altına atayım mı
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı
Öz gövdenden başını keseyim mi
Can tatlılığını sana bildireyim mi
Alca kanını yer yüzüne dökeyim mi
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
dedi.
Dirse Han’ın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş. Der: Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme, yerinden kalk, alaca çadırını yer yüzüne diktir, attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç keş, İç Oğuz’un Dış Oğuz’un beylerini basma topla, aç görsen doyur, çıklak görsen donat, borçluyu borcundan kurlar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Tanrı bize bir topaç gibi çocuk verir, dedi.
Dirse Han dişi ehlinin sözü ile büyük bir ziyafet verdi, dilek diledi. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini basma topladı. Aç görse doyurdu. Çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı.
Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir ağzı dualının hayır duası ile Allah Taala bir çocuk verdi. Hatunu hamile oldu. Bir nice müddetten sonra bir oğlan doğurdu. Oğlancığım dadılara verdi, baktırdı. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her kemikli gelişir, kaburgalı büyür. Oğlan on beş yasma girdi. Oğlanın babası Bayındır Han’ın ordusuna karıştı.
Meğer hanım. Bayındır Han’ın bir boğası var idi, bir de erkek devesi var idi. O boğa sert tasa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Bir yazın bir güzün boğa ile erkek deveyi savaştırırlardı. Bayındır Han kudretli Oğuz beyleri île temaşa ederdi. seyreder eğlenirdi. Meğer sultanım, gene yazın boğayı saraydan çıkardılar. Üç kişi sağ yanından, üç kişi sol yanından demir zincir île boğayı tutmuşlardı. Gelip meydanın ortasında koyu verdiler. Meğer sultanım, Dirse Han’ın oğlancığı üç de kabile çocuğu meydanda aşık oynuyorlardı. Boğayı koyu verdiler; oğlancıklara koç dediler. O üç oğlan kaçtı.
Dirse Han’ın oğlancığı kaçmadı. ok meydanın ortasında baktı durdu. Boğa da oğlana sürdü geldi. Diledi ki oğlanı helak kılsın. Oğlan yumruğu ile boğanın alnına kıyasıya tutup vurdu. Boğa geri geri gitti. Boğa oğlana sürdü tekrar geldi. Oğlan yine boğanın alnına yumruğu île sert vurdu. Oğlan bu sefer boğanın alnına yumruğunu dayadı, sürdü meydanın basma çıkardı. Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. İki kürek kemiğinin üstüne boğanın köpük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan fikreyledi, der: Bir dama direk vururlar, o dama destek olur, ben bunun alnına niye destek oluyorum duruyorum dedi. Oğlan boğanın alnından yumruğunu giderdi, yolundan sövüldü.
Boğa ayak üstünde duramadı, düştü tepesinin üstüne yikıldı Oğlan bıçağına el attı. boğanın basını kesti. Oğuz beyleri gelip oğlanın basma toplandılar, aferin dediler. Dedem Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, beraberine alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alı versin dediler. Çağırdılar. Dedem Korkut gelir oldu.
Oğlanı alıp babasına vardı. Dede Korkut oğlanın babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Hey Dirse Han beylik ver bu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Yük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana.
Giyer olsun hünerlidir.
Bayındır Han’ın ak meydanında bu oğlan cenk etmiştir, bir boğa öldürmüş senin oğlun, adı Boğaç olsun, adını ben verdim yaşını Allah versin dedi. Dirse Han oğlana beylik verdi, taht verdi. Oğlan tahta çıktı, babasının kırk yiğidini anmaz oldu.
O kırk yiğit haset eylediler, birbirine söylediler : Gelin oğlanı babasına çekiştirelim. olur ki öldürür, gene bizim izzetimiz hürmetimiz onun babasının yanında hoş olur, ziyade olur dediler. Vardı bu kırk yiğidin yirmisi bir yana. yirmisi de bir yana oldu. Önce yirmisi vardı, Dirse Han’a şu haberi getirdi, der: Görüyor musun Dirse Han neler oldu, murada maksuda ermesin, senin oğlun kötü çıktı hayırsız çıktı, kırk yiğidini yanına aldı, kudretli Oğuz’un üstüne yürüyüş etti, nerede güzel ortaya çıktı ise çekip aldı, ak sakallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak bürçekli kadının sütunu çekti, akan duru sulardan haber geçer, çapraz yatan Ala Dağ’dan haber aşar, hanlar hanı Bayındır’a haber varır, Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, gezdiğinden öldüğün daha iyi olur.
Bayındır Han seni çağırır, sana müthiş gazap eyler, böyle oğul senin nene gerek, böyle oğul olmaktan olmamak daha iyidir, öldürsene dediler. Dirse Han varın getirin, öldüreyim, dedi. Böyle deyince hanım, o namertlerin yirmisi daha çıka geldi ve bir dedikodu onlar da getirdiler. Der: Kalkarak Dirse Han senin oğlun yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı, sen var iken av avladı kuş kuşladı, anasının yanma alıp geldi, al şarabın keskininden aldı içti. anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi, senin oğlun kötü çıktı hayırsız çıktı, çapraz yatan Ala Dağ’dan haber geçer, hanlar hanı Bayındır’a haber varır, Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemişşey yapmış derler, seni çağırtırlar, Bayındır Han’ın katında sana gazap olur, böyle oğul nene gerek, öldürsene dediler.
Dirse Han der: Varın getirin öldüreyim, böyle oğul bana gerekmez, dedi. Dirse Han’ın hizmetkarları der: Biz senin oğlunu nasıl getirelim, senin oğlun bizim sözümüzü dinlemez, bizim sözümüzle gelmez, kalkıp yerinden doğrul, yiğitlerini okşa beraberine al, oğluna uğra, yanına alıp ava çık, kuş uçurup av avlayıp oğlunu oklayıp öldürmeğe bak, eğer böyle öldürmezsen bir türlü daha öldüremezsin, belli bil dediler.
Deyiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Büyük cins atlar sahibim görüp homurdandığında
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Aklı karalı seçilen çağda
Kudretli Oğuzun gelininin kızının bezendiği çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
sabahın ilk aydınlığında …
Dirse Han yerinden kalktı. Oğlancığını yanına alıp kırk yiğidi beraberine aldı, ava çıktı. Av avladılar, kuş kuşladılar. O kırk namerdin bir kaçı oğlanın yanına geldi, der: Baban dedi geyikleri kovalasın getirsin benim önümde tepelesin, oğlumun at koşturuşunu, kılıç çalışını, ok atışını göreyim, sevineyim, kıvanayım, güveneyim dedi, dediler.
Oğlandır ne bilsin, geyiği kovalıyordu, getiriyordu. babasının önünde vuruyordu. Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç çalışıma baksın sevinsin diyordu. O kırk namertler derler: Dirse Han, görüyor musun oğlanı, kırda bayırda geyiği kovalıyor senin önüne getiriyor, geyiğe atarken ok ile seni vurup öldürecek, oğlun seni öldürmeden sen oğlunu öldürmeğe bak dediler. Oğlan geyiği kovalarken babasının önünden gelip gidiyordu. Dirse Han Korkut sinirli sert yayını eline aldı.
Üzengiye kalkıp kuvvetle çekti, doğrultup attı, oğlanı iki küreğinin arasından vurup çaktı, yıktı. Ok isabet etti, alca kanı fışkırdı koynu doldu, büyük cins atının boynunu kucakladı yere düştü. Dirse Han istedi ki oğlancığının üstüne gürleyip düştü. O kırk namert bırakmadı. Atının dizginim döndürdü, yurduna gelir oldu. Dirse Han’ın hatunu oğlancığınım ilk avıdır diye attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Oğuz beylerine ziyafet vereyim dedi. Toparlanıp yerinden kalktı, kırk ince kızı beraberine aldı, Dirse Han’a karşı vardı.
Başını kaldırdı Dirse Han’ın yüzüne baktı. Sağ ile soluna göz gezdirdi, oğlancığını görmedi. Kara bağrı sarsıldı, bütün yüreği oynadı, kara süzme gözleri kan yaş doldu.
Çağırıp Dirse Han’a söyler, görelim hanım ne söyler:
Beri gel basımın bahtı evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağa ava çıktın
İki vardın bir geliyorsun yavrum hani
Karanlık gecede bulduğun oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han yaman seğriyor
Keşlisin oğlanın emdiği süt damarım yaman sızlıyor
San yılan sokmadan akça temin kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyurdum çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağdan bir oğul uçurdunsa söyle bana
Taşkın akan koşan sudan bir oğul akıttınsa söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kafirlere bir oğul aldırdınsa söyle
bana
Han babamın katına ben varayım
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kafire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi. feryat figan eyledi ağladı. Böyle deyince Dirse Han hatununa cevap vermedi, o kırk namert karşı geldi, der: Oğlun sağdır esendir, avdadır, bugün yarın nerde ise gelir, korkma kaygılanma, bey sarhoştur cevap veremez dediler.
Dirse Han’ın hatunu çekildi geri döndü. Dayanamadı, kırk ince kızı beraberine aldı. büyük cins ata binip oğlancığım aramağa gitti. Kışta yazda karı buzu erimeyen Kazılı Dağına geldi çıktı. Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı. Baktı gördü bir derenin içine karga kuzgun iner çıkar, konar kalkar.
Büyük cins atını ökçeledi, o tarata yürüdü. Meğer sultanım, oğlan orada yıkılmıştı. Karga kuzgun kan görüp oğlanın üstüne konmak isterdi. Oğlanın iki köpekceğîzi var idi. kargayı kuzgunu kovalardı, kondurmazdı. Oğlan orada yıkılınca boz atlı Hızır oğlana hazır oldu. üç defa yarasını eli île sıvazladı, sana bu yaradan korkma oğlan ölüm yoktur, dağ çiçeği ananın sütü ile senin yarana merhemdir dedi, kayboldu.
Oğlanın anası oğlanın üstüne koşturup çıka geldi. Baktı gördü oğlancığı alca kana bulanmış yatıyor. Çağırarak oğlancığına söyler, görelim hanım ne söyler:
Der:
Kara süzme gözlerim uyku bürümüş aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrının verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
Öz gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Akar senin suların Kazılık Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılık Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazılık Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş keşlisin
Ne bileyim oğul arslandan mı oldu
Yoksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağız diden bir kaç kelime haber bana
dedi. Böyle diyince oğlanın kulağına ses geldi. Başını kaldırdı, ansızın gözünü açtı anasının yüzüne baktı. Söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Beri gel ak sütunu emdiğim kadınım ana
Ak bürçekli izzetli canım ana
Akanlardan sularına beddua etme
Kazılık Dağının günahı yoktur
Bitenlerden otlarına. beddua etme
Kazılık Dağının suçu yoktur
Koşan geyiklerine beddua etme
Kazlık Dağının günahı yoktur
Arslan ile kaplanma beddua etme
Kazılık Dağının suçu yoktur
Beddua edersen babama et
Bu suç bu günah babamdandır
dedi. Oğlan yine der: Ana ağlama, bana bu yaradan ölüm yoktur korkma, boz atlı Hızır bana geldi, üç kerre yaramı sıvazladı, bu yaradan sana Ölüm yoktur, dağ çiçeği, ananın sütü sana merhemdir dedi. Böyle diyince kırk ince kız yayıldılar, dağ çiçeği topladılar. Oğlanın anası memesin! bir sıktı sütü gelmedi. iki sıktı sütü gelmedi, üçüncüde kendisini zorladı, iyice doldu, sıktı süt ile kan karışık geldi. Dağ çiçeği ile sütü oğlanın yaraşma sürdüler. Oğlanı ata bindirdiler, alarak yurduna gittiler. Oğlanı hekimlere emanet edip Dirse Han’dan sakladılar. At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Hanım, oğlanın kırk günde yarası iyileşti, sapa sağlam oldu.
Oğlan ata biner kılıç kuşanır oldu, av avlar kuş kuşlar oldu. Dirse Han’ın haberi yok, oğlancığını öldü biliyor. O kırk namertler bunu duydular, ne eyleyelim diye konuştular. Dirse Han eğer oğlancığını görürse, bırakmaz bizi hep öldürür dediler. Gelin Dirse Han’ı tutalım, ok ellerini ardınabağlayalım, kıl sicim ok boynuna takalım, alıp kafir ellerine yönelelim diyerek. Dirse Han’ı tuttular. Ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicim boynuna taktılar, ok etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler.
Dirse Han yayan, bunlar atlı yürüdüler, alıp kanlı kafir ellerine yöneldiler. Dirse Han esir oldu gider. Dirse Han’ın esir olduğundan Oğuz beylerinin haberi yok. Meğer sultanım, Dirse Han’ın hatunu bunu duymuş. Oğlancığına karşı varıp söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:
Der:
Görüyor musun ay oğul neler oldu
Sarp kayalar oynamadı yer oyuldu
yurtta düşman yok iken senin babanın üstüne düşman geldi, o kırk namertler babanın arkadaşları baban; tuttular, ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicim ek boynuna taktılar, kendileri atlı babanı yayan yürüttüler, alıp kanlı kafir ellerine yöneldiler, hanım oğul kalkarak yerinden doğrul, kırk yiğidim beraberine al, babanı o kırk namertten kurtar. yürü oğul. baban sona kıydı ise sen babana kıyma, dedi.
Oğlan anasının sözünü kırmadı. Boğaç Bey yerinden kalktı, kora çelik öz kılıcını beline kuşandı, ok kirişli sert yayını eline aldı, altın mızrağını koluna aldı, büyük cins atını tutturdu sıçrayıp bindi, kırk yiğidini beraberine aldı, babasının ardınca koşturup gitti. O namertler de bir yerde konmuşlardı, al şarabın keskininden içiyorlardı. Boğaç Han sürüp yetişti. O kırk namert de bunu gördüler. Dediler: Gelin varalım şu yiğidi tutup getirelim, ikisini bir arada kafire yetiştirelim dediler. Dirse Han der: Kırk yoldaşım aman Tanrının birliğine oktur güman benim elimi çözün, kolca kopuzumu elime verin, o yiğidi döndüreyim, ister beni öldürün ister diriltin, bırakı verin dedi. Elini çözdüler, kolca kopuzunu eline verdiler. Dirse Han oğlancığı olduğunu bilmedi, karşı geldi.
Söyle, görelim hanım ne söyler :
Der:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Altın başlı otağlar gider ise benim gider
Senin de içinde odan var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak yüzlü ela gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan alı vereyim dön geri
Ak sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
dedi. Oğlan burada babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:.
Boynu uzun büyük cins atlar senin gider
Benim de içinde bineğim var
Bırakmam12 yok kırk namerde
Develerde kızıl deve senin gider
Benim de içinde yük taşıyıcım var
Bırakmam yok kırk namerde
Ağıllarda on bin koyun senin gider
Benim de içinde etliğim var
Bırakmam yok kırk namerde
Ak yüzlü ela gözlü gelin senin gider ise
Benim de içinde nişanlım var
Bırakmam yok kırk namerde
Altın başlı otağlar senin gider ise
Benim de içinde odam var
Bırakmam yok kırk namerde
Ak sakallı ihtiyarlar senin gider ise
Benim de içinde bir aklı şaşmışşuuru yitmiş ihtiyar babam var
Bırakmam yok kırk namerde
dedi. Kırk yiğidine tülbent salladı, el eyledi. Kırk yiğit büyük cins atım oynattı, oğlanın etrafına toplandı. Oğlan kırk yiğidini beraberine aldı, at tepti, cenk ve savaş etti. Kiminin boynunu vurdu, kimini esir eyledi. Babasını kurtardı, çekildi geri döndü. Dirse Han burada oğlancığının sağ olduğunu bildi. Hanlar hanı Bayındır oğlana beylik verdi, taht verdi, dedem Korkut destan söyledi deyiş dedi, bu Oğuznameyi düzdü koştu, böyle dedi:
Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçtü
Onları da ecel aldı yer gizledi
Fani dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Kara ölüm geldiğinde geçit versin. Sağlıkla, akılla devletini Hak artırsın. O övdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin.
Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin Taşkın akan güzel suyun kurumasın. Kanatlanın uçları kırılmasın. Koşar iken ak boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın utanmasın. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Hakkın yandırdığı çırağın yana dursun. Kadir Tanrı seni namerde muhtaç eylemesin hanım hey!…
-
SALUR KAZAN TUTSAK OLUP OĞLU URUZUN ÇIKARDIĞININ DESTANI :
Meğer Hânım Tırabuzan Tekfuru, Beylerbeyi olan Han Kazana bir şahin göndermişti. Bir gece yiyip içip otururken şâhincibaşına: «Bre yarın sabah şahinleri al, biz bize ava gi delim» dedi.
Erkenden bindiler, av yerine vardılar. Gördüler bir sürü kaz duruyor. Kazan şahini bıraktı; yakalayamadı; şahin ha valandı. Gözetlediler, şahin Tornanın Kalesine indi. Kazan pek çok sinirlendi. Şahinin ardına düştü.
Dere tepe aştı kâfir eline geldi. Giderken Kazanın yor gun gözünü uyku bürüdü. Beyler dediler: «Hanım dönelim.» Kazan: «Biraz daha ileri varalım» dedi. Baktı bir kale gördü.
«Beyler gelin yatalım» dedi. Kazanı küçücük ölüm tuttu, uyudu. Meğer Hanım, Oğuz Beyleri yedi gün uyurdu. Onun için küçücük ölüm derlerdi.
Meğer o gün Tornanın Kalesinin Tekfuru ava çıkmıştı. Casus geldi, der: «Bir bölük atlı geldi, içinde Beyleri yattı uyudu.» Tekfur adam gönderdi; «Kim olduğunu anlayın» de di. Gelenler bildi ki bunlar Oğuz yiğitlerindendir. Gelip Tek fura haber verdiler. Tekfur da hemen askerini topladı, bun ların üzerine geldi. Kazanın Beyleri baktılar gördüler ki düşman geliyor. «Kazanı bırakır gidersek evinde bizi kovarlar, en iyisi budur ki burda ölelim» dediler. Kâfiri karşıladılar, cenk ettiler. Kazanın yanındaki yirmi beş Beyini şehit etti ler. Kazanın üzerine düştüler, uyuduğu yerde tuttular, elini ayağını sımsıkı bağladılar, bir arabaya yüklettiler, arabaya sıkıca urganla sardılar. Arabayı çektiler, yürüyüp gittiler.
Giderken araba gıcırtısından Kazan uyandı. Gerindi; bu elindeki urganları hep kopardı. Arabanın üzerine oturdu, elini eline çaldı, kasıla kasıla güldü.
Kâfirler derler: «Ne gülüyorsun?» Kazan: «Bre kâfirler, bu arabayı beşiğim sandım, sizi yamrı yumru dadım lalam sandım» dedi. Neyse, Kazanı getirdiler, Tornanın Kalesinde bir kuyuya bıraktılar. Kuyunun ağzına bir değirmen taşı koydular. Yemeğini suyunu değirmen taşının deliğinden ve riyorlardı.
Bir gün Tekfurun karısı: «Varayım Kazanı göreyim, na sıl bir insandır ki bunca adamlara meydan okuyormuş» dedi. Hatun gelip zindancıya kapıyı açtırdı. Seslendi: «Kazan Bey nedir hâlin, diriliğin yer altında mı hoştur, yoksa yer yüzün de mi hoştur, hem şimdi ne yiyorsun, ne içiyorsun ve neye bi niyorsun» dedi. Kazan: «Ölülerine yemek verdiğin vakit elle rinden alıyorum, hem ölülerinizin gençlerine biniyorum, yaşlılarını yedekte çekiyorum» dedi. Tekfurun karısı: «Dinin için Kazan Bey, yedi yaşında bir kızcağızım ölmüştür, kerem eyle ona binme» dedi. Kazan: «Ölülerinizde ondan genci yok tur, hep ona biniyorum» dedi. Kadın: «Vay senin, elinden ne yer yüzünde dirimiz ne yer altında ölümüz kurtulurmuş» de di. Geldi Tekfura: «Kerem eyle o Tatarı kuyudan çıkar, kızca ğızın belini koparıyor, yer altında kızcağızıma biniyormuş, diğer ölülerimizi topluyormuş, hep ölülerimiz için verdiği- ; miz yemeği ellerinden çekip alıp yiyormuş, onun elinden ne ölümüz ne dirimiz kurtulurmuş, dinin aşkına o eri kuyudan çıkar» dedi. Tekfur, Beylerini topladı: «Gelin, Kazanı kuyu dan çıkarın, bizi öğsün Oğuzu yersin, ondan sonra yemin etsin bizim memleketimize düşmanlığa gelmesin» dedi.
Vardılar Kazanı kuyudan çıkarıp getirdiler. «And iç ki bizim memleketimize düşmanlığa gelmeyesin, hem bizi öğ Oğuzu yer, seni bırakı verelim var git» dediler. Kazan: «Val- lah billah doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyeyim» de di. «Vallah Kazan iyi and içti» dediler. «Şimdi Kazan Bey, ha di bizi öğ» dediler. Kazan: «Ben yer yüzünde adam öğmem bir adam getirin bineyim, sizi öğeyim» dedi. Vardılar bir er kâfir getirdiler. «Bir eyer, bir gem» dedi; getirdiler. Kâfirin sırtına eyer vurdu, ağzına gem taktı, eyer kayışını çekti. Sıçradı üs tüne bindi. Ökçesini ökçesine vurdu, kaburgasını karnına yapıştırdı. Gemini çekti, ağzını ayırdı. Kâfiri öldürdü, çöktü üzerine oturdu. «Bre kâfirler kopuzumu getirin, sizi öğeyim» dedi. Vardılar kopuzu getirdiler. Eline alıp burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Onbin erden düşman gördümse bu benim payım dedim
Yirmi bin er düşman gördümse koklamadım
Otuz bin er düşman gördümse on saydım
Kırk bin er düşman gördümse gözümü kısıp baktım
Elli bin er gördümse el vermedim
Altmış bin er gördümse söyleşmedim
Seksen bin er gördümse ürpermedim
Doksan bin düşman gördümse kalkıp giyinmedim
Yüz bin er gördümse yüzümü dönmedim
Yüzü dönmez kılıcımı elime aldım
Muhammedin Dini aşkına kılıç vurdum
Ak meydanda yumru başı top gibi kestim
Yine de erim Beyim diye öğünmedim
Öğünen erenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kâfir öldür beni
Kara kılıcını çal boynuma kes başımı
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Bir deyiş daha söylemiş:
Yüksek yüksek kara dağdan taş yuvarlansa
Kaba ökçemi oyluğumu karşı tutan Kazan eridim
Firavun şişler yükleyip yerden çıksa Kaba ökçem ile bastıran Kazan er idim
Anlı şanlı Beyler oğlu kavga kılsa Kamçı vurup dindiren Kazan er idim
Yüce dağları duman tutsa
Kapkara sis deli kopsa
Küheylân atımın kulağı görünmez olsa
Yiğitler kılavuzsuz yol sasırsa
Kılavuzsuz yol başaran Kazan er idim
Yedi başlı ejderhaya yetişip vardım
Heybetinden sol gözüm yaşardı
Hey gözüm dönek gözüm kalleş gözüm
Bir yılandan ne var ki korktun dedim Yine de erim Beyim diye öğünmedim Öğünen erenleri ho ş görmedim
Eline geçmiş iken bre kâfir öldür beni yitir beni
Çal kılıcını kes başımı
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Oğuz erenleri dururken seni öğmem yok
Kazan burada bir daha söylemiş:
Kuzey yamacından parıldar umman denizinde
Sarp yerlerde yapılmış kâfir şehri
Sağa sola çırpıntı vurur yüzgeçleri
Su dibinde döner deniz kuşları
Tanrı benim diye su dibinde çığrışır âsileri
Düzünü bırakıp tersini okur kızı gelini
Altın aşık oynar Sancıda’nın Beyleri
Altı defa Oğuz vardı alamadı
O kaleye altı yiğitle ben Kazan vardım
Altı güne koymadım onu aldım
Kilisesini yıkıp mescit yaptım ezan okuttum
Kızını gelinini ak göğsümde oynattım
Beylerini kul ettim
Yine de erim
Beyim diye öğünmedim
Öğünen erenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kâfir öldür beni yitir beni
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Kazan yine söylemiş:
Yamaç ağıllardan döndürdüğüm bre kâfir senin baban
Şakağına imrendiğim senin kızın gelinin
Akça Kale Sürmelide at oynattım
At ile Karun Eline baskın yaptım
Ak Hisar Kalesinin burcunu yıktım
Ak akçe getirdiler puldur dedim
Kızıl altın getirdiler bakırdır dedim
Ala gözlü kızını gelinini getirdiler aldanma dim
Kilisesini yıktım mescit yaptım
Altını gümüşü yağmalattım
Yine de erim
Beyim diye öğünmedim
Öğünenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kâfir öldür beni yitir beni
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Seni övmem yok
Kazan Bey burada bir daha söylemiş:
Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm var
Güney yamaçlarda sizin geyiklerinizi durdurma ya
Ak sazın aslanında bir köküm var
Kaz alacası kısrak sürüsünü sıçratmaya
Sabırsız Kurt eniklerinin erkeğinde bir kökü m var
Akça yünlü onbin koyununu ürkütmeye
Doğan kuşunun erkeğinde bir köküm var
Ala ördek kara kazını uçurmaya
Kudretli Oğuz Elinde bir oğlum var Uruz adlı
Bir kardeşim var
Kara Güne adlı
Yeniden doğanını diriltmeyeni er
Eline geçmiş iken bre kâfir öldür beni yitir beni
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı yermem yok
Bir daha söylemiş:
İt gibi çenileyen serkeş hırslı
Küçücük domuz şölenli
Bir torba saman döşekli
Yarım kerpiç yastıklı
Yontma ağaç Tanrılı
Köpeğim kâfir
Oğuzu görür iken seni öğmem yok
Bundan sonra öldürürsen bre kâfir öldür beni
Öldürmezsen Mevlâm korsa öldüreyim kâfir seni
Kâfirler: «Bu bizi öğmedi, gelin bunu öldürelim» dediler. Kâfir Beyleri toplandılar, geldiler. «Bunun oğlu var, kardeşi var, bunu öldürmek olmaz» dediler. Getirdiler domuz damına hapse attılar.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazanın ölüsünü dirisini kimse bilmedi.
Meğer Hânım Kazanın bir yeniyetme oğlu var idi. Büyüdü yiğitçik oldu. Bir gün ata binip divana gelirken bir kişi:
«Sen Han Kazanın oğlu değil misin?» dedi. Uruz kızdı: «Bre sersem benim babam Bayındır Han değil midir?» «Yok, o ananın babasıdır, senin dedendir.» Uruz: «Bre ya benim ba bam ölü müdür diri midir?» dedi. «Diridir, Tornanın Kalesin de esirdir.» Böyle deyince oğlan ağladı, hüzünlendi. Atını çe virdi geri döndü. Anasına geldi burada anasına söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Bre ana ben Han oğlu değilmişim
Han Kazan oğlu imişim
Bre sersem kızı bunu bana niçin söylemiyordun
Ana hakkı Tanrı hakkı olmamış olsaydı
Kara çelik öz kılıcımı çekeydim
Öfkelenip o güzel başını keseydim
Alca kanını yer yüzüne dökeydim
Anası ağladı, «Oğul baban sağdır, amma söylemeğe kor kardım, kâfire varırsın, kendini vurursun paralanırsın, onun için sana söylemiyordum, canım oğul» dedi. «Amma amcana adam gönder, gelsin görelim ne der» dedi.
Adam gönderdi amcasını çağırdı. Geldi. Uruz der: «Ben babamın esir olduğu kaleye gidiyorum» Birlikte konuşup an laştılar. Bütün Beylere haber oldu: «Uruz babasına gidiyor, kılıç, gönder, topuz, gürz kuşanıp gelin» dediler. Asker top landı geldi. Alp Uruz çadırlarını açtırdı, silâhlarını yükletti. Kara Göne asker başı oldu. Boru çaldırıp göçtüler, yola girdiler.
Yol üzerinde kâfirlerin Ayasofyası var idi, keşişler beklerdi. Sarp bir yerde yapılmıştı, kara görünüşlü bir kiliseydi.
Attan inip, manastıra yakın, tüccar elbiseleri giydiler. Bezirgan havasına hüründüler katır ve deve çekip yaklaştı lar. Kâfirler baktılar ki gelenler pek tüccara benzemiyor, ka çıp kaleye girdiler* kapıları kapadılar. Burca çıkıp gelenlere kim olduklarını sordular. Bunlar: «Biz tüccarız» dediler. Kâfirler: «Yalan söylüyorsunuz» diyerek taşa tuttular. Uruz attan indi, dedi ki: «Heyy, babamın altın kadehinden içenler, beni seven attan insin! Kapısınına birer güz vuralım» dedi.
Onaltı yiğit sıçrayıp attan indi. Kalkan tuttu, gürzlerini omuzlarına attılar, kapıya geldiler. Birer birer vurup parça ladılar, içeri girdiler; önlerine çıkanı öldürdüler, kuş uçurt madılar. Mallarını yağmaladılar.
Kâfirlerin bir sığırtmaçları var idi. Gördü ki kaleyi aldı lar, kaçtı Tekfura yardı, kilisenin alındığını haber verdi. «Ne oturuyorsunuz, üzerinize düşman geldi, başınızın çâresine bakın» dedi. Tekfur Beylerini topladı: «Bunlarla nasıl uyuşalım» dedi. Beyler: «Bunun uyuşması odur ki Kazanı çıkaralım, onlarla başbaşa bırakalım» dedi. Bu sözü uygun gördü ler. Vardılar Kazanı çıkarıp Tekfurun önüne getirdiler. Tekfur: «Kazan Bey üzerimize düşman geldi, bu düşmanı üzeri mizden ayırırsan seni salı verelim. Hem haraca uyalım, sen de and iç ki bu bizim memlekete düşmanlığa gelmeyesin!» dedi. Kazan: «Vallah billah doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyelim» dedi. Kâfirler: «Kazan iyi and içti» diye sevindiler. Tekfur askerlerini toplayıp meydana geldi, çadır diktir di. Kâfir asker Kazanın çevresinde toplandı. Kazana zırh ge tirdiler. Kılıç ve mızrak ve topuz ve başka bir sürü cenk aracı getirdiler, giydirip donattılar.
Bu sırada Oğuz yiğitleri alay alay geldi. Gümbür gümbür davullar çalındı. Kazan gördü ki askerin önünde bir ak boz atlı, ak sancaklı sırtı pek demir zırhlı, Oğuzun önünde geldi, çadırım diktirdi, saf bağladı durdu. Onun ardınca Kara Güne geldi, saf bağladı durdu. Hemen burada Kazan atı meydana sürdü, hasım diledi. Bozatlı Beyrek at tepti mey dana girdi. Kazan burada söylemiş, görelim Hânım ne söylemiş:
Kalkıp yerinden doğrulan yiğit ne yiğitsin
Sırtı pek demir zırhını giyen yiğit ne yiğitsin
Adın nedir yiğit söyle bana
Beyrek burada söylemiş:
Bre kâfir sen beni bilmez misin
Parasarın Bayburt Hisarından fırlayıp uçan
Adaklısını başkaları alırken çekip alan
Pay Püre Han oğlu Bamsı Beyrek bana derler
Gel beri bre kâfir dövüşelim
Kazan burada bir daha söylemiş: «Bre yiğit, önünce bu askerin bir ak sancaklı alay çıktı, çadırını başkalanndan ön ce dikti, ak boz ata binen o yiğit ne yiğittir, kimin nesidir, yi ğit başın için söyle bana.» Beyrek: «Bre kâfir kimin nesi ola cak, beyimiz Kazanın oğludur» dedi. Kazan gönlünden: «El hamdülillah benim oğulcuğum büyük er olmuş» dedi. Beyrek
«Bre kâfir daha ne kadar onu bunu soracaksın bana?» dedi; Kazan üzerine at sürdü. Altı dilimli gürzünü eline alıp Kaza na vurdu. Kazan kendisini tanıtmadı. Kavradı, Beyreği bile ğinden tuttu, çekti, gürzünü elinden aldı, Beyreğin ensesine bir topuz vurdu. Beyrek atın boynunu kucakladı, çekilip dön dü. Kazan: «Yâ Beyrek, var beyine söyle gelsin» dedi. Bunu gördü, Eylik Koca oğlu Dönebilmez Dülek Evren meydana girdi. Kazan burada söylemiş, der:
Tan atarken yerinden kalkan yiğit ne yiğitsin
Yüğrük atını oynatarak gelen yiğit ne yiğitsin
Erin erden adını saklaması ayıp olur
Adın nedir yiğit söyle bana
Dülek Evren der:
Bre kâfir adımı bilmez misim
Kendi kendisine hor bakan memleketten çıkan
Elli yedi kalenin kilidini alan
Eylik Koca oğlu Dönebilmez Dülek Evren bana derler.
Mızrağını eline alıp at sürdü. Kazana saplayayım dedi, saplayamadı, öteye geçti, Kazan at tepti, mızrağını çekip elinden aldı, başına vurdu, parça parça oldu. Ufandı. «Bre sersem oğlu, Beyine söyle gelsin!» dedi. O da çekilip döndü.
Kazan yine er diledi. Düzen oğlu Alp Rüstem at tepti meydana girdi. Kazan burada gene söyledi, der:
Kalkıp yerinden doğruluveren
Soylu atına sıçrayıp binen
Ne yiğitsin
Adın nedir söyle bana
Alp Rüstem der:
Kalkıp yerinden doğruluveren
İki kardeş bebeği ölümünden yüzü yerde gezen
Düzen oğlu Alp Rüstem bana derler
O da Kazana at sürdü. Yeneyim dedi, yenemedi. Kazan Bey buna da bir darbe vurdu. «Bre budala, var Beyine söyle gelsin» dedi. O da döndü:
Kazan yeniden er diledi. Uruzun gemini amcası Kara Güne tutmuştu. Çekti ansızın elinden aldı, kılıcı sıyırdı ba basının üzerine at sürdü. Davrandırmadı, omuzuna kılıç in dirdi. Zırhını kesti, omuzuna dört parmak kadar yara açtı. Alca kanı şırıldadı koynuna indi. Uruz gene döndü ki bir da ha çalsın. Kazan burada seslenip oğluna söyler, görelim Hânım ne söyler:
Kara dağımın yükseği oğul
Buğulu gözlerimin aydını oğul
Alpım Uruz, aslanım Uruz
Ak sakallı babana kıyma oğul
Uruzun şefkat damarları kaynadı, kara çekik gözleri kan ya ş doldu. Attan yere indi, babasının elini öptü. Kazan da attan atladı yere indi, oğlunun boynunu öptü, Beyler Ka zan ile oğlunun yanına at sürdüler, çevrelerinde çenber oldu lar. Hepsi attan inip kazanın elini öptüler. Bir arada kâfire at sürdüler, kılıç vurdular. Derelerde tepelerde kâfire kırgın girdi. Kaleyi aldılar. Kilisesini yıkıp mescit yaptılar.
Kanlı kâfirin elinden babasını çekip aldı. Kudretli Oğuz Eline gelip çıktı. Akça yüzlü anasına müjdeci geldi. Kaza benzer kızı gelini Kazana karşıcı çıkıp elini öptüler, ayağına kapandılar. Kazan güzel çimene çadırlar kurdurdu otağ dik tirdi. Yedi gün yedi gece toy düğün edip yeme içme oldu. Dedem Korkut geldi kopuz çaldı, gazi erenlerin başına ne geldi ğini söyledi.
Hani öğdüğünüz Bey erenler
Dûnya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Ölümlü dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Sonucu ölümlü dünya
Ölüm vakti geldiğinde arı imândan ayırmasın. Mevlâm seni alçaklara el açtırmasın. Beş kelime duâ kıldık, kabul ol sun. Âmin diyenler Tanrının yüzünü görsün. Günâhınızı adı güzel Muhammet Mustafa hürmetine bağışlasın Hânım hey!…
-
Duha Koca Oğlu Deli Dumrul’un Destanı :
Zaman zaman içinde, yeni zaman eski zaman içinde; es ki zaman yeni zaman içinde cinler oynarmış kubbesiz hamam içinde, pireler cirit atmış tozlu saman içinde derken bir ihtiyar kopup gelmiş cümle Oğuzun içinde, adına Dedem Korkut demişler.
Dedem Korkut, senin benim, ak saçlı aksakallı dedemin; yüzü nurlu gözü gönlü gururlu akpak ninemin, önünde diz çöküp saygı duyduğu, el öpüp baş koyduğu her sözü bir hikmet taşıyan, her masalı günlerce gecelerce gönüllerde yaşayan bir ulu kişi imiş. Haklıya haklı haksıza haksız der imiş. Güçsüzü ezdirmez, yoksulu gözetip yurdun dirliğini düzenini bozana, törelere uymayana Bey de olsa paşa da olsa karşı dururmuş.
Dedem Korkut böyle güvenilir, böyle inanılır bir er kişiymiş de, Dedem Korkutun yaşadığı Oğuzeli halkı başka türlü mü imiş diyeceksiniz? Olmaz olur mu? Her memlekette okuyup yazmış takımından da okuyup yazamamış takımından da kendini bilmez kişiler bulunur her vakit.
Oğuzeli büyük geniş kocaman, ama sizin bildiğiniz büyüklükten daha büyük, sizin bildiğiniz genişlikten daha geniş, kocamanın da kocamanı bir ülke olduğu için az da olsa böyle kendini bilmez yahut da kendine çok güvendiği için yurduna ulusuna yararı yerine zararı dokunan kimseler var imiş. Bunlardan biri de, Oğuzeli içinde yiğitliğiyle nam salmış adına Duha Kocaoğlu Deli Dumrul, karşı yatan kara dağlar kadar heybetli, salkım salkım dallarını sarkıtan akça söğüt gibi görkemli ve bin atın bir olup çekemediği, çekip getiremediği yükleri sırça parmağıyla oynatacak kadar kuvvetliymiş. Bunları bildiği için de gururlanıp duruyormuş.
«Ben» diyormuş da başka bir şey demiyormuş; «Ben» den başka ağzından bir lâf çıkmıyormuş. Astığı astık, kestiği kes tik imiş; elinden eleman demeyen, dilinden kurtulup aman dilemeyen kimse yok imiş.
Bir gün kocaman Oğuzelinin genci ihtiyarı, sağlamı, sakatı, bütün yoğu varı toplanıp Dedem Korkuta varmış. “Ne varsa sende var, bizi kurtarırsan sen kurtarırsın. Yoksa bu deli Dumrul’un elinde bir can vermediğimiz kaldı; var git şu deliye öğüt ver yoksa evimiz ocağımız yıkılacak, yurdumuz yuvamız yanacak, bir can bir gömlek, yalınayak baş açık tamtakır orta yerde kalacağız.” demişler.
Dedem Korkut almış eline sakalını, bir sığamış iki sığamış olmamış; bir o yana dönmüş bakmış kadın kızı eleman çığırıyor; bir bu yana dönmüş bakmış erkeği kızanı acısından barbar bağırıyor: «Bre bu deli bunca adamı ağlatır bir baş açık bağrı sıcak divane olmuş da Oğuzelinde kimse karşı çıkamamış mı?» diye sormuş. Sonra çevre yanında tir tir titreyen yiğitlere dönüp bağırmış: «Ya siz ne güne duruyorsunuz; bir deli nice deli olursa olsun bir sıkımlık canı vardır; benlik Allaha mahsustur, bu deli Allaha da karşı gelir olmuşken siz varıp üstüne kuşça canını almazsınız» demiş.
Dedem Korkut böyle demesine demiş ya. Deli Dumrul’un korkusundan kimde can kalmış ki cevap versin; De dem Korkut’a kimse cevap verememiş. Bunun üzerine De dem Korkut sinirlenip yiğit geçinen bu gençlere kızmış tavşandan daha hızlı kaçan, dağdan dağa yel gibi uçan kıratını getirip hemen atlayıp binmiş. Binmesiyle birlikte, bir göz açıp kapayıncaya kadar kır at şaha kalkıp yelden hızlı bir dörtnalla varmış Dedem Korkut’u Deli Dumrul’un obasına ulaştırmış. Bir de ne görsün, Dumrul Koca oğlu Deli Dumrul dedikleri divâne, bütün Oğuz’un yana yakıla yaka silktiği bu densiz yiğit, kuru bir çayın üstüne bir köprü yaptırmış, yanı- başına da al sayvanlı çadırını kurdurmuş oturuyor. Ama ne oturuş ne oturuş; nasıl bir kasılma nasıl bir kasılma. Sanki küçük dağları bir yana bırakmış, büyük dağlar da ne oluyor yeryüzünü ben yarattım der gibi yan gelip yatıyor keyfin den. Duruşunda oturuşunda, burnundan bir kıl alanın bü tün ömrü bir anda gidecek gibi bir hâl var. O kuru çayın üs tündeki köprünün başında, o al sayvanlı çadırın altında Deli Dumrul’un böyle çalımlı oturmaktan da meğer bir maksadı varmış. Köprüden geçenden yüz akçe alırmış geçmeyenden
200 akçe alırmış. Yüz akçeyi verip de köprüyü geçtin ne âlâ, yok ben köprüden geçmeyeceğim yürüyüp kuru çaydan gideceğim dedin mi 200 akçeyi vermen gerekiyormuş. Deli Dumrul’un acıması yokmuş, ruhsuz kaba kuvvetine güvenerek koyduğu bu acımasız töresine uymadın mı tutar yakandan öldüresiye dövermiş; candan bezdirinceye, sopa ile ölüm korkusundan 200 akçeyi -Deli Dumrul’un kanlı avuçlarına sayıncaya kadar dövermiş. Yani sizin anlayacağınız Deli Dumrul dedikleri bu densiz, bu kendini bilmez yiğit öylesine bir Ali kıran baş kesen olmuş ki değme keyfine, dokunanın vay haline… Vay haline.
Dedem Korkutun Deli Dumrul’un obasına at tepip geldiği sırada da bir fukara çerçi para için kuru çaydan parasız geçmenin çarelerini arıyor, Deli yiğide dil döküp yalvarıyor- muş. «Ağamsın» diyormuş; «Beyimsin paşamsm: senden başka Han yok Hakan yok; benim Hanım da Hakanım da sensin, yol ver kuru çaydan geçeyim, kuşça bir canım var salıver beni, ömrüm oldukça sağlığın için yiyip içeyim» diyormuş. Gel gelelim yoksul çerçinin, kayaya gelse kayayı yumuşatacak, demire gelse demiri eğip okşayacak kadar dokunaklı olun yalvarışı Deli Dumrul’a şöyle bir dokunup geçmiyormuş bile. Üstelik kas kas gülüyor; «Akçeler» diyormuş…
«Çil çil akçeleri saymazsan vay geldi senin çerçi başına» diyormuş da başka bir şey demiyormuş.
Derken derken, Dede Korkut selâm vermiş girmiş içeri. Dedem Korkut’u bütün Oğuzeli halkı tanıyıp saydığından çerçi de hemen ayağa kalkıp diz vurmuş baş eğmiş… «Eh» di yormuş bir yandan da içinden; «Beni bu delinin elinden kur- tarsa kurtarsa Dedem Korkut kurtarır. Tanrının sevgili kullarından olmalıyım ki benim böyle bir dar günümde kopup geldi buraya, gayri bana ölüm olmaz burada» diye sevinmiş. Çerçi sevinmesine sevinmiş ya gel gelelim Deli Dumrul oralı bile olmamış. Hani o kendini beğenmiş, gücüne kuvvetine kimse karşı çıkamadığı için o mağrur hali vardı ya, işte, o
«Ben ben» olmuş da Dede Korkutu çok iyi tanıdığı halde tanımazlığa gelip yerinden bile kımıldamamış. Üstelik selâm Tanrı selâmı olduğu halde, bütün Oğuzeli’nde selâm verip Tanrı misafiri olarak çadırdan içeri giren düşman bile olsa ağırlanıp baş üstünde tutulmak törelerin en bilineni olduğu halde Deli Dumrul Dedem Korkut’a ters ters bakıp surat asmış; bununla da yetinmeyip «Bre sen kimsin, benden izinsiz buralara nasıl gelirsin» diye bağırıp kas kas kasılmış. Dedim Korkutun canı sıkılmış sıkılmasına ya, bu densiz deli yiğide iyi bir ders vermek için pek oralı olmamış. Ulu Tanrıya sığınıp «Bre deli densiz» diye Deli Dumrul’un yüzüne yüzüne kükremiş «Sen kendini yiğit sanırsın ama yiğit değilsin, bir kuru çalı senden daha yiğittir; sen kendini bunca erenlerin içinde seçilmiş bir er sanırsın ama er değilsin şu çadırı, al sayvanı senden daha erdir…
Demesine demiş, kükremesine kükremiş, dağlar taşlar da gümbürdemesine gümbürdemiş ama Dedem Korkut; Deli Dumrul tınmamış bile. Dedem Korkut bakmış ki bağırmak çağırmak da Deliyi etkilemiyor, gülmüş bu sefer; bağırmak tan çağırmaktan daha etkili bir sesle: «Evlât» demiş «Sen Benlik davasındasın, gel gelelim benlik Allaha mahsustur; Azrail senden büyüktür… Azraili unutma» demiş.
Bu söz Deli Dumrul’u ilk defa kızdırmış; «Bre Azrail de kim oluyor» diye gürlemiş; «Bu ülkede benden büyük, ben den yiğit kimse yoktur» demiş; Dedem Korkut’tan cevap beklemiş.
Dedem Korkut cevap vermeden aşağılardan bir yerler den bir ağlaşma sesi kopmuş. Meğer o günlerde kuru çayın alt yanındaki gölgesi güzel göğsü kaba ağaçlı düzlüğe, Deli Dumrul’dan izin alarak bir oba gelip konmuş. İçlerinden bir yiğit, çok yakışıklı ve güzel huylu bir delikanlı varmış; o sıra da birdenbire ölüvermez mi? Ona ağlıyorlar; «Ah Azrail, vah Azrail, nasıl kıydın bu yiğide» diye yanıp yıkılıyorlarmış. Deli Dumrul bunu duyunca büsbütün kızmış; «Vay ben varken bu ülkede kimse nasıl can alır? Vay ne biçim iş bu? Azrail benden kuvvetli olamaz, ben bu Azrail’i bir elime geçirsem de kurda kuşa yem yapsam bir, kıtır kıtır kessem bir, yerden yere çalsam bir…» diye tepinmeye başlamış. O tepinedursun dedem Korkut, durmamış orda, doğrulayıp Deli Dumrul’un babasına koşmuş. «Sizin Deli oğlunuz Oğuz’un başına belâ oldu, sizin yüzünüze kara çaldı, el gün içine çıkamaz oldunuz gel gelelim bitti artık yüzünüz yerden kalksın, oğlunuz vardı Azrail’e çattı» demiş. Bunu duyan Deli Dumrul’un anası saçını yolup yakasını yırtmış «Vay oğlum, vay aslan oğlum» diyorken, Dedem Korkut onu da susturmuş: «Bana bak kadın» demiş; «Sen anasın ana olmasına ya bu sırada oğluna arka çıkmazsan oğlunu yüzleyip şımartmazsan ona daha çok iyilik yapmış olursun» diye susturmuş. «Bu gün yarın size gelecek» diye de sözüne devam etmiş. «Sakın ola ki o zaman isteğine boyun eğip peki demeyin. Derseniz oğlunuza da yazık olur size de dedim Korkut demedi demeyin…» deyip ayrılmış. Her nedense Deli Dumrul’un karısına uğramamış, uğrayıp da Onu da önceden uyarmamış.
Dedem Korkut, Deli Dumrul’un anasıyla babasıyla konuşadursun, biz Deli Dumrul’dan haber verelim size Deli Dumrul ne yapmış ona bakalım… Oba halkını ağlar sızlar durumda bırakıp çadırına dönmüş. Dönmüş ki kılıcını kuşanıp varıp Azrail üstüne salayım, Azrail’i bölük pörçük edeyim diye. Tam kılıcını kuşanırken bir de bakmış, yüzü sarı, gözü sarı, gözbebekleri sapsarı bir kupkuru adam çağırdan içeri girmiş. Şaşırıp kalan, donmuş gibi bakıp duran Deli Dumrul’a gülümsemiş ve sapsarı dişlerinin arasından: «Beni arı yordun işte geldim, ben Azrail’im» demiş. Der demez de Deli Dumrul’un kılıcını çektiğini, delirmiş gibi üstüne atladığını görmüş ve hemen bir güvercin olup çadırın tepesindeki delik ten uçup gitmiş.
Bunun üzerine daha çok yiğitlenen Deli Dumrul, doğanını da koluna almış, atma atladığı gibi düşmüş güvercinin peşine. Düşmesine düşmüş ya hangi güvercin Azrail, hangisi değil bilememiş bir türlü. Akşama kadar birkaç güvercin avlamış, aşkam esmerliği çökünce de çadırına doğru geri dönmüş. Tam bir kaya çıkıntısını dönerken, Azrail birden karşısına çıkmış, atı Azrail’in yelinden ürküp Deli Dumrul’u yere atmış; Azrail de bunu fırsat bilip, atlamış Dumrul’un göğsüne fırlamış, canını almağa hazırlanmış. İşte o zaman olan olmuş, Deli Dumrul can korkusunun ne olduğunu anlamış «Can azizdir cümleden» diye Azrail’e yalvarmağa başlamış. «Bre Azrail aman» demiş. «Sen büyüksün şimdi anladım, ben boş bulunmuşun, cahillik etmişim, benden üstün kimse yok sanıp büyüklük taslamışım kuşça canım bağışla canımı alma» demiş. Bunun üzerine Azrail de insafa gelmiş:
«Behey deli yiğit bana değil, seni beni yaratan Ulu Tanrı’ya yalvar, ne derse o olur» diye yol göstermiş. Deli Dumrul bunu fırsat bilip Ulu Allah’a yalvarıp yakarmış demiş ki «Mademki canımı alacaksın Büyük Tanrım benim canımı sen al bu Azrail’e koma çünkü sen büyüksün» demiş. Bu içten yalvarış
Tanrı’nın hoşuna gitmiş, Deli Dumrul’un canını bağışlamış: Eğer Deli Dumrul’un yerine biri, kendi arzusu ile canını verecek olursa Deli Dumrul sağ kalacak, yok eğer kimse bu işi kabul etmezse Deli Dumrul o saatte can verecek. Bunu duyan Deli Dumrul pek sevinmiş «Eh» demiş, «Babam beni pekse verdi, varır gider elini öperim, benim yerime sen öl derim o da kabul eder» demiş.
Demesine demiş ama Deli Dumrul’un babası, Dedem Korkuttan uyarılı olduğu için oğluna yüz vermemiş. «Var git» demiş «Benden başka ne istersen iste gel gelelim canımı isteme, can cihandan azizdir sana veremem» demiş.
Deli Dumrul anasına gitmiş: «Anam babamdan çok severdi beni, elini öper canını isterim» demiş. Demesine demiş ya anası da Dedem Korkuttan uyarılı olduğu için «Hapislere girip çürüseydin, kâfirlere esir düşseydin para verir kurtarırdım, gel gelelim can cihandan aziz, benim de bir canım var senin için veremem» diye terslemiş.
Bunun üzerine canı sıkılan Deli Dumrul, biraz da korku içinde sürmüş, uzun zamandır yanına bile uğramadığı karısına gitmiş. Utanmış, sıkılmış, ihmal ettiği için karısından özür dilemiş, sonunda «Durum böyle böyle benim kurtulmam imkânsız, anam da babam da benim yerime ölmedi, gayri yalnız kalacaksın hakkını helâl et iki çocuğumu aç açık koma, el eline baktırma» demiş: Bunu söylerken de gözleri yaşarmış. Gözyaşlarını göstermemek için dönüp gitmek istemiş ama karısı onu durdurmuş: «Sen ne diyorsun Dumrulum?» demiş. «Senin o yiğit bakışların söndükten sonra benimkine yaşamak mı denir? Sensiz dünyaya dünya, sensiz obaya oba mı denir. Bir can dediğin nedir ki benim canım sana feda olun, varsın gelsin Azrail benim canımı alsın senin yakanı bıraksın» demiş.
Bunu duyan Azrail, Dumrul’un karısının canını almak için koşup gelmiş gelmesine de Deli Dumrul Azrail’i durdur mu ş «Yok» demiş. «Azrail, benim canım karımın canından daha değerli değil benimkini al yahut da bırak Tanrıma yalvarayım demiş ve Azrail’in cevabını beklemeden el açmış:
«Yücelerden yücesin kimse bilmez nicesin güzel Tanrım ben cahillik etmişim beni bağışla bundan sonra senin yolunda yurduma ve yurtluma iyilik etmek için çalışacağım bana fırsat ver» diye dua etmiş.
Bu sırada Dedem Korkut da gelip bu duaya katılmış ve Ulu Tanrı dualarını kabul etmiş Deli Dumrul yurdunun dirliği ve düzenliği uğruna didinmiş kalan ömründe; 140 yıl da ha karısı ve çocuklarıyla birlikte yaşamış. Bu masal da bura da bitmiş… Gökten üç elma düşmüş, biri benim olmuş ikisi sizin…
-
Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğünün Destanı :
Yurdu yuvası şen, bağı bostanı gülsen: yel estikçe yaprağı pıtır, pıtır, yel esmedikçe, çayın çimeni şen satır, üçbir yanı deniz, doğudan dördüncü yanı sesiz sıra dağlarla çevrilmiş Türkiye’nin güzel yüzlü gazal gözlü tok sözlü çocuğu, otur başucuma demem ne demeğe geliyor dinle bak bu masal başka masal… Çobanın elinde bir kaval, Keloğlanın elinde delik bir çuval bile yokken bir zamanlar dedelerin dilinde ilden ile dolaştı bu masal Yel üfürdü su götürdü, develerin tellâl olmadığı, Pirelerin berber olmadığı, ak saçlı ak sakalı dedelerin, ak pürçekli nenelerin senin bugününü iplik iplik eğirdi- ği, başı elvan nakışlı, yavru üveyik bakışlı alnı akıtmalı doru tayların pır pır seğirttiği büyük Oğuzelinden kopup geldi dağı aştı, taşı aştı bu masal. Amma ne taştı ne taştı…
Eğil de kulak ver, iyi dinle, şimdi demem şu deme ki sen bir gün büyürsen, kara saçın ak saça, ak saçın yok saça dönerken, böyle benim gibi bu masalı sen de ipek bakışlı kızına, alnı su nakışlı oğluna anlatasın… diyesin ki bir zamanlar Türkiye’nin doğusunda sira dağların ötesinde bir büyük Oğuzeli varmış, bu Oğuzeli öyle büyükmüş öyle büyükmüş ki bir ucundan öteki ucuna gitsen yine de güneş doğar batmazmış, güneş batar doğmazmış. Bir gece bu büyük Oğuzelinde büyük bir kargaşa olmuş, sınır ucunda Oğuz içine doğru taşınmak gerekmiş. Er taşınmış eren taşınmış, aklı eren taşınmış ermeyen taşınmış, gel gelelim bu taşınma esnasında, meğer Aruz Koca derler biri varmış, sağa sola ineğe deveye bakacağım deken, Aruz Kocanın akça göğsü ince yeldirmeli gözü kudretten sürmeli karısı, gözünün nuru gönlünün sürürü varı yoğu yavru balaban misâli gülücüklü oğulcuğunu heybenin gözünde unutuvermiş. Heybede kaymış mı atın sırtından kaymış ki hem de ne kayma. Aruz Koca bile farkına varmamış… gece de üstelik nasıl karanlıkmış nasıl karanlıkmış göz gözü görmüyor, iz izi sürmüyor bir tek yıldız bile koca gökyüzünde görün müyormuş. Neden sonra sabah olmuş sabah olmasına ya iş işten geçmiş yavru elden gitmiş bir kere. Ah vah etmenin sırası mı: Düşmüşler mı gerisin geriye; ana bir yandan baba bir yandan… Ara babam ara; ara babam ara yok. Yavru balaban bakışlı, gülüşü su akışlı oğulcuğu koydunsa bul; yok… Sanki yer yarılmış da yerin içine girmiş yavru sanki gök açılmış da göğe ağmış.
Gayri anadaki feryada babadaki figana can mı dayanır? Bir ah bir vah ki sorma gitsin… dağ taş inim inim inlemiş, yer gök sızım sızım sızlamış. Ama ne ölene çâre var, ne de olana çâre var. Dertli ana baba bağırlarına taş basıp geri dönmüşler. Gel zaman git zaman derken ortalık durulmuş, kargaşa yatışmış; evli evine köylü köyüne dönmüş, eski düzen o eski huzur ve sükûn dolu güzelliğiyle yeniden başlamış. Derken Oğuz Hanım at çobanının demesine bakılırsa, sazlık yerden aslana benzer yiğit çıkıyormuş at vuruyor, basıp yiyormuş. Sallana sallana yürüyüşüne bakarsan insan sanırmışsın; dolana dolana kükreyişine bakarsan aslan sanırmışsın. Bu haber bir anda bütün Oğuzeline yayılıvermiş. Beyler paşalar, hanlar hakanlar bir araya gelmiş meclis kurmuşlar, doluya koymuşlar almamış, boşa koymuşlar dolmamış, amanın bu ne biçim iştir ki başımıza geldi, biz ne günah işledik ki bu dert gelip bizi buldu diye kara kara düşünürken Aruz Koca yerinden yekinip «Beyler ağalar» demiş: «Bu olsa olsa benim kaybolan oğulcuğumdur. Izin verin üstüne varayım… hayırlıysa alıp geleyim ha- yırsızsa oracıkta canını alayım» demiş, tzin dilemiş, kalkıp sazlığa gitmiş. Bir de bakmış ki at çobanının arslan dediği şey, kaybettiği gönül kökü gözünün bir teki oğulcuğu değil miymiş? Aruz Koca bir durmuş iki durmuş sonra birden bire
«Vay benim gözümün bebeği gönlümün direği canım oğul» diye kucağını açıp koşmuş. Öteki de, evlât değil mi, babasına hemen kanı kaynamış, kucaklaşıp öpüşmüşler… Koca Aruz, alıp oğlunu getirmiş… Tepe gibi bir et yığmış, ırmak gibi kımız sağmış, şenlik yapmış yeme içme olmuş… Yeme içme olmuş olmasına ya, sazlıkda, dağda bayırda yaşamağa alışmış, yabanlaşmış olan oğulcuk, çadıra alışamamış vurmuş gitmiş gerisin geri sazlığa. Bunu gören anacığı da başlamış mı saçını başını yolup yaşın >»«şın ağlamağa. Aman ne ağıt ne ağıt ne ağıt… dağlar dayanmaz olmuş. Allah Müslüman başına vermesin zor gelmiş kadıncağıza «Bir gittiydi yirmi yıl zor dayandım bir yirmi yıl daha dayanamam ben» demiş ağlamış da başka bir şey dememiş.
Bunun üzerine Dedem Korkut, Bismillah deyip düşmüş yola, varmış sazlığa, bir de bakmış ki sazlıkta aslan desen aslan değil, insan dese insan değil bir babayiğit ki Allah bağışlasın, varmış babayiğidin yanma, «Yiğit yiğit» demiş. Oğuzdan bu yana taban tepip geldim senin için babanın tutar yeri tutmaz oldu, gördüm bildim senin için ananın gözü yaşı durmaz akar, gözyaşını sildim senin için… gel inadı bırak sen insan evlâdısın insanca yaşa, aramıza katıl. Ağabeyin var, adı Selçuktur, senin adını Başat koydum, adını yerdim yaşını Ulu Tanrım versin gel kırma beni» demiş… Daha bir çok tatlı söz söylemiş güler yüz göstermiş sonunda Başatı alıp geri dönmüş.
Dedem Korkut Basat’la geri dönedursun, hani bizim
Oğuz Hanın bir at çobanı vardı ya… Başatı sazlıkta ilkin o
görmüştü de gelip haberi vermişti… îşte o çobana gelelim biz… Çok gezen çok bit getirir çok konuşan çok dert getirir derler ya… biz diyelim ki aklı kısa çoban ot getireceği yerde et getirir, et getireceği yerde ot getirir. Sürüsüyle bir pınar- başından geçerken bakmış ki sürünün başı birden karman çorman olmuş, amanın ne oluyor bu sürüye demeye kalmamış bir de ne görsün pınarbâşında bir sürü peri kızı oynaşmıyor mu? Çobanın et kafası kızıvermiş; sırtından ıslak kepeneğini çıkardığı gibi kaldırmış peri kızlarının üstüne atmış… ıslak kepenek varmış peri kızlarının birinin kanadını kırı vermiş. Vay sen misin bunu yapan diye bir kızmış peri kızları kızmış ki gayri ne sen sor ne de ben tari f edeyim. Bunun üzerine içlerinden biri dile gelmiş «Çoban çoban» demiş
«Sen bizim arkadaşımızın kanadını kırmakla iyi etmedin. Oğuzun başına öyle bir iş açtın ki gayri temizleyebilene aşkolsun… Bin kere yüz yıl bu iş söylensin.» demiş pınarın başına tormaya benzer şey bırakmış, kanadı kırık arkadaşlarını da alarak pırr deyip uçmuşlar. Bâri akılsız çoban bunu görünce uslansa ya… ne gezer, aksine tekmelemeğe başlamış. Tekmeledikçe torba şişmiş, torba şiştikçe akılsız çoban tekmelemiş… derken o küçücük torba olmuş mu sana koca bir kümbet… Akılsız çoban bunu görünce küt demiş düşmüş bayılmış. .. Öyle ya, o durumda sen olsan bayılmaz mısın? Artık çobanı ayıltabilene aşkolsun. Bâri o künbet öylece dursa da kimse ellemese ne ise ne?… Oğuzun başı yine derde girmeyecek. Gel gelelim akacak kan damarda durmaz derler kümbet de öylece durmuş. Az sonra pınarbâşında, avdan dönen Beyler durup su içmek istemişler… Sularını içip gitseler ya… Çobanı aygın baygın yatar görünce yüzüne su serpip ayıt- mışlar, derdini sormuşlar, ama çoban korkudan konuşama- mış ki derdini anlatsın. Sâdece eliyle kümbeti göstermiş. Bunun üzerine çobanın aklı başına gelsin diye Beyler de başlamışlar mı kümbeti tekmelemeğe… Eyvan ki eyvah, kümbet dağ gibi büyümüş de büyümüş. En sonunda Basat’ın babası Aruz Koca av bıçağını çıkanp kümbeti kesivermiş ya içinden bir dudağı yerde bir dudağı gökte kocaman bir âdem ejderhâsı çıkıvermiş. Âdem ejderhasının bir tek gözü varmış o da tepe gibi alnının tam ortasındaymış. Onun için adını Tepe Göz koymuşlar koymasına ya kümbetten çıkar çıkmaz Tepegözün ilk işi çobanı yemek olmuş. Bu durumu gören Oğuz Beylerinin yüreğine bir korku düşmüş. Vay ne işmiş ki bu, biz bunu bile bile işledik varıp bir bilene danışalım, Dedem Korkuta soralım bahanesiyle pınarbaşından kaçıp uzaklaşmışlar.
Oğuz Beyleri pınarbaşından kaçıp uzaklaşadursun o sırada peri padişahının kızı gelip Tepegözün parmağına bir yüzük geçirmiş ve demiş ki «Tepegöz! Tepegöz!» demiş «Beri bak iyi dinle. Bu Oğuz milleti fakir fukarayı gözetmez gayri kendini bilmez oldu… İçlerinden yurdunu seven bir yiğit çıkıncaya kadar sen onları cezalandır. Bu yüzük parmağında durdukça sana ok batmasın, tenini kılıç kesmesin» demiş.
Hay ağzı kuruyaydı da peri padişahının kızı bu sözleri Tepegöze demiyeydi… Hay eli kopaydı da peri padişahının kızı Tepegözün parmağına o yüzüğü takmayaydı. O günden sonra artık Tepegözün astığı astık kestiği kestik olmuş kimse karşı duramamış, kötü bir eşkiya olup çıkmış. Çoluk çocuk dememiş yemiş.. Kimse de varıp üstüne alt edememiş, pis canını alamamış. Tepegözü yenememiş. Artık Oğuzda dirlik düzenlik kalmamış. Tepegözün üstüne üstüne varıp onu yo- ketmek isteyen bütün yiğitler birer birer ölmüş. En sonunda Basat’ın ağabeyisi Kıyan Selçuk da Tepegözün elinde can vermiş. O sırada Başat savaşa gitmiş, bu hâli bilmemiş de kurtulmuş şimdilik.
- Başat kurtulmuş ya Tepegöz de azdıkça azmış. Eliden el aman demeyen şerrinden bir köşeye sinmeyen kalmamış. Oğuz Beyleri bakmışlar ki olacak iş değil, hemen Dedem Korkuta haber salmışlar. «Bizi kurtarsa kurtarsa bu eşkiya- nın elinden Dedem Korkut kurtarır ancak, aman dedem medet senden yetiş imdadımıza» demişler.
Dedem Korkut ne yapsın? Varmış Tepegözün bulunduğu dağa çıkmış. Selâm vermiş Tepegözün selâmını beklemeden söze girmiş; «Oğul Tepegöz» demiş. «Ne desem sana az gelecek. Senin yüreğin kararmış bir kere aklanması imkânsız. En iyisi gel anlaşalım. Oğuz Beyleri sana haraç versin sen de Oğuzlara dokunma» demiş. Tepegözün kara yüreği daha çok kararmış, tepesindeki göz iyice kanlanmış da homur homur homurdanmış «Pek âlâ» demiş. «Bana haraç ola- Tak günde altmış adam verin benim üç öğün yemeğim olsun» demiş. Dedem Korkut: «Hay yüreği gibi ağzı da karalı uğursuz» diye çıkışmış «Sen günde 60 insan yersen Oğuzda insan mı kalır? Sonra açlıktan ölmez misin? En iyisi gelsana günde
500 davar ile iki adam verelim onları yiyip zıkkımlan» demiş.
Tepegöz bakmış ki Dedem Korkut doğru söyler, bu gidişle Oğuz elinde adam kalmayacak o da acından sonunda ölecek: «Peki» diye homurdanmış, «Senin dediğin olsun. Ayrıca iki adam daha verin de yemeğimi pişirsin» demiş.
Dedem Korkut dönüp olanlan ve konuşulanları bir bir anlatmış. Yünlük koca ile Yapağılı Kocayı Tepegöze aşçı olarak vermişler… Dört oğlu olan birini vermiş üçü kalmış, altı kızı olan birini vermiş beşi kalmış… Gel gelelim sayılı olan tez tükenir derler bir gün gelmiş Oğuzda Tepegöze verilecek genç de kalmamış. Kapak Kan derler bir adamın da iki oğlundan biri kalmışmış. Ne yapacağını düşünüp kara kara otururken bakmış oturmakla iş olmayacak almış başını kırlara çıkmış. Meğer Yiğit Başat da o sırada savaştan dönmüş, ganimetlerini ve esirlerini saçmış al sayvanlı çadırında oturuyormuş. Kapak Kan bunu görünce iki gözü iki çeşme ağlayarak Başat’a sarılmış olanlan bir bir anlatmış. Bunu duyan Başat bir kızmış bir kızmış ki demeyin… «Vay» diye bağırmış tabanım toprağa vura vura «Vay Oğuz bukadar al çaldı mı ki bir eşkiyaya eleman diyor. Vay yurdunu yuvasını seven bunca yiğit nasıl olur da eşkiya bozuntularından korkuyor ne biçim iş bu vay Oğuzeli vay» diye haykınp okunu yayını kuşanmış, kılıcını çaprazlama bağlayıp fırlamış Tepegözün bulunduğu Salahana Kayasına tırmanmış.
Görmüş ki bir de ne görsün Tepegöz denen eşkiya sırtını güneşe vermiş oturuyor… Başat hemen yayını gerip okunu atmış ama Tepegöze değen ok parça parça olup kırilmış. Başat bir ok daha atmış o ok da kırılmış. Üçüncü ok da Tepegöze değip kırılınca Başat bakmış ki okla yayla iş bitmeyecek okunu yayını bir kenara atıp kılıcını çekmiş Tepegözün üzerine yürümüş. Tepegöz neden sonra Başatı görmüş, elini eline çarpıp kas kas gülmüş: «Vay Oğuzdan bize bir kınalı kuzu gelmiş ihtiyarlar şu kuzuyu şişe geçirip kızartın uyanınca yiyeyim» demiş, demesiyle de elini uzatıp Başatı tutmuş çizmesinden koncundan içeri sokmuş. Sonra da yatıp uyumuş. Çizmenin koncunda Başat utancından kendi kendini yemiş yemesine ya gel gelelim bu Tepegözü ancak düzenbazlıkla yenmekten başka care olmadığını da anlamış. Bunun üzerine bıçağını çıkarıp, çizmenin koncunu yarmış, usulca çıkmış dışarı… Yaradana sığınıp olanca gücüyle bıçağını Tepegözün tek gözüne batırmış. Batırmasıyla birlikte Tepegözün tek gözünden bir kan boşanmış bir kan boşanmış ki dağ taş kandan bir ırmak olup saatlerce akmış. Bir yandan da Tepegöz can acısından nâra üstüne nâra atıyormuş, dağ taş çınlıyormuş. Dağın taşın yankılanmasından Başat tir tir titremiş kendini mağaraya dar atmış. Meğer mağaranın içi koyun doluymuş. Tepegöz Başat’ın mağarada olduğu nasılsa bilmiş. Varmış mağaranın kapısın bir iyice tutmuş, iki ayağının arasından, ürküp dışarı çıkmak isteyen koyunları yoklamağa başlamış. Bunu gören Başat, hemen koyunun birini kesip yüzmüş. Derisini sır¬tına geçirmiş, dört ayak üstünde yürüyormuş gibi gelip Tepegözün ayaklan arasından dışan kaçıp kurtulmuş.
Başatın hilesinin neden sonra farkına varan Tepegöz Başatı tatlı dille kandırmak istemiş. «Yiğit yiğit» demiş «Beri gel yiğit. Gözümü aldın canım sana kurban olsun. Al şu yüzüğü benim sım m bu yüzüktedir. Gayri sen tak parmağına» demiş. Başat da yüzüğü alıp parmağına takmış. Gerçekten de ondan sonra Başatı ne kılıç kesmiş, ne de Başata ok işlemiş. Bunun üzerine Tepegöz «Gözümü aldın gözüm sana helâl olsun yiğit» demiş. «Yüzüğümü aldın yüzüğüm de sana helâl olsun… Şukarşıdaki kümbedi açıp gir içine orda hazinem var, al o hazine de sana helâl olsun» demiş. Gerçekten de Başat kümbete girmiş ki kümbet silme dolu hazine. Artık elmas mı istersin, altın mı cevahir mi ne dilersen hepsi var. Başat hazineye dalmışken, kör Tepegüz birden kümbetin kapısını kapatmış «Şimdi girdin kapana, artık burdan senin ölün çıkar» deyip başlamış gülmeye. Tepegöz gülmeye başlamış ama Başat da boş durur mu? Hemen adı güzel Peygamber Muhammet, Aleyhisselâma, candan ve gönülden bir salavat getirmiş salavat getirmesiyle koca kümbetin kapısı gümbür gümbür açılıp Başat selâmete erişmiş. Bunun üzerine Tepegöz katılıp kalmış. «Vay bundan sonrası bize ölmek yaraşır, bâri kendi kılıcımızla ölelim var git mağarada asılı getir onu» demiş. Başat mağaraya varmış bir kılıç asılı duruyor ama ne kılıç ne kılıç… Ağzı ustura gibi keskin, kendi bin kilo… Az kalsın Başatın boynunu uçuracaktı şöyle bir kımıldayınca… Bunun üzerine Başat kılıçtan uzaklaşıp yaradana sığınıp yayını germiş ve kılıcı asılı olduğu yerden okla yere düşürmüş. Bin kiloluk kılıç toprağa düşer düşmez yer sarsılıp yarılmış Tepegöz de yarığa düşüp can vermiş. Basat da Tepegözün ölüsünü sürüye sürüye dağdan indirip getirmiş. Oğuz Beylerine teslim etmiş. «İşte eşkiyalığın sonu budur, yurdunun dirliğini bozanın ölüsünü böyle sürüye sürüye getirirler» demiş. Bu masal da böylece bitmiş. Dedem Korkut gelmiş boy boylamış soy soylamış dua etmiş «Yavru balam, gözü ceylanım yavrum» demiş. «Karşı yatan yerli Kara dağların yıkılmasın. Gölgesi güzel koca ağacın kesilmesin ak sakallı babanın ak pürçekli ananın gözü üstünden eksilmesin; ak alnında beş kelime duâ kılınsın ak nurlar büyüyesin çocuğum.
-
İÇ OĞUZA DIŞ OĞUZ ÂSİ OLUP BEYREĞİN ÖLDÜĞÜNÜN DESTANI :
Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse Kazan evini yağmalatırdı. Kazan tekrar evini yağmalattı. Amma Dış Oğuz beraber bulunmadı. Sadece İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa helallisinin elini tutar, dışarı çıkardı, ondan sonra yağma ederlerdi. Dış Oğuz beylerinden Aruz, Emen ve diğer beyler bunu işittiler, dediler ki bak bak, şimdiye kadar Kazan’ın evini beraber yağma ederdik, şimdi niçin beraber olmayalım dediler. Söz birliği ile bütün Dış Oğuz beyleri Kazan’a gelmediler, düşmanlık eylediler. Kılbaş derler bir kişi var idi.
Kazan der: Bre Kılbaş bu Dış Oğuz beyleri daima beraber gelirlerdi, şimdi niçin gelmediler dedi. Kılbaş der: Bilmez misin niçin gelmediler. Evini yağmalattığın zaman Dış Oğuz beraber bulunmadı, sebep odur dedi. Kazan der: Düşmanlık beslediler Öyle mi dedi. Kılbaş der: Hanım ben varayım, onların dostluğunu düşmanlığını öğreneyim dedi. Kazan der: Sen bilirsin, var dedi.
Kılbaş bir kaç adamla ata binip Kazan’ın dayısı Aruz’un evine geldi. Aruz da altın gölgeliğini dikmişti, oğlanlarıyla oturmuştu. Kılbaş gelip Aruz’a selam verdi. Der: Kazan darda kaldı, mutlaka dayım Aruz bana gelsin dedi. kara başım bunaldı, üzerime düşman geldi, develerimi bağırttılar, kara koçta cins atlarımı kişnettiler, kaza benzer kızımız gelinimiz darda kaldı, benim kara başıma gör neler geldi, dayım Aruz gelsin dedi. Aruz der: Bre Kılbaş o vakit ki Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse o vakit Kazan evini yağmalatırdı, suçumuz neydi ki yağmada beraber olmadık dedi. Daima Kazan’ın başına sıkıntılar gelsin, dayısı Aruz’u daim ana dursun, biz Kazan’a düşmanız belli bilsin dedi. Kılbaş burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :
Der:
Bre kavat
Kalkıp Kazan Han yerinden doğrulu verdi
Ala Dağda çadırını otağını dikti
Üç yüz altmış altı alp erenler yanına toplandı
Yemek içmek arasında beyler seni andı
Üstümüze düşman falan gelmedi
Ben senin dostluğunu düşmanlığını denemeğe geldim
Kazana düşman imişsin bildim
dedi. Kalkıp hoşça kol diyip gitti.
Aruz müteessir oldu. Dış Oğuz beylerine adam gönderdi: Emen gelsin. Alp Rüstem gelsin, Dönebilmez Dülek Evren gelsin, geri kalan beyler hep gelsin dedi. Dış Oğuz beyleri hep toplandı. Alaca büyük otağlarını düzlüğe dikti. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Dış Oğuz beylerini ağırlayıp ziyafet verdi. Der: Beyler ben sizi niye çağırdım biliyor musunuz? Dediler: Bilmiyoruz. Aruz der: Kazan bize Kırbaş’ ı göndermiş, elim günüm yağmalandı, kara başım bunaldı, dayım Aruz bana gelsin demiş. Emen der: Ya sen ne cevap verdin? Aruz der ki: Kılbaş’a dedim ki ne zaman ki Kazan evini yağmalatırdı. Dış Oğuz beyleri beraber yağmalardı beyler gelir Kazan’ı selamlar giderdi, şimdi suçumuz ne oldu ki beraber bulunmadık, bre kavat biz Kazan’a düşmanız dedim.
Emen der: İyi demişsin. Aruz der: Beyler ya siz ne dersiniz Beyler der: Ne diyelim, mademki sen Kazan‘a düşman oldun, biz de düşmanız dediler. Aruz ortaya Kur’an getirdi, hep beyler el basıp and içtiler, senin dostuna dost ve düşmanına düşmanız dediler. Aruz bütün beylere kaftan verdi. Döndü der: Beyler Beyrek bizden kız almıştır, güveyimizdir, amma Kazan’ın inançlısıdır, gelsin bizi Kazan ile banştırsın, diyelim getirelim, bize itaatkar olursa ne ala, olmazsa ben sakalını tutayım siz kılıç üşüştürün parçalayın, aradan Beyreği kaldıralım, ondan sonra Kazan ile işimiz hayır ola dedi. Beyreğe mektup gönderdiler.
Beyrek odasında yiğitleri ile yiyip içiyordu. Aruzdan adam geldi, selam verdi. Beyrek selam aldı. Dedi: Hanım, Aruz size selam ediyor, kerem etsin Beyrek gelsin bizi Kazan ile barıştırsın diyor. Beyrek pekala dedi. Atını çektiler, bindi. Kırk yiğitle Aruz’un evine geldi. Dış Oğuz beyleri otururken girip selam verdi. Beyreğe Aruz der: Biliyor musun seni niye çağırdık? Beyrek der: Niye çağırdınız? Aruz der: Hep şu oturan beyler Kazan’a asi olduk, and içtik. Kur’an getirdiler, sen de and iç dediler. Kazan’a ben asi olmam diye and içti, söyledi:
Der :
Ben Kazanın nimetini çok yemişim
Bilmez isem gözüme dursun
Kara koçta cins atına çok binmişim
Bilmez isem bana tabut olsun
Güzel kaftanlarını çok giymişim
Bilmez isem kefenim olsun
Alaca büyük otağına çok girmişim
Bilmez isem bana zindan olsun
Ben Kazandan dönmem belli bil
dedi. Aruz öfkelendi, kavrayıp Beyreğin sakalını tuttu. Beyler Seyreğe kıyamadı. Beyrek Aruz’un öfkelendiğini burada bildi. Söylemiş :
Der:
Aruz bana bu işi edeceğini bilseydim
Kara koçta cins atıma binerdim
Yapısı sağlam demir giyimimi giyerdim
Kara çelik öz kılıcımı belime bağlardım
Alın başa sağlam miğferimi geçirirdim
Kargı dalı altmış tutam mızrağımı elime alırdım
Ela gözlü beyleri yanıma katardım
Kavat ben bu işi duysam sana böyle gelir miydim
Aldatarak er tutmak karı işidir
Karından mı öğrendin sen bu işi kavat
dedi. Aruz der: Bre herze merze söyleme, kanına susama, gel and iç dedi. Beyrek der: Vallah ben Kazan uğruna başımı koymuşum, Kazan’dan dönmem, ister yüz parça eyle dedi. Aruz gene öfkelendi. Beyreğin sakalını sımsıkı tuttu. Beylere baktı, gördü kimse gelmiyor. Aruz kara çelik öz kılıcını çekip Beyreğin sağ oyluğunu kesti. Kara kana bulandı Beyreğin başı bunaldı. Beyler hep dağıldı, herkes atlı atına bindi. Beyreği de bindirdiler, ardına adam bindirip kucakladılar. Kaçtılar. Beyreği otağına yetiştirdiler. Cübbesini üzerine Örttüler. Beyrek burada söyledi:
Der:
Yiğitlerim yerinizden halkın
Ak boz atımın kuyruğunu kesin
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşın
Akıntılı güzel suyu delip geçin
Kazanın divanına koşup varın,
Ak çıkarıp kara giyin
Sen sağ ol Beyrek öldü diyin
Söyleyiniz : Namer Aruz dayından adam geldi. Seyreği istemiş, o da varmış, hep Dış Oğuz beyleri toplanmış, bilmedik, yeme içme arasında Kur’an getirdiler, Kazan’a biz asi olduk and içtik, gel sen de and iç dediler, içmedi ben Kazan’dan dönmem dedi, namert dayın hiddetlendi, beyreği kılıçladı, kara kana bulandı darda kaldı, yarın kıyamet gününde benim elim Kazan Han’ın yakasında olsun benim kanımı Aruz’a koyarsa dedi. Bir daha söylemiş.
Der:
Yiğitlerim Aruz oğlu Başat gelmeden
Elim günüm yağmalanmadan
Develerde develerimi bağırtmadan
Kara koçta cins atımı kışnetmeden
Akça koyunlarım meleşmeden
Akça yüzlü kızım gelinim ağlaşmadan
Akça yüzlü güzelimi Aruz oğlu Başat gelip almadan
Elimi günümü yağmalamadan
Kazan bana yetişsin
Benim kanımı Aruza koymasın
Akça yüzlü sevgilimi oğluna alı versin
Ahiret hakkını helal etsin
Beyrek padişahlar padişahı hakka vasıl oldu
Belli bilsin
dedi.
Beyreğin babasına anasına haber oldu. Ak evinin eşiğinde feryat koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkardı kara giydi. Ak boz otının kuyruğunu kestiler. Kırk elli yiğit kara giyip mavi sorındılar. Kazan Bey’e geldiler. Sarıklarını yere vurdulor, Beyrek diye çok ağladılar. Kazon’ın elini öptüler, sen sağ ol. Beyrek öldü dediler. Namert dayın hile yapmış, çağırarak bizi aldılar, vardık. Dış Oğuz beyleri size asi olmuşlar, bilmedik. Kur’an getirdiler, biz Kazan’a asi olduk, sen de bize itaat et dediler, and içtiler. Beyrek ekmeğini çiğnemedi, onlara itaat etmedi, dayın namert Aruz öfkelendi. Beyreği oturduğu yerde kılıçladı, bir oyluğunu düşürdü, sen sağ ol hanım, Beyrek Hakka vasıl oldu, benim kanımı Aruz’a koymasın dedi. dediler. Kazan bu haberi işitti, mendilini eline alıp hüngür hüngür ağladı, divanda feryat figan kıldı. Hep orada olan beyler ağlaştılar. Kazan vardı odasına girdi, yedi gün divana çıkmadı, ağladı oturdu.
Beyler toplandı divana geldi. Kazan’ın kardeşi Kara Göne der: Kılbaş var söyle ağam Kazan gelsin çıksın, bir yiğit senin yüzünden aramızdan eksildi, hem vasiyet eylemiş, benim kanımı koymayasın, alasın demiş, varalım düşmanı haklayalım de, dedi Kılbaş der: Sen kardeşisin, sen var dedi. Velhasıl ikisi beraber vardılar. Kazan’ın odasına girdiler. Selam verdiler, sen sağ ol hanım dediler. Bir yiğit aramızdan eksildi, senin yolunda baş verdi, hayatının kanını alalım size ısmarlamış, benim kanımı alsın demiş ağlamakla bir şey mi olur, kalkıp gel yukarı dediler. Kazan der: Uygundur, acele cephaneyi yükletsinler beyler hep binsinler dedi.
Bütün beyler bindi. Kozan’ın yağız al atını çektiler, bindi. Boru çalındı, davul vuruldu. Gece gündüz demediler, koşturma oldu. Aruz’a ve bütün Dış Oğuz beylerine haber oldu, işte Kazan geldi dediler. Onlar da asker toplayıp boru çaldırıp Kazan’a karşı geldiler. Üç Ok, Boz Ok karşılaştılar.
Aruz der; Benim İç Oğuz’dan hasmım Kazan olsun Emen der: Benim hasmım Ters Uzamış olsun. Alp Rüstem der: Benim hasmım Ense Koca oğlu Okçu olsun dedi. Her biri bir hasım gözetti.
Alaylar bağlandı, ordular dizildi, borular çalındı, davullar dövüldü. Aruz Koca meydana at tepti. Kazan’a seslenip bre kavat sen benim hasmımsın, sen gel beri dedi. Kazan kalkan tuttu, mızrağını eline aldı, başının üzerinde çevirdi. Der: Bre kavat namertlikle er öldürmek nasıl olur. ben sana göstereyim dedi. Aruz Kazan’ın üzerine at sürdü. Kazan’ı kılıcladı, zerre kadar kestirmedi öteye geçti. Sıra Kazan’a geldi. Altmış tutam alaca mızrağını koltuğa kıstı. Aruz’a bir mızrak vurdu. Göğsünden şimşek gibi öteye geçti. At üzerinden yere yıktı. Kardeşi Kara Göne’ye işaret etti. başını kes dedi. Kara Göne attan indi, Aruz’un
başını kesti. Dış Oğuz beyleri bunu görüp hep attan indiler, Kazan’ın ayağına kapandılar,
suçlarının affını dilediler, elini öptüler. Kazan suçlarını bağışladı. Seyreğin kanını dayısından aldı. Aruz’un evini talan ettirdi, elini gününü yağmalattı. Yiğit beyler ganimet aldı. Kazan yeşil düzlüğe, güzel çimene çadır diktirdi, otağını kurdu. Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı. gazi erenlerin başına ne geldiğini söyleyiverdi.
Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Akibet, uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık.
Dua edeyim hanım : ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürcekli ananın yeri cennet olsun. Kadir Mevla seni namerde muhtaç etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Amin amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün. Derlesin toplasın günahınızı Muhammed Mustafa “ya bağışlasın hanım hey!…