Türkçü Turancı Otağ

GENEL KONULAR OTAĞI => GÜNCEL => Konuyu başlatan: Çağrı Bey - 24 Mart 2011

Başlık: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Kaynak : http://www.turania.net/devlet-politika-ve-ekonomi/4908-said-i-kurdi-turk-nihal-atsiz-degil-print.html  ve Odatv

SAİD-İ NURSİ TÜRK, NİHAL ATSIZ DEĞİL!?

Vakit'in internet sitesi Habervaktim’den Ali İlbey'in yazısını yorumsuz aktarıyoruz:

“Bediüzzaman Said-i Nursi’yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim. Maksadım sosyal darvinist ve pozitivist Türkçü Atsız’ı Türklüğün mihveri olarak alan bir kısım Türkçüler ile Kemalistlerin fikrî sapkınlıklarını göstermektir.
Said-i Nursi’nin Müslüman Türklüğe paralel düşen değerini anlamak için Atsız’ın İslâmsız Türklüğünün ne menem bir sapkınlık olduğunu görmek gerek.
Said-i Nursi Türkiye Müslüman Türklüğünün mihveridir.
Atsız ise, bin yılda oluşan Müslüman Türklüğün ölçülerini taşıyan bir Türk değil, agnostik, deist (yaradancı) ve semavî olmayan din anlayışına sahip bir Hun’dur.
Önce şu değişmez târif ve oluşu akılda tutalım: Müslüman olan Türklere Türk denir. Türk eşittir Müslüman. Türklüğü bir kimlik ve aidiyet ifadesi olarak kullanmak gerektiğinde bu şekilde anlamak bir nastır.
Türkiye’de İslâm’ı ruh ve maddesine giydirmeyenlere, kainat görüşünü İslâm’ın belirlediğine inanmayanlara, devletin ve milletin meşruiyet kaynağının İslâm olduğunu kabul etmeyenlere Türk denmez. Tuvalet âdabından yatak odasına, ibadetten hayat tarzına, toplum nizamından idarenin esaslarına kadar her esası İslâm üzere idrâk etmeyen kimse Türk olarak addedilmez.
Bu ölçüler, Türkiye’deki Türklüğün varlık sebebidir. Hilafına oluş ve târifler Türklüğü ihtiva etmez.
Sözde Türk olduğunu iddia eden Atsız’ın, Ötüken’in 1964 Nisan sayısında Said-i Nursi ve İslâm hakkında yazdıkları, İstiklâl Savaşı’yla yeniden oluşan “Hakk’a tapan” Türklükten olmadığını gösteriyor:
“Nurculuk, Said’i Nursi adında cahil bir Kürdün peşine takılan sefil bir sürü. Said-i Nursi denilen adam, eskinden Said-i Kürdî diye biri takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şâfi mezhebinden bir Kürt’tür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Kürt Said ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Türklüğü yıkacak ağuları (zehirleri) Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor.”
“Müslümanlık ve kardeşlik” çağrılarına “çığırtkanlık” diyen ve Şâfi mezhebini küçümseyen birinin Türklüğü sahih olur mu? Atsız’ın dört hak mezhepten birine aidiyeti olduğuna dair tek kelimelik ikrarı da yoktur.
“Şeyh Said’in 1924’de yapamadığını Kürt Molla Said (yani Bediüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak. Urfa’daki mezarının bir baş belâsı hâline gelmemesi için general Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, Kürt Said’in uçtuğuna inananlar Nur Risaleleri denilen sayıklamaları rehber edinen beyni örümcekli zavallılar...” (Ötüken, a. g. s.).

ATSIZ, LÂ-DİNÎ TÜRKLÜĞÜ SAVUNUYOR

Türkiye’deki Türklüğün gönlünü ve maneviyatını fethetmiş bir âlimin mezarını “ortadan kaldırılması gereken bir baş belâsı” ve İslâm imanını öğrenmeye çalışanları “beyni örümcekli” olarak telakki eden Atsız Müslüman Türklüğün mihveri olabilir mi?
İslâm’ı dünya görüşü olarak kabul etmeyen, kendi ifadesiyle “bilinmeyen tanrının” Türkü pozitivist kafatasçı Atsız’ın Türklüğü, “Hakk’a tapan” Türklükle siyah ve beyaz kadar birbirine zıddır.
“Türk iseniz, hangi sebeple cahil bir Kürd’ün ardından gidiyor, kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aramızda resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var” (Ötüken, a. g. s).
Arapça’ya düşmanlık, Kemalist Türkçülüğün başlattığı bir yoldur. Yani pozitivist lâ-dinî Türklüğü tercih edenlerin fikridir. Atsız, Arap dilinden kasıt, Kur’an’ı Kerim ve İslâm aleyhtarlığını dışa vuruyor.
İslâmsız 27 Mayıs 1960 darbecileri hakkında tek satır görüş belirtmediği gibi, o meşum dönemde Müslüman Türklüğe yakın olan Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkar ve aleyhinde yazı yazar.
“Yobazlık Bir Fikir Müstehasesidir” başlığı ile Said-i Nursi ve devrin İslâmî hareketlerine “Müstehase”, yani fosilleşmiş Osmanlıcı, ümmetçi diyerek hakaret eder.

ATSIZ: “KUR’AN, MUHAMMEDİN TÂLİMATIDIR”

Atsız’ın, Kur’an’ı Kerim’e, vahye, Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerine pozitivistçe bakan ve inanmayan agnostik zihniyetini kendi ifadeleri ele veriyor:
“Kur’an, ‘âlemlerin sahibi olan Tanrıya hamd ederim’ diye başlıyor. Belli ki bu söz Muhammed’indir. Çünkü Tanrı kendisine hamd etmez. Muhammed’in yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bâzı âyetlerin mensuh olduğu (geçersiz kılındığı), yani hükmünün düştüğü malumdur. Demek ki Tanrı buyruklarını değiştiriyor. Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak yenilerini gönderiyor. (...) Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını ileri süren yobazlar olduğunu...” (Ötüken, 1970, sayı:11)
M. Kemal’in 1930’lı yıllarda el yazısıyla yazdığı fikirlerin aynısı olan Atsız’ın inkâr dolu satırlarının devamı daha fecaat:
“İslâm düşüncesinde sömürgecilik vardır. Tanrı insan idrâki dışındadır. Kur’an, Muhammed’in tâlimatıdır. Bunun birçok delili vardır. Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır. Tanrının ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Peygamberlik Mısır’dan geçerek Yahudilere geçer. Tek Tanrı fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, eski Mısır’dan gelip Yahudiler aracılığıyla öteki milletlere geçen inançları ilahî hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur. Müslümanlık, sosyoloji bakımından Arapların millet hâline geçme savaşıdır” (Ötüken, 1970, sayı: 11)
Kur’an’ın Kerim’in Allah’ın vahyi olduğuna inanmıyor. Âyetlerin -hâşâ- Hz. Peygamberimizin kendince uydurduğu manzum sözler olduğunu, Allah’ın elçisi diye bir şey olamayacağını, peygamberliğin Mısır’dan ve Yahudilikten geçme bir anane olduğunu söylüyor. İslâm’ın ve peygamberliğin Yahudi inançlarından oluştuğunu, İslâm’ın ilahî bir hakikat olamayacağını ileri sürüyor.

ATSIZ: “MÜSLÜMANLIK SEMAVÎ BİR DİN DEĞİL...”

“Müslümanlık semavî bir din değil, Arapların sosyolojik bir durumudur” diyor. Bu fikirler de M. Kemal’in bir süre okutulan Afet İnan’ın hazırladığı “Medeni Bilgiler” kitabındaki sözlerinin tıpkısıdır. Yani pozitivizmin kurucusu A. Comte’un görüşlerinden alınmadır.
Müslüman Türklüğün asla kabul etmeyeceği hezeyanlarının ardı arkası kesilmez:
“Atatürk Türkiye’si, (...) koskoca Türk tarihinde bul bala sapık düşünceli, hasta ruhlu Yunus Emre’yi mi buldular. Tasavvuf düşüncesinde Mevlâna’nın Şemsi Tebrizi sevgisi ve semalar bir kadına hitap eder gibi tarzda işleniyor. (...) İnsanlığın bundan altı bin yıl önce yaratılan muhayyel bir Âdem’le hayâli bir Havva’dan türemedikleri ispat olunmuştur. Bilim türlü ilerlemelerle kainatın din kitaplarında yazıldığı gibi altı günde yaratılmadığını açıklıyor. Âdem ile Havva’ya yaratılış masalı bulundu. Nuh’un Gemisi masalı da böyledir. Biz, İslâm olmadan önce de büyüktük. İslâmiyet Türkleri değil, Türkler İslâmiyeti yüceltti. Keramet İslâmiyet de olsaydı her Müslüman millet yükselirdi” (Ötüken, 1969, sayı:10).
Yunus Emre’ye “hasta ruhlu bir insan” diyen, Mevlâna’nın düşüncelerine itiraz eden, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk insan olduklarına ve Kur’an’daki yaratılış âyetlerine inanmayan, “biz (İslamsız Türklüğü kastediyor) İslâm olmadan önce de büyüktük, İslâmiyetin Türklüğü yüceltmediğini, kerametin İslâm’da olmadığını” söyleyen şizofren ruhlu Atsız Müslüman Türklüğün neresine oturtturulabilir?
Oğlu Yağmur Atsız “Babam Müslüman olarak tanımlanamaz, Onun konumunu lâ-dinî olarak tavsif etmek yerinde olur. Semavî dinlerle başı hoş değildir. Ateistte değildir. Yaratan bir güce inansa da bu gücün kainattaki olaylara müdahale ettiğine inanmazdı” diyor (Aksiyon, Mart 2008).
Kendi ideolojisindeki İslâmsız Türklere “Din Arab’ın, hukuk Roma’nın, harp Türklüğündür” ve “Yüz de yüz Türk olduğun gün cihan senindir” diye tâlimat veriyor.
“Yüzde yüz Türk olmakla”, Mete’nin ve Atilla’nın inançsız orduları gibi bir Türklüğü ve İslâmlaşmış Türklükten arınmış, “din yok, cemiyet var” diyen pozitivist bir Türklüğü ifade ediyor.
Onun “Ruh Adam” romanındaki Selim Pusat tipi kendisi olup, İslâm düşmanı bir psikopat Türkçüdür. Tasavvuf ve İslâm akaidini düşmanca sorgulayan hasta ruhlu bir tipin, yani kendi ruh ve düşüncelerini yazdığı romanında Hz. Peygamberimize, evliyalara, Kur’an ahkâmına ve Müslüman Türklüğün varoluşunun sebepleri olan her değere karşı çıkar.

SAİD-İ NURSİ: “İSLÂMİYET ORDULARININ EN KAHRAMANI TÜRKLER...”

Atsız’ın Türklüğe mugayir bu şenî fikirlerine karşılık, Said-i Nursi’nin İslâm’la bezenmiş birleştirici şu sözleri Türkiye’deki Türklüğün mihveri değil midir? Bin yıllık izanını ve selim aklını kaybetmeyen Türklere arz edilir:
“Ey efendiler! Her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim. Ve menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve sâdık ve en hâlis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan meslek-i Ku’ran’iyem cihetiyle her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan bana Kürt diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğim civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim. Dünyanın her tarafında Türkler ise Müslümandır. Müslüman ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir. Nerede bir Türk taife varsa Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlar dahi, hem Müslüman, hem de gayr-ı Müslim olmuştur. (...) Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et! Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş. Ondan kabil-i tefrik değildir.”

SAİD-İ NURSİ DİYOR Kİ: “MEDENİYET VE DEVLET KURAN, TÜRK DENİLEN EHL-İ İMAN...”

Risalelerinde en çok Türk milleti kavramını kullanır. Bununla etnik kökeni ifade etmez. Türkleri “medeniyet ve devlet kuran, Türk denilen bu vatan ehl-i imanıyla” diye isimlendirir ve “Türk milleti denilen şu vatan evlâdı” diye hitap eder.
“Ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı nâmına bir Said değil, bin Said fedâ olsun” diyor.
O, milliyetçiliği Türkiye’nin millet yapısına göre târif eder:“Müsbet milliyetçilik cemiyetin dahili ihtiyacından ileri gelir. Yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebep olur. Faydalı bir kuvvet temin eder. İslâm kardeşliğini teyid edecek bir vasıta olur. Milliyet kardeşliği İslâm’ı korumaya hizmet etmeli. Irka değil, dil, din ve vatan birliğine bakmak lâzımdır.”
1947’de CHP’ye yazdığı mektubu Türklük iddiasında olan herkes fikrine ve vicdanına emdirmelidir:
“Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten, şanlı bir surette kurtulmasına büyük vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri! Eğer şimdi eski zaman gibi kahramansanız Kur’an’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız (...) hakaik-i Kur’aniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız (...) âlem-i İslâm’ı muhabbet ve uhuvvet yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve âlem-i İslâm’ı mahva çalışan küfr-ü şark şimaliden çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verirseniz....”
Said-i Nursi’nin fikirleri Türk toplumunun damarlarında hiç kesilmeden akıyor. Nur külliyatı her evde, her dükkânda bulunuyor ve okunuyor.
Atsız’ın hezeyan saçan patolojik fikirlerinin camide, evde ve hayatımızın bir karesinde yaşadığını gören var mı?

Not: Salı günkü Said-i Nursi yazımıza alâka gösterenlere, “cevabül” olan kelimeyi sehven “cenabül” yazdığımızı ve Said-i Nursi’nin siyah yılanları rüyasında görmediğini hatırlatan okuyucu dosta teşekkür ederim. Elbette, üstadın siyah yılanlar telmihi salt rüya değildir. Geceleri sıkça gördüğü yılanlardan kasıt, ceberrut cumhuriyetin memurlarıdır. Yılan telmihini çeşitli hallerde kullandığı ve kendisini rahatsız eden memurların yüzüne karşı söylediği vakalar birden fazla olup ayrı bir yazı mevzuudur. Önümüzdeki salı günü Said-i Nursi’nin cumhuriyetini ve laikçi cumhuriyetçilere söylediklerini âcizane anlatacağız.”

Tibaren
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Cebe Noyan     

Ziya Gökalp'in şu mısraları yobaz vakit gazetesi yazarına gelsin:

Türklük hadimine Türk değil diyen, soyca Türk olsada p*çtir Türk değil.

Ziya Gökalp
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Börü Kam 

Yazının tamamınını okuyanlar hemen fark edeceklerdir.
Türk olmayı müslüman olma şartına bağlayan kürt sait böyle bir dayatmayla; Türk Milli birlik ve bütünlüğünü didiklemek ve kürdistan denilen ütopyanın önünü açmak istemektedir.
Alçaklığın zirvesini yapmış olan çukur adam(!) (hakkını teslim edelim ki çukur adam tabiri de arapçı ve ümmetçi eşelek Necip Fazıl'a aittir.) kürt sait Türk olmayı ancak müslüman olma şartına bağlarken oluşturduğu dini kozmopoliteyle hem kendi aşağılık azınlığına ve hemde Truva atı misali Türk Milletini içten yıkacak diğer etnik azınlıklara yer açmayı amaçlamaktaydı.
Bunda başarılı olduğunu da, üzülerek, söylemek lazım. Zira Türk Milliyetçiliği iddiasındaki belli siyasi gruplarda, en başta MHP ve Ülkü Ocaklarınında, kürt saitin enjeksiyonunun kalıcı etkileri, çıplak gözle bile, görülmektedir.
Türk Milletine övgüler dizen kürt sait bunu gerçekten Türkleri sevdiği için değil, Türklerin dini olan İslam'ı atlama tahtası yaparak kürt etnitisesine kimlik kazandırmaya amaçladığı için yapmaktadır.
İnsanoğlunu kolay ve kati bir şekilde kandırmanın en emin yolu dini argümanları kullanmaktır.
Bu istismarcılık sadece İslam topluluklarına mahsus bir yara değildir.
Tarih boyunca bütün inanç sistemlerinin ve kutsal değerlerin pazarcısı ve taciri olmuştur.
Çünkü alıcı çoktur ve de üstüne üslük talepde aşırı derecededir.
Almanın, daha doğrusu aldatılmanın, bu kadar çok hevesli oluncada birileri -hem de epeyce birileri- bu piyasayı ticarete çevirmişlerdir.
Ümmetçiliği Türk Milliyetçiliği sanan malum kişiler kendilerine yutturulan düşünce zehirinin öylesine etkisinde kalmışlardır ki, İslam öncesi, daha da vahimi 1071 öncesi- ki buna Anadoluculuk denilmektedir- Türk Tarihini yok saymakta ve hatta inkar etmektedirler.
Adama demezler mi be hey beyinsiz mankurt!
Türkler İslam olmadan önce yoklar mıydı?
Türkler İslam'la birlikte gökten vahiyle mi inerek varoldular?
Bunlara verilecek cevap elbetteki yoktur.
Türkçülük yaptığını sanan bazı arızalı tipler gibi, Türk Milletinin inançlarına saygısızlık etmek için söylemiyorum ama, ne yazıkki Türkler İslam'a girdikten sonra, kendilerine yeni ülkü edindiklerinden, milli kimlikleri noktasında ciddi kayıplara uğramışlardır.
Uluğ Bilge Atsız Ata'nın çağlara hitap eden tespitiyle: "Türkler İslam'a girmeden önce de büyük bir milletti. İslama girmek Türklüğü yüceltmemiş, aksine Türklerin İslama geçmeleri İslam'ın yayılması ve daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlayarak, İslam'ı büyütmüştür"
Bu ifadelerim ideolojik fanatizmin yansıyışı değil tarihi ve sosyolojik bir gerçeğin dile getirilmesidir.
Vakit denilen lağım çukurunda yayımlanan yazının bütünü üzerinde değerlendirme yapıldığında ortaya çıkan asıl amaç: Uluğ Bilge Atsız Ata bahane edilerek Başbuğ Atatürk yıpratılmak istenilmektedir.
Vakit denilen lağım çukurunda yayımlanan yazının bir çok yerinde Atsız şöyle diyor, Atatürk'de aynı şeyleri söylemişti, denilerek kolaylıkla saldırılabildikleri -en azından Atsız Ata'ya saldırmak Atatürk'e saldırmaktan daha kolay ve tehlikesiz olduğundan- Atsız Ata üzerinden Başbuğ Atatürk'e olan kin ve düşmanlık kusulmaktadır.
Türklüğün düşmanı bunca kırık, dökük, güdük etnik grubun buluşabildiği ve ortaklık kurdukları tek şirket dindir.
İşte biz yıllardır bu gerçeği gördüğümüz için söylemekten dilimiz kurudu, ağzımızda tüy bitti ki Türklüğün içerideki düşmanları, Türklüğü, Türk'ün inanaçlarıyla vurmakta, yıkmakta, yok etmek için küresel şer güçlerle işbirliği yapmakta ve hatta bu amaç uğrunda bölücü terörü bile büyütüp beslemekteler.
Türklüğe düşmanlık sözkonusu olduğunda, başka zaman asla bir araya gelmeleri olanaksız olan, etnik döküntülerin tamamı bir ve beraber olabiliyorlar ve bu birliğin şemsiyesi olarak da dini kullanıyorlar.
Biz buna: "Türklüğe karşı etnik döküntüler ittifakı" demekteyiz.
Cumhuriyet döneminde Türklük düşmanı kürtçü yapılanmanın fikir babası diyebileceğimiz kürt sait bu düşmanlığın metodolojisini kurarken, dini argümanları kullanarak, hitap ettiği kesimlerin düşünce kodlarını değiştirmiş, dini bezemelerle oluşturduğu yeni düşünce metodunun parametrelerini kendi hain, sinsi ve kahpe amaçlarına hizmet edecek şekilde dizayn etmiştir.
"Türk müslümansa Türk'tür" zırvası kürt saitin Türk toplumunun düşüncesine enjekte ettiği, düşünce dezenformasyonu yaratması amaçlanmış, bir zehirdir.
Türk, 40.000 (kırkbin) yıldır vardır ve Türk milli kimliği, sonradan edindiği, inançlarıyla değil; kanı, soyu, tarihi ve diliyle varolmuş ve bundan böyle de, bu değerler üzerinden, varlığını devam ettirecektir.
Gök Tanrıya, bizleri Türk olarak yarattığı için, sonsuz şükürler olsun!

Ne mutlu Türk doğana ve Türk kalana!

TTK.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
TARDU KAĞAN

Bu konuda Börü kam ağabey gerekeni söylemiş.Ben onun kadar sabırlı ve anlayışlı olmadığım,İslama gönül vermiş kandaşlarımı yaralamamak,onların kalp, vicdan, ve mantık süzgecinde inandıkları islama hakaret etmemek adına Bu konudaki görüşlerimi dile getirmiyor,Bu konuyu göğsümün ortasında yutamadığım ve aksırıp çıkartamadığım bir yumruk olarak yutkunuyorum.Köhneleşmiş ve yokolmaya yüz tuttuğu için hergün yeni bir fırıldak bir yorum getirdikleri öğretilerinin canı kızıl tamuya diyip geçiveriyorum.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Çepni77     

Alıntı
Börü Kam Nickli Üyeden Alıntı
Bu istismarcılık sadece İslam topluluklarına mahsus bir yara değildir.
Tarih boyunca bütün inanç sistemlerinin ve kutsal değerlerin pazarcısı ve taciri olmuştur.
Çünkü alıcı çoktur ve de üstüne üslük talepde aşırı derecededir.
Kaleminize yüreğinize sağlık Börü kam andam!
Vakit denilen lağamın internet kolu olan habervaktime güzel bir cevap olmuş. Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Gelelim yukardki alıntı yapmış olduğum kısma. Din istismarcılığı sadece ve sadece İslami topluluklara mahsus olduğunu söyleye bilirim. İki kültür arasında yetişen bir Türk Irkçısı olarak hırıstyanlık İslam kadar sömürücü olmadığını söyleyebilirim. Hırıstyanlık asırıardır insanlara bir mavi gözlü ve sarışın bir İsaya tapmayı kabul etmiştir. Batı uygarlığın dini ırkçılığı burdan ibarettir. Batı toplulukları diğer unsurları sömürmek için hırıstyanlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Afrikadaki sömürüyü hırıtsyanlığı alet ederek emeline ulaşmıştır. Hiç bir zmaan hırıstyanlık batı topluluklarını sömürmemiştir. İslamın kalkanlığını yaptığımız halde, kendimize göre bir peygamber çizmemişizdir. Arap Muhammedi kumral ve renkli gözlü olarak sahiplenmedik, İslamı kendi anlayışımıza göre uygulamamışızdır. Her daim arapçılığa hizmet ederek İslamı yaşamışızdır. Osmanlıda İslamı kullanarak başka unsurları sömüreceğimize kendimiz sömürülmüşüz İslam tarafından.

Batı toplulukları rönesans ve restorasyon devrinden gecerken bizler şeyh-ül İslamların sayesinde olduğumuz yerde saymışız (bu hususta şu konuyada bi göz atın derim) Kapitalistleşemeyen Osmanlı

Esenlike kalın!
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
AĞASAR     

Alıntı
TARDU KAĞAN Nickli Üyeden Alıntı
Bu konuda Börü kam ağabey gerekeni söylemiş.Ben onun kadar sabırlı ve anlayışlı olmadığım,İslama gönül vermiş kandaşlarımı yaralamamak,onların kalp, vicdan, ve mantık süzgecinde inandıkları islama hakaret etmemek adına Bu konudaki görüşlerimi dile getirmiyor,Bu konuyu göğsümün ortasında yutamadığım ve aksırıp çıkartamadığım bir yumruk olarak yutkunuyorum
Otorite'nin yarattığı uygun zeminde dünün salyangozları şimdi Türklüğün her değerine saldıran sırtlan'a dönüşmüştür... İslam'a gönül veren Kandaşlarımız'a saygıyı hiçbir vakit elden bırakmadığımız gibi, İslam adı altında Türklüğe canhıraş saldırmayı amaç edinen piçlere de diyecek sözümüz olmalı TARDU KAĞAN...
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Tonyukuk     23. January 2011 20:27
Alıntı
Çepni77 Alıntı:
Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Arap emperyalizminin Türklerin İslâmı benimsemesiyle yetinmediğini, Türkleri vatan duygusundan yoksun dini askerleri haline dönüştürmek istediğini, Arap şeriatını ''yasa''nın önüne geçirme gayretlerinin de Araplardan çok İran'ın işine yaradığını, dün öyle olduğu gibi bugün de öyle olduğunu çeşitli başlıklarda defalarca yazdım çizdim. Üstelik bunu sen ve senin kafandaki bir kaç kişi gibi kürt Turan Dursun'dan alınma derinlikten yoksun fikirlerle değil bu milletin öz evladı olan büyük tarihçilerin eserlerinden alarak yaptım.

Başlıktaki yazı bana danışılarak konulmuş bir yazıdır, kürt said ve yandaşlarının niyeti baştan beri dini kullanarak Türkiye Cumhuriyeti üzerinde başka bir uydu devlet kurmak olduğu halde, senin gibilerin bu türden bir çıkışları onların bu amaçlarını maskeleyip, bir kısım cahilide onların safına itmekten başka bir işe yaramaz, yaramıyor. Yarınlarda aynı kafada fakat hareketleri bunlardan daha kurnaz, adamlıkları da bunlardan daha iyi görülen birileri gelir devletinin tepesine iyice çökerse şaşırma, İran'da Humeyni yandaşları, Filistin'de hamas, Lübnan'da hizbullah da böyle geldiler. Türk için her şey, her geçen gün neden daha kötüye gidiyor, öyleyse nerede hata yapıyoruz diye bir an olsun düşünmemiz gerekmez mi?

Ne yazık ki doğan her insanın büyüyüp kendisine bir dünya kurma girişimi ancak toplumla dayanışarak olabilecek bir şeydir, yani hayatın her anında, her dinden ve görüşten toplumu oluşturan diğer kişilerle ilişki halinde olmamız bir zorunluluktur. Dini, kültürü oluşturan bir öge olarak görmesek de, kültürü etkileyen bir unsur olduğunu da kabul etmemek bir tür körlük halidir. Bu millete kendi değerlerini anlatırken bile inançlarına sataşırsan, bu değerleri inançlarıyla çatışıyormuş gibi gösterirsen sana Türkçü değil başka bir şey derler. Kısacası boyunu çok aşan laflar etmişsin. Şu iğrenç yazıya yanıt vermek için harcamam gereken zamanı Türkçülük iddiasında olan birisine harcamak gerçekten üzüntü verici. Ben de seni samimi bulmuyorum.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Çepni77     

Alıntı
Tonyukuk Nickli Üyeden Alıntı
Çepni77

Ben de seni samimi bulmuyorum.
Sizin fikriniz Tonyukuk beğ! Tahammül sınırlarımı zorlayan İslam yandaşlarına sabırlı olmanız ne size nede Türkçülğe bir şeyler kazandıracaktır. Türk milleti hırıstyanlığı benimsemiş olsaydı bu kadar sömürülmeyecekti. Sorunun İslamın ta kendisi olması kaçınılmaz bir gerçek. Müslümanım diyen Türkçülerin aynaya bakıp kendilerini sorgulamaları gerek. Elvela ben Türkçülerin din olgusundan ziyade dürüst olmalarından yanayım. Irkçılığı yasaklayan semavi dinleri benimsemeleri yürüdükleri yolda sağlam yürümedikleri belli. Siz beni samimi bulmaya bilirsiniz, ama en azından iki karpuzu bir koltuğa sıkıştırmıyorum. İslamı komünizm ve hümanizm kadar karşımda engel bellediğimi kimse mani olamayacak.

Gelelim benim eleştirdiğiniz yazıya. Beğenmediniz yazıyı anlamdaığnızı yada ben anlatamadığımı ortaya koyar. Nesini anlamadınız bilmiyorum ama İslam Türkleri asırlarca sömürdüğünü ve hala ümmetçilik adı altında sömürdüğünü görüyoruz. Siz Türk milletin dinine saygı duya bilirsiniz. Ben duymöuyorum. Lütfen benide zan altında bırakmayın. Bu otağda İslama yüklenmeyeceğimi hem fikirdik sizinle. Bu çıkışınıza anlam veremedim!
Her gün İnsanların içinde İslamın Türklere olan zararları anlatmaya da devam edeceğim. Sandığınız gibi sadece sanalda değil , çevremede bu tutumumu sergiliyorum.!

Saygılarımla esen kalın!
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
TARDU KAĞAN     

Alıntı
AĞASAR Nickli Üyeden Alıntı
Otorite'nin yarattığı uygun zeminde dünün salyangozları şimdi Türklüğün her değerine saldıran sırtlan'a dönüşmüştür... İslam'a gönül veren Kandaşlarımız'a saygıyı hiçbir vakit elden bırakmadığımız gibi, İslam adı altında Türklüğe canhıraş saldırmayı amaç edinen piçlere de diyecek sözümüz olmalı TARDU KAĞAN...
Ben bu şekilde söylemeyi uygun buldum kardeşim.Seninde söyleyecelerini merak ettim doğrusu...

Değerli Çepni kardeşim,Din konusunun insanlar tarafından çokta iyi anlaşılmadığı görüşünü sizinle paylaşabilirim...Ancak; eğer, din bir afyondur insanları uyutur misali kıyaslama yapıp islama karşı görüşlerinizi bildirseydiniz sebep ve sonuç ilişkileri doğrultusunda sizi daha net anlamış olabilirdik.Fakat sanki islam kötüde, baştan aşağı edebi bir felsefe neşriyatından öte gidemeyen,dünya siyasetinin en kalitesiz argümanı olan hristiyanlık çok daha iyiyşmiş gibi konuşmanızı hayrete şayan buluyorum.Hal böyleyken İnsanı Tanrı yapıp tapınmaya çalışan ortaçağa bile yakışmayan bir inanç sistemini Türk'e nasıl daha uygun bulduğunuzu da , hiçbir Türkçünün anlayabileceğini sanmıyorum.Aile çevrenizde akrabalarınız arasında onca islama gönül vermiş müslümanlar varken,Üzerinde yaşadığımız yurdu Oluk oluk kan akıtarak şehit olmuş yüzbinlerce müslüman atamız babamız kardaşımız varken onların inanç ve itikat anlayışlarını onların hatrı için dahi olsa saygıya değer görmemelimiyiz?
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Cebe Noyan     

Bu yazı aynı isimle yayınlanan makâleme bazı ilâveler yapıldığı için II. bölüm olarak adlandırılmıştır. Sebeb de Vakit denen paçavranın Internet sitesi Habervaktimde Ali İlbey isimli tarantula kafalı bir beyinsiz karacâhilin yazdığı “Saîd-i Nursî Türk, Nihâl Atsız Değil” başlıklı makâlesidir. Ben Vakit ve benzeri, kağıt sarfiyâtından başka bir işe yaramayan gazete müsveddelerini okumadığım için yazıyı odatv’de gördüm.

NÛRCULUK DENEN MÂNEVİYÂT ÇÖPLÜĞÜ II

(Ali İlbeye cevap)

Bu yazı aynı isimle yayınlanan makâleme bazı ilâveler yapıldığı için II. bölüm olarak adlandırılmıştır. Sebeb de Vakit denen paçavranın Internet sitesi Habervaktimde Ali İlbey isimli tarantula kafalı bir beyinsiz karacâhilin yazdığı “Saîd-i Nursî Türk, Nihâl Atsız Değil” başlıklı makâlesidir. Ben Vakit ve benzeri, kağıt sarfiyâtından başka bir işe yaramayan gazete müsveddelerini okumadığım için yazıyı odatv’de gördüm. Câhillikten başka hiçbir sıfatı olmayan bu Nûrcu tâ’ifeye mensûb olduğu anlaşılan Ali İlbey adındaki zavallı aklı sıra Kemalistleri ve Atsızı hedef alarak hem Atatürke hem de Türklere ve Türkçülüğe saldırıyor, hem de olmayan zekâsıyla Kürd Saîdin propagandasını yapıyor. Keşke kendisine böyle bir yazı yazmasını emredenler daha zekî birini seçselerdi. Ama tabiî henüz Beşerî Gelişme Endeksine bile dâhil edilmesi mümkün olmayan bir gürûhtan bunu beklemek abes olurdu.

Demokrasi fikir hürriyeti olmaktan çıkıp ipe sapa gelmez fikirlerin hürriyeti olduğu zaman işler yolundan çıkar. Bilindiği üzre demokrasilerde nitelik (quality) değil, nicelik (quantity) aranır. Demokrasilerin kudret ve güzelliği, siyâsî irâdenin meseleleri tekrar yoluna sokmaktaki mahâretidir diyenlere söyleyecek söz bulamayız, ama eğer o siyâsî irâde de ipe sapa gelmez fikirlerin batağına, biraz da politik hesaplarla millî olmayan kuvvelerce itilerek saplanmışsa, ortada büyük bir problem var demektir. Buna başka bir münâsebetle belirttiğim gibi bir de demokrasilerin gitgide bir avâm hâkimiyeti hâline gelmesiyle zekâ ve seviyenin de düşmesi katılırsa, durumun fecâati daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. İpe sapa gelmez fikir derken elbette dini değil, ama onun zekâ ve seviyenin düşmesi sonucu siyâsîleştirilerek dejenere edilmiş hâli olan Nûrculuğu kasd ediyorum. En ilkel toplumlarda bile var olan din, insanların akıl ve bilimde ilerlemesi ile daha aklî olmuş ve çok Tanrıdan başlayarak daha az Tanrıya doğru gerileyerek son olarak tek Tanrıda karâr kılmış ve bazılarına göre de tek Tanrı ile gerçek sayısına iyice yaklaşmıştır. Din müessesesini artık ilim ve teknolojinin her alanda hâkim olduğu 21. yüzyılda aklın kabûl edemeyeceği hurâfelerden, saçma inançlardan arındırarak tamâmen şahsî vicdan meselesini hâline getirmek, tartışma konusu olmaktan çıkarmak ve din hakkındaki yazıları sâdece konunun uzmanı olan kişilere bırakmaktan başka çâre kalmamıştır. Yoksa kara câhil bir Kürdün başlattığı Nûrculuk ve benzeri tarîkatler vasıtası ile Türkiyenin altı oyulmakta ve çökertilmeye çalışılmaktadır. İlkel bağnazlıkları ile altını oydukları Türkiye çöktüğü zaman enkâzın altında kendilerinin de kalacaklarını fark edemeyecek kadar ahmak olan bu tâi’fenin şimdiyedek verdiği zarâr herhâlde fecâat sınırlarını çoktan aşmış olmalı. Maalesef bu ahmaklığa kendi kültürünün yok olduğunu fark etmeyen binlerce Türk ortak olmaktadır. Bunun en belirgin sebeblerinden biri milletleri millet yapan ortak bir birleştiricinin, yâni bir ülkünün olmamasıdır, yâhut da var olanın yok edilmiş olmasıdır. O ülkü olmayınca da yerini ipe sapa gelmez fikirlerin doldurması kaçınılmaz olur. Bu her millet için geçerlidir. Nûrculuk denen hezeyân işte bunlardan biridir.

Pekiyi, Nûrculuk nedir? Nûrcular kimdir? Nûrcular, aralarında avam tabakasından aydına kadar içinde her türlü adamın bulunduğu, Saîd-i Nursî adında bir câhil Kürdün peşine takılmış bir gâfil sürüsüdür. Nûr risâlesi talebeleri adı verilen bu sürü, Kürd Saîdin Kürd hammal Türkçesiyle yazdığı risâleleri toplanıp okuyan ve “aydınlandığını” sanan bir zavallılar yığınıdır. Şafiî mezhebinden olan bu Kürt kendisine Bedîüzzamân, yâni zamanların hârikası demekte, mürîdleri de onu bu adla yüceltmektedirler. Adamda tevâzû denen kavram hak götüre. Zâten hayatını inceleyenler bu kör câhil Kürdün kendisine ne yalanlar ve dolanlarla, ne gibi sahtekârlıklarla ne pâyeler biçtiğini hemen göreceklerdir. İlgilenenlere önce Turan Dursun’un kitabı “Müslümanlık ve Nûrculuk”, Istanbul, 1996, Kaynak Yayınları ile Yeni Hayat dergisinin kasım, aralık 1996 nüshaları ile şubat, mart 1997 nüshalarında Bilge Orhonlu’nun Nûrculuk hakkındaki bir dizi makalesini tavsiye ederim. Onun için hayâtı hakkında burada teferruâta girmeyi gereksiz buluyorum. Ama iki husûs önemlidir.

Birincisi Kürd Saîd’in tımarhâneye girmiş olması, ki bunu kendi ifâdesinden biliyoruz. Kürd Saîd 1907 yılında Istanbula ikinci gelişinde Abdülhamîd’e hitâben saraya bir dilekçe verir. Dilekçede kullandığı ad da tevâzûa lüzûm görmediği için Molla Saîd-i Meşhûrdur. Bu dilekçe Şark ve Kürdistan gazetesinin 19 Teşrîn-i Sânî [kasım] 1908 târihli ilk nüshasında yayınlanmıştır. Adında Kürdistan kelimesi geçen bu yayın organının daha ilk sayısında yazısının tanıtımında Bedîüzzamân Molla Saîd Efendi Hazretleri olarak takdîm edilen Kürd Saîd’in Kürtçü çekirdek bir kadronun içinde yer aldığı belli oluyor (Malmîsanij, Saîd-i Nursî ve Kürt Sorunu, Istanbul, 1991, s. 84, Doz Yayınları). Dilekçesinde Türkiyenin doğusundan Kürdistan diye bahs eden Saîd, her ne kadar Kürdistanda okullar açılmış ise de gönderilen öğretmenler Türkçe ders verdiklerinden bundan sâdece Türkçe bilenlerin faydalandığını, bölge halkının Kürtçe konuşanlarına bu okulların bir faydası olmadığını, buralarda Kürtler için de okullar açılmasını ve Kürtçe eğitim yapılmasını teklif ediyor. Yâni bölge halkını Türkler ve Kürtler diye ayırarak Kürt ırkçılığı yapıyor. O günden bu güne isteklerde değişen bir şey olmadığının göze çarpması ise ayrı bir konu. Tek fark, Kürt Saîd’in bu dilekçe üzerine emr-i şâhâne ile tımarhâneye gönderilerek müşâhede altına alınmış olmasıdır. “Nasıl ki zamân-ı istibdâtta tımarhâneye düştüm, dîvânelerin hükmüne konuldum...........ben dîvâneliği kabûl ettim. Şâhit olunuz ki, böyle akıldan istifâ ediyorum, dîvâneliğimle iftihâr ediyorum. Ey Kürdler, tımarhâneyi bunun için kabûl ettim. Kürdlüğü lekedâr etmemek için irâde-i pâdişâhiyi, maâşını, ihsân-ı şâhâneyi kabûl etmedim” (İsmâil Göldaş, Kürdistan Teâli Cemiyeti, Istanbul, 1991, Doz yayınları, s. 30). Saîd burada da kendine pay çıkarmaya çalışarak pâdişâhın kendisine başlamak istediği maâşı red ettiğini söylüyorsa da bunun söz konusu olması mümkün değildir. Meczûb yerine koyarak onu tımarhâneye sokan kuvvet her hâlde kendisine bir de maâş bağlayacak değildi. Şimdi gelin bu tımarhânelik zırdelinin yumurtladığı nânelerden bir kaçına bir göz atalım:

- Risâle-i Nûr düşmanları teslim olmak zorunda bırakan elmas bir kılıçtır.
- Risâle-i Nûr girdiği yerleri mübâreklendirmiş, bu arada bir ilimizi, yâni Ispartayı mübâreklik makâmı kazandırmıştır. (Cümle düşüklükleri bana âit değildir.) Eski zamanların mübârek kenti Şâm-ı Şerîfin mübârekliği Risâle-i Nûr vasıtası ile Ispartaya nasîb olmuştur. ......... Onun için bu vilâyetin bütün insanları, hattâ dinsizleri bile beni ve Risâle-i Nûru savunmak zorundadırlar.
- Risâle-i Nûr Kurânın bir aynasıdır. Bir mûcize durumundadır.
- Ölüm hakîkatinin muammâsını yalnızca Risâle-i Nûr çözmüştür.
- Nûr risâleleri içinde bâzıları birer hârikadır.
- Risâle-i Nûrun bölümlerinden bâzıları altı saatte yazıldıkları hâlde en güçlü dindâr filosoflar o parçaları altı günde bile yazıp meydana getiremezler.
- İkinci Dünyâ Savaşına katılmamızı önleyen Risâle-i Nûr olmuştur.
- Diğer yaratıklar nasıl Risâle-i Nûr ile ilgileniyorsa, kuşlar da ilgilenir elbet onunla.... Kuşlar Risâle-i Nûru başarılarından dolayı tebrîk edip alkışlarlar.
- Risâle-i Nûr çekirgelerden, serçelerden, güvercinlerden, kısacası hayvanlardan (hayvan kelimesinin tefsîrini okuyucunun muhayyelesine bırakıyorum. B. A.) başka yer küresini, hattâ hava tabakasını bile kendisiyle meşgûl etmektedir.
- Risâle-i Nûr Kurân-ı Kerîmin en hakîkî tefsîridir.
- Risâle-i Nûrdan alınan bilgiler, onu yazarken akıtılan mürekkebler, şehîtlerin kanından daha üstündür. Risâle-i Nûra yapışmak sûretiyle Peygamberin yolundan gidenler, şu fesat zamânda yüz şehît sevâbından daha çok sevâb kazanırlar.
- Risâle-i Nûru okumak ya da yazmak, âlim olmak için yeterlidir. Başka şey istemez.
- Risâle-i Nûra itîrâz edilemez. Yapılacak bir itîrâz en ulu kişilerden, Kutb-u Âzamdan da gelse aldırış edilmemelidir.

Bu ve benzeri saçmalıkları uzatmak mümkün. Yukarıdaki incileri (!) Tûran Dursun’un adı geçen eserinin 40 ilâ 62. sayfalarınan rastgele aldım. Yazar belli ki söylenenleri daha anlaşılır hâle getirmek için çetrefil Kürt hammal Türkçesiyle yazılanları sâdeleştirmiş. Dursun kitabında Kürt Saîdin çelişkilerini, mürîdlerinin bu câhil deliyi ne için ve nasıl övdüklerini vs. ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Nûrculuğun ne mene bir ahmaklık olduğunu öğrenmek isteyenler için vaz geçilmez bir kitaptır, şâyân-ı tavsîyedir. Sâdece bir misâl olsun diye Tûran Dursunun kitabının 13 sayfasında Kürt Saîd için söylediklerini tekrâr etmek kâfidir sanırım:

“Saîd-i Nursîyi kısaca anlatmak gerekirse şöyle denilebilir; Saîd-i Nursî, karanlık emellerini gerçekleştirmek için dînimizi âlet eden, gerçekte dînin temel ilkelerine bile inandığı şüpheli olan riyâkâr bir insan olarak yaşamış ve hayâtının sonuna kadar bu tutumunu sürdürmüştür”.

İkinci önemli husûs ise Kürt Saîdin bir Kürt milliyetçisi olduğudur. Bu adamın 1327 (=1909) yılında Istanbul Vezîr Handa bulunan İkbâl-i Millet Matbaâsında basılmış “İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yâhut Dîvân-ı Harb-ı Örfî ve Saîd-i Kürdî” adlı 48 sayfalık bir eseri vardır. Kendisi de burada ayrıca Kürt olduğunu açıkça belirtmektedir. Eserin editörü de Kürdîzâde Ahmed Râmizdir. Eserin hâtime kısmı Kürt Saîdin nasıl Kürt milliyetçiliği yaptığını göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Her zamân olduğu gibi çapraşık ve ağdalı bir dille yazılmış olan bu kısım şöyledir:

“Ebnâ-i cinsime (soydaşlarıma) burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamâm (eksik) kalır. Ey Âsûrîler ve Keyânîlerin cihângîrlik zamânında pişdâr, kahramân askerleri olan aslan Kürtler! Beşyüz senedir yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denen makine-i âlemin nizâmı ve telgraf hattı gibi umûm âleme mümted ve müteşâib kânûn-i nûrânî-i ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-ı ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış size emr ediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zâyî olan hamiyyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhîd ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz’iyyeleri gibi câzibe-i umûmî-i millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvîr ederek şems-i şevket-i islâmiyye ve Osmâniyyenin mevkîbinde bir kevkeb-i münevver gibi câzibesini ittibâ ile muvâzene ve âheng-i umûmiyyeyi muhâfaza ediniz.....”

Bu lâf kalabalığı böylece devâm edip gidiyor. Türkçesi kısaca şöyle:

“Ey Âsûrlular ve Ahemenîdlerin cihângîrlik zamânında onların öncüleri ve kahramân askerleri olan aslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrâsında yağma edecektir. İlâhî hikmet denilen, âlem makinasının nizâmı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrının nûrlu kânûnunun kurucusu olan ilâhî hikmet ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emr ediyor ki, ayrılık gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikri ile birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük câzibelerden bir umûmî ve millî câzibe teşkîli ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünyâ gibi döndürerek İslâm ve Osmânlı şevket güneşinin mevkîbinde parlak bir yıldız gibi câzibesine uymakla muvâzeneyi ve umûmî âhengi muhâfaza ediniz”.

Bu acemîce bir araya getirilmiş lâf salatasının daha başında anlaşılacağı üzere Kürt Saîd bütün Kürtleri Kürt milliyetçiliği fikri etrâfında birleşmeye çağırmaktadır. Yazının devâmı okunduğunda da başka bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Bu tevîl ve tefsîr edilemeyecek kadar açıktır. Yâni Kürt Saîdin bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu anlamamak için ahmak veyâ hâin olmak gerekmektedir. Eğer Atsızın 7 Mart 1964 târihli Ötüken dergisinin 109. sayısında neşr edilmiş olan “Nûrculuk Denen Sayıklama” isimli makâlesinde de ifâde ettiği gibi Kürt Saîdin amacı geri kalmış Kürtleri kalkındırmak olsa idi, o zamân ‘Bilgi sâhibi olun, okuyun’ vs. demekle yetinir, kimsenin de buna bir îtirâzı olmazdı. Ama sen kalkacaksın, ilkel bir dil olan Kürtçeyi edebî bir dil olan Türkçeye karşı tavsîye edeceksin, meşrûtiyetin memlekette sebeb olduğu sarsıntıdan ve otoritenin gevşemesinden istifâde ederek kendi cemâat gâyelerini gerçekleştirmek isteyen Hristiyan tebaalar gibi bir Müslümân kardeş (!) olarak imparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri arkadan vurmaya çalışacaksın, kendine târih ve şeref uydurma ihtiyâcında olan bütün ilkel cemâatler gibi bir roman kahramânı olan Zâloğlu Rüstem ve sâdece anası Kürt olan Selâhâddîn Eyyûbîyi birer Kürt kahramânı diye empoze etmeye çalışacaksın, Kürtlerin mevhûm meziyetlerini ileri süreceksin ve onlara devlet kurdurmaya çalışacaksın, devletin buna müsaade etmeyeceğini anlayınca da 180 derece çark edip Saîd-i Kürdî adını Saîd-i Nursî yaparak Nûr Risâleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalarla bir dîn mürşîdi olmayı başaracaksın. Bravo doğrusu!

Dr. Buğra Atsız
23 Ocak 2011-Kanada

Devamı bir sonraki iletidedir.

Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Bir önceki iletinin devamıdır.

Fakat sahtekârlık burada bitmiyor. Yukarıda kısaca ilk paragrafını verdiğimiz hâtimenin Sözler Yayınevi tarafından yayınlanan 1960 ve 1978 baskılarındaki metin ilk metinden farklıdır. “Ebnâ-i cinsime” olmuş size “Vatandaşlarıma ve kardeşlerime”, “Ey Âsûrlular ve Ahemenîdlerin cihângîrlik zamânında onların öncüleri ve kahramân askerleri olan aslan Kürtler!” olmuş size “Ey eski çağların cihângîr Asya Ordularının kahramân askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim”, orijinaldeki 4. paragraf tamâmen kaldırılmış, 6. paragraftaki “Rüstem-i Zâl ve Selâhâddîn Eyyûbî gibi Kürt kahramânlarıyla” lâfı, felâket bir zırvalama ile olmuş size “Selâhâddîn Eyyûbî ve Celâleddîn Harzemşâh ve Sultân Selîm ve Barbaros Hayreddîn ve Rüstem-i Zâl”. Yâni Nûrcular zırvayı bile tevil ederek dansözlere dil ısırtan bir kıvırtmayla cibiliyetlerinin, ahlâklarının ve müslümânlıklarının (!) gereğini hakkıyla yerine getirmişlerdir.

Bu arada Kürt Saîdin İkinci Meşrûtiyetten sonra İttihâd ve Terakkî içine girmeye çalışmasını da söylemek gerekir. Bundan maksad tabiî tarafdâr olması değil, hayâl ettiği Kürdistan için bir takım haklar elde etmekdi. Aynı zamânda da Abdülhamîde muhâlif bir harekete katılmış olmakdı. Saîd daha o zamân ırkçılığını yakınlaşmalarıyla ortaya koymaktadır. Abdullah Cevdete yakınlığı ve Ziyâ Gökalpe mesâfesi bunun bir tezâhürüdür. Saîdin Şark ve Kürdistan, Kürt Teâvün ve Terakkî Gazetesi, Volkan, Tanîn, Serbestî, Mizân, Misbah gibi gazetelerde Kürtler hakkında epey yazı yazdığı bilinen bir gerçektir. Yâni Kürt Saîdin herkesin inandırılmaya çalışıldığı gibi bir dîn âlimi filan değil, düpedüz bir Kürtçü olduğunu her fırsatta tekrâr etmekte fayda var. Netekim kendini yakın hissettiği Abdullah Cevdet, Kürt Teâvün ve Terakkî Cemiyyeti adı altında başlayan harekete daha Mısırda iken Kürt Saîdin Meşrûtiyet sebebiyle verdiği hutbeleri İctihâd Matbaâsının Istanbul şubesinde bastırarak destek vermiştir. Şükrü Hanioğlu “Bir Siyasal Düşünür Olarak Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi” (Istanbul, 1982, Üçdal Neşriyat) isimli kitabının 315inci sayfasında şöyle demektedir: “Ayrıca siyasal ve felsefî açıdan Abdullah Cevdetin uyuşmasının imkânsız olduğu Said-i Kürdî gibi bir kişiye yardımcı olmasının tek nedeni de bu boyut – Hanioğlu burada etnik boyutu kasd etmektedir. B. A. – olarak ortaya çıkmaktadır. Tabiî ki Kürtlüğünü her dâim ön plana çıkaran Saîd, Ziyâ Gökalpe düşmanlık besleyecek ve ‘Bir kelle soğanı bir Kızılelmaya değişmem’ cevherini yumurtlayacaktır (Göldaş, age, s. 31). Türk düşmanlığı eğer böyle ifâde edilmeyecekse, daha nasıl ifâde edilecektir, bilemem.

Saîd-i Kürdîyi 21. asrın en büyük İslâmî düşünürü zanneden bâzı Bâb-ı Âlî geri zekâlılarını bir yana koyalım, Şerif Mardin gibi profesörlerin dahî Özdemir İncenin Hürriyetteki 9 Nisan 2008 târihli makalesinde kullandığı isâbetli tâbirle, bu câhil Kürde “kitaplarıyla kalfalık etmeleri” her türlü ilmî ahlâka aykırı olduğundan maâdâ utanç vericidir. Profesör Mardin bu Kürdü bir filozof, bir dîn âlimi olarak takdîm etmektedir. Eğer Şükrü Hanioğlunun bahs ettiği etnik boyut burada da bir rol oynamakta ise takke düşmüş, kel görünmüştür.

Bundan gayrı hükûmetin başının demokrasi açılımı adı altında başlattığı ve benim şahsen henüz anlayamadığım “süreç” hakkında konuşurken Saîd-i Kürdîyi de anmış ve bu Kürdün adı geçer geçmez ortalığı bir alkış tûfânı kaplamış. Uzun yıllardır Kanadada yaşadığım için biliyorum; bizim Eskimo dediğimiz ve Kanadanın kuzey kesimlerinde yaşayan yerliler köpeklerini tam olarak doyurmaz, yarı aç bırakırlar (dı). Daha iyi söz dinlesinler diye. Açlığı eğer maddî değil mânevî açlık olarak anlar ve bilgi ve millete mâl olmuş sâir değerlerin topu birden olarak mütâlaa ederseniz, ne demek istediğim açıkça ortaya çıkar.

Pekiyi, hangi dağda Kürt (!) öldü de Saîd-i Kürdî 23 Mart 1960da dâr-ı fenâdan dâr-ı bekâya intikâl ettiğinde 19 yaşında bir tıfıl olan Fetullah Gülen Saîd-i Kürdînin yerine nâ’ib tâyin edildi? Kim etti? Neden bu kadar zamân geçsin diye beklenildi? Vs. vs. Fetullah Gülen hakkında epey yazıldı çizildi. Daha da yazılıp çizilecek elbet. Ama hakkında doktora tezi yazılacak kadar bilgi bulunan bu adam hakkında doğru dürüst bir araştırma benim bildiğim kadarıyla yapılmış değil, yapılanlar ise eksik ve yabancı kaynaklı. Onun için neden dini istismâr edip cebini dolduran beyni kefenli softalar yakalanmalarına ramak kala Suûdî Arabistan veyâ başka müslüman ülkelerden biri yerine ya Avrupaya kaçar, ya Amerikaya çok merâk etmişimdir. Batı hakkında mânevî açlık çektiklerinden mi acep?

Asıl şaşılacak nokta bu tarantula suratlıların davranışı değil, çünki onlar cibiliyyetlerinin îcâbını yerine getirmektedirler, ama binlerce, hattâ onbinlerce Türkün bu câhil adamların peşinden gidip onların hâinâne öğreti ve öğütlerine körü körüne boyun eğmeleridir. Saîd-i Kürdînin cehâletini yukarıda açıklamaya çalıştım. Pekiyi de daha ilkokul diploması bile olup olmadığından şüphe edilen diğer bir câhil olan Fetullah Güleni Amerikalı ve Avrupalı sâhiblerinin bir âlim mertebesine yükseltmelerine ve buna kerâmet Batılı ağızlardan işitildiği için dangalakçasına inanan Etrâk-ı bîidrâk tâ’ifesine ne buyurulur? Kanını, soyunu inkâr edenlere veyâ Fetullah gibi buna başka bir devlet eliyle âlet olanlara dünyânın neresinde hoş gözle bakılmıştır? Elbet bir milleti çökertmek için o milletin içinden çıkacak hâinlere ihtiyâc olacaktır. Ve elbet bunlar iplikleri pazara çıktığı zamân hizmetinde bulundukları ülkelere kaçıp sığıntı olarak süflî hayatlarını orada yaşayacaklardır. Bunların doğdukları topraklara dönebilmeleri ancak hizmet ettikleri devletlerin hedeflerine nâil olmalarıyla mümkündür. Bu sapıkların sâdece kanlarından değil, vicdanlarından da şüphe etmek gerekir. Ama tabiî vicdan insanlara mahsûs bir kavramdır.

Uzun lâfın kısası Kürtçülüğün hizmetinde olan Nûrculuk denen mâneviyât çöplüğünün İslâmiyet ile alâkası yoktur. İslâmiyet asırlar boyu âlimlerini yetiştirmiştir. Dolayısı ile İslâmiyetin Kürt hammal Türkçesiyle yazı yazan Saîd-i Kürdî ve Türkçeyi Ermeni şîvesiyle konuşan Fetullah Gülen gibi kerâmeti Amerikadan menkûl İslâm âlimi geçinen maskaralara ihtiyâcı yoktur. Olsa olsa Amerikan dış siyâsetinin Türkiyede hedeflerine varabilmek için kerâmeti Washingtondan menkûl bazı maskaralara ihtiyâcı vardır. Ali İlbeyin bunlara dâhil olduğu belli oluyor.

Makâlesinin başında “Saîd-i Kürdî ile Atsız ile kıyasdan edep ederim” demiş. Elbette edeceksin! Profesör Köprülüye asistanlık yapmış, Zeki Velidî Toganın talebesi olmuş, Türk Târihi ve Edebiyâtı sâhalarında uzman olan birisiyle tımarhâneye girmiş çıkmış hammal kılıklı alelâde bir Kürd kıyâs mı edilirmiş? Aslında aklını İslâmla bozmuş bu zâta cevap vermek bile onu adam yerine koymak olacağından lâfı uzatmaya gerek yok. Sırf siyâsî çıkarları için târihi bile tahrif ederek İslâmdan önceki Türklüğü red eden, agnostik ile deistin anlamlarını bilmeyen, “müslüman olan Türklere Türk denir” denir gibi dangalakça bir ifâde ile müslüman olmayan Türkleri bir çırpıda inkâr eden, pozitivist lâ-dînî Türklük gibi ne idüğü belirsiz bir kavram ortaya atan bir Kürd mürîdine dense dense “sek be-sahrâ” denir. Buradaki asıl niyetim bir müsveddeye karşılık vermek değil, Nûrculuk denen hezeyânın ne olduğunu ortaya koymaktı. Yukarıda yazdıklarım maalesef genellikle bilinmiyor ve bu gerçeklerden habersiz Türk gençlerinin Nûrcu gürûhun yaydığı zehirlerle, yalanlarla, riyâ ve sahtekârlıklarla kafası karıştırılıyor, kendi târih ve kültüründen uzaklaştırılıyor. Bunun getireceği fecî sonuçları hesaplamak için matematik profesörü olmaya gerek yok. Neden Atatürke ve Türklüğe gönül vermiş insanlara saldırdıkları belli olmuyor mu? İt korktuğu tarafa havlar diye bir atasözümüz var. Bittecrübe sâbittir.

Türklük denen ummânı kıçınla kirletemezsin Ali, kafanı sok kafanı.

Dr. Buğra Atsız
23 Ocak 2011-Kanada
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Çepni77     

Tardu kağan kandaşım sakın olaki hristyan propagandası yaptığımı kimse düşünmesin. Sanırım Türkçemin kıtlığından düşüncelerimi tam anlamıyla dile getiremedim. İslama neden Türklerin yaşayış biçime değilde halen arap yaşam tarzını benimseyerk ve sömürülerek İslamı yaşadığımızı sorgulamaktı amacım.! Hırıstyanlıktan Örnekler verdim, misal olarak İsayı sarışın ve mavi gözlü olarak tanıtırlar. Oysaki İsa ( İncildede yazar) Simsiyah ayakları ve kırvırcık saçları olduğunu yanı ari ırkın özelliklerini taşımadığını. Batı toplulukların hiç bir zaman hırıstyanlığın esiri olmamıştır. İddia ediyorum eğer ki müslüman olsa idi, batı toplulukları arapların yaşam biçimini benimsemeyeceklerdi. İslamın esiri olmayacaklardı.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
TARDU KAĞAN     

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Tardu kağan kandaşım sakın olaki hırıstyan propagandası yaptığımı kimse düşüğnmesin. Sanırım Türkçemin kıtlığından düşüncelerimi tam anlamıyla dile getiremedim. İslama neden Türklerin yaşayış biçime değilde halen arap yaşam tarzını benimöseyerk ve sömürülerek İslamı yaşadığımızı sorgulamaktı amacım.! Hırıstyanlıktan Örnekler verdim, misal olarak İsayı sarışın ve mavi gözlü olarak tanıtırlar. Oysaki İsa ( İncildede yazar) Simsiyah ayakları ve kırvırcık saçları olduğunu yanı ari ırkın özelliklerini taşımadığını. Batı toplulukların hiç bir zaman hırıstyanlığın esiri olmamıştır. İddia ediyorum eğer ki müslüamn olsa idi batı toplulukları arapların yaşam biçimini benimsemeyeceklerdi. İslamın esiri olmayacaklardı.
Öyle bir şey düşünmedik elbette kandaşım.Her Türkçü;sırf dini islam diye Türk evlatlarına arapaça isim verilmesinden rahatsızlık duyar.İslamın değilde,Arap tarzı yaşamın,islam inancına sahip olduktan sonra milli kültürümüzün,örf ve ananelerimizin ne derece dejenere olduğunu,Milli ülkümüzle aramızdaki mesafenin ne kadar açıldığını malesef her geçen gün görüyor ve kahroluyoruz.Malesef günümüz siyasi otoritesinin Ülkemizi ve milletimizi getirdiği nokta budur.Tonyukuk ağabeyinde değinmek istediği nokta,bu ve benzeri konulardaki görüş ve yorumlarımızın bize Bu afyonu yutmuş ve yutmakta olan aziz milletimizin fertlerinin Kabul edebileceği tarzda anlatılması esasının önemidir.Sırf sen müslümansın dendiği için müslüman olarak yaşayan bireylerimizin anlayabileceği ve kabul edebileceği tarzda doğruları söylemekte, bizim boynumuzun borcudur.Yoksa, islamdan ziyade arabesk yaşamın ve öğretinin,her geçen gün biraz daha araplaştırılan toplum yapımıza uyarlanmasının en güçlü düşmanlarıda sizler ve bizler gibi Türkçülerdir,ve dünya üzerindeki en kirli yapınında dini kurumlar olduğunun son derece net bir şekilde farkındadır.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
AĞASAR     

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Sizin fikriniz Tonyukuk beğ! Tahammül sınırlarımı zorlayan İslam yandaşlarına sabırlı olmanız ne size nede Türkçülğe bir şeyler kazandıracaktır.
İslam'a küfür edenlerin Türkçülüğe sağladığı kazancı bana ispat edebilirmisin ?

Sonra bana '' Ben toplantıya gelirim fakat can güvenliğimi nasıl sağlayacaksın ''
Demesinler bunlar... Yahut İslam'ı benimsemiş boyu küçük fakat yüreği kocaman bir Kardeşim'in fahişe kılıklı ..ürt vekili tartaklaması ve dahilinde bir şarjör mermiyi it inine boşaltmasını da hor görürsünüz sizler...

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Sorunun İslamın ta kendisi olması kaçınılmaz bir gerçek. Müslümanım diyen Türkçülerin aynaya bakıp kendilerini sorgulamaları gerek.
İslam'ın üzerinden prim yaparak Millet'in anasını ağlatanlara karşı Hristiyanlık yahut dinsizlik propagandası yapmaya kalkarsan % 47 ile başa geleni eleştirmeyeceksin, Tayyip'in mübarek elini öpeceksin...

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Siz Türk milletin dinine saygı duya bilirsiniz. Ben duymöuyorum. Lütfen benide zan altında bırakmayın.
Bu Millet'in Ad'ı Türk olduğu için biz saygı duyuyoruz... Düşün ki yarın Türklüğe hizmet için ve bu Millet'in istikbâlini korumak, gerekli yasal düzenlemeleri yapmak yani garantörlük üstlenerek siyasi bir harekete girişeceksin bu Ülke'de... Senin mantığın ile bu Millet seni değil iktidar, Tarlabaşında Muhtar bile yapmaz...

Türk'ün Devlet'i ve bütün değerleri ayaklar altında çiğnenirken Soy'u Türk olanı ümmetçi yobazın, rus dışkısı komünistin, beyni tecavüze uğramış hümanistin kucağına iteceğimize sadece bütün değerlerine sevmesekte benimsemesekte ''saygı'' duymayı ilke edinmemiz Türklüğün çıkarına olacaktır... Yoksa hiçbirimizin olan bitene zerre isyan etmeye hakkı yok...
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Karaton 

Her şeyden önce, bir fikir yazısının tamamına dair yorum yapılır. İlgili yazıdan itinâyla cımbızlanmış bölüme/bölümlere değil. İkinci durumun adı tahrifâttır ki tahrifât, çok büyük bir ayıptır! Hele bunu, ''Kur'an'ın bütününü irdeleyin, içinden kafanıza göre seçme yapmayın'' diyenler yaparsa, bunun adına da ancak ahlâksızlık denir!
Bu nedenle, forumumuzda da bulunan ve konuyla direk ilgili iki makale de, gözümüzün önünde dursun ki; ilgili iddiaların sağlamasını yapabilelim.

http://turania.net/turkcu-teorisyenl...hal-atsiz.html
http://www.turania.net/turkcu-teoris...sayiklama.html

Alıntı
Said-i Nursi’nin Müslüman Türklüğe paralel düşen değerini anlamak için

Alıntı
Said-i Nursi Türkiye Müslüman Türklüğünün mihveridir.

Alıntı
Atsız’ın Türklüğe mugayir bu şenî fikirlerine karşılık, Said-i Nursi’nin İslâm’la bezenmiş birleştirici şu sözleri Türkiye’deki Türklüğün mihveri değil midir? Bin yıllık izanını ve selim aklını kaybetmeyen Türklere arz edilir:

Said-i Kıroî'nin, İslâm'la bezenmiş birleştirici şu sözlerini ve buna dair bir makaleyi de, aynı Türkler'e, bu kez de ben arz edeyim:

Ozan Ruhsatioğlu’nun, dergimizin daha önceki sayılarında yayınlanan “Nurculuk ile Türk Milliyetçiliği Bağdaşır Mı?” ve “Nurculuk ve Türk Düşmanlığı” başlıklı yazıları, nurculuğun gerçek ve sinsi yüzünü deşifre ettiği için, kürtçü-nurcu-fethullahçı mahlukatı bir hayli rahatsız etmişti. Biz de bu yazımızda, sayın Ruhsatioğlu’nun kaldığı yerden devam ederek bu mahlukatı biraz daha rahatsız edeceğiz ne yazık ki!..
İlk olarak “Yüksekova Haber” adlı kürtçü ve PKK destekçisi internet sitesinde, Ümit Yazıcıoğlu adlı kürtçü-nurcu yazar tarafından 5 Mart 2006 tarihinde yazılan “Saidi Kurdî” başlıklı yazıdan bazı satırlara bir göz atalım. Belki bu satırlar, Türk milliyetçiliği ile nurculuğu birarada yaşamaya çalışan bazılarında soğuk duş etkisi yapar da akıllarını başlarına devşirirler:

“Bediüzzaman, çağında nadir görülen şahsiyet (veya benzeri olmayan Zat) anlamına geliyor. Yüzbinlerce Türkiyeliyi ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten kendisi zamanın bir harikası ve aynı zamanda dindar bir Kürt yurtseveridir.
……..
Şafiî mezhebinden bir Kürttür… Kendisinin esas gayesi, bir Kürt devleti kurmaktı. Nitekim yaşamı boyunca bu amacını gerçekleştirmek için çeşitli etkinlik göstermiştir. Örneğin bağımsız bir Kürt devletinin kurulması amacıyla Kürt Teali Cemiyeti kurucuları arasında yer aldığı iddia edilmektedir.
……..
Zamanın Padişahına ‘Said’ imzası altında yazdığı ve esası kürtçe öğretim yapacak olan okullar açmaya dayanan dilekçeyi sunmuştur.”

Şekilde görüldüğü gibi, PKK yanlısı kürtçü bir sitenin yazarı, Saidi Kürdi(Nursi)’yi öve öve bitiremiyor. Ömrünü kürtçülük mücadelesine adamış ve gayesi kürt devleti kurmak olan bir şahısın, kürtçüler tarafından övülmesi çok doğal. Doğal olmayan, aynı şahısın, Türk milliyetçisi olduğunu iddia eden bazıları tarafından da yere göğe sığdırılamamasıdır. Böyleleri de en kısa süre içerisinde akıllarını başlarına alırlar diye umut ediyorum. Yoksa deve kuşunun durumuna düşerler. Bu duruma düşmemek için bir an önce karar vermek lazım; “deve misiniz, yoksa kuş mu?”…
Kürt Said’de “meziyet” çok! Hepsine sırayla değineceğiz…
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Nurculuk, İngiliz istihbaratının, ülkemizde üretip türettiği bir tarikattır. Bahailiğin Türkiye şartlarına uyarlanmasıyla meydana getirilen bu yapı için seçilen kişi ise Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünden Saidi Kürdi’dir. Kürtçülük propagandası ve Saidi Kürdi adıyla taraftar toplayamayınca, İngiliz istihbaratı, bilinen yöntemlerine baş vurarak, kürt Said’i din maskesine büründürüp “Saidi Nursi”ye dönüştürmüştür. (Ergün Poyraz, “Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet - Masonlarla El Ele”, Togan Yayıncılık, s. 281)
“Bediüzzaman” yani “zamanın harikası” sıfatını, kokuşmuş bir kürde yakıştırıp, sonra da bu zatın peşinden koşan kafasızlara duyurulur:
Saidi Kürdi(Nursi), risalelerinde, Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi Türk boyları olduğunu iddia etmekte ve soydaşlarımızı "Şeytanın dölü vahşi kavimler” olarak tanımlamaktadır.

Aynı zamanda raporlu deli de olan kürt Said, İngilizlerin desteğiyle kurulan ve Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında insanlarımızı sırtından vuran Kürt Teali Cemiyetinin ve Kürt Maarifi Neşri Derneğinin kurucusudur.
İsterseniz biraz da “ulema”ya kulak verelim, başbakanımızın da dediği gibi…
Bakınız Osmanlı Şeyhülislamlarından Mustafa Sabri, “Kürd Said’in Mezhebi Hakkında Reddiye Armağanı” adlı kitabında, Saidi Kürdi için neler diyor:
“Bu kadar büyütülen Saidi Kürdi kimdir :
Sait, kürt cemaatından, şafii mezhepli, nakşi tarikatlı, okur fakat yazmaz, imla bilmez, seksen sene içinde yaşadığı millet olan Türk’ün lisanına hakkıyla vakıf olamamış, felaketten felakete sürüklenmiş, bir hapishaneden diğerine sürülmüş ve bugün seksen yaşını geçmiş ihtiyar bir adamdır.
………
Sait, Kürdistan Azmi Kavi Cemiyetinin arzusu üzerine mahalli Kürt kıyafeti ile, boynunda dürbün, belinde tabanca ve kama, ayağında lapçin ve başında poşu olduğu halde İstanbul’a gelmiş ve büyük bir cüretle Cuma selamlığında Padişaha cemiyetin “Sait” imzası altında yazdığı ve esası kürtçe tedrisat yapacak mektepler açmaya dayanan arizayı takdim etti. Memleketin ve milleti islamiyenin ittihadını bozmak gayesine matuf olan bu hareketi canianesinden dolayı haklı olarak tımarhaneyi boyladı.
………
Damarında bir damla Türk kanı olan her Müslümana, bu adamın Mason ve Komünist kadar tehlikeli olduğunu ehemmiyetle hatırlatırım.”

“Ulema” da kesmediyse, kürt Said’in kendi “eser”lerinden seçme sözler de derledik sizin için:
“Ölmüş gitmiş, dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz sene evvel bir Hadis–i Şerif’in ihbariyle Kur’an’a zararlı bir adam çıkacak demiştim. Sonra Mustafa Kemal’in o adam olduğunu zaman gösterdi.” (Emirdağ Lahikası, I/278,Yirmiyedinci mektuptan Sabık Reis–i Cumhur’a ve üç makama gönderilen istida)
“Atatürk idaresi hadislerde gösterilmiş bulunan dehşetli ahirzamandır. Dinsizlik, kanunsuzluk, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır.” (Said-i Nursi, Sözler,1957, Sayfa:143)
“Türkiye genel olarak ezan-ı Muhammedi’nin yasak edildiği, bidadların zorla topluma kabul ettirildiği bir dönem yaşamıştır. Devrim kanunları muvakkattır ve hıristiyan kanunlarıdır.” (Said-i Nursi, Tiryak, Sayfa: 65)
“Türkiye’nin siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir.” (Said-i Nursi, Münazarat Sayfa: 17)
“Müslümanlara Kur’an dışında bir Anayasa lazım değildir. 1347(Hicri) tarihinde felsefenin tahakkümü ile bu dindar millet ehemmiyetli tahavvüllere düçar kılınmış ve anayasadan devletinin dininin İslam dini olduğu yolundaki hükmü kaldırılmıştır. Kur’an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil ilahi bir iradenin sonucudur.” (Said-i Nursi, Zülfikar-ı Mücizat-ı İslamiye ve Kur’aniye, Sayfa:191-193)
“İslam Devleti için tek milliyet İslam milliyetidir. İslam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve İslam yapacaktır. Bu dünya milleti hayatı maneviyeye dayanacaktır. Bu İslam Devleti de hamiyeti İslamiye ve milliye altında İttihad-ı Muhammedi davasında olan Şeyh-i Risalei Nur sayesinde kurulacaktır.” (Said-i Nursi, Münazarat, Sayfa: 90-100)
“İslam Dini’nde inkılap yapmak, şeriat aleyhtarlığı yapmak olduğu için, İslamiyet’in Desatirine aykırı, devrimler de İslamiyete aykırıdır.” (Said-i Nursi, Mektubat, Sayfa: 403)
“Çok kadın ile evlenmek İslami olduğu için caiz ve şarttır.” (Said-i Nursi, Hanımlar Rehberi, Sayfa: 57).
“Kur’an kadına üçte bir hisse vermektedir; medeniyetin kadına erkek kadar hisse vermesi ahlaksızlıktır.” (Said-i Nursi, Zülfikar 1945, sayfa 38,39)
“Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adalet-i ilahiye ve Hakaik-i İslamiye dairesinde mahkemeler açmazsa maddi ve manevi kıyametler başlarına kopacak, anarşistlere, yecüc mecüclere teslimi silah edilecektir.” (Said-i Nursi Hutbe-i Şamiye)

Kürt Said’e göre, yazdığı Risale-i Nur kitaplarına hizmet etmek, vatan için askerlik yapmaktan bile daha üstün bir görevdir!.. Bakın bu görüşünü ve “nurcu gençleri askerden kurtarma” fikrini nasıl dile getiriyor Lem’alar Risalesi adlı kitabında:
“Risale-i Nur öyle değerli bir kitaptır ki, Kuran’ın onda yansıyan nurlarına hizmet etmek, askerlikten ve kutsal savaştan bile üstündür. Benim elimde fırsat ve param olsa, Risale-i Nur hizmetinde olan değerli kardeşlerimi askerlikten kurtarmak için, bin lira karşılığında bile olsa bedeli öder ve kurtarırım onları…”
Vatani hizmet de neymiş “Risale-i Nur hizmeti” dururken!.. Kürd Said için askere gitmemek bir “kurtuluş”!.. Oysa Türk gençleri, bayrama gider gibi gider asker ocağına. Ne demek “askerlikten kurtulmak” ?.. Böyle bir şeyi düşünse düşünse, kürtlüğünden dolayı genlerine korkaklık ve hainlik işlemiş olan Saidi Kürdi ve soydaşları düşünebilir ancak. Bir de onun peşinden koşan “Risale-i Nur hizmetindekiler”…

İşte yıllardır “bediüzzaman” yani “zamanın harikası” diye tanıtılan zatın, Türklüğe, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun kurucusu yüce Atatürk’e kin kusan satırlarını okudunuz... Kadınları nasıl aşağıladığını da gördünüz. Böyle bir mahlukun, kimlere göre “zamanın harikası” olduğu da ortadadır. Dahili ve harici bedhahlar için kim Saidi Kürdi’den daha “harika” olabilir ki?..
Bakalım Saidi Kürdi kimlere göre “zamanın harikası”ymış:
Recep Tayip Erdoğan, 3.Uluslararası Saidi Nursi Semineri’nde yaptığı konuşmada der ki; “Saidi Nursi keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir!”…
Aynı seminerde konuşan Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de başbakanından aşağı kalmaz; “Eğer Cumhuriyetin başlarında, Bediüzzaman resmi makamlarca dinlenseydi, bugün ülkenin durumu hiç şüphe yok ki böyle olmazdı!”…
Başımızı taşlara mı vursak ne yapsak, kürt Said gibi bir “keşfedilmeyi bekleyen hazine”yi dinlemediğimiz için?!. Şimdi “Ah kürt Said ahh! Anlayamadık seni, değerini bilemedik!” diye ne kadar yakınsak da boş!.. Son pişmanlık fayda etmiyor!..
Bizim ve Cumhuriyetin resmi makamlarının dinlemediği ve keşfedemediği Saidi Kürdi “hazine”sini, İBDA-C terör örgütü de çoktan keşfetmiş!.. Bakın neler yazıyor bu örgütün yayın organlarından olan “Özgür Ülke” adlı gazetede:
“Özgür Kürdistan İçin Savaş
Saidi Nursi’nin rüyası, İBDA-C’nin elinde gerçekleşecektir. Saidi Kürdi, Kürt ve İslam tarihinde yetişen dahi bir ulemadır….. Saidi Kürdi zindandan çıktıktan sonra İstanbul’u terk eder. Vapurla Tiflis üzerinden Kürdistan’ın Xuy kentine geçer. Van ve Bitlis Kürt beylik aşiretlerine ulaşır. Buralarda Kürdistan’ın kurtuluşu için ilim, irfan, plan ve proje yolları arar. Tiflis’teyken bir tepenin başına çıkar. Kafasındaki özgür Kürdistan ve Birleşik İslam alemi projesini tasarlarken birisi ile Saidi Kürdi arasında şu konuşma geçer:
‘Nerelisin?’
‘Bitlisliyim.’
‘Ne yapıyorsun burada?’
‘Ben müstakbel Kürdistan’ın ve İslam aleminin plan ve projesini çiziyorum. Benim kafamdaki plan ve proje bu. Planım er geç gerçekleşecek. İslam aleminin kalbinde müstakil bir Kürdistan’ın kurulması ile İslam alemi o merkez etrafında dönerek bir araya gelecek ve büyük federatif İslam devleti kurulacaktır.’
Gerçekten Saidi Kürdi’nin hayali, gayesi olan, İslam aleminin kalbini teşkil eden, birleşik ve özgür bir Kürdistan temeli atılmaya başlamış ve bu gayeye yönelik özgürlük mücadelesi başarı ile ilerliyor.…..
Saidi Kürdi’nin, ‘Ey Asuriler ve Ciyaniler, cihangirlik zamanında peşidar kahraman kahraman askerleri olan Kürtler, beş yüz senedir yattınız, yeter artık uyanınız, sabahtır’ şeklindeki çağrısı, bugün Kürt halkı tarafından yerine getiriliyor. Ve onun tabiriyle, Kürt halkı artık gafletten uyanıyor.
Saidi Kürdi, ‘Özgür bir Kürdistan tohumu ekiyorum. Onu geliştirip büyütün’ şeklindeki vasiyetini şimdilik şehitlerin kanında açan kırmızı bir gül destesini ithaf etmekle yerine getiriyor, o büyük ruhun hoşnut olmasını niyaz ediyoruz…”
İBDA-C terör örgütünün başka bir yayın organı olan “Taraf” dergisi ise, “Özgür Ülke” gazetesinden bu alıntıyı yaptıktan sonra şunları ekliyordu:
“Yiğit Kürt halkı 70 yıldır faaliyet gösteren Deccal rejimine karşı varını yoğunu ortaya koyarak mücadele ediyor. Bu uğurda İzzet Beyleri, Hacı Musaları, Şeyh Saidleri, Seyyid Rızaları, Said Nursileri şehit verdi. Ve bugün, Said Nursi’nin rüyasını gördüğü, uğrunda şehitler vererek, kan ve can vererek yılmadan mücadele ediyor. Birleşik İslam Devleti için Kürdistan’ı kurmaya kararlı, inatçı, inançlı.
…… Müslüman Kürt halkının mücadelesi, Anadolu merkezli Bağımsız Birleşik İslam Devleti’nin yapı taşıdır.
Kumandan Mirzabeyoğlu dedi ki: ‘Gayet açık olarak söylüyorum. Bugün İBDA, Said Nursi Hazretlerinin rüyasını gördüğü bir temsil planındadır’…” (Aktaran: Ergün Poyraz, “Fethullah’ın Gerçek Yüzü”)
İslamcılar ve nurcular, “Birleşik İslam Devleti” için bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasını isterken, -rastlantı(!) olsa gerek- siyonist Yahudiler ve evanjelist Hıristiyanlar da “Büyük İsrail” için bir Kürdistan devletinin kurulması için uğraşıyorlar. Şu ittifaka bakın; kürtçüler-nurcular-İslamcılar-siyonistler-evanjelistler aynı cephede!.. Amaç; bir kürt devleti kurmak, ortak düşman; Türkiye Cumhuriyeti ve Türklük!

Devamı bir sonraki iletidedir
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Karaton

Bir önceki iletinin devamıdır.

Kürt Said’in Selefleri İngiliz İşbirlikçisi Masonlar!

Saidi Kürdi(Nursi), kimlerle aynı yolun yolcusu olduğunu, “Divan-ı Harbi Örfi, İki Mekteb-i Musibedin Şehadetnamesi” adlı kitabında şu şekilde ifade ediyordu: “Seleflerim; Cemalettin-i Efgani, Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi…”
Kürt Said’in, “seleflerim” dediği isimlerden Ali Suavi, Cemalettin-i Efgani(Afgani) ve Muhammed Abduh’un üst derece masonlardan olduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki; Cemalettin Efgani ve Muhammed Abduh, Hicaz bölgesini Osmanlı’dan koparmak için İngilizler tarafından görevlendirilmiş birer işbirlikçidir.
Kahire’deki “Şark’ın Yıldızı Locası”na 7 Temmuz 1868’de 1355 numarayla girmiş olan Efgani; 1869 yılında, peygamberliğin aslında bir “sanat” ve “meslek” olduğunu iddia etmiş ve Osmanlı ulemasının ayaklanmasına neden olmuştu. Bu yüzden Osmanlı tarafından sınırdışı edildi.
Bizzat İngiliz belgelerine göre; Cemaleddin Efgani(Afgani), “Tanrıya inanma” şartı koşan İskoç mason locasına üye iken, buradan “Tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da Tanrı tanımazlığın makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na girmiştir. Efgani, aynı zamanda Kahire Mason Locası’nı da kurmuş ve oranın büyük üstadı olmuştur.
Saidi Nursi’nin selefleri olan Efgani ve Abduh’un masonluğuna dair ayrıntılı bilgi için, 1960’ta Fransa’da basılan “Les Francs Macons” adlı kitaba bakabilirsiniz. İşte bu kitaptan kısa bir alıntı:
“Mısır’da kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani(Afgani) ve ondan sonra da Muhammed Abduh getirildi. Bunlar, Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler.”
Padişah II.Abdülhamit’in, gerçek niyetini çok iyi bildiği ve “İngiliz işbirlikçisi bir maskara” olarak tanımladığı Efgani, 1897 yılında öldüğünde İstanbul Maçka’daki Şeyhler Mezarlığı’na defnedilir. Mezarı, 1926 yılında, Charles Cron adlı esrarengiz bir Amerikalı yahudi tarafından yaptırılmıştır. Afganistan hükümetinin isteği üzerine kemikleri 1944’te Kabil’e gönderilir.
Efgani’nin talebesi ve kürt Said’in diğer bir selefi olan mason Muhammed Abduh ise Mısır doğumlu. Bakın İngiltere’nin Mısır sömürge valisi Lord Cromer, Abduh için neler söylüyor: “Kuşkusuz İslami reformist hareketin geleceği, Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit vaat ediyor. Ve o yolun yolcuları, Avrupa’nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktırlar.”
Ne ilginç değil mi? Avrupalılar ve Amerikalılar, daha önce Muhammed Abduh için söylediklerini, bugün de onun halefleri olan Saidi Nursi ve Fethullah Gülen için söylüyorlar!..
Saidi Kürdi’yi, “Mason ve Komünist kadar tehlikeli” olarak tanımlayan Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Abduh için de şunları söylemiştir: “Üstadı Efgani vasıtasıyla, masonluğu Ezher’e sokan odur.”
Abduh, Osmanlı’ya karşı Arabi Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü üstlenerek, Mısır’ın 1882 yılında İngilizler tarafından işgal edilmesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu isyanlarda, Efgani’nin üstadlığını yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, İngilizlerle işbirliği içerisinde faaliyette bulunuyorlardı.
Saidi Nursi, Mardin’de Cemaleddin Efgani’nin talebesiyle görüşmüş ve -kendi tabiriyle- “siyasette muktesit mesleği ondan öğrenmiş”tir. Heralde bu yüzden olsa gerek, “Emirdağ Lahikası” sayfa 139’da ve Lemalar’ının 20.Lemasında, Osmanlı Devleti’ni parçalamak için uğraş veren “misyonerlerle ve Hıristiyan ruhanileriyle ittifak” önermiştir... Ne de olsa selefleri de öyle yapmışlardı!..
Saidi Kürdi, hasta yatağındayken, kendisini ziyarete gelen Şeyh Sait’in torunu Abdülmelik Fırat’a şunları söylemiştir: “Ben, biraderi azamım, erkemim Şeyh Sait efendinin öcünü alacağım, aldım!”
Saidi Nursi’nin, “öcünü aldım” dediği Şeyh Sait köpeği, bildiğiniz gibi “Bağımsız Kürt İslam Devleti” kurmak için silahlı adamlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanarak, Türk askerine kurşun sıkan ve “Bir Türk öldürmek, yetmiş gavur öldürmekten daha üstündür!” diyen bir İngiliz işbirlikçisinden başka bir şey değildi.

“Yunan’a ve İngiliz’e Teslim Olun, Kuvvacıların Kellesini Getirin!” Bildirisinin Altında Saidi Kürdi’nin İmzası

İtilaf devletleri 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti’ne Mondros Mütarekesi’ni imzalatmışlar, böylece Osmanlı’nın tasfiyesi fiilen yürürlüğe girmişti. Bu tasfiye anlaşmasına karşı, ülkenin bir çok yerinde örgütlenen ve yeni bir bağımsızlık savaşına girişen Kuvayı Milliyeciler’e karşı çıkan teşkilatlar arasında “Teali İslam Cemiyeti” vardı. Başındaki İslam kelimesi sizi aldatmasın, bu cemiyeti kurduran yine İngilizler’di.
Teali İslam Cemiyeti’nin yöneticileri arsındaki etkin isimlerden biri de Saidi Kürdi idi. Teali İslam Cemiyeti 16 Eylül 1919’da “İkdam” gazetesinde bir bildiri yayınlayarak, Türk Milleti’ni, “Kuvayı Milliye’ye destek vermemeye”, hatta “onlara karşı mücadele etmeye” çağırıyordu. Ve hatta bu bildiride, halktan Mustafa Kemal’in kellesi isteniyordu!
Bu bildirinin altında imzası bulunanlardan biri de Saidi Kürdi(Nursi) idi. İşte oldukça uzun olan bu bildiriden bazı bölümler:
“Ey Anadolu’nun masum ve mazlum ahalisi!
(…) Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuva–yı Milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden nâmerdane bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahali ve askerden cem ettikleri kuvvetleri düşmanla harbe tutuşturarak (...) yalanlar ve hilelerle savuşup kaçtılar.
(…) Yazık bin kere yazık ki, gerek harb içinde, gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icab eden küçük fedakarlığı göze almıyor.
Millet (...) hala kendisini aldatan bu heriflere niçin diyemiyor ki, ‘Ey hainler, ey Allah’tan korkmayan ve Peygamberden haya etmeyen mahluklar, muharebe ettiniz başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, şimdi niye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet ediyorsunuz? İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harpte mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin neticesine katlanarak telafisini sabr–u sükun ve akl–u tedbir dairesinde izale etmekten başka çare var mıdır? Düşünmüyor musunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.
Hem sizler ey yalancı ve deni şâkiler!
(...) Kendinize ne hakla, ne yüzle Kuva–yı Milliye adını veriyorsunuz? Utanmaz hainler, artık yakamızı bırakın. Cenab–ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun.’
Şimdi sulh imzalandı Kuva–yı Milliye belasının tevlid ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize “Eğer Anadolu’da Kuva–yı Milliye isyanını bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar.
Ey Anadolu’nun mazlum ve muhterem ahalisi!
Elinize aldığınız bu fetva–yı şerife göre, bu katil canavarları (Kuvvacıları kastediyor) daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. (...) Allah’ını, Peygamberini ve padişahını seven bu tarafa gelsin...”
Yani, “Ey ahali, savaşı kaybettik. Kaderimize razı olmak zorundayız. Aman ha sakın İngilizleri ve Yunanları kızdırmayın. Uslu uslu gidip onlara teslim olun. Mücadele edecekseniz onlara karşı değil, Mustafa Kemal’e ve Kuvayı Milliyeciler’e karşı mücadele edin. Hatta Mustafa Kemal’in kellesini getirip İngilizlere ve Yunanlara teslim edin!”…

Emniyet’in Kitabında Saidi Kürdi’ye Övgü!

Türklüğe, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve ulu önder Atatürk’e kin kusan, ömrünü kürtçülük ve “bağımsız kürdistan” mücadelesiyle geçirmiş olan Saidi Nursi’nin, kürtçü ve şeriatçı çevreler tarafından övülmesi normaldir de, Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğü’nün “İslam’da Mezhepler, Tarikatlar ve Dini Akımlar” adlı kitabında övülmesine ne demeli? Bunun gözden kaçmış bir büyük yanlış olduğun inanmak istiyor ve toplumun huzuru devletin bölünmez bütünlüğü için canla başla fedakarca görev yapan vatansever polislerimizi bu yanlışın sorumluluğundan tenzih ederek yanlışın düzeltilmesi için göreve çağırıyoruz. İşte Emniyet’in kitabında kürt Said:
“Küçük yaşta klasik medrese eğitimine başlayan Said Nursi, kısa bir sürede bu eğitimini tamamlamış ve ilme olan iştiyaki sebebiyle, meşhur alimlerle temas kurabilmek amacıyla çeşitli illerde seyahatlerde bulunmuş ve bu sayede etrafında tanınmaya başlamıştır.
Hareketli yapısı itibarıyla dikkatleri üzerinde toplayan Said Nursi, kısa zamanda elde ettiği dini ilimler alanındaki bilgi birikimi ile kendisini kabul ettirmiş ve bu çevrelerce ‘zamanın iyisi’ anlamına gelen ‘Bediüzzaman’ lakabı ile anılmaya başlamıştır…” (Aktaran: Ergün Poyraz, “Tarikat, Siyaset, Ticaret ve Cinayet - Masonlarla El Ele”, Togan Yayıncılık, s. 290)
Görüldüğü gibi kürt Said’i öven bu satırlar, devlet kurumlarındaki nurcu-fethullahçı yapılanmaya açık bir kanıt niteliği taşıyor. Başbakanlık makamında oturan zatın ve “Milli” Eğitim Bakanlığı gibi son derece önemli bir makamı işgal eden şahısın bile Saidi Kürdi hayranı olduğu yerde -ki aynı durum bürokratlık, milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık yapmış birçok kişi için ve Cumhurbaşkanlığı yapmış birkaç kişi için de geçerli-, devlet kurumlarının nurcu-fethullahçıların istilasına uğraması, pek de garipsenecek bir durum olmasa gerek!..
Devletin, bürokrasinin, yargının, emniyetin ve eğitim-öğretim kurumlarının içerisinde bir virüs gibi yayılarak Türkiye Cumhuriyeti’ni içten kemiren bu yapılanmaya en kısa süre içerisinde Türkçü kadroların “Dur!” diyeceğini ve bu virüsün canının cehenneme yollanacağını ümit ediyorum. Uyuyanların bir an önce uyanması dileğiyle…

Tanrı Türk’ü Korusun!

Tolunay KUTOĞLU - ‘SAİDİ KÜRDİ’LİKTEN ‘SAİDİ NURSİ’LİĞE (İŞBİRLİKÇİ BİR DELİNİN BİYOGRAFİSİ), Bozkurt Dergisi, Ocak 2007, Sayı: 34
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Karaton

Bir önceki iletinin devamıdır.


Alıntı
Atsız ise, bin yılda oluşan Müslüman Türklüğün ölçülerini taşıyan bir Türk değil, agnostik, deist (yaradancı) ve semavî olmayan din anlayışına sahip bir Hun’dur.
Bir insanın, aynı anda hem agnostik, hem de deist olabileceğinin iddia edildiğine, ilk kez şâhit oluyorum.
Câhilliğin böylesi...

Ayrıca elin Arap'ı, kendi soyunu ''bin, bin, bin, bin, bin...'' diye sayarken; Türk'ten, öz atalarından bir topluluğu(Hunları) reddetmesini beklemenin adını da, bu şahıs kadar milliyetsizleşemeyen herkes artık koymalı.
Bu zat, Türk'ün, aslını inkâr edenler hakkında neler düşündüğünü de öğrenmek istiyorsa; kendisinin yapması gereken tek şey bir kitapçıya gitmek ve bir adet ''atasözleri ve deyimler sözlüğü'' edinmek.

Alıntı
Önce şu değişmez târif ve oluşu akılda tutalım: Müslüman olan Türklere Türk denir. Türk eşittir Müslüman. Türklüğü bir kimlik ve aidiyet ifadesi olarak kullanmak gerektiğinde bu şekilde anlamak bir nastır.
Türkiye’de İslâm’ı ruh ve maddesine giydirmeyenlere, kainat görüşünü İslâm’ın belirlediğine inanmayanlara, devletin ve milletin meşruiyet kaynağının İslâm olduğunu kabul etmeyenlere Türk denmez. Tuvalet âdabından yatak odasına, ibadetten hayat tarzına, toplum nizamından idarenin esaslarına kadar her esası İslâm üzere idrâk etmeyen kimse Türk olarak addedilmez.
Bu şahsın; kimlerin Türk olup, kimlerin olmadığına/olamayacağına, kendisindeki hangi formasyona istinâden karar verebildiğini falan geçtim de... bir insanın, böylesine saçma bir şeyi söyleyebilmesi için ya bir süzme dangalak, ya bir zır câhil, ya da bir idraksiz olması şart zira bu önerme doğruysa; Papa'yı karşısında diz çöktüren Attila Türk değilken, Papa'nın elini, eteğini öpenlerin; dünyanın 2/3'ünden fazlasında at oynatan Çingiz Türk değilken, Sevr'i imza edenlerin; İslâm Halifesi'ni atlara çiğneten Hülâgû Türk değilken, ''Kutsal'' Topraklar'ı ''küffâra'' karşı savunan ricat hâlindeki Osmanlı Ordusu'na dâhi kurşun sıkanların, Tanrıkut Mete Türk değilken, verdiği, ''Yunanlılar, Halife'nin Ordusudur'' fetvâsı İngiliz uçaklarıyla Anadolu'ya atılanların; Karabağ'da Ermeniler'e karşı savaşan Gagavuzlar Türk değilken, İstiklâl Marşımızı ıslıklayan Şâfi Kıroların... Türk olmaları gerekir!

Bu derece kolay çürütülebilecek bir argümanı, sanki destekli bir şeyler yazıyormuşçasına dillendirebilen birisinin, ya ''milleti kendisine güldürmeye'' pek meraklı bir kaskafa, ya da alkol(belki de uyuşturucu) müptelâsı bir hasta olması şarttır.
Kendisinin ''âlimâne'' şeyler yazdığını ciddi ciddi zanneden bu hazretin; eğer ilk seçenek geçerliyse öğrenmeye, ikincisi geçerliyse tedâviye ihtiyacı vardır.

Alıntı
Sözde Türk olduğunu iddia eden Atsız’ın, Ötüken’in 1964 Nisan sayısında Said-i Nursi ve İslâm hakkında yazdıkları, İstiklâl Savaşı’yla yeniden oluşan “Hakk’a tapan” Türklükten olmadığını gösteriyor:
Öyle bir anlatılmış ki; koca dünyada ve binlerce yıllık birikimde sanki bir İslâm(ve Allah) var, bir de dinsizler.

İyi de tapınılan(tapınılması gerekilen) bu ''Hakk'kın'' Allah olduğu da, sadece Arapların(ve Müslümanların) iddiası.
Hristiyanlara göre Allah, saralı ve psikolojisi bozuk bir Arap'ın çorap kuklası. Museviliğe göre de, Yehova'nın kötü bir taklîdi.
Yani İslâm'ın; Peygamberi'ne Peygamber, Kitabı'na Kitap, Tanrısı'na Tanrı dediği Semitik diğer dinler bunları iddia ediyor İslâm hakkında. İnsanlık tarihindeki, İbrahimî olmayan onlarca dinin yüzlerce Tanrısı'nı ve bu inançların, bu konudaki düşüncelerini söylemiyorum bile.

Alıntı
ATSIZ: “KUR’AN, MUHAMMEDİN TÂLİMATIDIR”

Atsız’ın, Kur’an’ı Kerim’e, vahye, Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerine pozitivistçe bakan ve inanmayan agnostik zihniyetini kendi ifadeleri ele veriyor:
“Kur’an, ‘âlemlerin sahibi olan Tanrıya hamd ederim’ diye başlıyor. Belli ki bu söz Muhammed’indir. Çünkü Tanrı kendisine hamd etmez. Muhammed’in yirmi küsur yıl süren peygamberliği sırasında bâzı âyetlerin mensuh olduğu (geçersiz kılındığı), yani hükmünün düştüğü malumdur. Demek ki Tanrı buyruklarını değiştiriyor. Tanrı eski buyruklarını hükümsüz sayarak yenilerini gönderiyor. (...) Tanrının dünyayı sırf Muhammed için yarattığını ileri süren yobazlar olduğunu...” (Ötüken, 1970, sayı:11)
M. Kemal’in 1930’lı yıllarda el yazısıyla yazdığı fikirlerin aynısı olan Atsız’ın inkâr dolu satırlarının devamı daha fecaat:
“İslâm düşüncesinde sömürgecilik vardır. Tanrı insan idrâki dışındadır. Kur’an, Muhammed’in tâlimatıdır. Bunun birçok delili vardır. Muhammed’in gönlünden ve beyninden doğmadır. Tanrının ne olduğunu bilmeye imkân yoktur. Peygamberlik Mısır’dan geçerek Yahudilere geçer. Tek Tanrı fikrini akıl ve duygusuyla kabul ederek Arap putçuluğuna karşı çıktığını görüp anlamak için yobaz olmaya, eski Mısır’dan gelip Yahudiler aracılığıyla öteki milletlere geçen inançları ilahî hakikat diye kabul etmeye lüzum yoktur. Müslümanlık, sosyoloji bakımından Arapların millet hâline geçme savaşıdır” (Ötüken, 1970, sayı: 11)
Kur’an’ın Kerim’in Allah’ın vahyi olduğuna inanmıyor. Âyetlerin -hâşâ- Hz. Peygamberimizin kendince uydurduğu manzum sözler olduğunu, Allah’ın elçisi diye bir şey olamayacağını, peygamberliğin Mısır’dan ve Yahudilikten geçme bir anane olduğunu söylüyor. İslâm’ın ve peygamberliğin Yahudi inançlarından oluştuğunu, İslâm’ın ilahî bir hakikat olamayacağını ileri sürüyor.
Yine aynı yere geliyoruz.

Bunları sadece Atsız değil, Müslüman olmayan herkes söylüyor.
Dünyada sadece Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar yok ki.

Hem kendileri, buna eğer yürekleri yetiyorsa, Yankee'nin İmamı'nın, karşısında iki büklüm olduğu Papa Hazretleri'nin İslâm hakkındaki düşüncelerine de değinebilirler mi?
Musevilerin ve Hristiyanların İslâm hakkındaki düşüncelerinin(ve söylemlerinin) yanında Atsız'ınkiler hiç kalır. Ama doğru ya... Onlar ''Ehl-i Kitap'', Atsız değil.

Alıntı
“Müslümanlık semavî bir din değil, Arapların sosyolojik bir durumudur” diyor. Bu fikirler de M. Kemal’in bir süre okutulan Afet İnan’ın hazırladığı “Medeni Bilgiler” kitabındaki sözlerinin tıpkısıdır. Yani pozitivizmin kurucusu A. Comte’un görüşlerinden alınmadır
.
Kim diyor?!
Peki İslâm Peyamberi'nin, Arapları bir ortak ülkü etrâfında örgütleyebilmek için kendisinin Tanrı Elçisi olduğunu söylemek zorunda kaldığı ve öz evlâtlığının eşine sahip olabilmek için âyet uydurduğu iddiasını dillendiren Musevilerin bu düşünceleri kimden alınmadır?
Eğer yine Aguste Comte derseniz; felsefeden de, teolojiden de çaktınız!

Alıntı
Yunus Emre’ye “hasta ruhlu bir insan” diyen, Mevlâna’nın düşüncelerine itiraz eden, Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın ilk insan olduklarına ve Kur’an’daki yaratılış âyetlerine inanmayan, “biz (İslamsız Türklüğü kastediyor) İslâm olmadan önce de büyüktük, İslâmiyetin Türklüğü yüceltmediğini, kerametin İslâm’da olmadığını” söyleyen şizofren ruhlu Atsız Müslüman Türklüğün neresine oturtturulabilir?
Peki Mevlâna'nın, aynı kendisi gibi bir erkeğe yönelik yazılarını(ve söz konusu kişiyle, bir delikte o kadar zaman ne yaptığını); yaşı, milyar yıllarla ifade olunan insan kemiklerini; ''birileri'', insan kopyalamakla, Ay'da buğday yetiştirmekle, Mars'ta koloni kurmakla uğraşırken, henüz düdüklü tencere dâhi üretemeyenleri... bu devrin neresine oturtturmalıyız?

Alıntı
Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten çıkmışlardır (Macarlar gibi).
Peki Türklük'ten, Müslüman olduğu halde çıkan senin gibileri ve Hristiyan oldukları halde Türk kalabilen Gagavuzları ve Macaristan Kumanları'nı ne yapacağız Ali İlbey?!

Kaldı ki Macarlar; sadece Türklük'ten değil, neredeyse Macarlık'tan da çıkmak üzereydi ancak yeni yeni kendilerine geliyorlar.
Bizse Selçuklu ve Osmanlı süreçlerinde, Türklük'ten çıkmak üzereydik fakat Gazi Başbuğ sayesinde yırttık. Şimdi, yeniden çıkmak üzereyiz.

Hepsini geçtim de... ''Türkiye'de, Türklüğü bitireceğiz'' sloganıyla yola çıkanların, Macarlar'daki bilinç erozyonundan, sanki bundan rahatsız oluyorlarmış gibi dem vurmaları, sadece komik.

Alıntı
“Yüzde yüz Türk olmakla”, Mete’nin ve Atilla’nın inançsız orduları gibi
Bir defa Türklüğe ve Türkçülüğe böylesine kin kusan bir Arap atmığı, Türk Başbuğları'nın adlarını, kendi ağzına destursuz alamaz!

Bunu ''şimdilik'' geçiyorum ve şunu soruyorum: İbranî Tanrısı'na inanmayan fakat Türk'ün Tanrısı'na inanan bu Başbuğların Orduları'na dinsiz diyen bu zat; İslâm'ın, ''Onlarla aynı Tanrı'ya inanıyoruz'' dediği Hristiyanlığın Haçlı Orduları hakkında ne düşünüyor?
Veya konuyu şöyle açayım: Kendileri, Attila'nın Ordusu'nda mı, Haçlı Ordusu'nda mı bir savaşçı olmak isterdi?
Not: Kendisinin, ''İkisini de istemem'' diyerek, Şark kurnazlığı yapmak gibi bir seçeneği yok.

Haa bir de...

Alıntı
Türkçüler ile Kemalistlerin fikrî sapkınlıklarını

Alıntı
Atsız’ın İslâmsız Türklüğünün ne menem bir sapkınlık

Alıntı
Sözde Türk olduğunu iddia eden Atsız’ın

Alıntı
şizofren ruhlu Atsız

Alıntı
İslâm düşmanı bir psikopat Türkçüdür.

Alıntı
Tasavvuf ve İslâm akaidini düşmanca sorgulayan hasta ruhlu bir tipin

Alıntı
Atsız’ın Türklüğe mugayir bu şenî fikirlerine karşılık

Alıntı
Atsız’ın hezeyan saçan patolojik fikirlerinin
Böylesi rezil bir üslûbu, Müslümanlığın ve ölüp gitmiş(yani cevap veremeyecek durumdaki) birisinin arkasından ''sallamanın'' da İslâm ahlâkının neresine oturtturacağımız(Türkçe'ye gel) sorunsalı var tabi.

Muhatabını, ona hakâret etmekten eleştirmekten dâhi âciz birisi de, ancak o paçavrada yazabilse gerek.
Hani şu, yazarlarından bazılarının geçmişinde türlü cinsî sapıklıkların varlığı ortaya çıktığı halde, subaylarımızın yatak odasını utanmadan karıştıran paçavrada.

Alıntı
“Bediüzzaman Said-i Nursi’yi Atsız ile kıyas ve misâlden edep ederim.
Bu konuda, beyefendiyle hemfikiriz.
İngiliz İstihbâratı'nın Türkiye Şûbeliği'ni yapan, elifi görse mertek sanacak kara câhil ve ruh hastası bir bölücü yobazla Atsız, hiç kıyaslanabilir mi?!

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Sorunun İslamın ta kendisi olması kaçınılmaz bir gerçek. Müslümanım diyen Türkçülerin aynaya bakıp kendilerini sorgulamaları gerek. Elvela ben Türkçülerin din olgusundan ziyade dürüst olmalarından yanayım. Irkçılığı yasaklayan semavi dinleri benimsemeleri yürüdükleri yolda sağlam yürümedikleri belli.

Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Yani Atsız'ın, öğrencisi olmaktan gurur duyduğu, beş vakit namaz kılan Zeki Velidi Togan'ı ve ''Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Garp medeniyetindenim'' diyen Ziya Gökalp'ı da samimi bulmuyor musun ve Türkçülüğe, bu ikisi kadar katkın oldu mu?
Bence bu Müslüman iki Türk'ün Türkçülük iddiaları da, yüzünü, dünya tersine dönse göremeyeceğimiz çok ''Türkçü'nün'' yanında gâyet samimi.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Din istismarcılığı sadece ve sadece İslami topluluklara mahsus olduğunu söyleye bilirim. İki kültür arasında yetişen bir Türk Irkçısı olarak hırıstyanlık İslam kadar sömürücü olmadığını söyleyebilirim.

Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Batı toplulukları diğer unsurları sömürmek için hırıstyanlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Afrikadaki sömürüyü hırıtsyanlığı alet ederek emeline ulaşmıştır.
Bu yazdıkların, birbirleriyle çelişmiyor mu Çepni77?

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Türk milleti hırıstyanlığı benimsemiş olsaydı bu kadar sömürülmeyecekti.
Sonra sömürünün, kime karşı uygulandığının bir önemi var mı?
Bugün, Hristiyan olduğu halde, en az Araplar kadar geri bir yaşam süren ve Batı tarafından sömürülen birçok ulus var.
Yani ''Türk, Hristiyan olsaydı sömürülmeyecekti'' iddiası, bence son derece saçma.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Sizin fikriniz Tonyukuk beğ! Tahammül sınırlarımı zorlayan İslam yandaşlarına sabırlı olmanız ne size nede Türkçülğe bir şeyler kazandıracaktır.
Peki Çepni77... Bu kişileri elimizin tersiyle itmenin(yani onları Fettoş'un kucağına elimizle bırakmanın) Türkçülüğe ne gibi bir katkısı olacağını düşünüyorsun?

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı (Hozzászólás 18345)
Siz Türk milletin dinine saygı duya bilirsiniz. Ben duymöuyorum.
Tamam Çepni77. Size, ''İnsanların kutsallarını incitmeyin'' derken, ''Ali İlbey gibilerini koynunuza alın da yatın'' demedik ama zorla değil ya!
Yalnız sen de, Türk'e dair unsurlara saygı duymamamızı bekleme.

Sana iki şey sormama da izin ver: Bir Gagavuz kardeşimize, ''İsa'nın babası kim? Ehe, ehe, ehe'' demenin, Tanrı aşkına elini vicdânına koyarak söyle, Türkçülüğe ne katkısı var ve Türkçülüğü yani Türk'ün hayat felsefesini dâhi, Türk'ün değerleriyle sanki çelişir/çatışır mâhiyette göstererek, böyle takozlara malzeme vermenin mantığı nedir?

Önceden yazdığım bir yazıdan bir pasajı da, izninizle ekleyeyim:

Alıntı
Karaton Nickli Üyeden Alıntı
Turancılık; özü itibariyle laiktir, yani her inanca ve her inancın her sahibine eşit mesafededir.

Kültürün bir parçası olan din ögesini, kültürümüzün tamamı gibi paketlemeyen ve en önemlisi bunu Türklüğün ayıracı/belirteci/olmazsa olmazı... görmeyen hiç kimseyle ve hiçbir inançla bir derdimiz yoktur(olmamalıdır).
Vardır/olmalıdır dersek, en basitinden; Atsız'ın, ''öğrencisi olmakla gurur duyduğu'' ve ''5 vakit namaz kılan'' bir samimi Müslüman'ı, ''Zeki Velidi Togan'ı'' ve Türk Milletindenim, İslam Ümmetindenim, Garp Medeniyetindenim diyen ''Ziya Gökalp'ı'' nereye koyacağız?

Dini inanç, kişinin ''yatak odasından'' dahi mahremidir ve buna uygun davranıldığı, yani inanç pazarlama işine soyunulmadığı sürece Türkçüler, kimsenin yatak odasına dalmaz
.
Yani aralarına Ali İlbey'in de dâhil olduğu hiçkimsenin yatak odasını merak etmiyoruz ama yatak odamıza dalma densizliğinde bulunanlara, hele hele vefât etmiş, yani cevap veremeyecek durumdaki bir Türkçü'nün mahreminin; Nazım Hikmetof'un, Nâmık Kemal'in kemiklerine sataşması gibi, üç kuruşluk tartışmalara meze edilmesine gereken cevâbı vermekten geri duracak da değiliz.

Ve son olarak: Yobazlık, bir fikir müstehâsesidir.
Dün öyleydi, bugün de öyle ve yarın da öyle kalacak.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Börü Kam 

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Kaleminize yüreğinize sağlık Börü kam andam!
Vakit denilen lağamın internet kolu olan habervaktime güzel bir cevap olmuş. Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Gelelim yukardki alıntı yapmış olduğum kısma. Din istismarcılığı sadece ve sadece İslami topluluklara mahsus olduğunu söyleye bilirim. İki kültür arasında yetişen bir Türk Irkçısı olarak hırıstyanlık İslam kadar sömürücü olmadığını söyleyebilirim. Hırıstyanlık asırıardır insanlara bir mavi gözlü ve sarışın bir İsaya tapmayı kabul etmiştir. Batı uygarlığın dini ırkçılığı burdan ibarettir. Batı toplulukları diğer unsurları sömürmek için hırıstyanlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Afrikadaki sömürüyü hırıtsyanlığı alet ederek emeline ulaşmıştır. Hiç bir zmaan hırıstyanlık batı topluluklarını sömürmemiştir. İslamın kalkanlığını yaptığımız halde, kendimize göre bir peygamber çizmemişizdir. Arap Muhammedi kumral ve renkli gözlü olarak sahiplenmedik, İslamı kendi anlayışımıza göre uygulamamışızdır. Her daim arapçılığa hizmet ederek İslamı yaşamışızdır. Osmanlıda İslamı kullanarak başka unsurları sömüreceğimize kendimiz sömürülmüşüz İslam tarafından.

Batı toplulukları rönesans ve restorasyon devrinden gecerken bizler şeyh-ül İslamların sayesinde olduğumuz yerde saymışız (bu hususta şu konuyada bi göz atın derim) Kapitalistleşemeyen Osmanlı

Esenlike kalın!
İşlerimin yogunluğu nedeniyle Otağa çokça zaman ayıramadım.
Andalarımın affına sığınırım.
Bu başlık altındaki kıymetli fikir beyanlarını zevkle ve mutlulukla okudum.
Çepni77 Kardeşim,
Sizin yazınıza, özellikle, cevap yazacak ve yazınızın bütününden çıkan fikre katılmadığımı ifade edeceğim.
Bu gün zamanım yok. Bu gün başka bir araştırmamı Otağa ekleyip; size, daha sonraki günlerde yanıt vereceğim.

Sağlık ve esenlik dileklerimle...

TTK.
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
AĞASAR     

Millet'in inancını, yahudi kılıfından çıkardığı kılıcı eline alıp Türk'ün her değerine saldırarak kullanan istismarcılara karşı uyanık olmazsan bu Ülke'de söz sahibi de olmaya hakkın yok, yaşamaya da...

Ne demiş Karaton ?

Alıntı
Sana iki şey sormama da izin ver: Bir Gagavuz kardeşimize, ''İsa'nın babası kim? Ehe, ehe, ehe'' demenin, Tanrı aşkına elini vicdânına koyarak söyle, Türkçülüğe ne katkısı var ve Türkçülüğü yani Türk'ün hayat felsefesini dâhi, Türk'ün değerleriyle sanki çelişir/çatışır mâhiyette göstererek, böyle takozlara malzeme vermenin mantığı nedir?
Sayın Börü Kam'ın bu konu ile ilintili olduğunu düşündüğüm yazısı linktedir ;

http://www.turania.net/irtica-ve-irt...ynaklar-2.html
Başlık: Ynt: said-i kürdi Türk, Nihal Atsız değil!?
Gönderen: Çağrı Bey - 24 Mart 2011
Börü Kam     

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Kaleminize yüreğinize sağlık Börü kam andam. Vakit denilen lağamın internet kolu olan habervaktime güzel bir cevap olmuş. Lakin bir noktada sizinle hemfikir değilim. Elvela şunu belirteyim ki İslamın saygı duyulacak bir tarafı yok. Bundan ziyade Türkçülğe gölge düşürecek bir unsur olarak baktığım için müslüğman olan Türkçü arkadaşlarıda samimi bulmuyorum.
Sayın Çepni77,
Aslında yazılarınıza cevap verme gereği kalmamış. Zira diğer andalarımız söylenmesi gereken hemen her şeyi söylemişler.
Size, daha önceden, cevap yazacağımı ifade ettiğim için, diğer andaların söylediklerinin bir tekrarı olacak ama ben yine de, bu iletiyi yazıyorum.
İslam’ın saygı duyulup-duyulmayacağı konusu tamamen sizin kişisel düşüncenizdir ve bu kabulü diğer insanlara dayatma hak ve yetkisine sahip değiliz.
Çağdaş düşüncenin kurallarından bir tanesi de sevgide serbest, ama saygıda zorunluluktur.
Yani bir kişiyi, topluluğu, fikri, düşünce ve inanışı sevip sevmemek kişinin bileceği bir şeydir. Lakin saygılı olmak bağlayıcı bir ilkedir.
Hele ki söz konusu milliyetçisi olduğunu ileri sürdüğümüz Türk Milletinin inancı olunca bu saygı duyma nezaketen saygı duymayı aşar, milliyetçiliğin değişmez rüknu olarak bir zorunluluk haline gelir.
Yıllar önce Marksist düşüncenin öncülerinden Mihri Belli adlı şahsın bir söyleşini okumuştum.
Söyleşinin bir yerinde gazeteci Mihri Belli’ ye diyor ki:
-Sayın Mihri Belli siz Marksist bir düşünceye sahipsiniz ve Marksizm, ateizmi öngörüp bütün dinlere karşıdır. Oysaki Türklerin tamamına yakını Müslüman. Bu konuda ne diyeceksiniz?
İşte Mihri Belli’ nin hiç aklımdan çıkmayan cevabı:
- Halkımın dini. Ne diyebilirim ki? Onaylamıyorum, ama saygı duyuyorum.

Bir Marksist bile Türk Milletinin değerlerine saygı duyarken, Türk Milliyetçisi bir kişinin, yani sizin Çepni77 anda, bu tür bir yaklaşım içerisinde olmasının anlaşılabilir bir yanı yok.
Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Budist vs. olabilir, hatta deist bir anlayışa ve hatta ateist bir düşünceye de sahip olabilirsiniz.
Sizin inanış biçiminiz bizi ilgilendirmez ve hatta inanış biçiminizi onaylamıyor olsak bile, samimi olarak söylemek gerekirse içimizden saygı duymasak bile, konunun hassasiyeti ve mücadelenin icapları gereği bunu sizin tavrınızca, bizim oralarda bu tür davranışlara delik davul derler, yapmazdık. Buna kimileri politika, kimileri takiyye kimileri de riyakârlık derler.
Bizim davranışımızın ne politik, ne takiyyeci ve ne de riyakârane bir maksadı yok ve olmazda.
Bizimkisi daha başka bir amaca matuftur.
Müslüman olan kişilerin Türkçülüğünü samimi bulmamak da, had bilmezlik değilse, içinde sazan yemi takılı bir olta gibi, “bakalım kimler ciyaklayacak ve kimlerin dini hassasiyetleri var” merakınızı gidermeye yönelik bir kurnazlık içermektedir.
Şayet Başbuğ Atatürk’ü ve O’nun en önemli ilkesi olan laikliği iyice özümsemiş olsaydınız bu tür bir yaklaşım sergilemeyecektiniz.
Laikliği, kendilerine Kemalist adını veren İnönücülerin yaptığı gibi, salt din karşıtlığı olarak yansıtmak, başta Başbuğ Atatürk’e karşı yapılmış bir ihanet olarak görmekteyim.
Bu davranışlar Türklük ve Türkçülük hanesine hiçbir artı değer kazandırmaz. Bilakis Türklüğü; dinle, inançla vurmak ve uyutmak isteyenlerin ekmeğine ballı kaymak sürmekle eşdeğerdir.
Sizi incitmek ve Otağımızın vicdani kanaatleri serbestçe beyan etmeyi teşvik etme ilkesini çiğnemek, istemem ama ifadeleriniz beni bile rahatsız etti, bilesiniz.
Bu konularda daha dikkatli ve ölçülü olmak, samimiyetle söylüyorum, Türkçülüğün hayrına olacaktır.
Bilgi, kültür başka şeydir; metot, üslup ve pratik daha başka şeydir.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Gelelim yukardki alıntı yapmış olduğum kısma. Din istismarcılığı sadece ve sadece İslami topluluklara mahsus olduğunu söyleye bilirim.
Bu kanaatiniz de tarihi gerçeklerle örtüşmüyor.
İstismar, ya da Türk Milletinin anladığı manada iğfal etme, hangi alanda ve ne amaçla yapılırsa yapılsın aynı kapıya çıkar.
Sorun salt olarak İslam’ın istismar edilmesinden ibaret değildir.
Siz beğenmeseniz de, Türk Milletinin kimliğinden en uzak devleti olan Osmanlı bile, İslam adına hükmederken haçlı batının yaptığı istismar haysiyetsizliğinin bir zerresine bile tenezzül etmemiştir.
Soykırım, katliam, sömürü, nefret, din adına cinayet ve daha onlarca kötülük haçlı batının insanlık literatürüne soktuğu haysiyetsizliğin ifadeleridir.
Sözlerinizle Hıristiyanlığı övmek kastında olmadığınızın farkındayım. Lakin herkesin benim anlayışımda olmasını bekleyemezsiniz. Cahil ve düz mantıklı biri- ki maalesef toplumumuzun büyük kesminin vasfı böyle- bu sözlerinizden, Hıristiyanlık lehine, İslam aleyhtarlığı yaptığınız kanısına varacaktır.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
İki kültür arasında yetişen bir Türk Irkçısı olarak hırıstyanlık İslam kadar sömürücü olmadığını söyleyebilirim. Hırıstyanlık asırıardır insanlara bir mavi gözlü ve sarışın bir İsaya tapmayı kabul etmiştir. Batı uygarlığın dini ırkçılığı burdan ibarettir. Batı toplulukları diğer unsurları sömürmek için hırıstyanlığı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmiştir. Afrikadaki sömürüyü hırıtsyanlığı alet ederek emeline ulaşmıştır. Hiç bir zmaan hırıstyanlık batı topluluklarını sömürmemiştir.
Sizin haçlı batıyı hiç ama hiç tanımadığınız belli.
Ortaçağın yüzlerce yıl süren din savaşları, engizisyon mahkemeleri ne işe yarıyordu? Bırakın şehirleri, mahalleleri, sokak aralarına kadar çekilen duvarların ne anlama geldiğinden bile haberdar değilsiniz.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
İslamın kalkanlığını yaptığımız halde, kendimize göre bir peygamber çizmemişizdir. Arap Muhammedi kumral ve renkli gözlü olarak sahiplenmedik, İslamı kendi anlayışımıza göre uygulamamışızdır.
Bu da Türk Milletinin mayasının temizliği ve asaletinin göstergesidir.
Tahrifat da bir istismardır.
Haçlı batı İsa Peygamberi olduğu gibi almamış, getirdiği kitaba sadık kalmayıp yüzlerce yeni İncil ihdas etmiştir.
Bunu nasıl yorumlamak lazım?

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Her daim arapçılığa hizmet ederek İslamı yaşamışızdır. Osmanlıda İslamı kullanarak başka unsurları sömüreceğimize kendimiz sömürülmüşüz İslam tarafından.
Doğruya doğru.
Her ne kadar yiğidi öldürsek de hakkını teslim ederiz.
Zaten sorun da bu.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
Batı toplulukları rönesans ve restorasyon devrinden gecerken bizler şeyh-ül İslamların sayesinde olduğumuz yerde saymışız
Bu sözlerinize de kısmen katılıyorum.
İlaveten haçlı batının reformu kendi kendisini asırlarca boğmanın ve yok etmenin bitmişliğiyle pes etmesi ya da akıllarını başlarına getirerek asgari müştereklerde birlik olmaya mecbur kaldıklarını anlamalarının doğal sonucudur.
Rönesansa gelince, rönesans batının Türkler tarafından daraltılan, daha doğrusu hapsedilen, kabuğunu kırmasıdır.
Yani haçlı batı, rönesanssını Türklüğe borçludur.

Alıntı
Çepni77 Nickli Üyeden Alıntı
(bu hususta şu konuyada bi göz atın derim) Kapitalistleşemeyen Osmanlı
Verdiğiniz ilişimi, daha önceden de, okumuştum.
Bu vesileyle bir kez daha okuma fırsatım oldu.

Sağolasınız!

TTK.